YAYINLANMIŞ KİTAPLARI
- Altın Asra Girerken Türkmenistan, Ankara, Anar, 2000 (Türkmenistan Devlet Başkanı Safarmurad Türkmenbaşı'na sunulmuştur)
- Türk Zeka Oyunları: 1 Köçürme / Mangala. Ankara, Delta Kültür Yayınevi, 2016, 304 sf.
- Türk Zeka Oyunları: 1 Köçürme / Mangala. Geliştirilmiş 2. Baskı, Ankara, Delta Kültür Yayınevi, 2020, 336 sf.
- Türk Zeka Oyunları: 2 Şatıra (Satranç)
- Yazar Olabilmek (Yazar olma üzerine)
- Dolmalar (Türk Dolma Yemekleri üzerine)
- Yazdıran Kitaplar (Kitap Tanıtımları)
- Bilimlik Yazılar (İlmi Makaleler)
- TANERİ, Aydın. Türk Kavramının Gelişmesi: " Ne mutlu Türküm diyene". Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1983. (Kitabın indeksi Arslan Küçükyıldız tarafından hazırlanmıştır.)
- Diğer katkılar ve bahisler:
ÇAPANDAZ
Ahmet Kömeçoğlu
http://www.edekitap.com.tr/kitap-135
Çapandaz, merhum şair, yazar ve düşünür Ergeş UÇKUN hakkında, onun sözleriyle hazırlanmış kapsamlı bir eser.
Arslan KÜÇÜKYILDIZ, iğneyle kuyu kazarcasına sabırlı bir çalışmayla, Ergeş UÇKUN şiirlerini, yazdığı mektupları ve çeşitli yayın organlarında yayınlanan makaleleri yalnızca bir araya getirmekle kalmamış, Türkiye Türkçesiyle yayınlanmasını da sağlamış.
Türkistan düşünürü Ergeş UÇKUN, günümüzde yaşanılan pek çok sorunun kökenlerini, bilgece bir üslup ve şairce anlatımla Türk okurlarına aktarırken, Arslan KÜÇÜKYILDIZ onun hassasiyetlerine kendi birikimlerini de ekleyerek ÇAPANDAZ adlı çalışmasıyla hem yakın geleceği daha iyi anlamamızın önündeki engelleri aydınlatıyor hem de tarihe önemli bir kayıt düşüyor.
|
Tektipleşen her şeye karşı öz kimliğiyle yaşama mücadelesi içerisinde olanlar için yeni bir başucu kitabı: Çapandaz.
Çapandaz, kitabın giriş bölümünde, çap ve endaz sözlerinin, biri Türkçe diğeri farsça olan iki sözün birleşiminden oluşmuştur, diye tanımlanıyor. Çapmak, Türkistan’da koşmak; bir şeyi keskin bir şeyle tek hamlede enine kesmek anlamlarını içeriyor. Endaz ise atmak sözünün karşılığı. Çapandaz, “at çaptırıp, kelle çapan ve neyze atan atlı kişi” ye, yani Türkistan Türkleri tarafından özellikle sonbahar mevsiminde oynanan, yiğitlik, dayanıklılık, hız ve en önemlisi bilgi içeren bir oyun olan Oğlak Oyununda, “at koşturup, kelle yaran ve mızrak atan” oyuncuya verilen ad.
Arslan Küçükyıldız tarafından hazırlanan Çapandaz, Turan şairi ve düşünürü olarak adlandırılan merhum Ergeş Uçkun’un şiirleri, makaleleri, mektupları ve onun hakkında yazılanları içeren bir bilgi hazinesi. Ergeş Uçkun için, Arslan Küçükyıldız, “ömrünü Turan için harcamış kıymetli bir şahsiyetti “ diyor. Kitapta yer alan yazılar, bunu doğrulayan sayısız bilgiyle dolu. Bosna’dan, Kerkük’e, Yemen’den Mezar-ı Şerife, kuzey Amerika’dan Urumçi’ye kadar neredeyse dünyanın tamamın kapsayan Turan ilinin dertleri, sevinçleri, sorunları, çözümleri, Ergeş Uçkun’un ilgi alanına girmiş. “Dünyamızda Ata Topraklarımız” adıyla kitabın 462. sayfasına eklenen ve kendi el yazısıyla bilgiler eklediği haritada gösterilen Turan bölgesi, bildik coğrafya bilgilerini gözden geçirmeye neden olacak ilginçlikte.
21 Şubat 1927 tarihinde Güney Türkistan’ın Anthoy şehrinde doğan, Hafız-ı Kelam Ergeş Uçkun, Arapça ve Farsça gibi Türklerin medeniyet dillerinin tamamını konuşabiliyor, derin tarih bilgisi ve yaşadığı ortamın sağladığı zengin görgüsüyle o dillerde eserler ortaya koyabiliyordu. Yaşadığı bölgenin son iki asra yakın zaman dilimi içerisinde sürekli işgal altında olması ve emperyalist istilacılara karşı bitmeyen bir direnişle karşı koyma çabası, onun doğduğu günden itibaren hem mağdur hem tanık kimliğiyle süregelen zulmün her anını yaşamış olması, kitapta anlatılanları daha da değerli kılıyor.
Türk egemenliğinin hemen ardından başlayan, İngilizlerin başını çektiği, zaman zaman Rus ve Amerikan emperyalizmi ile paylaştığı büyük yağma ve talan sürecinin, pek çok Türkistanlı gibi Ergeş Uçkun’un da hayatını özgürlük mücadelesiyle birlikte şekillendirmiş. Sömürgeci devletlerin, Türkistan’da sürdürdüğü kardeşi kardeşe düşürerek, onların her türlü yaşam damarlarını nasıl kestiği; başta birey ve toplum kimliği olmak üzere soykırımın her türünün, yıllardır orada nasıl uyguladığı kitabın içinde yer alan şiirlerin, mektupların ve makalelerin ana konusu.
Mavi gözlü, beyaz tenli, burkalı İngiliz kız ve kadınlarının, Türkistanlı ailelerin içerisine kadar nasıl sızdığı; ruj, krem gibi değersiz hediyelerle onların elinde bulunan altın, gümüş takıların, değerli ipek halıların ustalıkla nasıl çalındığı; iyi niyetli insanların kimliklerinden uzaklaştırılarak nasıl dönüştürdükleri kitapta, ilk ağızdan anlatılıyor.
Yaşanılanların, tevatür olmaması bizzat yaşayan biri tarafından aktarılması, kitap içinde yer alan şiirlerin, mektupların ve makalelerin dilinde içtenliği ve samimi tavrı güçlendiriyor. Kendi yaşadıklarını başkaları yaşamasın diye herkesi uyarma ve bilgilendirme kaygısı ilk sayfadan son sayfaya kadar okuyucuyu sarıyor. Sureti Haktan görünerek, saf ve temiz insanların nasıl aldatıldıkları, emparyalist güçlerce sırtı sıvazlanan, ihtiraslı ahmakların, nasıl militanca tavırlar içerisine girdikleri bilgisi tek tek sıralanıyor. Tanık olduğu işkence biçimlerini açıkladığı yazısında (s.80), insan olan insanın asla bir başkasına reva göremeyeceği türlü belaların Türkler üzerinde nerede ve kimler tarafından nasıl uygulandıkları sıralanıyor, birer insanlık utancı olarak.
Dün ve bugün yaşanılan tüm olumsuz süreci sona erdirecek, yarına dönük reçeteler, gün görmüş bir bilgenin aydınlığa çıkan yol işaretleri olarak okuyucuyla buluşuyor.
Ergeş Uçkun, bilgi ve görgüsünün bir sonucu olarak “Kürtçe diye bir dil yoktur” hükmünü çok açık bir biçimde verebiliyor. Kitabın 287. sayfasında başlayan yazısında, özellikle son yıllarda yüklenen tek yanlı bilgilerle zihinleri kirletilenler için aydınlık bir kapı aralıyor, Ergeş Uçkun: “Bir Kürt ne kadar Kürt ise ben fakir, o kadar Kürt’üm. İngiliz vesvesesinden kendimizi kurtarabilirsek, bir atanın oğullarıyız, fakat bunu iki tabakaya anlatamazsın; Dinci ve Siyasetçi. İkisinin de işine gelmez ve beleş geçinme kapıları kapanır.”
Türk İslam dünyasındaki sorunların neredeyse tamamının İngilizlerin başının altından çıktığına ilişkin pek çok bilgiye kitapta geniş yer verilmiş. Türklerin hâkimiyetini kaybetmesinden sonra bölgeye sirayet eden İngilizlerin, toplumlar arasında yaydığı fitne ve fesatla oluşturduğu nizamsızlığı, kargaşayı ve düşmanlığı sıkça hatırlatan Ergeş Uçkun, yapılan hile ve kurnazlıkları bir bir açıklamış. Kitabın 93. sayfasında “Al İngiliz’ini ver İblis’imi” adlı şiirde, şeytana bile dudak ısıttıracak uygulamalarından bıktığı İngilizleri kendi üslubuyla Tanrı’ya şikâyet ediyor. Dildeki ustalığını ve Türkçenin inceliklerini kullanarak; “ Özün şeytanı yarattın nurdan/ Bizge “keremna” berdin çamurdan/Ya Rab, bu mahlûk kaysı hamurdan?” diye sorduktan sonra şeytana bile razıyım yeter ki, al şu İngiliz’i başımızdan diye niyaz ediyor.
Atatürk’ün emriyle Afgan Kralının sağlığından sorumlu olarak gönderilen Maraş’lı bir doktorun, Türkiye’den getirdiği kitaplarla Türkiye Türkçesi ve Türkiye sevdası daha çocuk yaşta başlayan Ergeş Uçkun’un mücadeleci hayatı, 25 Mayıs 2009 yılında Silifke’de, vatan toprağında son buluyor. Doğduğu toprakların işgalini, yaşanılan acıları, yapılan zulümleri bazen şiirle, bazen çıkardığı dergilerde yazdığı makalelerle ve bazen de dostlarına yazdığı mektuplarla dile getiren Ergeş Uçkun, aynı zamanda Türk medeniyetinin derinlerdeki izlerini de gün yüzünde tutmaya çalışmış. Türk gelenek ve göreneğini, edep ve terbiye inceliklerini Çapandaz’ın içinde görmek mümkün. Turan ilinin yer üstü ve yer altı tabi kaynaklarını, zenginliklerini bir gün asıl sahipleri değerlendirir umuduyla tek tek anlatmış; bir eşi bulunmayan Karagöl koyunu, Lal’i Badehşan taşı, yetmiş çeşidi olan Türkistan Kavunu, Murgap Suyu…
Çapandaz’ı yayına hazırlayan Arslan Küçükyıldız, “Ergeş Uçkun, imanlı, kâfir ve münafıkların kapalı kapılar ardında ne yaptıklarını anlamaya ve bunlarını anlatmaya çalışan bir Turan Şairi idi” diyor, kitabının söz başında. Onun güçlü bir şair olarak bilinmesi, buzdağının su üstündeki görünen kısmını işaret ediyor. Kitapta yazılanlar, kırk televizyon kanalında aynı sözleri tekrar eden naylon profesörlerin ve uzmanların cirit attığı Türkiye’de, aydın ruhunun ve kanaat önderi kimliğinin nasıl olması gerektiği hakkında ışık tutuyor, okuyucusuna.
(Sayın Ahmet Kömeçoğlu'na teşekkürlerimizle.)
Evrak-ı Perişandan
Doç. Dr. Fethi Gedikli
Dünyanın çeşitli yerlerindeki milletdaşlarımızın yazılarıyla
karşılaşmak beni her zaman heyecanlandırmıştır. Söz gelimi Bir Tebrizli’nin,
şimdi evi barkı “uygarlık savaşçıları”nın bombalarıyla yerle yeksan edilen bir
Kerküklü’nün, bir Bakülü’nün, bir Gagavuz yeri yazarının veya burada olduğu
gibi bir Afganistanlının yazısını, şiirini kendi dilimde okumak beni hep mutlu
eder.
Birçoklarımız Türklerin siyasi birliğini hayal eder. Ama
galiba ben siyasi birlikten çok bir dil birliği hayal edenlerdenim. Fizikî coğrafya
birliği yerine bir dil coğrafyası birliği rüyası görürüm. Vatanın hudutlarının
da siyasi çizgilerden çok ortak dilin yayılmış olduğu alanın sınırları olduğunu
düşünürüm. Nitekim galiba meşhur Fransız şairi Aragon, “Fransızca benim
vatanımdır” derken böyle bir şey kastetmiş olmalı. Bu sebeple, talih beni 4
Mart 2003’te Ergeş Uckun ve şiir kitabı “Yurt Koşugları” ile buluşturduğunda
büyük bir heyecan yaşadım. Ötüken Neşriyat tarafından 1997’de yayımlanan kitabı
ben, Kadıköy’de ikinci el kitaplar satan bir kitapçıda gördüm. Eve dönerken
otobüste kitabı okumaya başladım. Başta, kitabı yayıma hazırlayan Dr. Orhan
Söylemez’in kısa bir “Sunuş”undan sonra (s. 9-11) şairin kendi kaleminden hayat
macerasını okuyoruz (s. 13-38). Şiirlere gelmeden gene şairin kaleminden çıkma
bir “Söz başı” (s. 41-43) kısmı var. Ardından 75 adet şiirin bulunduğu koşuklar
bölümü 45-185) geliyor. Son olarak kitapta çok kısa bir sözlük kısmı (187-189)
yer alıyor. Cidden değerli bir iş yapıp Ergeş Uçkun’u Türk okuyucusuna sunan
Dr. Orhan Söylemez’in, bize yabancı gelen kelimeleri her şiirin altında
açıklaması isabetli olmuştur fakat açıklanması gereken daha pek çok kelimenin
kaldığı açıktır.
HAYATI: Şahimerdankuloğlu Ergeş Uçkun, Afganistan'ın Meymene
vilayetine bağlı Antköy'de 21 Şubat 1927'de doğdu. 1938-44 yılları arasında
Antköy İlkokulu'nu bitirdi. 1944-1950 arasında Kabil Öğretmen Okulu’nda okudu.
1950-52 yılları arasında Kabil Üniversitesinde kimya ve biyoloji bölümüne devam
etti fakat eğitimini yarım bırakıp öğretmenliğe başladı. 1952-54 yılları
arasında Antköy'de, daha sonra 3 yıl kadar Meymene’de öğretmenlik yaptı. 1957
yılına kadar Ebu Ubeydi Cuzcânî Lisesi müdür muavinliği görevinde bulundu. Bu
dönemde “Storey Gazetesi”nde şiirleri ve yazıları çıktı. O zamanki Afgan Hükümeti'nin
Türklere yönelik baskıcı siyaseti sebebiyle 1957’de ülkesinden ayrılarak
Pakistan ve İran'ı kaçak olarak geçti ve Türkiye'ye sığındı. 1957-61 yılları
arasında Adana'da öğretmenlik yaptı. 1960 askeri darbesinden sonra askeri
yönetimce oturduğu mahallenin muhtarlık görevi, kendisine tevdi edildi. 1961
yılında öğretmenlikten ayrıldı. Mersin'de Ataş Rafinerisi'nde laboratuar
teknisyeni olarak çalıştı. Bir ara besicilikle uğraştı. 1974 yılında
Türkiyedeki sağ-sol kavgası yüzünden Amerika'ya göçtü. Princeton'da Mobil
Oil'de teknik eleman olarak çalışmaya başladı. 1993’te oradan emekli oldu.
Çapandaz Cemiyeti kurucusu olan şair bugün New Jersey’de yaşıyor. Silifkeli
Türkan hanımla evli ve Timuçin Han, Timur Han, Belida Han ve Aybars Han adlı
dört çocuk babasıdır.
ESERLERİ: Şairin burada tanıttığımız şiir kitabı “Yurt
Koşugları” (İstanbul 1997) haricinde yeni yazdığı başka bazı şiirler daha
vardır. Bu şiirler, genel ağda http://www.geocities.com/Athens/3836/siir.html
adresinde “Turan şairi Erges Uckun’un şiirleri” başlıklı sitede bulunabilir.
Yalnız ben iki kere bu siteye girmeye teşebbüs etmeme rağmen başarılı olamadım.
Ayrıca “Yeni Türkiye Dergisi”nin Türk Dünyası özel sayısı için Afganistan
Türklerini işlediği “Ellibin Yaşındaki Turan Afganistan Olur mu?”, (Temmuz-Ağustos
1997, sayı. 16, s. 1694 vd.) adlı bir makalesi vardır. Şairimizin yeni
şiirlerinin ve makalelerinin ayrı ayrı kitaplar halinde yayımlanması arzuya
şayandır. Görebildiğimiz kadarıyla Uçkun hakkında Arslan Küçükyıldız’ın
"Turan Şairi (Şahımerdan Kul Hanoğlu) Ergeş Uçkun", (Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı. 10, s. 267-276,
Erzurum 1998) adlı bir makalesi vardır. Yine Küçükyıldız, genel ağda şairin
“Turan’da Toy” adlı yeni bir şiirini yayımlamıştır.
Ergeş Uçkun hayatının çeşitli cephelerini, sözünü ettiğimiz
kitabında uzunca sayılabilecek “hayatı ve kişiliği” bölümünde bize anlatır.
Zevkle ve ilgiyle okunan bu bölüm insanda, şairin hatıratını daha etraflı bir
şekilde kaleme alıp yayımlaması arzusunu uyandırıyor. İnanıyorum ki Ergeş
Uçkun’un bunu yapması, Güney Türkistan diye adlandırdığı Afganistan’daki
hemşerilerine ve tabii bize büyük bir armağan olur. Çetin mücadelelerle dolu bu
hayatın bilhassa genç arkadaşlar için öğretici olabileceği kanaatindeyim.
Şimdi şairin çocukluğundan naklettiği bir anektoda bakalım.
Ergeş yedi yaşına girince pazar yerini görmek için düzenlenmiş görkemli bir
törenle pazar toyuna gitmiş. Orada yediği helva için o şunları söylüyor:
“Helvaların hepsi kendi mahallemizden idi. Kesinlikle söylenebilir ki dünyanın
hiçbir yerinde biz yapmasak yoktur onlar gibisi. Batıda her türlü silah ve
mühimmat var ama bizim helvamızı bilmezler. Eğer bilseler derhal savaşı bırakıp
helva pişirmeye başlarlar.”
Uzun zamandan beri ve bugün batılıların verdiği isimle
maalesef Orta Asya dediğimiz Türkistan ve eski Horasan toylar ve merasimler
yurdudur. Bunlardan biri de ad verme merasimidir. Çocuk doğduğunda zuhur eden
hadiselerden adını alır. Çölde doğan Çöllübay, gece doğan Tanibay, babasının
koyunu bine ulaşan Minli ve buna benzer sürüye kurt dalsa Börübay vesaire
vesaire olup gider. Yağmurdan, buluttan, taş baltaya kadar her türlü isim almak
mümkündür.
Burada Ergeş Uçkun’un anlattığı toy denen düğün ve
merasimlerin sadece isimlerini kaydetmek bile ilginç olabilir. Evliliğe kadar
yapılan merasimler başta adlandırma merasimi olmak üzere ona kadar çıkmaktadır:
bunlar sırasıyla doğumun beşinci gecesinde mahalleye verilen ziyafet, bebeğin
tırnağı kesilecek kadar olduğunda kadınlar arasında tertiplenen toy, çocuğun
saçının büyüyüp yüzüne düşecek olduğunda yine kadınlar arasında düzenlenen saç
kesme merasimi, beşik toyu, çocuğu kurdun ağzından geçirme ve çenesine kurt
kemiği veya dişi takma merasimi, dört yol töreni, sünnet düğünü, Kuran toyu,
yol töresidir. Evlenme merasiminden sonra hacca gitmeye kudreti yetenler hac
merasimi ve altmış dört yaşına erişenler peygamber efendimizle yaştaş olmanın
şerefine peygamber toyu yaparlar. Törenler kişinin sadece sağlığında
yapılmazlar; ölümle başlayan cenaze töreninin ardından ölünün evinde üçüncü
günde, kırkıncı günde, yıl geçince aşlar pişer ve komşulara ikram edilir. Ergeş
Uçkun’un şiirleri kadar, kendi çocukluğunu anlattığı ve bizi bir masallar
diyarına götüren bu kısım da son derece ilginçtir.
Ergeş Uçkun’un Turan şairi olarak tarif edilmesi doğrudur.
Gerçekten şiirleri okunduğunda hem bu kavramı (mesela Şanlı Turan, Turan’da
Toy) çok sık kullandığı, hem de çeşitli adlar altında devletler ve topluluklar
oluşturan Türkleri tek bir millet olarak gördüğü ve bütünlüğünü istediği hemen
fark edilir. Mesela Türkistan başlıklı şiirinde şöyle der:
Horasan meskenim, Bakü menzilim
Almaata yaylam, Ankara sevgilim
Aşkabat’ta aşkım, Taşkent’te dilim
Gönlüm Semerkant’ta yatar Türkistan (s. 88)
Doğup büyüdüğü ülke daha geçen sene Amerika tarafından “halı
bombardımanı”na tabi tutulan bu coşkun şairin yaşadığı ve yakından tanıdığı
Amerika hakkındaki şiirinin bazı bölümleri ile “İnanma” adlı şiirini Türkiye
Türkçesine uyarlayarak kendisini selamlıyor, sağlıklı ve uzun bir ömür
diliyorum. Şair “bu şiiri daima Türk ve İslama karşı düşmanlarımıza yardımcı
olan Amerika için yazdım”, demiştir.
EMRİKE (AMERİKA)
Var mı sen dek cihanda bir itibar Emrike?
Her bucağında bin bir Karun yatar Emrike
Dokuz felekte şanın, âlem senin hayranın
Dünya pazar dükkanın sermayedar Emrike
Sığın bakar çobanın, turna bakar dehkanın
Suna bakar bağbanın, aceb diyar Emrike
Balık açar göllerin, ceylan saçar çöllerin
Kaytan kaytan yolların, katar katar Emrike
Karlı dağlar başım dek, deryalar yoldaşım dek
Çeşmeler gözyaşım dek, dinmez akar Emrike
Ekininde bağında, taşında toprağında
Babam binen atların izleri var Emrike
Öndesin ilm ü fende, hünerin barı sende
Dünyanın akl ü fikri sana kaçar Emrike
İlmin var feraset yok, âdil bir siyaset yok
Nezaket-nefaset yok, gülsüz bahar Emrike
İt muteber insandan, oğul kızdan canandan
İnsanlık pellesiyde, yınıl durur Emrike
Lut kavmi bura göçer, Nemrut şurdan su içer
Ahir fısk u fesattan bir gün batar Emrike
Afroların zindanda, İndiyan kabristanda
Eskimolar kayanda, insan şiar Emrike
Kaşığın var her aşta, gözün daim oynaşta
Sana gönül verenler, sersan kalır Emrike
Uçkun der sözüm şudur, gah küydür ü gah öldür
Dünya Urussuz sensiz rahat yaşar Emrike.
İNANMA
Ey yiğitler aman bermen zalimge
Zalim kulnun yahşı yamanı bolmas
Kurandan don giyip gelse inanman
İblislernin din ü imanı bolmas
Türk oğlunun öz yurdudur Türkistan
Kutublardan Akdeniz’ge uzangan
Bir yanı Alaska bir yanı Kazan
Türk bütündür Özbek Türkmeni bolmas
İçki dışki deme, yok et düşmanı
İlletten yaradan kutgaz vatannı
Uçkun gibi şeylen giyip kefenni
İl bolmaknın başka imkanı bolmas.
HAYATİ BİCE 14 Mayıs 2012
Arslan Küçükyıldız’ın hazırlayıp Bengü
yayınları arasında yayınlanması ile elimize
ulaşan Çapandaz kitabı üzerine sohbet edilen “Kuşlukta
Yazarlar” toplantısı biterken, kitabını adıma imzalayan yazarına eser
hakkında bir değerlendirme yazısı yazma sözü verdim. Türk Ocakları’nın en
önemli kültürel faaliyetlerinden olan kahvaltılı “Kuşlukta Yazarlar
Buluşmaları” programını, yaklaşık bir yıldır, bir grup okur/yazar
arkadaşı ile birlikte istikrarlı bir şekilde sürdüren Arslan Küçükyıldız, “Çapandaz”
adlı hacimli bir eser ile “Turan Şairi” olarak adlandırdığı Ergeş
Uçkun’a vefasını göstermişti.“Kuşlukta Yazarlar Buluşmaları”nda yeni çıkan
eserleri gündeme taşıyarak, yazarlarımız arasında bir dostluk ortamının
tesisini hedefleyen Küçükyıldız’ın bu çabalarını karşılıksız bırakmak,
vefasızlık olurdu doğrusu…
Ergeş Uçkun’un severek kullandığı bir mahlas olduğu için
kitaba, kapak ismi olarak seçilen “Çapandaz” kelimesi ülkemizde hemen
hiç bilinmez. Çapandaz, bütün Türkistan’da Bozkurt, Oğlak ve
Buzkaşi isimleri ile bilinen ve ciddi olarak güç-kuvvet yarıştırmak, at
sırtında oynandığı için aynı zamanda iyi at binmek olan sert oyunda,
alandaki kesilmiş hayvanı herkesin elinden çekip alarak hedefe ulaştıran ve
birçok yarışı hep birincilikle bitiren kişi; usta, yiğit oyuncu demektir.
Yaklaşık beş yüz sayfa hacmindeki kitapta Arslan
Küçükyıldız’ın vukufiyetle kaleme aldığı bir Giriş yazısından sonra, Ergeş
Uçkun’un Şiirleri, Türkistan ve Afganistan konulu makaleleri, İslam ve
Müslümanlar hakkındaki mektup ve yazışmaları ile son olarak da hakkında yazılan
yazılar bölümlerine yer verilmiştir. Kitabın en sonuna eklenen Ergeş Uçkun ile
ilgili resimler de birer belge olarak değerlendirilebilir.
Kitabda bir eksik olarak gördüğüm Dizin kısmının
-en azından Kişiler Dizini şeklinde- kitabın sonunda yer almasının
kitabın belge niteliğinin bir gereği olduğunu değerli yazarına buradan iletmek
isterim. Bir diğer önerim kitapta ismi geçen ancak genel kamuoyunun pek de iyi
tanımadığı Muhammed Salih, Zahir Şah, Davud Han, Hamid Karzai, William Campbell,
Kofi Annan gibi isimler hakkında kısa bir şahıslar sözlüğü eklenmesidir. Yine
kitapta yer alan yazılarda geçen Türkistan’ın orijinal atasözleri ve
deyimlerini de kitabın eki olarak bir arada sunmak eserin akademik değerini
arttıracaktır.
Ergeş Uçkun, internetin ülkemizdeki ilk yıllarında, Türk
milliyetçilerinin önemli adreslerinden olan Türk Gazete Topluluğu (TGT) yazışma
grubunda paylaştığı bazı yazıları nedeniyle, ülkemizde kısmen de olsa
tanınmıştı. Merhum Uçkun’un, Arslan Küçükyıldız tarafından hazırlanan bu
eser vasıtası ile hem daha geniş bir çevrede –hayli gecikmiş sayılsa bile-
tanınacağını ve hem de Ergeş Uçkun’un bu kitapla bir araya getirilen
yazılarında dile getirdiği gerçekler ile de tarihe not düşülmüş olacağını
düşünüyorum.
|
Veli HİKMET BAŞER
(Türk Yurdu Dergisi, Eylül 2012, Cilt 32, Sayı 301, Sf.74)
Çapandaz; kökpar, köpkarı, buzkaşi ve oğlak gibi adlarla bilinen, at üstünde oynanan ve tamamen bilek gücüne dayanan oyunu oynayan, oğlağı rakiplerinin elinden çekip alan ve yarışı bitiren oyuncuya verilen isimdir. Türkler, cihanda atı en iyi kullanan, onun hızından istifade ederek at üzerinde dünyadan sadece bir örneği bulunan ‘Bozkır Kültürü’nü ortaya koymuşlardır. Afganistan hudutları içinde kalan Güney Türkistan’da Anthoy’da 21 Şubat 1927 yılında doğan Özbek Türkü Ergeş Uçkun, at üzerinde spor yapanlara verilen mahalli isim Çapandaz’ı şahsıyla özdeşleştirmiştir. İlk ve orta öğrenimini doğduğu topraklarda yapmış, 1950-1952 arasında Kabil Üniversitesi’nde kimya ve biyoloji okumuş, öğretmenlik ve lise müdürlüğü yapmıştır. Afgan hükümetinin Türkleri tasfiye siyaseti çerçevesinde can güvenliğinin kalmaması üzerine, Pakistan ve İran üzerinden 1957’de Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye’de evlenmiş, Adana’da ilkokul öğretmenliği, Mersin Ataş Rafinerisi’nde laborantlık yapmıştır. 1974’de Amerika’ya giderek Princeton’da Mobil Oil’de teknik eleman olarak çalışmıştır. Otuz yıla yakın bu ülkede yaşadıktan sonra yeniden Türkiye’ye dönerek Silifke’de yerleşmiştir. 2003 sonlarında felç geçirerek konuşma yeteneğini kaybeden Ergeş Uçkun, ömür çizgisini 25 Mayıs 2009’da Silifke’de noktalamıştır.
Doğduğu topraklar etnik olarak karışık bir yapıya sahipti. Eğitim ve iktisadi bakımdan oldukça geri kalan Afganistan’da, günümüzde olduğu gibi geçmişte de yabancı güçler çıkarlarını devam ettirmek için iç huzuru daima bozmuşlar ve insanları birbirine düşman haline getirmişlerdir. Böyle bir ortamda doğan, hadiseleri ve etrafında cereyan edenleri anlamaya başlayan Uçkun, mensubiyet duygusuyla Türkçü bir dünya görüşüne sahip oldu. Doğduğu toprakların gördüğü acıları, Sovyetlerin dağılmasından sonra yeşeren ümitlerin solmasına tanık oldu. Hassas yapısıyla duygularını şiir haline getirdi. Turan şairi olarak nitelendirildi. Türkiye’de, Amerika’da yaşadığı dönemlerde kendisi gibi düşünenlerle çok yakın alaka kurmaya özen gösterdi. Çıkardığı gazete ve dergileri Türk dünyasına, Afganistan’a ulaştırmaya çalıştı. Şiirleri kitap olarak basıldı. Şiirleriyle ve yazılarıyla Türk milletini uyandırmak, birleştirmek istiyordu. Elinin kalem tuttuğu dönemde çok insanla haberleşti, yazıştı. Kâğıdın etkisinin azalmasından sonra elektronik ortamda faaliyette bulunan sitelere devamlı olarak yazmak suretiyle daha geniş kitlelere ulaşmak imkânı buldu. Bilhassa bine yakın üyenin takip ettiği bir yazışma topluluğu olan TGT-Türk Gazete Topluluğu, onun sesini duyurabildiği etkili bir ortam olmuştur. Burada Türk dünyasını ilgilendiren bütün konularda kalem oynattı.
Onun vefatından sonra, hakkında sağlığında da makaleler yazmış olan Aslan Küçükyıldız, dostunun yazdıklarının matbu hale getirilerek kalıcı olmasını sağlamak gibi bir görevi üstlenmiştir. Çapandaz adı ile neşredilen eser, yoğun bir emek ürünüdür. Giriş bölümüyle birlikte on bölümden oluşmuştur. Küçükyıldız, Uçkun’un ailesinin yardımı ile onun kaleminden çıkan ve TGT’de dağılan ürünlerini sistematik olarak düzenlemiştir. Bunlar mektup, şiir ve makalelerdir. Uçgun’un ürünleri, Türklerin yaşadığı doğu ve batı bölgelerini iyi bilmesi, Türkçenin bu bölgelerdeki kelime zenginliğini ihtiva etmesi bakımından da önemlidir. Herhalde böyle geniş bir alanı iyi bilen bir kalem erbabı yakın zamanda kolay kolay ortaya çıkmayacaktır. Yaşadığımız hayat böyle kişilerin yetişmesine imkân verecek, duyguların ağır bastığı, hasretin ruhlara işlediği bir ortam olmaktan çıkmıştır. Daha önce yayımlanan kitaplarındaki bazı şiirlerine kitapta yer verilmiştir. Ondan söz eden dostlarının şiir ve yazıları da kitaba alınmıştır.
Uçgun’la karşılaşmadık. Yazdıkları, kullandığı mektup kâğıdının başına koyduğu buzkaşi oynayan atlı grubunu ihtiva eden görsel, mektuplarının kıyısına köşesine vurduğu at nalı biçimindeki kaşe duygu adamı olduğunu gösteriyor.
Güzel bir kapak, temiz bir baskı ve güzel bir düzenleme ile böyle eseri ortaya koyan Küçükyıldız’ı, kadirşinaslığıyla ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
(Sayın Ömer Özcan'a teşekkürlerimizle.)
Öküz'e haksızlık etmeyelim! / Arslan Tekin
Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Lekad halekna’l-insâne fî ahseni takvîm” (Biz elbette insanı en güzel şekilde yarattık.) (Tin, 95/4),
Hemen ardından “Sümme redednahu esfele sâfilîne” (Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.) (Tin, 95/5) buyrulmuştur. Ve:
“Ve lekad kerremna benî âdem ve hamelnahum fi’l-berri ve’l-bahri ve razaknahum mine’t-tayyibâtı ve faddalnahum alâ kesîrin mimmen halakna tafdîlan” (And olsun ki biz âdem oğullarını şerefli (saygılı) kıldık. Karada ve denizde onların ulaşımını sağladık, tertemiz şeylerle onları rızklandırdık ve yarattıklarımızdan pek çoğundan üstün kıldık.) (İsra, 17/70)
Gördüğünüz gibi, Kur’ân’da “insan”ın mutlak manada şerefli olduğu belirtilmemiştir.
***
İnsanı hayvandan ayıran en mümeyyiz vasıf “fikir”dir. Aslında insan fikredebildiği için, esfel-i sâfilîne gidebiliyor! Bu yüzden hayvanların çok günahlarını almışızdır. İnsanı ibret için bile öküze benzetmemiz, bu hayvana haksızlık değil midir?
TRT’de çok önemli programlara imza atan Arslan Küçükyıldız dostumuz, yapılmayan bir şeyi yaptı ve geçmişten bugüne bulabildiği bütün öküz kıssalarını topladı, “Kitâb-ı Öküz-Öküz Şakaları” aşlığıyla yayınladı. (204 s., Sarkaç Yay.)
Okurken hem eğleniyor, hem düşünüyor, hem de “öküz”e acıyorsunuz! Bazen insan karşısında “öküz”, en şerefli varlık olarak karşımıza çıkıyor!
Nefs-i nâtıkaya uygun bir kıssa:
“İmam-ı Âzam Hazretleri yolda giderken, ipini koparmış bir öküzün karşıdan hışımla geldiğini görür. Hemen yolundan sapar, karşı taraftan yürümeye başlar. Ham adamın birisi de İmam-ı Âzam’ın bu hâlini görünce arkasından koşup yaklaşır,
-Yâ İmam! der, bir öküzden korktun değil mi? Ben senin bu kadar korkak olduğunu bilmiyordum.
İmam-ı Âzam tebessüm eder:
-Tabiî korkarım, benim kafamda akıl, onun kafasında boynuz var!”
Dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna çok eskiden inanmışlardı. Zamanımızda da mutaassıpların olmadığını söyleyemeyiz:
“Eski Daru’l-fünûn müderrislerinden Ömer Ferit Kam Hoca (1861-1944) nükteleriyle meşhurdur.
Bir gün ona ‘Dünya öküzün boynuzlarında mı duruyor?’ diye sormuşlar.
Üstad biraz düşünüp öğrencilerine ‘Yazın’ demiş ve şunları söylemiş:
Ne taaccup ediyorsun buna dünya derler
Duyulan herzelere onda nihâyet yoktur
Yerin altında öküz var mı dedi bir meczup
Onu bilmem dedim fakat üstünde pek çoktur”
Yazıyı, Yusuf Has Hacib’in şu sözüyle bitirelim:
“Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur. Kişioğlu denizden çıkarmasa inciyi ha inci olmuş, ha çakıl taşı.”
Öküz şakaları / Mehmet Şeker
http://www.edebiyatdefteri.com/kitap/capandaz-79651-kitabi/
"GÜNEY TÜRKİSTAN'IN ÇAPANDAZ'I ERGEŞ UÇKUN
Kendisiyle ABD'nin Nev Jersey (Yeni kazak?) eyaletinde tanışmıştık. Ramazan Konyalı adlı bir arkadaş Ahmet Demir Bey ile ikimizi Ergeş Bey'e götürmüştü, sağolsun. Onun sayesinde Güney Türkistan'ın Çapandaz'ı ile tanışmıştık. Ergeş Bey rahmetli bizi misafir etmiş, Silifkeli olan kıymetli eşi Türkan Hanım'ın yaptığı yemekleri tatmıştık. Yaklaşık 3 saatlik sohbetine doyum olmamıştı.
Sonra sonra bilgisayar üzerinden mektuplaşmalarımız sürdü. Silifke deyimiyle Mektup ile konuştuk bir zaman."
Böyle yazmışız bir zaman rahmetli Ergeş Bey'in ölümüyle ilgili olarak.
İnsanlar da her şey gibi ölümlüdür. Ancak, arkalarında bıraktıklarıyla yaşamağa devam ederler.
Rahmetli Ergeş Uçkun da bu insanlardan biridir. Yazdığı şiir ve yazılarla yaşamağa devam etmektedir.
Kişinin eserleriyle yaşayabilmesi için, bu eserlerin yaşayanlar arasında tanınması, bilinmesi gerekir.
İşte bu noktada, değerli yazarımız Arslan Küçükyıldız, rahmetli Ergeş Bey'i, "Çapandaz" adlı kitabıyla yaşayanlar arasına karışanlardan eylemiştir. Yazı ve şiirleriyle zaten aramızda olan Ergeş Bey, şimdi daha çok anılacak, daha çok kişinin yanında olacaktır.
Böyle bir esere imza atan Arslan Küçükyıldız'ı kutluyorum.
Çapandaz Ergeş Uçkun'la birlikte, Arslan Bey'in de geçmişlerine rahmet diliyorum.
Kitaptan bazı başlıklar şöyle:
Ergeş Uçkun
Çapandaz Ne Demektir?
Ergeç Uçkun'un Bazı Şiirleri
Ergeş Uçkun'un Türkistan Konulu Makaleleri
Ergeş Uçkun'un Güney Türkistan (Bugünkü Afganistan) Konulu Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Aşinalarla ilgili Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un İslam ve Müslümanlarla İlgili Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Amerika ve Arkalı Mehmetlerle İlgili Mektupları
Ergeş Uçkun'un Türk Büyükleri ve Atalar Konulu Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Bazı Özel mektupları
Ergeş Uçkun Hakkında Yazılan Yazılar
(İçindekiler'den)
(Sayın Baki Dökme'ye teşekkürlerimizle)
“TÜRKLERDE ÖKÜZ KÜLTÜRÜ ve KİTAB-I ÖKÜZ” KONUŞULDU
Kitab-ı Öküz derlemelerinden bahseden Küçükyıldız, dini, efsanevi, mitolojik, edebi boyutu olan “öküz” temasının türkülere dahi ilham verdiğini, çok büyük bir yelpazeye sahip olduğunu, kendisinin bu imgeyi sinema açısından incelemeye başladığını ve araştırmalarına halen devam ettiğini söyleyerek, sözlerine şöyle devam etti.
“Cumhuriyet Döneminde mermi taşıyan kağnılar İstiklal Savaşı ile ilgili çok önemli bir noktadır. Öte yandan, kağnı arabaları düğün alayı olarak kullanılır, gelin arabası şeklinde süslenirdi. Su taşınırdı. Kağnı arabasının üzerine kalafat konularak tarlalardan sap taşınırdı. Motorlu taşıtlarla bir yerden bir yere gidilebilir, birkaç parça eşya bagajına yerleştirilebilir ancak görüldüğü gibi öküzlerden pek çok yerde yararlanılabilirdi. O dönemlerde öküzler çok önemliydi. Mal canın yongası olduğundan evin ayrılmaz bir parçasıydı. Evin çocuğunun hasta olmasından bile önemliydi öküze herhangi bir şey olması. Öküz hastalandığında tarla sürülemeyecek, aile aç kalacak, kısaca yaşam duracaktı. Kültürümüzde öküz ile ilgili deyimler, atasözleri, türküler, şiirler, fıkralar da yer almaktadır. Türk Dil Kurumunun Atasözleri Sözlüğünde 5000 adet deyim var ancak bu atasözlerinin 1000 tanesi öküz ile ilgilidir.
Öküz, kimi yörelerde kutsal sayılırken, bazı kültürlerin bayraklarında bile yer almış, boyları temsilen de kullanılmış, kendi hayvanlarını diğerlerinden ayırmak için özellikle kulak bölgelerine işaret olarak damgalanmış ayrıca halı motiflerinde de yer almıştır.”Öküz konusunda katılımcıların da düşüncelerini paylaşmasını isteyen Küçükyıldız,içinden öküz geçen birbirinden güzel fıkralarını anlatarak dinleyenleri güldürmeyi başardı.
Etkinliğe katılan konukların konu hakkındaki sorularını cevaplayan Arslan KÜÇÜKYILDIZ’a, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız tarafından bir Teşekkür Belgesi takdim edildi.
FOTOĞRAFLAR: NUR ERSEN
(Sayın Sibel Unur Özdemir ve Sayın Nur Ersen'e teşekkürlerimizle)
KÖÇÜRME
Ercan Çalışkan
7 Mart 2016
Geçen gün kargodan bir paket geldi. Herhangi bir yere, herhangi bir siparişim de yoktu. Merakla açtım paketi. Bir kitap, adı Köçürme… Ve yazarı Arslan Küçükyıldız… Kardeşim gibi sevdiğim bir eski dost. Tabii ki hemen koltuğa oturdum. Başladım sayfaları çevirmeye…
Köçürme, bir oyun adı... Daha önce -utanarak itiraf ediyorum, hele hele kitabı inceledikçe daha çok utanarak itiraf ediyorum- duymadığım bir oyun ve adı..
Şimdi diyorsunuz ki bir oyunu ve adını bilmediği için utanan birine de ilk defa rastladık. Haklısınız ama şimdi okuyacağınız cümleden sonra da bakalım aynı düşüncede olacak mısınız?
Köçürme, binlerce yıllık bir Türk zeka oyunudur. Daha doğrusu çok geniş bir oyun ailesidir.
Dahası 17. Yüzyıldan sonra tüm dünyaya bizden yayılmış. Araplar da bizden almış, mangala adıyla oynamaya başlamışlar (anlamı göçürme). Dünyada da daha çok bu adla (mangala, mancala, mankala) anılmış fakat bine yakın değişik ismi de varmış.
Kitabı okudukça hayretler içinde kaldım. Kimi zaman kendime kızdım şimdiye kadar bundan niye haberim olmadı diye… Ama en çok da onlarca yıldan beri milli eğitimimizi ve kültürümüzü yönlendirenlere kızdım. Neden mi? Cevabı yazarın şu satırlarında:
“Muhteşem bir medeniyete ait bu hazinelerin, milletimiz ve insanlığın hizmetine sunulmadığı sürece, Kutadgu Bilig’de belirtildiği gibi, hiçbir değeri yoktur:
Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur.
Kişioğlu denizden çıkarmazsa inciyi,
Ha inci olmuş ha çakıl taşı!”
Düşünün…
Her yaşa hitap eden bir oyun…
Her mekana uygun…
Üstelik her yaşta insan oynayabilir.
Dahası çok keyifli, çok zevkli…
Bunlardan daha önemlisi, kuşaklar arasında sağlam bağı oluşturabilecek; ana, babayla evlatların, dedeyle torunların aynı ortamları paylaşmalarını sağlayabilecek çok önemli bir öğe… Kitabın yazarının deyimiyle “Çocuk oyunları onlar için bir akademi niteliğindedir.”
Söylenebilecek tek şey var: Bizleri bu akademilerde okutmayanlar utansın.
Neyse biz utanacakları kendi utançlarıyla baş başa bırakalım. Çünkü bu eserin konuşulacak çok keyifli yerleri, kitabın deyişiyle çukurları, var.
İşte bunlardan ikisi..
Beş taş ve dokuz taş… Bu oyunlar bizim oralarda da var. Bunları görünce sevindim; bak, farkında değilmişim ama bizde de varmış köçürme dedim…
Yalnız bizdekilerin oyun kuralları daha farklı…
Az kalsın unutuyordum. Bizde dokuz(bazen de on bir) kiremit oyunu var, bu da bir köçürme oyunu. Bir de “Ebe Gömmeci(Gömmece)” oyunu var ki bizdeki bu oyunda çukurlara ebeler gömülürdü.
Önce kişisel bir seslenme izin verirseniz:
“Çok sağ ol Arslan kardeşim… Beni yıllar öncesine götürdün. Çocukluğumu hatırlattın. Oyunlarımızı yaşattın.”
Tabii bu cümleler, egomun yazdırdığı cümleler…
Şimdi hepimiz için yazacaklarıma geldi sıra:
İyi ki bu kitap yazılmış. Ne kadar çok emek verildiği belli, kültürümüze ne kadar çok katkıda bulunacağı da aşikar…
İnsanlara tavsiye verebilecek biri olabilseydim şunları yazardım:
Lütfen alın, okuyun hem kendiniz hem aileniz hem de çocuklarınız için güzel bir şey yapmış olun.
İsteme Adresi:
DELTA KÜLTÜR YAYINEVİ
Hatay Sokak 17/B Kızılay/Ankara
Tel: 0 312 433 17 72
Mail: info@deltakitap.com
Arslan BULUT / arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
***
"Uzuneşek" çağrışımına yol açan ise adaşım Arslan Küçükyıldız'ın Türk Zekâ Oyunları: Köçürme (Mangala) adlı yeni çıkan çok değerli kitabı oldu. Kitabı elime aldığımda, "Acaba çocukken oynadığımız, 'Fodik' oyunu da var mı?" diye içindekiler bölümüne baktım. Evet, Trabzon köylerinde benzer adlarla oynanan bu oyun da kitapta vardı. Foduk, fodul, fotik, fotuk gibi değişen adlarla oynanan oyun, köçürme ile benzerlik taşıyor. Köçürme, 20 gözü bulunan bir tablada taş dağıtmaya dayanıyor. Fodik ise mesela yaylanın çimeninde parmakla açılan deliklere denilir. İlk fodikte toplanan minik taşları alıp dağıta dağıta giden oyuncu 2, 4, 6 gibi belli bir dizi oluşturabilirse oyunu kazanır.
***
"Ee, konuyla ne ilgisi var?" diyeceksiniz... Arslan Küçükyıldız, kitapta diyor ki "Trabzon'da foduk oyununu derlediğimiz Ahmet Başoğlu'nun ifadesine göre oyunda mızıkçılık yapanların istikballeri pek parlak olmamıştır. Bu oyun ve benzer oyunlar, insanın geleceğini tayin eder. Mızmızlar, mücadele etme hissi, işi sürdürme, başarma duygusu kazanamaz. Çocuk oyunları başlı başına bir eğitim kurumudur. Nasıl körebe oyunu sezgiyi, uzuneşek enayi yerine konulmamayı öğretirse, foduk da çok çabuk hesap yapmak, onu uygulamak, karşı tarafın hamlelerini düşünmek, özellikle hesap yaparak sonrasını görebilmek, iki-üç adım sonrasını düşünebilmek, karşısındakinin yerine kendisini koyabilmek becerileri kazandırır. Bu oyunlar kalktıktan sonra suç oranları yüzde beş yüz artmıştır. Terbiye, temas, sözlü iletişim, beceri, bilgi edinme konuları zayıflamıştır. Günümüz çocuğunun karşısında canlı yok! Empati yok. Oyunlar, çocuğun karşısındakini anlamasını sağlar."
***
Türkiye gibi koca bir ülkeyi çocukluğunda uzuneşek, fodik veya köçürme gibi oyunlar oynamamış insanlar mı yönetiyor ki iki-üç adım sonrasını göremiyorlar? ABD'nin, Rusya'nın, İngiltere'nin, Almanya'nın, İran'ın, İsrail'in, Birleşmiş Milletler'in veya NATO'nun hamlelerini önceden tahmin edemiyorlar; Suriye'yi yönetenlerin yerine kendilerini koyamıyorlar?
(Sayın Arslan Bulut'a teşekkürlerimizle)
“KÖÇÜRME” Türk Dünyasını yeniden tanımanın, “biz” dediğimiz Türk ailesinin genişliğini anlatmanın güzel bir örneği olmuş. Emeğine, ellerine sağlık, kalemine kuvvet sevgili dostum.
Bundan sonraki çalışmalarında Allah yâr ve yardımcın olsun.
(Sayın Cahit Topçuoğlu'na teşekkürlerimizle)
Arslan Küçükyıldız’ın yazılması zor eseri: Köçürme / Mangala
- Giriş (s. 13-20)
- Bölüm: Oyun, Zekâ ve Köçürme Oyunları (s. 21-28)
- Bölüm: Köçürme Oyunlarına Hazırlık ve Kurallar (s. 29-44)
- Bölüm: Türk Dünyasında Köçürme Oyunları/Türkiye ve Türk Dünyasında Köçürme Öncülü Oyunlar/Köçürme Oyunlarına Hazırlık Oyunlar: Üçtaş, Dörttaş, Beştaş, Dokuztaş, Onbeştaş, Emmen, Fıtık, Kazankup, Mere, Aşık Oyunu, Mele, Göç, Çola Çola, Altı Ev, Guyu Taşı, Guyulama, Mangal, Mangala, Ocak Ocak, Pıç, Tunç (s. 45-192).
- Bölüm: Dünyadaki Köçürme (Mangala) Oyunları (s. 193-206)
- Bölüm: Tarihte ve Bugün Köçürme Oyunları (s. 207-245)
- Bölüm: Köçürme ve Halk Bilimi/Köçürme Verileri (s. 249-270)
- Bölüm: Kaynaklar (s. 271-288)
- Ekler: (s. 289-304)
(Sayın Nail Tan'a teşekkürlerimizle)
Değerli Dostum Arslan, emeğine, göz nuruna ve kalemine sağlık.
(Sayın Turgay Bostan'a teşekkürlerimizle)