13 Ocak 2020 Pazartesi

YAZAR OLMAK İÇİN OKUMAK


Aybars Fırat 
(Yeni Düşünce, 15 Ocak 2016 17:16)

Yazının başlığındaki iki kelime çok cazip bir arzunun, emelin adı… Nedense 
bazı insanlar yazar olmak istiyor. Bu arzunun birçok sebebi olabilir. Belki meşhur 
olmanın dayanılmaz cazibesinin; kimliğinizin herkes tarafından kabul edilecek 
olmasının yanında bu mesleğin getirileri, heyecanları da söz konusudur. 
Gerçi yazarlıktan para kazanıldığından, yazarlığın para getiren bir meslek 
olduğundan şüpheliyim. Birkaç istisna dışında yazarlıktan, şairlikten 
para kazananı, hayatını yazarlıkla idame ettireni duymadım. Yine de 
yazarlık bir meslek olarak görülüyor. Hayatını yazarak yaşamak isteyenler 
var. Bu istekleri aynı zamanda çok büyük bir ihtiyacı karşılamaya yönelik 
olduğu için saygı duyacak bir istektir.
Ben okuyarak hayatımı sürdürmek istemiştim. Bunun için de üniversite 
tercihlerimi yaparken kütüphanecilik bölümünü seçmiştim. Zannediyordum ki 
lisedeki gibi ders işlenirken sıkıldıysam sıranın gözünden kitaplarımı çıkarır, 
dersi dinliyormuş gibi okurum. Okumanın; alınan eğitimle, meslekle ilgisi 
olmadığını gördüm sonraları. Yazarlığın yazı yazmayla ilgili bir konu olduğu 
belli ama her yazı yazan, yazar olmak isteyen de yazar olmuyor, olamıyor. 
Sonuçta insanlar yazar olmak isteyebilir değil mi?
Önemli olan istemek değil, istediğini başarabilmek için insanın ne yaptığıdır. 
Tabii ki insanlar yazar olmak istiyorlarsa yazarlık için de çalışmak 
zorundadırlar. Çünkü yazarlık insanın doğuştan öğrendiği bir kabiliyet değil; 
sonradan eğitimle kazanılan, belki biraz ilhamla beslenen bir meslek. 
Fırtınalı havalarda bulutlara hiç baktınız mı bilmem. Ben son zamanlarda 
sıkça bakıyorum. Her an değişiyor. Şehrin tamamını kaplayan bir bulut 
bir anda yok oluyor. Renk değiştiriyor, yağmur oluyor, kar oluyor. Bu anların 
tamamını fotoğraflamak isteseniz sürekli çekim yapabilen bir makinenizin 
olması gerekir. İnsan hayatı da böyledir. Hem sınırlı ve sürekli devinen, 
dönüşen, hem de her an şaşırtıcı hadiselerin yaşandığı bir hayat. 
Yazar olmak isteyen biri istese de her saniye değişen ve bir başka 
olan bu hayatın tamamını yazıya aktaramaz, yazamaz.
Yazmak isteyen birinin yapması gereken şey önce Türkçeyi büyük 
bir aşkla sevip sevmediğini, bilip bilmediğine bakmaktır. Sonra neden 
yazmak istediğini ve ne  yazmak istediğini bilmektir. Nasıl yazmak 
istediğini daha sonra keşfedecektir. Yani bu binlerce, milyonlarca, 
milyarlarca canlı, insan, hadise, görüntü, ses, akım, his, duygu vs. 
arasından neyi, neleri öne çıkarıp yazacak, onu öncelikle bilmelidir. 
Bunu belirlemek ise bazı rehberlerin yardımıyla olur. 
Bazen ilahî kudretin size şu konuda çalış emrini duyarsınız bazen de 
siz kendinizi sorumlu hisseder ve Yaradan’ın buyruğunun size düşen 
tarafını el yordamıyla yerine getirmeye çalışırsınız ama her iki durumda da 
rehbersiz yazar olunmaz. Bu rehberler sırasıyla dikkat, okumak, dinlemek, 
gezmek, görmek, duymak, bakmak, dokunmak, hissetmek; yazacaklarını 
yaşamak veya yaşar gibi olmaktır. Dikkat bütün rehberlerin başında gelir 
çünkü dikkatsiz bir okuma gezme görme kimseye bir fayda sağlamaz. 
Ölçümüz şu olmalıdır: Ülkücü insan hayatının her anına bir törende imiş 
gibi dikkat eder. Bir saraya, padişahın huzuruna çıkacak olan kişi gibi, 
yüksek tabakadan insanların katıldığı bir davete katılan misafir titizliğiyle 
hayatını yaşar. Dolayısıyla olup biten her şeye dikkat eder. Bu dikkati 
önce kendisine, yaşadıklarına, yiyip içtiklerine, giydiklerine, ailesine, 
çevresine ve sırasıyla bütün insanlığa doğru yayılır. Dikkatli insanlar da 
yaşadıklarından hiçbir zaman pişmanlık duymazlar.
Yazar adayımız bu dikkatinin çevresinde yürüttüğü faaliyetlerden birtakım 
bilgiler toplar. Beyni bu bilgileri yoğurur. Onun davranışlarını şekillendirir. 
Farklı davranmaya, yazmaya, okumaya, araştırmaya, gezmeye, yeni 
bilgiler toplamaya yönlendirir. İnsan, bir şekilde kendisini ifade eder. 
Ya dünyada bu bilgilerin saltanatını tek başına sürecek yahut da sanat 
yoluyla, edebiyat, müzik, resim, heykel vb. yollarla topladıklarını 
sonraki nesillere aktaracaktır. Sanatçı ve yazar bu ikinci yolu tercih eden 
kişidir. 
Bir insanın iyi bir yazar olması için ne kadar okuması, gezmesi, 
dinlemesi vs. gerekir? Okumayı ele alalım. Bir insan dünyada yazılan 
her kitabı okuyabilir mi? 90 yıllık bir ömrü olan birini düşünelim. Bu insan 
çocukluğu da dâhil her gün bir kitap okusa ömrü boyunca 29.200 kitap 
okuyabilir. İstisnalar dışında fiziki olarak bu mümkün değil. Hâlbuki 
10-15 milyon kitabı bulunan kütüphaneler var dünyada. Her yıl 
milyonlarca kitap basılıyor. Ülkemizde de yılda 10 bin civarında kitap 
basılıyor. Mevcut kitapların hepsini okuma imkânımız olmadığı gibi 
piyasaya çıkan kitapları da takip etmemiz de çok zordur. 
O zaman ne yapacağız?
Bir konu ile ilgili daha önce yazılmış olan ne varsa onları öğrenmek ve 
o konuda yazılmış önemli yazıları, kitapları mutlaka okumak. Bu durum da 
sıradan okuyucu için geçerli olan okumalar içindir. Yani bir insan 
"Hangi yazarı okudun?" sorusuna "Ben Dostoyevski'yi okudum." 
cevabını verebilmesi için Dostoyevski'nin bütün eserlerini okumuş 
olmalıdır. Bu konuyu daha fazla uzatmadan söylemek istediğimi 
söyleyeyim: Bir konuda yazı yazmak istiyorsak o konuda yazılmış 
yazıları bilmemiz, en önemlilerini mutlaka okumuş olmamız, onların 
üsluplarını, bilgilerini, ayrıntılarını yakalamış olmamız gerekir. 
Bunun için hikâye yazmak isteyen arkadaşlarımız yerli ve yabancı 
önemli hikâyecilerin bütün eserlerini okumaya çalışmalıdır. Üslubunu 
beğendiklerinin de hayat hikâyelerini bilmelidir ki niçin öyle yazmış 
olduğunu kavrayabilsin. Diğer türlerdeki yazılar için de aynı hükümler 
geçerlidir. 
Okumanın yazar olmak için önemini sanırım anlatabildim. Yazma 
alışkanlığı kazanmak için her gün iki sayfa yazmaya başlayan 
-ki yazar olabilmek için bu şarttır- arkadaşlarımız, zaten boşalttıkları 
sepetlerini doldurmak için okumak zorundadırlar. Okudukça 
yazdıklarımızı kendi kendimize derecelendirmeye başlayacak, 
hangi yazımızın kıymetli, hangisinin önemsiz olduğunu göreceğiz. 
Daha iyi yazmak için de okumaya ihtiyacımız var.
Demek ki yazar olmak için önce iyi bir okuyucu olacağız.
Unutmadan söyleyeyim: Yazacağınız tür ne olursa olsun yazar 
olmak, çalışmayı gerektirir. Çalışmadan, ter dökmeden yazar 
olmak elbette mümkündür ama bu yazarlar sabun köpüğü gibidir. 
Yazdıkları gibi kendileri de kaybolup gider. Kalıcı olmak, klasik 
olmak için kendi milletinin ruhunu kavrayacak kadar okumak, 
dinlemek, gezmek, görmek, hissetmek gerekir. Siz bu konuda 
azimli oldukça her engeli aşabilirsiniz. 
Geleceğin büyük yazarlarını şimdiden alkışlıyorum. 
Hepinize başarılar dilerim.

"ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ" REZALETİ

Ahmet Zaimoğlu

Bu isyan gerçekten haklıdır ve bu dizi 90 bölümdür aynı şeyi yapıyor: Solcular, devrimciler cici, ülkücüler tu kaka; aşağılık insanlardır, diyor. Aynı yapımcının çektiği diğer dizilerde de tıpkı benzer unsurlar vardır: Türkler kaka, azınlıklar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler cicidir. Birçok televizyon dizisinde, sinema filminde, gazete yazısında -biraz dikkatli bakarsanız- buna benzer tutumları elinizle koymuş gibi bulursunuz. Peki bütün bunu neden yapıyorlar?

Meseleye şöyle bir bakalım; Bu dönemin yöneticilerinin, İslamcı geçinenlerin önemli özelliklerinden biri her kurumda ve alanda sağcılardan çok marksistlerle, solcularla, daha doğrusu solcu geçinen bölücü azınlıklarla çalışmasıdır. Bu yüzden besleme basında da solcular (solcu geçinen bölücü azınlık mensupları) her zaman olduğu gibi gayet güzel yer bulabiliyor. Bunlar geçmişten gelen alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Başladıkları işi sürdürüyorlar. Bu, Türk'e Türk'ü aşağılık, ezik, şahsiyetsiz, kültürsüz, sanatsız, ilimsiz, irfansız, cahil, pis.. gösterme ve bilinçaltına bunları yerleştirme çalışmasıdır. Bu çalışmanın amacı aşağılık duygusuna sahip, şahsiyetsiz, kolay sömürülebilir bir topluluk oluşturmaktır. Bu amaçlarına erişmek üzerelerken karşılarına ülkücüler çıkmış, Türk Milleti'nin büyük bir millet olduğu, ilimde, sanatta, uygarlıkta dünyaya çok hizmet ettiğini, gelecek nesillerin kendisine güvenmesi ve çalışması halinde yine insanlığa yapabileceği büyük hizmetler olduğunu söylemişler ve takdir görmüşlerdir. Bunun üzerine Türk Milleti için yürütülen karalama, aşağılama çalışmalarında kullanılan silahlar ülkücülere yöneltilmiştir.

Ülkücülerle ilgili derin görüntü(imaj) çalışmasının kökleri çok eskilere dayanır. Eli kanlı, sarkık bıyıklı ülkücü tipi gazetelerde, televizyonlarda, kitaplarda o kadar çok işlenmiştir ki çoğu insan ülkücüleri tanıdığı zaman onların ülkücü olduğuna inanamamıştır. (Bu durum Türkleri ilk defa yakından tanıyan yabancılar için de geçerlidir.) Türk Basınında(!) genellikle sağcılar (ki kastedilen hep ülkücülerdir) veya ülkücüler silik, geri zekalı, kılıksız, beyinsiz, duygusuz, davası belirsiz kuklalar olarak, solcular ise yakışıklı, bakımlı, duygulu, davaları haklı bireyler olarak gösterilir. (Ülkücü kelimesi yerine Türk, solcu kelimesi yerine de yabancı kelimelerini koyarak bu cümleyi yeniden kurabilirsiniz.) Bu ise insanın tabiatına aykırı bir durumdur. Fikirler ve ideolojiler insanı iyiye veya kötüye yönlendirebilir ama çirkinleştirmez. Güzellik, çirkinlik Allah vergisidir. Her iyide bir eksik taraf, her kötüde de bulunabilecek güzel taraf vardır. Aslolan insandır çünkü. Biraz akıllı solcular, sağcı veya solcu her insanın aynı derecede güzel, iyi niyetli, masum veya suçlu olabileceğini bilirler.

Bu ve benzer dizilerde solcularca değil, Türk'e düşman bölücü azınlıklarca sol kullanılarak yapılan bir saldırı vardır. Yapılmak istenen bir dönemi, masum solcuları vesaire anlatmak değil, Türk Milletinin geleceği için sığınabileceği tek yer olan ülkücülüğü aşağılamak ve beyinlere, bilinçaltına bunu yerleştirmektir. Dizinin solcu çalışanları olabilir, kuyruk acıları da olabilir; ama esas kuyruk acısı olan bu ve bu tür filmlerin yapımcıları olan bölücü azınlıklardır. Onların Türk Milletinden ve ülkücülerden almak istedikleri intikam vardır. Bu dizi ve benzerlerinin yapımcıları, yaptıkları bütün filmlerde suyun öte yanını, Salkım Hanım'ın Taneleri'ni, Türkiye'yi parçalamak isteyen Ermeni, Rum, Yahudi azınlıkların örtülü örtüsüz tellallığını yapmaktadır. (Bu ülkeyi seven ve ona bağlı azınlıklarımız herkes bilir ki her zaman baş tacı olmuştur; milleti sadıka olmuştur.)

Yazının başında sözünü ettiğim isyana yine Facebook'tan verilen bir cevap var: "Tabii bütün bu isyanlara verilecek tek cevap var ve biz bu haksızlıkları sadece birbirimize söyleyebiliyoruz. Sanat ve edebiyat alanında sahneleri doldurmazsak bu kızgınlıklarımız ve hayıflanmalarımız hep devam edecek maalesef. Çıksın bir destekçi o yıllardan kesitler sunan Ülkücü romanları deneyimli profesyonel bir ekibe filim yaptırsın, dizi yaptırsın, yatırdığı paradan fazlasını kazansın. Çıksın biri, bu kabil filim ve diziler için Senaryo Yarışması açsın, uzmanlar senaryo seçsin, ünlü yönetmenler yönetsin, usta oyuncular sahnelesin..Yatırdığı paradan fazlasını geri alsın, benzer yeni yatırımlarda kullansın.." Bu dileklere katılmamak elde değil. Başka türlü Türk Milleti'ne ve Ülkücülere yapılan saldırılara karşı koymak mümkün değildir vesselam.

Sözüm size, bize, hepimize...