19 Temmuz 2011 Salı

Hoten'de Şehit Edilen Kardeşlerimiz'in Hatırasına "Sen Uygur Kızı"

HOTEN YANIYOR!!!
BİR KARAKOLA DÜZENLENEN SALDIRININ ARDINDAN OLAYI ÜSTLENEN GRUP OLMADI VE çin POLİSİ BU OLAYIN PLANLI OLDUĞUNU ÖNE SÜREREK SORUMLUSU OLARAK UYGUR TÜRKLERİNİ GÖSTERDİ. DÜN, KAYBOLAN VE TUTUKLANAN KARDEŞLERİNİN AKIBETİNİ ÖĞRENMEK İÇİN YÜRÜYÜŞE GEÇEN UYGUR TÜRKLERİNE SERT MÜDAHELE EDEN çin YÖNETİMİ 70 KİŞİYİ GÖZALTINA ALDI. OLAYLAR SIRASINDA 14'ÜNÜN DÖVÜLEREK 6'SININ VURULARAK OLMAK ÜZERE 20 KARDEŞİMİZİN ŞEHİT EDİLDİĞİ BİLDİRİLİYOR (http://www.facebook.com/#!/DoguTurkistan.KanAgliyor.Haberin.Var.Mi)

SEN UYGUR KIZI:
http://soykirimakarsisessizciglik.blogspot.com/2009/07/sen-uygur-kizi.html

18 Temmuz 2011 Pazartesi

TEYZEYE SORUN!

Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Söğütözü’nde yeni kurulan özel bir üniversitenin bir yetkilisiyle buluşacaktım. Gecikmemek için evden erken çıkmam gerekti. Önce otobüsle Kızılay’a geldim, gideceğim yerden geçecek otobüs hattını soruşturdum. Biraz bekledikten sonra otobüse bindim. Arkaya doğru ilerledim, pencereye yakın koltuklardan birine iliştim.
Otobüs neredeyse bomboştu. Üç beş kişi öndeki koltuklarda tek başlarına çökmüş, bilinmez düşüncelere dalmışlardı. En arka koltukların sol yanında iki delikanlı cam kenarına oturmuş, hemen önlerinde oturan iki arkadaşlarıyla sohbet ediyorlardı. Konuştukları Türkçeden anlaşıldığı kadarıyla şark ellerinin birinden gelmiş olmalıydılar. Belki aynı gecekondu semtinde oturuyor veya aynı işyerinde çalışıyorlardı. Yahut da aynı kasaba veya köyden gelmişlerdi; kim bilir? Onların önündeki sırada kimse yoktu. Bir sonraki sırada benim hizamda yaşlı bir hanım vardı. Hemen onun önünde de ondan da yaşlı bir hanım daha oturuyordu.
Otobüsleri severim. Meşrebim gereği çok biner, insanları incelerim. Nasıl binip indiklerine, kalabalıktaki davranışlarına, büyüklere yer verip vermemelerine, küçükleri kollamalarına, şoförle, diğer yolcularla konuşmalarına, iç dünyalarının yansımalarına dikkat ederim. Bir oyun oynar gibi tahminlerde bulunurum. Nedense o gün oturanlara bu gözle bakmamış, ne yaptıkları, ne düşündükleriyle ilgilenmemişim. O gün sıradan bir gündü ve boş olduğu için arka koltuktaki gençler hariç herkes otobüste birbirinden uzak bir mesafeye oturmaya çalışmışlardı. “İnsanlar otobüslerde niye iki sıralı koltuklardan önce boş olanlarına tek başına oturur da, birinin yanına oturmaz?” diye düşündüm. Sadece bıçkın gençler, otobüste boş koltuklar olsa da ilgilenebilecekleri, hoşlarına giden bir bayan gördüklerinde yanlarına oturur, bu yüzden de hemen dikkat çekerlerdi. Gittikçe aramıza mesafe koyup birbirimizden uzaklaştığımızı ve kulaklığımızla bağlı olduğumuz aletleri idare edenlerin yönlendirdiği dipsiz kuyulara yuvarlandığımızı düşünüyordum. İnsanlara karşı ördüğümüz duvarlara kendimizi hapsediyorduk. Böyle düşündüğüm için de arkada çok samimi bir sohbete dalmış gençleri kendime yakın bulmuştum. Ama şimdi oyun oynamanın sırası değildi. Benim düşünmem gereken daha mühim bir işim vardı. Görüşmeye odaklanmam gerekiyordu.
Emek’ten Beştepe’ye yönelip ana caddeleri geçince otobüsün sarsıntısı artmış, düşüncelerimden biraz sıyrılmıştım. Otobüs Devlet Mezarlığı’ndan geçerken benim sol hizamdaki yaşlı kadın arkasına döndü ve biraz da kızgın bir sesle yüksek sesle konuşan gençlere bağırdı;
-Gençler! Biraz sessiz olur musunuz?
Yaşı elliyi geçmiş biri olarak yaşlı hanımı anlayabildiğimi sanıyorum. Hasta olabilir, bir şeye canı sıkılmış olabilirdi. Kim bilir hangi derdi vardı da onu düşünüyordu. Gençler bazen ölçüyü kaçırıveriyor, birileri onları uyarmayınca yaptıklarının da farkına varmıyorlardı. Hakikaten arka sıradaki gençler bağıra çağıra konuşuyorlardı. Gülüşmeleri, şakalaşmaları değil, otobüste hiç kimse yokmuş gibi konuşmaları, diğer yolcuları hiçe sayan tutumları teyzeyi rahatsız etmiş olmalıydı.
Ne yalan söyleyeyim, gençlerin biraz olsun kendilerine çeki düzen vermelerini bekliyordum ki arka taraftan terbiye sınırlarını çok aşan sözler yükseldi:
-Sana ne!
-Sen kendi işine bak!
-Ne karışıyorsun!
-Moruk!
O sırada gençleri uyarma görevini neden yaşlı hanımdan önce yerine getirmediğimi düşündüğümden kendime kızmakla meşguldüm. Buna benzer uyarıları gençlere sözünü dinletebilecek birileri yapmalıydı ki etkili olsun. Duruma zamanında müdahil olmadığımdan gençlerin edepsizce davranmalarına, yaşlı hanımın da bu edepsizliğe muhatap olmasına sebep olduğum için biraz da mahcuptum. Otobüsün önündekiler hadisenin uzağında idiler. İster istemez teyzeye destek olma ihtiyacı hissettim ve dedim ki:
-Gençler! Biraz edepli olun, edep ya hu!
Yaşlı hanıma göre beni biraz daha güçlü kuvvetli bulup çekindiklerinden mi, yoksa meseleyi uzatmak istemedikleri için midir nedir, biraz seslerini kıstılar. Fakat yine de yüksek sesle konuşuyor ve ikaz eden kadına laf atmaya devam ediyorlardı. Ben saati belli bir buluşmaya yetişeceğimi düşünüp sanki duymuyormuş gibi yaptım. Başka ne yapacaktım? Zaten sözle ikazım fayda vermemişti. İneceğim durağa da yaklaşmıştım. Kalkıp gençleri yakalarından tutup hizaya getiremezdim. Kendimi hâlâ genç olarak görsem de dört gençle baş edecek kuvvette miydim bilmiyorum. Doğrusu buluşmaya üstü başı dağılmış gitmek de istemiyordum. Yapacak bir şey yoktu. Tam o sırada gençleri ikaz eden teyzenin önündeki daha yaşlı teyze de bu tatsız tartışmaya katılmaz mı?
-Burası sizin köyünüz mü? Köy odasında değilsiniz! Öyle yüksek sesle konuşulur mu?
Haydaa! Al başına belâyı. Durum iyice karışacak gibiydi. Bu sırada otobüs Atatürk Orman Çiftliği içindeki Orduevi durağına uğramak için askerî bölgeye girmişti. “Herhalde teyze emekli komutanlardan” diye kendi kendime espri yaptım. Malûm emekli komutan eşleri de rütbeliler gibidir. En azından asker eşleri içinde eşinin rütbesine göre saygı görürler. Teyze gençlerin pervasızlığını göre göre konuya müdahil olmak için askerî bölgeden güç almış olmalıydı. Yoksa böyle dört tane delikanlıyla ne sözle ne de bilekle güreşebilecek hali yoktu.
Seslerini birazcık kısmış olan gençler yeniden makarayı koyuverdiler. Ağızlarının ayarı yoktu. Yaşlı filan dinleyecek halleri de! Sadece “köylü” değil, “şımartılmış köylü” idiler. Teyzeye söylemedikleri kalmadı. Ben yeniden sesimin en yüksek tonuyla gençleri azarlamak zorunda kaldım:
-Edep ya hu! Size hiç terbiye vermediler mi?
İkinci teyze bir durak sonra indi de kurtuldu.
Bu arada otobüs benim ineceğim durağa iyice yaklaşmıştı. İnecektim. Otobüs iyice boşaldığından yaşlı teyze ile gençler otobüste baş başa kalacaklardı. Bir yandan bu edepsiz gençlerin teyzeyi iyice üzeceklerini düşünüyordum. Ne günlere kalmıştık? Mecburen kalktım. İnmek için arka kapıya yaklaştım. İkaz düğmesine bastım. Neyse ki birazdan inecek, aşağı yukarı her otobüs yolculuğunda olup bitenlere benzeyen bu hengâmeyi arkada bırakıp yeniden görüşmemin detaylarına odaklanabilecektim. Dalmışım.
Otobüs durmadan az önce arkamdan bir ses duydum. Gençlerden biri yerinden kalkmış, telaşla bana yaklaşmış, bir şey söylüyordu. Önce teyzeye yaptıkları gibi bana da, keyiflerini bozduğum için, kabadayılık yapacak sandım. Zaten onlara kızgındım, kötü bir şey söylerse, inmeden önce hiç olmazsa içlerinden birine unutamayacağı bir ders vermek üzere hazırlandım; aklımdan bir Osmanlı Tokadı çakmak geçti. Otobüs durdu, kapı açıldı. Delikanlı anlamadığımı görünce biraz da kırık bir şive ile sorusunu tekrarladı:
-Abi, Ankara Ticaret Odası’na nasıl gideriz, yakın mı?
Tanımadığım ama yaşlı teyzelere küfre varan hakaretlerine şahit olduğum bu gençlerden birinin kalkıp bana gideceği yeri sormasına doğrusu çok şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilemedim. “Hem kel hem fodul!” derler ya, öyle bir durumla karşı karşıyaydım. Otobüsün şoförü aynadan bakarak inmemi, delikanlıysa cevabımı bekliyordu. Gençlere döndüm, teyzeyi işaret ettim ve dedim ki:
-Teyzeye sorun! O size gidebileceğiniz yolu tarif eder!
Sonra ne oldu bilmem. Yollarını bulabildiler mi, bulamadılar mı, beni anladılar mı bilmiyorum.
...
Bana gelince, tam saatinde buluşmaya gittiğim yetkilinin kapısında idim. İçeri girmeden önce cep telefonum çaldı. Yetkilinin başka bir semtteki görev yerinde çalışan birinci sekreteri beni aradı. Amirinin buluşmaya gelemeyeceğini bildirdi. Ben yine de buluşma yerine girdim, kapıdaydım zaten; niye girmeyeyim ki! Oradaki sekreterine kendimi tanıttım. Aynı kurgulanmış cümlelerle bana durumu açıkladı. Yetkiliyi biraz bekleyebileceğimi bildirdimse de yurt dışına çıkacağı için görüşmenin mümkün olamayacağını söyledi. Çaresiz kös kös geri döndüm.
Atsan da yesen de fark etmiyor, bir günde iki tokat insanı yoruyor.