Çeşitli ilimlerin ortaya koydukları bilgi ve belgelere göre Türkler dünyanın en eski ve medeni milletlerinden biridir. Bugün medeniyetimizden bahsedilirken göz ardı edilen Türk sanatı konusuna genel bir bakışta bulunmak istiyoruz. Kanaatimizce hangi millet sahip olduğu eser ve abideleri araştırıp, bulup, üzerinde araştırmalar yapıp başta kendi kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyuna gerektiği şekilde takdim edebilirse o millet ilim, fikir ve sanat hayatım geliştirmeye başlamış demektir. Türk Dünyasında bu çalışmaların yeterli olduğu söylenemez.
Türk milletinin yalnız sanat tarihi değil, neredeyse
medeniyetinin her yönü araştırılmaya, korunmaya, geliştirilmeye muhtaç
durumdadır (Türk Dünyası Gençlik Günleri Kültür ve Sanat Komisyonu Raporu,
1996:42-44)[2]. Sahip
olduğumuz dünya görüşü, hakimiyet anlayışı, bizi yerinde duramaz, hareketli, durmadan
yeni ülkeler fetheden ve yeni kültürlerle tanışan, zaman zaman kendi kültürünü
o kültürler üzerinde hâkim kılmaya çalışan bir millet haline getirmiştir.
Atalarımız dünyanın hemen bütün coğrafyalarında görülen varlıkları dolayısıyla
bizlere çok zengin, ama aynı oranda içinden çıkılması güç bir kültürel miras
bırakmışlardır. Bu coğrafyalarda büyük savaşlar tabii felaketler meydana
gelmiş, totaliter rejimlerin milletimizin çeşitli toplulukları üzerinde yüzyıllarca
sistemli olarak sürdürülen asimilasyon ve kökünden koparma çalışmaları
olmuştur. Dil, alfabe ve gramerimiz üzerinde son asırlarda yürütülen politika
ve baskılar sonucu kültürün ilk basamağı olan anadilimizi iyi konuşma ve yazma
hassasiyetimizi kaybettiğimiz söylenebilir (MUALLÎMOĞLU, 1995:6-11)[3].Yine
alfabe değişiklikleri Atilla İlhan'ın "dikey ve yatay kültürden
koparılma" olarak özetlediği tecrübe, fikir ve düşüncelerin düzenli aktarılmamasını,
yani hafıza kayıplarını doğurmuştur. Hem geçmişimizle, hem de komşu ve
akrabalarımızla, Türkelleri ile münasebetlerimizi zayıflatan bu kayıplar öyle
etkili olmuştur ki hafızamızı güçlendirme konusunda yeterli iradeyi göstermede bile
isteksizlik duymaktayız. Hafıza kayıplarına; içinde altıyüz bin kitap bulunan
Bağdat Kütüphanesinin Cengiz Han döneminde yok olması, Bursa'daki Osmanlı
Arşivinin yakılması, son asır başlarında azınlıkların nüfus bilgilerini yok
etmek amacıyla çıkarılan yangınlarda yok olan arşivlerimiz, Osmanlı Arşivinin
bir bölümünün hurda niyetine Bulgaristan'a satılması, Kırım, Hive, Hokant Han
Sarayları, camileri, medreseleri,
türbelerindeki binlerce sanat eserlerinin yağmalanması gibi faciaların örnek
verilmesi mümkündür. Batıya kaçırılan İznik Çimleri, cami, türbe, medrese,
mihrap, kapı ve süslemeleri, yüzlerce antika, paha biçilmez kitap, halı ve
kilimlerden müzeler, kütüphaneler kurulmuştur. Bu sanat eserleri koruma altında
olsalar dahi araştırıp inceleyebileceğimiz yakınlıkta değildir. Binlerce mezar,
kurnaz Avrupalı ve Rus araştırmacılar veya hırsızlar tarafından kendi
ülkelerine, Ermitaj'a taşımışlardır. Halen incelemeye açılmamış binlerce sanat
eserimiz ise hem kendi müzelerimizde, hem de yabancı müzelerde veya şahsi
koleksiyonlarda ilgi bekliyor.[4]
Son asırlarda Ortodoks fanatizmi denilebilecek bir başka
tehlikeyi de sıkça yaşamış bulunuyoruz. Bu Türk-İslam eserlerinin iz
bırakmamacasına yok edilmesidir. Sadece Kırım'da mevcut 1700 camiden bugüne beş
tanesi kalabilmiş, bunlar da büyük ölçüde zarar görmüştür. Bulgaristan'da,
Bosna'da, Azerbaycan'da işgal edilen bölgelerdeki eserler, mezar taşlarına
varıncaya kadar tahrip edilmiştir.[5]
Eski Sovyetler Birliği topraklarındaki on binlerce dini eserin, yerlerinin
tespitinde bile güçlük çekilmekte, kalan eserlerin restore edilebilmeleri için,
imkân, bilgi ve eleman bulunamamaktadır. Tamamen yok edilen bu eserlerle ilgili
incelemeler için seyyahların gravürleri ve resimler dışında elimizde hiçbir materyal
kalmamıştır. Türk Dünyası Sanatı ile ilgili bilgilere ulaşılması için gerekli
olan derli toplu bir Türk Tarihi, Türk Felsefesi, Türk Dini Hayatı gibi eserler
henüz yayınlanmamış, Türk Tarih ve Etnografya haritaları çizilememiştir.
Biyografi otobiyografi türleri de maalesef gelişmediğinden araştırmacıların
malzemeleri sınırlıdır. Bu alanda yetiştirdiğimiz uzmanların yeterli
olmadığını, çoğunun çalışmalarında yönünü batıya dönmesi sonucu büyük bir
boşluk oluştuğunu belirtmek gerekir. Özetle, sebebi ne olursa olsun, sanatımız
yeterince araştırılamamış, sanat eserlerimiz tespit edilerek koruma altına
alınamamış, sanat tarihimiz yazılamamıştır. Eğitimin yetersizliği, içte ve
dışta sanatımızla ilgili kamuoyu yaratılamaması sonucu, başta halk el sanatları
olmak üzere birçok sanat dalı yok olmuş, bir kısmı da yok olmak üzeredir.
Milletlerin kendilerine has yüksek sanat eserleri oluşturabilmeleri,
o sanat eserlerini meydana getirecek sanatçıların kendi dönemlerine kadar olan
sanat ve kültür hayatlarım çok iyi kavrayıp, özümseyip, kabiliyetleri oranında
yeni sentezlere ulaşmalarıyla mümkündür. İşte bu sebeple Türk Sanatının en azından
tarihi kökleri, felsefi temelleri, geçirdiği evreler, oluşturduğu eserler,
kullandığı malzeme biçim, renk, üslup ve muhtevanın tespit edilmesi şarttır.
Bunun da mevcut eser ve abidelerin dünyanın neresinde olursa olsun belgelenerek
yayınlanmış olması gerekir. Henüz şartları araştırılmamış, üzerinde hiç
durulmamış yönlerinin ortaya konulması için araştırma gezilerinin
tertiplenerek, yeni keşiflerin yapılmasına imkân verilmelidir. Tabidir ki bu
ilmi çalışmaları yürütecek ehliyette bilim adamları yetiştirilmelidir.
Geçen asırda Türk Sanatı ile ilgili çalışmalar, bizim
varlık-yokluk mücadelesi verdiğimiz 19 ve 20. asır başlarında Avrupa'da hâkim
olan bütün sanat eserlerinin kaynağını Antik Yunan'a bağlama zihniyetiyle
yürütüldüğünden Akdeniz sanat tarzına uymayan eserler barbarların ilkel
mahsulleri olarak görülmüştür. [6]
Sonraki bütün çalışmalar genellikle bu hususu pekiştirmek yahut böylesine
mantıksız kanaatleri çürütmek şeklinde gelişmiştir. Batılı sanat tarihçilerinde
kendine has bir üslubu, biçimi, şekli, rengi, muhtevası olan Türk Sanatı'nın
hakkının teslim edilmesinden çok Arap, İran, Hind ve Çin sanatlarının etkisinde
kalmış bir sanat olarak gösterme gayretlerine günümüzde de rastlanmaktadır.
(STRZYGOWSKİ, GLÜCK) [7]
1990 sonrasında dünyada gelişen olaylar, Türk Dünyası,
Türkelleri veya Türkistan'ın bu yeni duruma karşı alacağı tavırlar açısından
önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kendilerine ayrı ayrı milletler, ırklar,
diller, alfabeler, sanatlar ve edebiyatlar izafe edilen Türk toplulukları,
Türkî değil Türk halkları olduklarını görmeye başlamışlardır. Elbette bu gelişmeler
sanat alanında da olmuştur. Her Türk topluluğu sahip olduğu sanat zenginliğini
tanıtma çabasına girmiştir. Tanıtılan bu eserlerdeki ortak yönler ortak tarih,
dil ve millet şuurunun gelişmesine, pekişmesine vesile olmaktadır. Ancak geniş
çaplı ilmi çalışmalarla, yayınlarla desteklenmeyen bu çalışmalar bölgesel
olmaktan öteye gidememektedir.
Günümüzde Türk dünyası aydınlarının ve sanat tarihçilerinin
önünde duran mesele kendi sanatlarının kökünü, yayılma, etkileme ve etkileşme
alanlarının tespiti ve ortaya konulmasıdır. Bu alanda Türk topluluklarındaki
mevcut yayınlar, daha çok komünist rejimin "Siz barbarsınız, sizin
sanatınız göçebe sanatıdır, ancak biz geldikten sonra sizin sanatınız gelişebildi."
Şartlandırmasını pekiştirmek amacıyla Sovyet döneminde yapılmış çalışmalardır.
Günümüzde ise çok sınırlı ekonomik imkânlar yayınlar yapılabilmekte, müzeler
yeniden tanzim edilmekte, gözden uzak tutulan eser yeniden kamuoyuna mal edilmeye
çalışılmaktadır. Milli kaynak arayışındaki kardeşlerim birazda bu sebeple aşırı
titizlenerek Timur gibi cihangirler, Uluğ Bek, Ali Şir Nevâî, Ahmed Yesevi,
Abay, Cambıl Cabaev, Mahdum Gulu gibi abide şahsiyetler üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.
Yine dünyanın en büyük destanı olan Manas Destanı’mız bu dönemde yeniden ele
alınmış, destandaki milli şuur gündeme getirilmiştir. Hatta Manas Destanı’ndaki
diğer Türk topluluklarıyla, Selçuklu ve Osmanlı Devletiyle münasebetleri gün ışığına
çıkmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti de yıllarca
batı sanat eserlerine ve adamlarına gösterdiği ilgiyi, bu sefer kardeş Türk topluluklarının
devlet, ilim, fikir ve sanat adamlarına çevirerek, bu gayretlere gerek ilmi
çalışmalar, gerek yayınlar ve gerekse maddi açıdan desteklerle yardımcı olmaya
çalışmaktadır. İşte asıl meseleye burada geliyoruz; Günümüzden birkaç asır,
belki de bin yıl önce yaşamış şahsiyetlerin elimizdeki eserlerini basmak,
yaymak ve üzerinde araştırma yapmak çok önemlidir. Bu şekilde o kişilerin
elimizde olmayan eserlerine ulaşma arzusuyla yeni çalışmalar başlatmak mümkün
olabilecektir. Hatta Türk Dünyasında gözden kaçmış eserlerin bulunması ve
tanıtılmaları gelecek Türk Asrının inşası için çok gereklidir. Ancak çalışmalar
bununla sınırlı kalmamalıdır. Şahsiyetler kadar onların oluşturduğu diğer
abidelerin ve sanat eserlerinin incelenmesi de önemlidir. Bilebildiğimiz. Tespit
edebildiğimiz dönemlerden geriye doğru giderek sanatımızın köklerini bulmamız,
sahip olduğumuz eserleri barbarların yapmadığını, tarihin hiçbir döneminde
barbarca bir tutum içinde olmadığımızı, gelecekte de böyle bir tutum içinde olmayacağımızı
ispatlamamız gerekiyor. Aksi takdirde dünya kamuoyu bir yandan Türklerin
sanatından olabildiğince istifade ederek onu sömürmeye, bir yandan da barbar olduğumuzu
zihinlere aktarmaya devam edecektir.
Bugün Sibirya'da bulunan sanat eserlerinin Asur Babil'den,
dolayısıyla Eski Yunanistan'dan çıktığını, bunun Pontus İskitleri tarafından
Kuzey Asya'ya aktarıldığını düşünen batılı sanat tarihçilerine, Avusturyalı
Josef Strzygowski'nin "çadır
sanatının en eski sanatlardan daha eski olduğu, hatta doğu devletleri
sanatlanyla, daha sonraki Girit ve Yunan sanatlarının çıkışları üzerinde tesiri
olduğu, bilhassa çadır sanatının hayatın zaruretlerinden doğan, pratik bir
fayda sağlayan bir sanat olduğu, bir hükümdarın keyfine bağlı ısmarlama
sanattan, kudret ve orijinallik bakımından çok daha güçlü bir sanat
olduğu" şeklindeki cevabını ilmi çalışmaların ışığı altında verebilmek
lazımdır. (STRZYGOWSKİ, GLÜCK, X) Mevcut
bilgilere çok değişik bakış açılarıyla yaklaşabilen araştırmalara ihtiyaç
vardır. Mesela Azerbaycan'da yapılan bir çalışmada, halılarda kullanılan her
renk bir nota olarak kabul edilmiş ve her halının müzik ifadesi bir türkü
olarak tespit edilmiş, türküler de aynı yöntemle renk ifadesine dönüştürülerek
son derece güzel halılar elde edilebileceği anlaşılmıştır. Özellikle dayanıklı malzemelerin
çok sonraları kullanılmaya başlandığı Türk sanatı araştırmalarında bu
çalışmalar çok önemlidir.
Türklerin göçebe hayatlarının yanında şehirler kurduklarım
da biliyoruz. En az göçebe hayattan kalan deri, maden ve halı sanatı eserleri
kadar, yerleşik hayatlarındaki mimarilerinin süsleme sanatı buluntularının da incelenmesi
gerekmektedir. Yine bu çerçevede Doğu Türkistan'daki meşrep geleneğinin, Kazakistan,
Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Irak, Azerbaycan ve Anadolu'ya Sıra
Gezmesi, Kürsübaşı, Barana, Gezek, Keşik, Arabaşı, Herfene, Arifane ve Yaren
sohbetleri şeklinde nasıl ulaştığının ele alınması lüzumludur. Türk aile;
toplum ve devlet hayatı üzerinde kalıcı tesirler icra eden bu tür kurumların
yabancı tesirleri uzaklaştırmadaki rolünü de açıklamış olacaktır. Bir yandan
mevcut sanat eserleri ile kişi ve kurumlar titizlikle ele alınırken bir yandan
da Rus ve batılı araştırmacıların bu konularla ilgili eserlerinin süratle
dilimize kazandırılması önem taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında yüzdört yıl
gecikmeli olsa da Orhun kitabelerinin metninin basılmasının ne kadar isabetli
olduğu görülecektir. Yeri gelmişken henüz araştırılmamış başka kitabelerin Moğalistan'da
30-40 kadar, Tuva, Altay, Hakas, Buryat bölgelerinde ise sayısız şekilde
araştırılmayı beklediği söylenmelidir. Hiç yoktan Orhun kitabelerinin tabiatın
tahribinden korunması için üstlerinin örtülmesi lazımdır. Türk sanatı kıvrak zekâlara
sahip, birkaç yabancı dil bilen, ilgili bilimlerden gıdalanabilen çok geniş
coğrafya ve tarih içindeki maceramızı özümsemiş, konuyla ilgili tetkikleri
incelemiş, çalışmalarında son derece dikkatli araştırmacılara, onları koruyan
ve teşvik eden idarecilere, sanatlarında her türlü engele rağmen sebatkâr ve
çalışkan olan sanatkârlara ihtiyaç duymaktadır.
Türkellerinin birbirleriyle olan sanat ilişkileri üzerinde
de düşünmek gerekiyor. Sanatın her alanında yetişmiş, son derece kabiliyetli
bilim adamlarımız ve onların basılı yahut hazırlayıp bastıramadıkları eserleri
mevcuttur. Aynı şekilde binlerce sanatkârımız kendisini tanıtmaya
çalışmaktadır. Dünya çapında ressam, mimar, heykeltraş, müzisyenimiz parasızlıktan,
işsizlikten boş oturmaktadır. Onlara iş sipariş eden eski devlet yoktur. Yardım
alabilecekleri sanat kuruluşları da yetersizdir. Bilim adamları çalışabilecekleri
ülke ve üniversiteler, sanatçılar da sergiler yapabilecekleri, konserler
verebilecekleri, ideallerini gerçekleştirebilecekleri devletler araştırmakla
meşgullerdir. Bir kısım İsrail, A.B.D. ve Avrupa ülkelerine dolgun ücretlerle
göç etmektedir. Türkiye'ye gelebilenler ise örgütlü bir yardım ve destek
görememektedir. Müzelerimiz talan edilmeye sanat eserlerimiz ve kitaplarımız
kaçırılmaya devam ediyor. Türkiye'de bilim ve sanat âleminin sınırlı da olsa
yönlerini doğuya çevirmesini, kendi kültür değerlerimize sahip çıkmaya
çalışmasını olumlu gelişmeler olarak değerlendirmekle beraber yetersiz bulmaktayız.
Sivil toplum örgütleri, ilim adamları, sanatçılar gözlerini Türk ellerine
çevirerek gerçekleştirmek istedikleri çalışmaları Avrupa, Amerika yerine
Türkistan coğrafyasında yapmalıdır. Sadece Kazakistan'da 90.000 yerde incelenmemiş
kümbetler[8],
Ermitaj müzesinde henüz açılmamış kapılar vardır. Kırım gibi sanat eserlerinin
toptan yok edildiği bölgelerde, yok edilen sanat eserlerini sadece
hafızalarında yaşatabilen insanların yavaş yavaş göçtüğünü düşünmeliyiz.
Türkellerinin sanatçıları ziyaretlerinde karşılıklı olarak
çok büyük yankılar uyandırmaktadır. Türkiye'den bir grup sanatçının Taşkent'te
yedi bin kişilik konser salonunda ayakta alkışlandıkları hatırlanmalıdır. Kırgızistan'da
tarihi Balasagun şehrinde ayakta kalabilmiş tek minarenin yanında kurulu küçük
müzenin suretçisi (ressamı) Gülnara Muhammet Cankızı'nın sözleri her zaman
kulaklarımdadır; "Ben çok güzel tarihi resimler yapabilirim. Ancak,
Karahanlılar hakkında Kırgızistan Ansiklopedisinde uydurma bilgilerle dolu yalnızca
bir tek paragraf var. Ne olur bana Karahanlılarla ilgili varsa resimli kitap
gönderin. Benim tuvalim, fırçam, boyam ve kâğıdım yok. Bu malzemeler olursa
tarihimizi okumak, düşünmek ve canlandırmak istiyorum. "[9]
Türk dünyası sanatçılarının bugün içinde
bulunduğu durum bana göre budur. Sanat eğitim kurumlarımızın yetersizliği, yıllarca
batı medeniyetiyle haşır neşir olmaktan kaynaklanan zayıflıklar, meselenin
başka boyutlarıdır.
Son olarak Türk dünyasının sanatının köklerinin tespiti,
araştırılması, geliştirilmesi, sanatçılarının teşviki ile ilgili olarak yapılan
özel bir çalışmayı duyurmak isterim: Ankara'da Birleşik Türk Kültür ve Sanat
Vakfı adı altında bir kuruluşun çalışmaları mevcuttur. Bu vakfın amaçları
arasında yine Ankara'da Türk kültür ve sanatının buluşma noktası olarak
değerlendirilebilecek Ankara Festivali yapılması, Türk Dünyası Müzesi ve Sanat
Bankası’nın kurulması, arkeolojik araştırmalar yapılması, yardıma muhtaç
sanatçıların teşvik ve ödüllendirilmesi, gelecek projelere destek olunması gibi
konular vardır. Bu ve benzeri kuruluşlar günümüzde önemli işlevler
kazanmışlardır. Gelecek güzel günlerden hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Dilde,
fikirde, işte birlik kendiliğinden gelişecektir. Önemli olan, bugünlerde, izan
sahibi aydınlarımızın ve özellikle geçlerimizin, karşılarında sıra dağlar gibi
duran engin Türk kültürü ve sanatına hizmet etmeye canla başla çalışmalarıdır.
[1]
Küçükyıldız, Arslan. Türk Dünyası Ve Sanat Üzerine, Bilig-6/Yaz’97, Sf. 169-173
https://bilig.yesevi.edu.tr/shw_artcl-3531.html
[2] VI. Türk
Dünyası Gençlik Günleri, 16-22 Ağus-tos1996 (Ufa-Başkurdistan) Türk Yurdu
Yayınları, Ankara.
[3] Muallimoğlu,
Nejat, "Kültür, Kültürlü İnsan Üzerine" Bilge Dergisi, Yaz 1995, s.5
[4] L.
Ligeti, Bilinmeyen İç Asya adlı eserinde Türkistan'dan Batı'ya kaçırılan
sandıklar dolusu eserin adeta listesini vermektedir.
[5] Doç. Dr.
Ünlen Demiralp'in hatırlattığı gibi, Atina’da dört yüz yıldan fazla hüküm süren
Osmanlı Devleti hiç bir esere dokunmadığı halde, bugün uygar denilen
Yunanistan, Atina ve diğer bölgelerde Türk eserlerini tahrip etmeye devam
etmektedir.
[6] Avrupa
Medeniyetinin temeli olarak kabul edilen Antik Yunan Sanatı'nın Mezopotamya,
Mısır ve Anadolu üzerinden geçerek Yunanistan'a gittiği söylenmektedir. Ayrıca
Prof. Dr. Samir Kazımoğlu'nun Devran adlı romanında özetlediği ilmi çalışmalara
göre Roma Medeniyeti, kaynağını Roma şehrini kuran Etrüsk’lerden, yani
Türklerden almıştır. (Hoca özel sohbetimizin birinde Türk ilim âleminin
gözünden Etrüsk'lerin kaçırıldığını ifade etmiştir ki, dikkate değer bir
konudur.) Ayrıca bakınız Adile ayda Etrüskler Türk mü idi adlı eseri TKAE Yayım
(Eser Fransızcaya da çevrilmiştir.) Bu eserde Etrüsklerin Türk oldukları ilmi
delillerle ispat edilmiştir.
[7] STRZYGOWSKİ,
Josef HEİNRİCH, Glück Eski Türk Sanatı ve Avrupa'ya Etkisi, Çev. A. Cemal
Köprülü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
[8] Kazakistan
Kültür Bakanının ifadesine göre
[9] 1993
yılında Nevruz münasebetiyle bulunduğumuz Kırgızistan'da tarihi Balasagun
şehrinde çekimler
yaparken tanıştığımız bu sanatçı Bişkek Sanat
Enstitüsünden mezun olmuştur.
Kaynak: https://bilig.yesevi.edu.tr/shw_artcl-3531.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder