24 Ocak 2017 Salı

Türk Zekâ Oyunu "Köçürme" ile ilgili bir söyleşi

Türk Zekâ Oyunu “Köçürme”
22.11.2016 ~ 15:53Söyleşi: Nazan Ekinci
Dünyada genel olarak   “Mangala” veya   “Mankala” adıyla bilinen Türk zekâ oyunu Köçürme tüm tarihi geçmişiyle ilk defa bir kitap haline getirildi.
Türkiye’de Mangala adıyla bilinen Köçürme oyunu, Türkler tarafından bulunup geliştirilir. Binlerce yıllık bir oyunun Türk zekâ oyunları içinde önemli bir yeri bulunuyor. Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat ‘it-Türk adlı kitabında oyunun en eski adını  “Köçürme” olarak belirtir. Köçürme oyunu dünyada Mankala adıyla, Türk dünyasında ise Dokuz Kumalak, Dokuz Korgol, Mangala gibi yüzlerce adla bilinir. Köçürme oyununun, Türk dünyasında ve Türkiye’nin 64 ilinde 225 ad ve 150’den fazla kuralla; farklı taş ve kuyu sayıları ile oynandığı tespit ediliyor. Dünyadaki en zengin oyun çeşitliliğinin Türkiye’de olduğu belirtiliyor. Oyun kırda yere karşılıklı olarak açılan belli sayıda küçük kuyulara belli sayıdaki taşlar sırayla göçürülerek, dağıtılarak oynanıyor.
            Köçürme oyununu araştıran alanında ilk kitap olma özelliğini taşıyan  “Türk Zekâ Oyunları:1 Köçürme (Mangala)”adlı kitabının yazarı Arslan Küçükyıldız ile Köçürme oyunu ve kitabı hakkına bir söyleşi gerçekleştirdik.
11 Mayıs 1961’de babasının öğretmen olarak görev yaptığı Kastamonu ili Taşköprü ilçesi Alamakayış Köyü’nde doğar. İlkokulu babasının öğretmen olarak görev yaptığı Kastamonu Akçakese köyünde okur. 1978’de Kastamonu Göl Öğretmen Lisesi’ni bitirir.  1982’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nden mezun olur. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde başladığı yüksek lisansı yarıda bırakmak zorunda kalır. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yapar. “Türk Sineması’nda Edebiyattan Yararlanma” adlı bitirme tezini hazırlar. 1985 yılında Ankara’da Ulaştırma Bakanlığı Telsiz Genel Müdürlüğünde memuriyete başlar. 1987 yılında TRT’nin açtığı yardımcı prodüktörlük imtihanını kazanır. Ankara Televizyonu Müzik Eğlence Programları Müdürlüğü’nde, Televizyon Dairesi Yurt Dışı Yayınlar Müdürlüğü’nde müzik, eğlence ve sanat programları yapar. Bir Cumartesi Gecesi, Pazar Konseri,  Mehter Musikisi, Meşk Zamanı, Asya’dan Müzikli Esintiler, Avrasya Sanat, Toy, Köprü, Bizden Sesler gibi programlarda ve yüzlerce konser programında yapımcı-yönetmen olarak çalışır. 2000 yılında Türkmenistan Devlet Başkanı Safarmurad Türkmenbaşı’na sunulan “Altın Asra Girerken Türkmenistan” adlı kitabını hazırlar. 2004-2009 tarihleri arasında Televizyon Dairesi Başkanlığı Yurt Dışı Yayınlar Müdürlüğü görevini yürütür. TRT INT ve TRT TÜRK kanallarının yayınlarının iyileştirilmesine; Yurt dışında yaşayan Türkler ve Türk Dünyasıyla doğrudan ilgili özel programların hazırlanmasına çalışır. Bu görevi sırasında Bosna’da, Srebzenitsa’da Sırpların yaptığı soykırımla ilgili olarak “Mavi Kelebeğin İzinde” adıyla 26 saat süren bir canlı yayının yapılmasına öncülük eder. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev alır. Arkadaşlarıyla birlikte Sinemasalı, Kuşlukta Yazarlar ve Bala Kitap topluluklarını kurar. Makaleler ve köşe yazıları yazmaya devam ediyor. Türk dünyasının sorunlarına, sanata, sinemaya, edebiyata, Mehmet Akif’e, halkbilime, zekâ oyunlarına, satranca ilgi duyuyor. Altın Asra Girerken Türkmenistan, Çapandaz (Şair Ergeş Uçkun hakkında) , Kitab-ı Öküz (Edebiyatımızdaki öküz fıkraları)  ve Türk Zekâ Oyunları-1: Köçürme / Mangala adlı yayınlanmış dört kitabı bulunuyor. Evli ve iki çocuk babası olan Arslan Küçükyıldız halen TRT’de İç Yapımlar Koordinatörlüğü’nde prodüktör olarak memuriyetine devam ediyor. 
-Köçürme oyunu nedir?
-Köçürme satrancın da atası olan ve zorluk seviyesi satranca yakın olan bir oyun. Oyuncuların kendine ait kuyuları oluyor. Bu kuyulardaki taşlar sırayla birer birer dağıtılıyor. Bırakılan son taşın konumuna göre taş alınıyor ve oyun bu şekilde ilerliyor. Ya boş kuyuya düşünce karşı kuyudaki taşlar alınıyor yahut çift yapıldığında taş alınıyor. Her seviyedeki insan için zorluk dereceleri artan birçok çeşidi olan bir oyun. Atalarımızdan gelen, günümüzde de oynanan çok zevkli bir Türk zekâ oyunu. Bu oyun, Türkiye ve Türkistan’da çok değişik adlarla bilindiği gibi, Dünyanın da yakından bildiği bir oyun. Maalesef, Türkiye’de, hızlı şehirleşmenin sonucu olsa gerek, neredeyse unutulmuş durumda. Zekâ geliştirmeye o kadar müsait bir oyun ki Avrupa’da ilköğretimde ders olarak okutulması bile düşünülmüş. Oyunu bizden başka herkes biliyor. Daha düne kadar babalarımızın oynadığı bu oyunu, biz birçok zenginliğimizde olduğu gibi bir kenara bırakmışız. Ortaya çıkarılıp yeniden yaygınlaştırılması gerekli olan harika bir oyunumuz. Biz unutulmaya bırakmışken, Avrupa ve Amerikalılar bu oyun üzerinde o kadar çalışmışlar ki, akıllara durgunluk verir. İnternette Mancala veya Bantumi olarak bir arama yaparsanız, karşınıza yüzlerce site veya makale çıkıyor. Oyunu İnternet üzerinde oynayabildiğiniz gibi, bilgisayarınıza indirip öyle de oynayabiliyorsunuz. Cep telefonlarınızda bile bu oyuna rastlamak mümkün.
-Oyunla ilk olarak ne zaman tanıştınız?
-Oyunla ilk tanışmamız 1992 yılında görevli olarak TRT İNT-AVRASYA kanalında yayınlanacak programlar için ön araştırmalar yapmak ve bölgeyi tanımak amacıyla, Sovyetlerin dağılmasından sonra yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerine gitmiştik. Üniversitedeki odasında ziyaret ettiğimiz güzel insan Prof. Dr. Marat Saraleyev, bana Kırgızların Âşık Oyununu, Beş Taş’ı, Dokuz Korgol’u, Ordo’yu, Güreş’i ve daha birçok geleneksel kültür öğesini, öğrencileriyle uygulamalı olarak anlattı. Kültürüne, tarihine böylesine aşkla bağlı bir insanı tanımak benim için bahtiyarlıktı. Dokuz Korgol adlı bu oyunun dikkatimi çeken bir yönü Batı’da okullara ders olarak okutulması oldu. Oyunun en büyük özelliği, oyuncuya sayı saydırması, son taşını koyacağı kuyuyu ve buna göre karşı tarafın hamlesinin ne olacağını hesaplatması, ona göre karşı hamlelerini, birkaç oyun sonrasını düşündürtmesiydi. Oyun bu yönüyle de satranca çok benziyordu. Belki de bu yüzden Kırgızistan’da, Dokuz Korgol ustası, Dünya Satranç Şampiyonu Kasporov’u yenmişti.
-İlginiz nasıl gelişti?
-Türkiye’ye döndüğümde, Kırgız kardeşlerimizin oynadığı bu oyunun bir benzerinin Türkiye’de de oynanıyor olması gerektiğini düşünerek soruşturmaya başladım. Oyunun kendisi veya bir benzeri olmalıydı. Her zamanki gibi babama sordum.  O vakit yetmiş yaşlarında olan babam, bu oyunun çocukluğunda  “Amen” adıyla oynandığını biliyor ama kurallarını hatırlamıyordu. Bolu ilinin Dörtdivan ilçesinde ilki yapılan Köroğlu Şenliği’nin çekimleri için Dörtdivan Yaylasında toplanan kalabalığın içindeki yaşlılara bu oyunu sordum. Onlar da Marat Hoca’nınkine benzer bir heyecanla, oyunu bildiklerini, istersem öğretebileceklerini söyleyerek yere oyun için gereken kuyuları kazmaya, taşları toplamaya başladılar. Oyunun çok güzel bir oyun olduğunu hatırlıyorlardı; ama uzun süredir oynamamışlardı. Onlar oynadılar, biz çekim yaptık ama maalesef oyunun tamamını zaman sıkıntısından dolayı çekemedik. Oradan da kuralları öğrenemeden eli boş dönmüştüm. Benim için Dokuz Korgol oyununun Türkiye’de de oynanıyor ve yaşıyor olduğu bilgisi çok önemliydi.
-Araştırmanıza belli aralıklarla mı devam ettiniz?
-On yıl kadar ama ara ara toplamaya devam ettim 2004 yılı olsa gerek. TRT’nin sabah programı Gaziantep’te bir kahvehaneden canlı yayında söyleşi yapılıyordu. Dikkat kesildim, çünkü bahsettikleri oyun, benim ilk olarak Kırgızistan’da gördüğüm, Babamın Amen adıyla hatırladığı, Bolu Dörtdivan’da da oynanırken çekimlerini yaptığım Dokuz Korgol Oyunundan başkası değildi. Gaziantep’te Mangala adıyla oynanan Kuyu Oyunu… Hemen programın yapımcısı Şeref Ulucan’ı aradım. Ondan oyunu kim biliyor ve canlandırmaya çalışıyorsa adres ve telefonlarını bulmasını rica ettim… Kahveci vasıtasıyla Yüksek Mühendis Abdülkadir Evişen ile tanıştım. Ondan bilgi aldım. Bildiklerimi, Kırgızistan’daki Dokuz Korgol’u anlattım Karahanlılar döneminden kalan Dokuz Korgol oyun taşı hakkında bilgi verdim. Bana Gaziantep kalesindeki Mangala kayasından bahsetti. (Sonraları benzer bir oyun kayasının Elbistan Ulu Camii’nin bahçesinde bulunduğunu, ancak tamirat sırasında nereye kaldırıldığının bilinmediğini öğrendim.) Bana oyunun hatırladığı kurallarını ve kurt dişinden yapılan oyun taşlarını göndermek nezaketinde bulundu. Abdülkadir Evişen de oyundaki bazı kuralları belirginleştirmek için oyunu bilenleri aramış ve ne yazık ki bulmakta güçlük çekmiş. Oyunu yeniden canlandırmak için verdiği mücadeleyi anlatınca çok etkilendim. Birileri nasıl olsa biliyordur, yapıyordur dediği birçok kültür öğesi gibi bu oyun da yok olmak üzereydi. Tehlikeyi görünce, konu üzerine eğilmeye karar verdim. Bilim adamlarımızı konuyu araştırmaya, iş adamlarımızı yatırım yapmaya çağırdım. Yetmedi, oturdum bu konuda derlemeler yaptım. Tabir yerinde ise sinekten yağ çıkardım. Oyunun yüzlerce ad ve türünü, satranç, dama, domino gibi oyunlara atalık ettiğini, her yaştan insana hitap eden güzel bir oyun olduğunu öğrenmiş oldum. Bu konuda bilimsel makaleler yazıp bilim âlemine de oyunu tanıtmaya çalıştım. “Satrancın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu: Mangala” makalesi böyle yazıldı. Bundan sonra her önüme gelen kaynak kişi mahiyetindeki insana oyunu bilip bilmediğini sormaya başladım.  Öğrendiğim her yeni türü, bir bulmaca çözer gibi bana yeni bir kapı açtı. Kendimi satranç oyununun nasıl oluştuğunu adım adım izleyen biri olarak buluvermiştim. Böyle yapmasaydım en kıymetsiz gördüğümüz varlıklarımızın bile biraz araştırılıp üzeri cilalandığı zaman ne büyük bir hazine üstünde oturduğumuzu belki de göremeyecektim. Çorbada bir tutam tuzum olamayacaktı. Kitap böyle bir çalışmanın ürünü oldu.
-Adı çok ilginç olan Köçürme adlı kitabınız alanında ilk olma özeliği taşıması bakımından önemli; kaç yıllık çalışmanın ürünü?
-Kitap üzerinde yaklaşık yirmi yıldır çalışıyordum. Bine yakın insanla görüşmüş derlemeler yapmış, kökenlerini araştırmıştım. Yüz elliden fazla çeşidini ve 225 adını bulmuştum. (Türkiye’de yaygın bir oyunun 130 adı tespit edilebilmişti.) Her gün yeni bir bilgi geliyordu ama artık yayınlanmalıydı. Oyun, Divan-ı Lügat ‘it Türk’te “Köçürme” adıyla geçiyordu. Kazakistan’da 4000 yıllık oyun taşları bulunmuştu. Hakikaten oyun kuyulardaki taşları diğer kuyulara göç ettirme, göçürme esasına göre oynanıyordu. Altı Ev, Amen, Eme, Emen, Çal, Çalık, Foduk, Göz, Han, Hane, Huyne, Kale, Kuyu, Kuyucuk, Kuyu Taşı, Melle, Mene, Mere, Yalak gibi adların yanında Göçek, Göç, Göçme, Göçmec, Göçmeci Emen, Göçmecik, Göçme Yalak, Göçtüm Göç, Göçük, Göçün, Göçürme v. b. gibi oyun adları kullanılıyordu. Oyun tahtalarını Türkiye’de satışa çıkaranlar ise Mangala adını kullanmışlardı. Dünyada da Mancala adıyla biliniyordu ve bu adı Türklerden öğrenmişlerdi.  Ancak Mangala adı bazı bölgelerimizdeki oyun adı olduğu gibi ticari olarak piyasaya sürülen üretilmiş oyunun adı olarak da kullanılıyordu. Bu karışıklığı önlemek için oyunun genel adının Köçürme olması gerektiğine karar verdim. Kitap da Köçürme-Mangala adıyla yayınlandı.
-Köçürme oyununun birçok çeşidinden söz ediyorsunuz. Mangala da bunlardan biri. Oyunun nasıl oynandığına dair bir örnek olarak birini anlatabilir misiniz?
-Mesela Çankırı ili Yapraklı ilçesi Tatlıpınar köyünde Köçürme oyunu, Alt Emen adıyla oynanır.  2 kişinin oynadığı bir oyundur. Bu oyunda karşılıklı olarak 6’şar çukur açılır. Çukurların içine de 6’şar taş konur. Oyuna önce başlayacak kişi sayışmayla veya çöp çekerek seçilir. Oyuna ilk başlayacak oyuncu kendi çukurundaki 6 taşı eline alır ve diğer çukurlara birer birer bırakmaya başlar. Oyuncunun elindeki taşlar hangi çukurda biterse o çukurdaki taşları alır ve diğer çukurlara tekrar dağıtmaya devam eder. Oyuncu bu işlevi böyle devam ettirirken elindeki taşlardan biri boş bir çukura denk gelirse, o boş çukurun karşısındaki çukurdaki taşları alır. Alınan taşlar oyuncuya puan kazandırır. Fakat oyuncu elindeki son taşı boş çukura koyduğunda karşı çukurda alacak taş yoksa oyun diğer oyuncuya geçer. Oyunun sonunda kimin daha fazla taşı varsa o oyuncu oyunun galibi olur. Kitapta birçok yöremizin benzer Köçürme oyunlarının kendine has tarifleri yer alıyor.
-Kitabınızla ilgili çalışmalar yaparken ilginizi çeken neler oldu?
-Beni en çok etkileyen şey, derlemelerim sırasında oyunu bilip bilmediğini sorduğum kişilerin tepkileri oldu. Biliyorlarsa çok uzun süredir oynamamış olduklarını söylüyor ve heyecanla çocukken çok oynadıklarını söylüyorlardı. Ancak çoğu, oyunun kurallarını tam olarak hatırlayamıyordu. Onlara, “şöyle mi oynardınız, böyle mi oynardınız” şeklinde ipuçları verdiğim zaman hemen hatırlıyor ve gözleri parlayarak “çok zevkli bir oyundu” diyerek, sanki uzun süredir oynamayan, unutan onlar değilmiş gibi ballandırarak anlatmaya, oynamaya başlıyorlardı. Bu durum beni hem çok üzmüş, hem de sevindirmiştir. Bir de bu oyunun bir tarihi bir Türk zekâ oyunu olduğunu öğrenenlerin şaşkınlığını söylemem lazım! Satranç dâhil birçok zekâ oyununun sahibi olduğunu öğrenen birçok kişinin buna inanamadığını, hatta inanmak istemediğini, “Olamaz böyle bir şey” dediğini gördüm.
-Satranç da mı Türk Zekâ Oyunu?
-Elbette. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bu konudaki çalışmalarımın bir kısmını “Bir Türk Zekâ Oyunu Olarak Satranç” adlı makalemde açıkladım. Şu kadarını söylemek isterim: Tarihi, arkeolojik veriler başta olmak üzere birçok veri şu tezi destekliyor: Satranç söylenildiği gibi Hindistan’da doğmuş ve oradan İran, Araplar üzerinden Avrupa’ya gitmiş bir oyun değildir. Hindistan’a Kuşhan Türkleri zamanında inmiş, özellikle Sibirya bölgesinden; Altay, Tuva’dan Türkistan’a inmiş bir oyundur. Piramitlerde oynandığı görülen oyun Senet oyunudur ve satrançla hiç ilgisi yoktur. Bizim Tavla veya Kös oyunumuza daha yakındır. İngilizler, o zaman sömürgeleri olan Hindistan’a oyunu mal ederek “İngiliz’in olan her şey İngiliz’indir” mantığıyla oyuna bir tarih uydurmuşlar; bunu da dünyaya bilim diye kabul ettirmişlerdir. Biz de kaynaklarımızda bu bilgileri sorgulamadan papağan gibi tekrar ediyoruz. İlk satranç taşı Kuşhanlar’ın başkentinde, ilk satranç taşları Semerkant’ta Afrasiyap kalesinde, ilk satranç tam takımı da Büyük Selçuklu dönemi şehirlerinden Isfahan’da bulunmuştur. Ellerinde abartılarıyla bilinen Firdevsi’nin Şehnamesi’nden başka bir kaynak yoktur. Hindistan’da satrancın kökeni diye kabul edilen oyun; Çaturanga bir nevi Gaziantep’te oynanan Peçiç oyunudur. Bir oyunun meydana gelmesi için onun ilkel hallerinin bulunması gerekir. Hâlbuki Hindistan’da ne satrancın ilkel hali, ne de gelişmiş hali vardır. Bir tek tarihi satranç takımı bulunmuş değildir. Buna karşılık Altay’da Satrancın ilkel hali Şatra halen oynanmaktadır. Ayrıca dünyanın en zor satrancını da Timur icat etmiştir. Avrupa’da yapılan satranç makinesinin adı da “The Turc” dür.
-Zekâ oyunlarının, toplumların yaşantısı hakkında bilgi verdiğini söyleyebilir miyiz? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
-Zekâ oyunları sadece toplumların yaşantısı hakkında bilgi vermez. Toplumumuzun tarihi gelişimi, yaşantısı, insanları nasıl eğittiği, dili, töresi, felsefesi, düşüncesi, ahlâkı, inancı, görgüsü… Gibi birçok bilgi zekâ oyunlarımızda vardır. Mesela Köçürme çeşitlerinden birinde “Yurdun sahipsiz bırakılmaması” bir kural olarak vardır. Bir milletin zekâ oyununa sahip olması ise çok önemli görülmektedir. Zaten bizim meseleleri hemen çözüveren zekâmız da dünyada ünlüdür.
-Bir ilki gerçekleştirdiniz. Bir oyunla ilgili çok hacimli bir kitap yazdınız. Oyun konusunda çalışmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?
-Benim sıradan bir oyunu incelerken bir bulmaca çözer gibi oyunların kökenleri, gelişme çizgileri üzerinde düşünmeye başlayışım, herkese biraz tuhaf gelebilir. Ancak milletimizin milyonlarca kültür kodu içinden unutulmuş olan bir tanesini dahi alıp yerine koyabilmek benim için çok anlamlı oldu.  İlmi eserlerimizde pek az yer verilen oyunlarla ilgili bilgileri, derlemelerle zenginleştirme çalışırken karşılaştığım diğer zenginliklerimiz beni mutlu etti. Birçok kişinin de boş vakitlerini değerlendirirken, unutulmuş bir değerimizi kıymetlendirebilecek, benzer bir çalışmayı rahatlıkla yürütebileceğine, gönülden inanıyorum. İki binden fazla oyunumuz olduğu düşünülürse bu oyunlarımız içinden çalışılacak çok konu çıkar. Sadece oyunla ilgili olarak değil her alanda bu tür çalışmalar yapılabilir. Ben sahilde ölmek üzere olan denizanalarından birini denize atarak kurtarmış olmaktan mutluyum. Genç araştırmacıları mutlu olmaya çağırıyorum.
 Kaynak: http://bsu.yenimedia.az/?sec=news&id=623