27 Mayıs 2014 Salı

Satranç Bir Türk Zekâ Oyunudur

     
Satranç Bir Türk Zekâ Oyunudur              
Arslan Küçükyıldız

Eskişehir’de yapılan Türk Dünyası Çocuk Edebiyatı Yayınları Sempozyumu’nda dile getirdiğim “Satranç’ın bir Türk Zekâ Oyunu olduğu” tezimi kıymetli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. (Üstte Büyük Selçuklu Devleti döneminden kalan satranç taşları bulunmaktadır.)

            Satranç’ın Kökeni ülke veya bölgelerle ile ilgili iddialara nasıl bakılmalı?

Satrancın kökeniyle ilgili çeşitli iddialar mevcuttur. Her iddia için ayrı ayrı şu soruları sormamız gerekir: O ülke kökenli olduğu hakkında somut belge, bilgi var mı? Çeşitli bilimlerce bu bilgiler destekleniyor mu? Bu savaş oyununu nasıl, hangi zamanda meydana getirmişler? Değişik şekilleri o milletlerde, ülkelerde, bölgelerde halen yaşıyor mu? Bugün ne kadar yaygın? Satranca benzer başka oyunları var mı? Satrancı icat eden millet savaşçı bir millet mi? Savaş taktiklerinden haberdar mı? Bu kültürü oluşturabilme şartları nedir?

            Satranç’ın Hindistan’dan dünyaya yayıldığı iddiası

Satranç’ın kökeni ile ilgili temel iddialardan biri olan bu iddiayı ispatlamaya yetecek kadar bilgi ve belge yoktur. Bu kadar karmaşık bir oyunu durduk yerde bir Brahman’ın icat edebilmesi mümkün gözükmüyor. Oyunun bir oluşum dönemi geçirmesi gereklidir. Satranç halen Hindistan’da yaygın değildir ve satrancın öncülü sayılabilecek ilkel başka bir çeşidi de yoktur. Kast sistemi nedeniyle mücadele anlayışından yoksun kalmış bir toplumun, satranç gibi bir örgütlü mücadele ve strateji oyununu yaratmış olması, ikna edicilikten çok uzaktadır.” Hintlilerin dini inançlarından dolayı binlerce yıldır savaşçı değil, barışçı bir millet olduğu bilinmektedir. Miladın ilk yüzyıllarından beri, yani satrancın bulunuş tarihi olarak verilen tarihten asırlar önce, Türk Hanedanları Hindistan’a akınlar yapmış, devlet kurarak hâkimiyet sürmüşlerdir. Savaşçılıktan uzak bir milletin bu oyunu meydana getirmesi bir yana Türklerden öğrenmiş olmaları daha akla yatkın gözükmektedir. Çünkü tam bir savaş oyunu olan bu oyunu vücuda getirmeleri sosyolojik, psikolojik ve dini sebeplerle imkânsız gözükmektedir. Kaynakların çoğunda Satranç’ın Çaturanga adıyla Hindistan’da ortaya çıktığı yazılıdır. Hâlbuki bu oyun bugün Hindistan’da Satır veya Satıç’a benzer bir okunuşla ifade edilmektedir. Bunun sebebi üzerinde durulması gerekir. Acaba Satır veya Satıra, Çatıra, Çatura şekline dönüştü de Hindistan’da -anga ekini mi aldı? Böyle bir ek var mı? Bu ekin anlamı nedir? Köke ne katar? Bu ekle birlikte Çaturanga şeklinde söylenip daha sonra Satır, Şatıç veya Satra’ya mı dönüştü? Bilmiyoruz. Şimdilik elimizde sadece bu oyuna benzer bir oyunun resmi vardır.

Satranç’ın İran’dan kaynaklandığı iddiası

Bu iddia, Hindistan iddiasına benzer şekilde ortaya atılmış bir iddiadır. “Satrançtan söz eden, Hindistan’daki belgelerden daha eski belgeler de vardır. Bazıları milattan öncesine işaret etmektedir. Bu belgeler neden yoksanıyor, orasını bilmiyorum ama, bir tanesi de İran bölgesiyle ilgili. Satrancın İran’da çıktığını savlayanların bir nedeni, bilinen ilk satranç takımının Özbekistan’da, Semerkant’ta bulunmuş olmasıdır. O bölge, o dönemde İran’da hâkim olan Sasani yönetiminde olduğu için, satranç İran’da doğmuştur diyorlar ama orada yaşayanların Türk olduğundan söz eden yok. Satrancı İran’a dayandıranların bir diğer nedeni, MS 600 lerde yazılmış bir kaynak. Burada, MS 226 yılında Sasani devletini kurmuş olan Ardişir’in usta bir satranç oyuncusu olduğu yazılıdır. Bu da Hindistan’da bulunduğu söylenen belgelerden 300 - 400 yıl öncesi demek. Sasani devletini kurucusu Ardişir’in babası Babek, Azerbaycan’da bir Türk kahramanı olarak anılır. Sasani devletine adını veren Sasan, Ardişir’in dedesidir. İstanbul surlarına kadar ilerleyen Sasani orduları, Kara Doğan adlı bir komutanın Türklerden oluşan ordusuydu!”

Satranç’ın Eski Mısırdan kaynaklandığı iddiası

İddianın sahipleri Piramitlerde bulunan Senet oyunu tahtası ve taşları ile bu oyunu oynayanların resimlerini iddialarına kanıt olarak göstermektedir. Satranç, Senet oyunundan gelişti, demektedirler. Hâlbuki bu oyun, mantığı ve oynanışı tamamen farklı bir oyun olup, satranç oyununa taşlarının şekli ve oyun tahtasının ikili sıra kareli oluşu dışında bir benzerliği yoktur. Bir oyunun geliştiği söylenen oyuna benzer bir gelişim göstermesi gerekmez mi? Senet oyunu satrancın öncülü değildir. Başka bir oyundur. Az çok nasıl oynandığı bilinmektedir. Buna karşılık Satranç, 4000 yıllık bir Türk oyunu olan Mangala’ya birçok bakımdan benzemektedir.

Satranç’ın Çin ve Truva kökenli olduğu iddiaları

Çin kökenli olduğu iddiasının Çin’in Türklerle savaşan bir millet olması ve iç savaşlar dolayısıyla savaş kültürünün bulunması sebebiyle akla gelmiş olacağı düşünülebilir. Yayılma alanlarına bakıldığında Çin’le ilgisi olmadığı açıkça görülmektedir. Eski Yunan veya Truva kökenli olduğu iddiasının da Eski Yunan Medeniyeti’ne Avrupa’nın duyduğu hayranlıktan doğduğu ve Avrupalıların bu oyunu da her şey gibi Yunanlılara mal edivermek düşüncesinden kaynaklandığı söylenebilir.

Satranç’ın Turan kökenli bir oyun olduğu iddiamız

Turan’da birçok iç ve dış istilaların, savaşların olduğunu ve bu savaş ve işgaller sonucu Turan Medeniyeti’ne dair birçok maddi eşyanın yok edildiğini biliyoruz. Bu yüzden maddi delil bakımından, Turan arkeolojisinin bugüne kadar bütün iddiaların aksini ispat edecek bir bulguya sahip olduğunu söyleyemiyoruz. Ancak başka bulgular iddiamıza yeterince ispat gücü vermektedir. Bu iddiamıza delillerimiz şunlardır: 1. Satranç bütün Türk topluluklarında, eğitimli eğitimsiz her seviyedeki kişilerce çok yaygın olarak oynanan bir oyundur. Mesela; Ankara’nın Çamlıdere ilçesine gidin kahvelerde satranç oynayan köylüler görürsünüz. 2. Oyunun bugünkünden daha ilkel birçok farklı çeşidi, Türk ülkelerinde oynanmaktadır. Tıva’da Satrançın öncülü olan oyunlar Şıdıra veya Şatıra adıyla, Altay’da Şatra adıyla, halen, oynanmaktadır. 3. Bu oyunların adları ile Satranç adı arasında dil bilimi açısından çok açık ilişkiler vardır. Satranç sözü çat-mak fiilinden gelmektedir.4. Bulunan en eski satranç taşları Semerkant’ta bulunmuştur. 5. Türkler, Satranç gibi bir savaş oyununu icat edebilecek bir yeteneğe sahiptirler; atı evcilleştirmeleri, dünyadaki ilk savaş taktiklerinin sahibi ve Çin’e Çin Seddi’ni yaptıran millet olmaları gibi hususlar bunu göstermektedir. 6. Türkler Satranç’a benzer (taşla oynanan) başka zekâ oyunlarına da -bol miktarda olmak üzere- sahiptirler. Birçoğu kendi içinde çeşitli zorluk derecelerine sahiptir. Oyunların bazı özellikleri birleştirilerek, zorluk derecesi yüksek bir oyun olan satrancı bulmaları yüksek ihtimaldir. Bilindiği üzere daha sonra da Satranç’ta da çeşitli zorluk dereceleri oluşturmuşlardır; Timur Satrancı buna örnektir. Benim görüşüme göre bir buluştaki daha üst seviyedeki değişimi, öncelikle o buluşun sahipleri gerçekleştirebilir. 7. Batı’da yapılan ve hakkında çeşitli hikâyeler anlatılan ilk satranç makinesinin adının “The Turc” olması da satrancı Türklerin dünyaya yaydığını göstermektedir. 8. İtil havzasında, Semerkant’ta bulunan en eski satranç taşları ve Anadolu’da bulunan 9-10 bin yıllık dünyanın ilk oyun taşları iddiamızın diğer yeterli delilleridir. Ayrıca Halkbilim verileri de iddiamızı destekler mahiyettedir; Meşhur buğday tanesi hikâyesi Kırgızistan’da Babür’e atfedilerek anlatılmaktadır. Bütün bu bilgilere ilaveten satrancın kaynağı gösterilen veya yayılma güzergâhı olarak adı geçen bütün ülkelerin Türklerin komşuları olduğunu da söylemeliyiz. Satranç Araplar üzerinden Avrupa’ya ulaştığı gibi bugünkü Türkiye ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya ulaşmış olabilir. Doğu Avrupa’da bulunan ve satranç taşına benzeyen buluntuların varlığı, Avrupa’da Vezir’in Kraliçe’ye dönüşümü ve Şah’a veya Kral’a göre konumu bu görüşü desteklemektedir: Bu bilgiler ışığında Satranç’ın kökeni ile ilgili ortada iki iddia kalmaktadır: 1. Hindistan kökenli olduğu iddiası,  2. Turan kökenli olduğu iddiası

      Bu iddialardan “Satrancın Hindistan kökenli olduğu iddiası” ancak mevcut olduğu söylenilen belgelerin ortaya konmasıyla ispatlanabilir. Bu belgeler bulununcaya kadar, yukarıdaki kanıtlarımıza dayanarak, Satranç’ın Turan kökenli olduğunu iftiharla söyleme hakkına sahibiz. Satrançla en üst düzeyde ilgilenmiş olan İskender Altındiş gibi uzmanların görüşü de bizimle aynıdır: “Benim hiçbir kuşkum yok ki, satrancın bir Türk oyunu olduğu şu anda birilerince bilinmektedir ve bunun kanıtları, o birilerinin elinde bulunmaktadır.”

Bkz:  KÜÇÜKYILDIZ, Arslan.  Satrancın Atası Türk Zekâ Oyunu Mangala (Günümüzde Çocuk Oyunlarında ve Oyuncaklarında Yaşanan Değişimler Sempozyumu, 9-10 Aralık 2010, Ankara / Türkiye)

Sibirya’daki Altay Türkleri’nin Şatra adlı oyunu Satrancın öncülü olan bir Türk Zekâ Oyunudur.
Satrancın öncülü olan bir başka Altay Şatra Oyunu (Altay’da bütün zekâ oyunlarına Şatra denmektedir. Tuva’da Şıdıraa denildiği gibi.)

9 Mayıs 2014 Cuma

Mehmet Akif Ersoy'un İthâfları

MEHMET AKİF’İN İTHÂFLARI
Arslan Küçükyıldız [1]

ÖZET

Aydınlarımızı ve Türk Sanatı’nı derinden etkileyen şair Mehmet Akif’in eserleri ile en az onlar kadar muhteşem olan kişiliğinin iyi anlaşılabilmesi için şiirlerindeki şekil ve muhteva özelliklerinin farklı cepheleriyle incelenmesi gerekiyor. Akif’in şiirlerinin dikkat çeken özelliklerinden biri de yaptığı ithâflardır. Mehmet Akif gibi kendini çok iyi yetiştirmiş, çok geniş bir dost halkası, âlim ve sanatkâr çevresi bulunan, eserlerinin büyük bir kısmını onlara ithâf eden bir sanatçının kişiliğinin anlaşılması, sanat hayatının aydınlatılması ve eserlerinin çözümlenmesi için ithâflarının önemli bir anahtar olduğunu düşünebiliriz. Bu çalışmada Akif’in Safahat ve Safahat dışında kalmış şiirlerdeki ithâflarını tespite çalışacağız. Akif, ruhunda büyük yankılar uyandıran şahsiyetlere ithâflarda bulunmuş en kıymetli hazinesi olan eserlerini ithaf etmiştir. Şüphesiz ki ithâfların muhatapları da aynı zamanda önemli bir edebi tahrik unsurudur.

İTHÂF / İTHÂFNAME

Edebi eser, şekil ve muhtevası ile bir bütünlük arz eder. Bazı edebiyat eserlerinin şeklini tamamlayan, daha yerinde bir ifade ile harici oluşum şartlarına ışık tutan tavırlar veya unsurlar vardır. Bunlardan biri de “ithâf” tır. İthâf, özden, içerikten çok, sanatkârıyla ilgili bir tavırdır. Sözlükler ithâf’ı birbirine yakın anlamlarla tanımlamaya çalışmışlar. Bunlardan bazıları “Hediye verme”, “dikkat çekici, kıymetli, nadide şeyleri armağan etme”, “manen sunma”, “bağışlama”, “tuhfe olarak verme”; “birinin adına eser yazma”, “bir eserin birine hitaben yazılması”, “bir eseri sevgi ve saygı ile birine sunma”, “bir eseri birine veya bir şeye adama” şeklinde sıralanabilir. Türkçesi “adama, sunma, bağışlama”dır. Muallim Naci, lügatinde, kelimeyi “tuhfe olarak vermek, göndermek, verilmek, gönderilmek” şeklinde açıklayıp “nazar-ı dikkati calip şeylerde kullanılır” demiştir. Şemsettin Sami ise Kâmus-u Türkî’de “armağan ve tensuh verme; hediye takdim ve irsali; ihda” anlamı üzerinde durmuştur. Tensuh’un Türkçe karşılığı ise “pek az bulunan güzel şey”dir. Öyleyse ithâf, alelade, sıradan bir hediye vermek değil, kıymetli bir nesneyi armağan olarak sunmaktır. Ferit Devellioğlu “1. Hediye olarak verme, verilme, 2. Hediye, armağan gönderme, manen sunma” olarak açıklamıştır. Demek ki ithâf edilen şeyin maddi değeriyle birlikte, belki de ondan çok, bir manevi kıymeti olmalıdır.[2] İthâf, hediye etme, sunma veya adayıştır. Bir eseri birine ithâf ederken sanatçı / müellif tarafından eserin baş tarafına yazılan birkaç cümlelik yazıya ithâfname deniyor. Gövsa’ya göre eserin kime ithâf edildiğini gösteren yazılara ithâfname veya ithâfiye denmektedir. Birden fazla cümleden oluşan ithâf yazılarına ithâfname, bir kelimelik ithâflara da ithâfiye demek doğru olanıdır.[3] Edebiyat dışındaki sanatlarda da ithaf söz konusudur.
Terim olarak ithaf; bir şair veya yazarın bir veya birkaç eserini, karşılık beklemeksizin, bir yakınlığı veya gönül bağı mevcut, üzerinde manevi bir hakkı veya saygınlığı bulunan ya da aralarında düşünce ve duygu birliği olan bir kişi ya da kişilere, bir topluluğa veya bir şeye adaması / sunması ve bunun bir ibare yahut yazıyla kitabın veya eserin başında belirtilmesidir.

İthâf’ın bir kitabın birisi için imzalanmasıyla, Kitap İmzası bir ilgisi yoktur. Yine Eski edebiyatımızdaki birinin adına tertip edilen ve elle yazılan tek nüshası bizzat o kişiye takdim edilmesi anlamındaki Tavşih geleneği ile de ilgisi yoktur. Tavşih’de maksat, yazar veya şairin korunması ve eserin çoğaltılmasının teminidir. Ayrıca Teşekkür metninden de farklı olduğu açıktır. Zira ithâf, teşekkür metninin zorunlu cümlelerinden, yazarın samimiyet, minnet gibi duygularını coşkuyla dile getirebildiği ve okurun yazara belki de en yakın olduğu özel alan olması niteliğiyle ayrılmaktadır.[4] Eski edebiyatımızda her edebi eser bir devlet adamı veya makam sahibi kişinin adına tertib edilirdi ve mutlaka bir karşılık beklenirdi. Günümüzdeki yazar ve şairler ise devlet adamları yerine beğendikleri, tesirinde kaldıkları, aynı sanat görüşünü paylaştıkları bir sanatçıya, edebiyat yolunda birlikte oldukları bir kalem erbabına eserlerini ithâf eder, herhangi bir karşılık beklemezler. [5]

Günümüz edebiyatında sanatçı eserinin kapağından veya başlığından sonra bir veya birkaç cümle olarak ithâfını yapmaktadır. İthâf, eserin başına uygun bir dille yerleştirilmektedir. Nadiren de olsa, edebiyat adamı, eserini ithâf ettiği kişinin kim olduğunu ve ithâfının gerekçesini bir notla açıklayabilir. Mehmet Akif buna ilginç bir örnektir. Sanatkâr başlıklı manzumesini ‘Mister Archibald Bullok Roosevelt Cenablarına’ ithâf etmiş ve bunun gerekçesini bir notla açıklamıştır. Edebiyat eseri ekseri bir kişiye ithâf edilmekle birlikte bir topluluğa, bir kuruma, bir derneğe, bir coğrafyaya, toplama oluşturan belli bir kesime ve nihayet millete ithâf edilebilmektedir.[6] İthâflar, kişilere olduğu kadar, kavramlara, halklara, hayvanlara, düşüncelere kadar uzandı. İthâfın krallar, soylular ve asilzadelerle başlayan ve nihayet meçhul tek harflere kadar ulaşan geleneği, aslında edebiyat tarihinde metnin toplumla, erkle, okurla ve metnin yazarla ilişkisi bağlamında geçirdiği değişikliklere de ayna tutuyor. [7]

İİthâfların metinlerin gizli anahtarı, en azından en önemli rehberlerinden biri olduğu açıktır. Makalesinde, İngiliz şair Edmund Gosse’nin “İthâf etmek, şüphesiz kalem oynatan adamın en temel dürtülerindendir.” sözlerini aktaran Karlıova; Kitapların ikinci sayfasındaki birkaç kelimenin, metnin hangi perdelerini aralayabileceğini gördüğümüzde, ithâflar konusunda bir farkındalık geliştirmenin önemini anlıyoruz. Bu farkındalığı öncelikle ithâfları okurlara aynen ulaştırması gereken editörlerin ve çevirmenlerin geliştirmesi gerektiğini ise ithâfların izini sürmeye başladığımızda fark ediyoruz, diyor.[8]

Sait Faik, "İnsan sevdiklerine en iyi yapabildiği şeyleri veriyor." demişti. Bir şairin/yazarın sevdikleri için yapabileceği en değerli şey, bir eseri ithâf etmektir şüphesiz.[9] Bu yüzden ithâflar yazara en yakın olunan sayfadır. Metnin bir parçası olan ama metnin dışından gelen bir sestir. İthâflar, kapalı yazarların özel hayatlarını aralayan önemli ipuçları içermektedir. Bu çerçevede özellikle biyografik ve psikanalitik okumalar için önemli veriler sayılabileceği, eski metinler söz konusu olduğunda da tarihsel gerçekliğin izini sürmek için kullanılmış oldukları bir gerçek. İthâf, yazarın özel hayatına ve gerçekliğine açılan bir pencere’ye dönüşebilmektedir.
 “Okurun yazara belki de en yakın olduğu özel alan” olan ithâfın çok çeşitli sebepleri bulunabilir.  Bir sanatkâr, şair veya yazar çeşitli sebeplerle ithâfta bulunabilir: 1. Eserini gerçekten sevdiği, beğendiği, takdir ettiği bir kişiye ithâf edebileceği gibi, 2. Bunu ithâf ettiği kişiye yaranmak, onun konumundan menfaat elde etmek gayesiyle gerçekleştirenler de bulunabilir.[10] Bir eserin ilham kaynağı olan kişiye ithâfen yazılan, bir bakıma takdir hislerinin dile getirildiği manzumeler vardır. İthâf sayesinde sanat adamı, yapıtının mülhimesine karşı vefa borcunu bir şekilde yerine getirmiş olur. Esere ilham kaynağı olan bir üstada duyulan minnet ve şükran duyguları önemlidir. İthâflardan yola çıkarak sanatkârın “muhit”ine dair ipuçları yakalamak, dahası bir fikir sahibi olmak mümkündür. Herhangi bir edebiyatçının eserlerini ithâf ettiği isimleri bir araya getirdiğimizde, aşağı yukarı nasıl bir muhitte yaşadığı tahmin edilebilir; dost halkası’na,  kimlerle dostluk kurduğuna dair bilgilere ulaşılabilir. İthâf eden sanatkârın sanat anlayışıyla birlikte aynı düşünceyi, aynı ideali paylaşmak, aynı ülkü için yaşamak da şüphesiz ithâf için önemli sebeptir.

Bir kişiye ithâf edilen eser (roman, hikâye, şiir vd.), o kişi için yazılmış demek değildir. Eserle, eserin konusuyla ithâf edilen kişi arasında bir bağ kurmak gerekmez. Ayrıca birisi için bir eser yazmak, ithâftan bambaşka bir şeydir. İthâf edilen kişi ile ona ithâf edilen eserin içeriği arasında bir ilişki kurmak zordur. Belki bazen derinlerde veya çok üstü kapalı bir ilişki bulunabilir ama bunu okurun keşfedebilmesi imkânsız olabilir. Bazen de, bu ‘içerik’ ilişkisi, şair veya yazarla eserini sunduğu kişi arasında bir ‘şifre’dir. Bunu söz konusu iki kişiden başkasının bilme şansı neredeyse yoktur.

Bazı eserler, özellikle şiirler, dergilerde yayımlanırken birine ithâf edilmiş, sanatçı bunları kitaplaştırırken ithâfları koymadığı olmuştur. Bu durumun aksi de söz konusu olabilir; yani ilk yayımında birisine ithâf edilmeyen bir şiir, bir yazı kitaplaşırken birine ithâf edilebilir. [11]

İthâfların metnin bir parçası olup olmadığı halen tartışılmaktadır. Farklı basımlarda değişen ithâflar eleştirmenleri zorlamaktadır. Yine de metnin yazıldığı döneme ilişkin yazarın gerçekliğine tanıklık eden ithâfların, metne ait olduğunu ve ithâfı değiştirmenin metni değiştirmekten farklı olmadığını düşünebiliriz. Metnin kaderi gibi ithâfların kaderi de kitapların yayın yolculukları sürecinde yayıncının, editörün ve çevirmenin elindedir.[12]
Akif’in ithâflarının anlaşılabilmesi için son dönem edebiyatımızda ilk ithâfın Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre kitabında (yayın yılı 1873)uzun bir yazıyla yapıldığını hatırlayalım. Muallim Naci de yarım kalan bir hikâyesini oldukça uzun bir yazıyla ithâf ettiğini görüyoruz. Yaygın kullanım ise Akf’in de kalem oynattığı Servet-i Fünûn dönemindedir. Bu kısa bilgilerden sonra çalışmamızın konusu olan şair Mehmet Âkif'in Safahat' adlı kitabı ve bu kitabına çeşitli sebeplerle girmeyen şiirlerindeki ithâflar üzerinde durabiliriz.

MEHMET AKİF VE İTHÂFLARI

Mehmet Akif şiirlerini, şiirlerini ve şiirlerini topladığı eserlerini; sevdiği, takdir ettiği, dostluk arkadaşlık, hocalık yaptığı, vefa gördüğü birtakım sanatçı ve aydınlara ithâf etmekten memnuniyet duyan bunu büyük bir görev olarak yerine getiren nadir şahsiyetlerden biridir. O Doğu’yu ve Batı’yı bilen, okuyan, bilime ve sanata âşık, döneminin en büyük kalemleri ve seciyesi sağlam sanatkâr ve bilim adamlarıyla tanışmış ve onlarla dostluk kurmuş, iman ve şahsiyet abidesi bir ülkücüdür. O günkü Türkiye’yi yaşanan korkunç felaketlerden, cehaletten, tembellikten ve düşman işgalinden kurtarmak için ilme, sanata âşık, çalışkan, üstün vasıflı, doğuyu ve batıyı bilen, imanlı ve güzel ahlâklı insanlara ihtiyaç vardır ve bu güzel insanları, güzellikleri çoğaltmak için onların ortaya çıkarılması, desteklenmesi, tanıtılması, övülmesi ve şereflendirilmesi lazımdır. Akif de bu yüzden eserlerini onlara ithâf etmiştir.

AKİF’İN İTHÂFLARININ TESPİTİ

Akif’in ithâflarını, kendisi hayatta iken yayınlanan yedi kitabının bir araya getirilmesinden oluşan Safahat’da yer alan şiirlerindeki veya kitaplarındaki ithâflarıyla sınırlandırmak mümkün değildir. Zira Akif’in en az Safahat’daki şiirleri kadar daha yekün tutan şiirleri de yayınlanmıştır. Akif’in, başka şairler gibi, çeşitli dönemlerinde yazdığı şiirleri kesin bir dille kendi şiiri olarak kabul etmemesi gibi bir durum söz konusu olmadığına göre, bizim yayınlanmış bütün şiirleri bir bütün olarak ele almamız gerekirdi. Biz de hacmi bakımından önemli bulduğumuz, henüz hakkında ciddi bir tenkid görmediğimiz Necmeddin Türinay’ın hazırladığı Safahat’ta[13]  yer alan, daha önce yayınlanmış veya ilk defa yayınlanan şiirlerinin tamamındaki ithâflarına baktık. Bunlar;

A. Doğrudan İthâflar

1.       Kitap İthâfları
2.       Şiir İthâfları
3.       İthâfnameleri
4.       Şiir Başlığı Olarak İthâfları

B. Dolaylı İthâflar

5.       Mektup /Tebrik Şeklindeki İthâfları
6.       Resim Arkası İthâflar
7.       Hatıra İthâflar
8.       İlham İthâflar
şeklinde sınıflandırılabilir.

A. DOĞRUDAN İTHÂFLAR

Mehmet Akif’in 61 adedi bulan Doğrudan İthâflar’ı dört türlüdür. Bunlardan ilki Kitap İthâfı’dır: Bir şiir kitabının ithâfı ile o kitapta yer alan bir şiirin ithâfının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Safahat’ı oluşturan yedi kitaptan yahut yedi bölümden altısının ‘kitap olarak’ bazı kişilere İthâf edilmiş olduğunu görüyoruz. Bu kitaplarda ayrıca İthâfname denilebilecek uzunlukta 4 İthâfnamesi vardır. Bu İthâfnameleri sıradan ithâflardan farklı ele almak gerektiğini düşünüyoruz. Bunun dışında 23 şiirinde doğrudan bazı kişilere yapılmış ithâflar mevcuttur. Doğrudan İthaflar’a aldığımız 24. şiirde, “yapılmak istenmiş ama yapılmamış bir ithaf” söz konusudur. Ayrıca Akif’in Şiir Başlığı Olarak İthâfları vardır: 28 şiirinin başlığını ithâf olarak kullanmıştır; Yahya Kemal ve diğer bazı şairlerimiz gibi değer verdiği şahısları şiirine başlık yaptığı da görülmektedir.[14] Bunlar da bir çeşit ithâf sayılır. Âkif bu yolla o şahsı anlatır, onunla ilgili bazı değerli hususları dile getirir.[15]

1. KİTAP İTHÂFLARI

Akif yedi kitaptan oluşan Safahat’ının altı kitabını ithaflarla süslemiştir.
1.       Akif, Safahat'a adını veren birinci kitaba “Evlâdım Mehmed Ali'ye yâdigâr-ı vedâdımdır.” ithâfıyla başlar.[16]  Hicaz Valilerinden Müşir Ratip Paşa’nın oğlu olan Mehmed Ali, Mehmet Akif'in talebesi olan özel dersler verdiği bir gençtir. Zekâsına, çalışkanlığına ve hafızasına hayran olduğu bu öğrencisine Akif ilk kitabını armağan etmekten büyük bir haz duymaktadır. Bu ithâfın, Safahat’ın altıncı kitabı olan Asım’da iyice kendisini gösteren, örnek bir nesil yetiştirme arzusunu taşıdığını söylemeliyiz. Denilebilir ki Asım’dan önceki Asım ilk Safahat’ın ithâf edildiği Mehmet Ali’dir. Ne yazık ki bu genç, çok genç yaşta vefat etmiştir.
2.       Safahat’ın ikinci kitabı olan “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı kitap “Kardeşim Fatin Hoca’ya” ithâfyla yayınlanmıştır.[17] Astronomi profesörü olan Fatin Gökmen, İstanbul Kandilli rasathanesinin kurucusudur. Akif’i İttihat ve Terakki Partisine katılmaya teşvik eden kişidir. Fatih kürsüsünde adlı şiirinde işlemeye çalıştığı görüşlerin de kaynaklarından biridir. Eşref Edib, Âkif'in Fatin Hoca'ya hayran olduğunu belirterek, "Onu neş'e içinde" ve "saatlerce dinlemekten büyük zevk duyduğunu” kaydeder.
3.       Safahat'ın dördüncü kitabı  “Fatih Kürsüsünde”nin ithâfı “Hamâsî şâirimiz Mithat Cemâl'e” şeklindedir.[18] İki arkadaşın Fatih Camii'ne doğru yola çıkmalarıyla başlayan ve karşılıklı konuşmalarıyla gelişen bir şiirdir. Şiirde söz konusu edilen iki arkadaş, muhtemelen Âkif ile Mithat Cemal'dir. Şair “İstibdâd” şiirini de “Kardeşim Mithat Cemal'e” ithâfıyla takdim etmiştir. Bilindiği gibi Mithat Cemal, Mehmed Âkif'in uzun yıllar yakınında bulunan bir şahsiyettir. Hatırlatalım: Âkif hakkındaki en güzel monografilerden birisini ömrünün son yıllarında Mithat Cemal kaleme almıştır. Üç İstanbul romanında da Mehmet Akif’i Raif karakteriyle canlandırmaya çalışmıştır.
4.       Safahatın beşinci kitabı “Hatıralar” “Hânedân-ı Hilâfetin erkân-ı muazzamasından Ömer Faruk Efendi Hazretlerine takdime-i tazimimdir.” ithâfıyla süslenmiştir. [19] Son Halife Abdülmecid Efendinin oğlu olan Ömer Faruk Efendi bir Osmanlı şehzadesidir. O, Âkif'in, saltanat ailesi içinde ithâf yaptığı tek şahsiyettir.
5.       Safahat’ın altıncı kitabı olan “Âsım” “Kardeşim Fuad Şemsi'ye” şeklinde Fuad Şemsi' İnan’a (1886-1974) ithâf edilmiştir. [20]
6.       Safahat’ın yedinci ve son kitabı olan “Gölgeler” “Şarkın tek dâhi-i san'atı Şerif Muhittin Beyefendi'ye hâtıra-i tazim” ifadesiyle başlar.[21] Şerif Muhittin Targan (1842-1967) değerli bir udîdir. Akif, onun fazilet ve irfânına bu arada musikîsine meftun olmuştur. Üstelik Türk sanatını dünya çapında kendisine saygı duyulacak bir şekilde temsil etmektedir. Şu cümleleri onun için söylemiştir: “Rasûlülahın neslinde derlerdi ki bir feyiz var; ben bunu anlamazdım. Fakat Muhittin beyi dinleyince buna inandım. Bunda mutlaka ondan bir feyiz, bir şemmei nur var.” Âkif'in “Şark'ın Yegâne Dâhi-i Sanatına” başlıklı manzumesi de Şerif Muhittin'e yazılmış bir ithâftır.[22]

2. ŞİİR İTHÂFLARI

Mehmet Akif’in şiir olarak ithâf ettiği 24 şiiri bulunmaktadır.
1.       Cenk Şarkısı “Sebîl’ürreşad Ceridesi İslâmiyye’sinin Kahraman askerlerimize armağanı” (17 Ekim 1912) [23]
2.       İstiklâl Marşı “Kahraman Ordumuza” (17 Şubat 1921)[24]
3.       Sadi “Şair-i hâkim Arif Hikmet Beyefendi Hazretlerine” (31 Mart 1898) [25] Hersekli Arif Hikmet Bey son dönem divan şairlerindendir. (1839-1903) [26]
4.       Gazali “Üstad-ı fâzılımız Hoca Halis Efendi Hazretlerine” (14 Nisan 1898)[27] Akif’in Arapça öğrendiği hocalarındandır.
5.       Kıta “Şiraz’lı bir arkadaşım vardı. Sizin toprak adam yetiştirmez diye bana takılırdı. Bir gün, latife yollu şu kıtayı bir kâğıda yazdım. İçine de elli dirhem tömbeki koyarak kendisine hediye ettim.”[28]
6.       Safahat Hakkında “İki gözüm, kardeşim Mithat Cemal’e” (20 Haziran 1911)[29]
7.       Yarası Olmayan Gocunmasın “Yâr-ı Cânım Hoca Fahreddin’e (12 Aralık 1912) Mehmet Âkif'in yakın dostları arasında yer alan Hoca Fahreddin, Alay Müftüsü M. Fahreddin olup, Sebilürreşad yazarlarındandır. "Milli Mücadele" sürecinde Âkif'le birlikte çalışmış, ateşli makaleler yazmıştır.[30]
8.       İstibdâd “Kardeşim Midhat Cemal’e” (14 Ocak 1909)[31]
9.       Kocakarı ile Ömer “Üstâd-ı Necibim Ali Ekrem Bey’e” (6 Mayıs 1910)[32] Ali Ekrem (Bolayır) Bey Namık Kemal'in oğludur. Âkif Ali Ekrem'in şiirleri beğenir. Ali Ekrem, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad'da Mehmed Âkif ve eserleri hakkında ciddi yazılar yazar.
10.   Bir Mersiye “Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihân-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i didâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında.” (31 Aralık 1908)[33] Bu şiirin hüzünlü dünyası, muhtemelen gelecek vaad etmekteyken genç yaşta vefat eden Hilmi'nin aziz hatırasına gösterilen saygının ifadesidir.
11.   Mahalle Kahvesi “Kardeşim Hüseyin Avni'ye" (3 Kasım 1910)[34] Şiirin tarihine bakılırsa H. Avni ile tanışıklığı eskidir. Âkif'le Hüseyin Avni arasındaki sevgi İstiklâl Harbi yıllarında daha da gelişmiş ve Birinci Millet Meclisi sıralarında sürmüştür. Hüseyin Avni'nin mecliste yaptığı konuşmalar ve cesaretli tutumu dikkat çekmiştir. Hüseyin Avni'nin muhalif kanadın öncüsü olduğunu da biliyoruz. 1923'ten sonra da bildiği yoldan dönmemiş, doğru bildiklerini söylemiştir. Bu sebeplerle olsa gerek, Hüseyin Avni için yazdığı bir başka şiiri, ölümünden sonra açılmak kaydıyla kendisine vermiş, ancak bu şiir kaybolmuştur.
12.   Köse İmam "Kardeşim Ali Şevki Efendi Hoca'ya" (10 Mart 1910)[35] Ali Şevki Hoca, Âkif'in yakın dostlarından olup Bosnalı'dır. Âkif'e "Âsım" destanındaki "Köse İmam" tiplemesini ilhâm eden zattır.
13.   (Üç Beyinsiz Yüzünden) “Babam Fatih müderrislerinden İpekli Hoca Tahir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim. Şiirin daha iyi anlaşılmasına, merhumun da rahmetle anılmasına vesile olur diye şu haşiyeyi yazmaya mecbur oldum.” notuyla babasına İTHÂF edilmiştir. (6 Mart 1913)[36]
14.   El-Uksur'da "Emir Abbas Halim Paşa Hazretleri'ne" ithâf edilmiştir. (15 Şubat 1915)[37] Paşa, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın neslinden Mısırlı Prens'tir.  Osmanlı devletinde valilik ve bakanlık yapmıştır. Said Halim Paşa'nın kardeşidir. Mehmed Âkif'i Mısır'da himâye eden zâttır. Âkif'in ona ithâf ettiği başka şiirleri de vardır: "Tebrîk" şiirini "Velini'metim Emîr Abbas Halîm Paşa Hazretleri'ne" şeklinde ithâf edilmiştir. Aynı şekilde, "Bir Ariza" şiirinin ithâfı da bu şekildedir. Âkif'in "İkinci Ariza" manzumesi de Abbas Halim Paşa'ya takdim edilmiş olup, ilkinin devamı niteliğindedir. Abbas Halim Paşa, Âkif için şöyle demiştir: "Âkif her zaman ve her yerde bir Abbas Halim bulabilir, ben ise bir Âkif bulamam. Onun için onunla dost olmam en büyük şansımdır."
15.   Berlin Hatıraları "Binbaşı Ömer Lütfi Bey'e" (15 Mart 1915) [38] Akif gibi Teşkilat-ı Mahsusa için Almanya’da bulunan Binbaşı Ömer Lütfi, şairin Berlin'e giden komisyondaki çalışma arkadaşıdır. Âkif, Ömer Lütfü'nün faziletine hayran kalmıştır. İlmî ve askerî başarılara imza atan Ömer Lütfü de Âkif'e aynı derecede hayrandır.
16.   Necid Çöllerinden Medine'ye “Şerif Ali Haydar Paşa Hazretleri'ne" (4 Temmuz 1918)[39] Ali Haydar Paşa, Mekke emîrliği yapmış bir Şerif’tir.
17.   Bülbül "Basri Bey Oğlumuza" ( 7 Mayıs 1921)[40] Şair bu şiiri Bursa'nın Yunanlılarca işgali haberi üzerine yazmıştır. Hasan Basri Çantay'a ithâf eder. Çantay, Birinci Meclis'te Balıkesir mebusu olarak bulunmuştur. Âkif'in "pek sevdiği" şahsiyetlerin başında gelir. Meclis'te birlikte hareket etmişlerdir. Âkifnâme'nin yazarı olan Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Kerim meali de hazırlamıştır.
18.   Fir'avun ile Yüz Yüze "Fahru'n-nisa Emîre Hatîce Hanımefendi Hazretlerine" (29 Aralık 1923)[41] Prenses Hatîce Hanımefendi Abbas Halim Paşa'nın zevcesidir. Akif'in Mısır'da sükûnet içinde hayat sürmesinde Hatîce hanımefendinin hizmetleri önemlidir.
19.   Gece  "Üstad-ı hakîmim Ferîd Beyefendi'ye" (5 Ocak 1925)[42] Akif'in “Ferîd Beyefendi" dediği zat Akif'in arkadaşı, edebiyat profesörü Ömer Ferit Kam'dır. Akif onun edebiyat ve hikmette büyük kudret sahibi olduğunu söylemiş, herkesin onu hakkıyla tanımasını istemiştir. O’na yakın olmak için evini bile taşımıştır.
20.   Tebrik “Velinimetim Emir Abbas Halim Paşa Hazretlerine”[43]
21.   Bir Arîza “Velinimetim Emir Abbas Halim Paşa Hazretlerine” (Ağustos 1929)[44]
22.   Derviş Ahmet “Neyzen Tevfik’in, üç bin dört yüzüncü tövbesinden istifası münasebetiyle” (1 Eylül 1930)[45]
23.   “Sanatkâr” şiiri, "Mister Archibald Bullok Roosevelt Cenablarına" şeklinde bir ithâfı taşımaktadır. İthâfına düştüğü dipnotta Âkif şunları söyler: "Vaktiyle Amerika'da iki defa reîsicumhûr intihâb edilmiş meşhur Roosevelt'in oğludur. Afrika'daki her münzevînin, böyle, Yeni Dünya evlâdından birine eser ithâfına kalkışması garip görünmesin: Şerif Muhittiin Beyefendi, New-York'ta iken, bu asîl genç kendisine karşı ihlâsın, mihmanperverliğin, biz Şarklıları bile hayran edecek derecesini gösterdi. Bunun için gıyabâ minnetdârıyım." (22 Ağustos 1933)[46]
24.   Secde (Şiir Akif tarafından Babanzade Ahmet Naim’e ithaf edilmek istenmiş, bu maksatla şiiri Babanzade’ye takdim etmesi için Fuat Şemsi’ye göndermiştir. Şemsi şiiri Ahmet Naim’e ulaştırıyor. Ahmet Naim tabii ki şiiri çok beğeniyor. Akif’in elyazısıyla yazdığı şiiri alıyor, suretini Fuat Şemsi’ye veriyor. Ancak Naim’in cevabı gecikince şiirinin beğenilmediğini düşünen Akif, ithaftan vazgeçerek kitabına öylece alıyor.[47])

3. İTHÂFNAMELERİ

Akif’in tespit edebildiğimiz dört ithafnamesi bulunmaktadır.
1.   Aşağıdaki şiir Safahat adıyla basılan ilk kitabın hemen başında yer almasıyla dikkat çekicidir. Namık Kemal’le başlayan uzun ithâf geleneğinin bir devamı gibidir; okuyucuya ithâf edildiği açıktır. Bir İthâfname olmakla birlikte Safahat’ın okuyucu için yazılmış önsözü olarak da değerlendirilmiştir. Ancak aşağıdaki “Hüsran” adlı şiirin, dergilerde yayınlanırken İthâf Kıtası olarak yayınlandığı düşünülürse bu şiirin de İthâf Kıt’ası veya ithâfname olduğu görülür.
Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim, çünkü, ne sanatkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlâtmam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.[48]
2.   İthâfname sayılabilecek bir başka şiir de “İtiraf”tır.
 İtiraf
Safahat'ımda, evet şi'r arayan hiç bulamaz;
Yalnız, bir yeri hakkında "Hazin işte bu!" der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil Hangisi ya?
Üçbuçuk nazma gömülmüş bir ömr-i heder!  (30 Haziran 1911)[49]
3.  Servet-i Fünün (16 Ekim 1919) ve Sebilürreşat ( 23 Ekim 1919) dergilerindeki yayınları sırasında “İthâf Kıt’ası” adıyla yayınlanan şu şiir de Akif’in ithâfnamelerine güzel bir örnektir. Sebilürreşat’daki yayınının altına “Akif Beyefendi’nin, Şerif Muhiddin Beyefendi’ye hediye ettiği Külliyat-ı Âsârına yazdığı kıtadır ki Servet-i Fünûn’un son nüshasında intişar etmiştir.” notu düşülmüştür. [50]
 Hüsran
Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım?
Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?
Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;
Feryâdımı artık boğarak, na'şını, tuttum,
Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım.
Seller gibi vâdîyi enînim saracakken,
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler Safahât’ımdaki husran bile sessiz! (İstanbul, Ekim 1919)
 
4.       Mehmet Akif’in hazin sayılabilecek şu İthâfnamesi yaşadığı ömre yapılmış bir ithâf gibidir. 
 
 Safahat İçin 
Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın."
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitabım!
Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-ü harâbım? (1928)[51]

4. ŞİİR BAŞLIĞI OLARAK İTHÂFLARI

Mehmet Âkif'in Yahya Kemal ve diğer bazı şairlerimiz gibi değer verdiği şahısları şiirine başlık yaptığı da görülmektedir.[52] Bunlar da bir çeşit ithâf sayılır. Âkif bu yolla o şahsı anlatır, onunla ilgili bazı değerli hususları dile getirir. Bu şiirler 28 adettir:
1         Üçüncü Ordu’ya (Şiir Mithat Cemal ile birlikte yazılmıştır) (1908) [53]
2         Ordunun Duası (1920)[54]
3         Gayret’i Tebrik Sadedinde Gazel (25 Ocak 1895)[55] Şiir Gayret Gazetesini teşvik ve takdir etmek için kaleme alınmıştır.
4         Fahreddin-i Râzi (21 Nisan 1898)[56]
5         Hafız’ıma (18 Ağustos 1898)[57] Şiirde geçen Hafız, muhtemelen Selimiye’de okuduğu ezan Karaağaçtan duyulan Hafız Emin olabilir. Akif’le dostlukları İstanbul’da da sürmüş, kendisine sayısız gazel ve naat vermiştir. Ancak Akif’in Hafız dostları pek çoktur. Bunların içinde Bursalı Hafız Emin, Hafız Mehmet, Hafız Asım ismi hemen akla gelenlerdir.
6         Hersekli Arif Hikmet (26 Haziran 1903) [58]
7         Selma “Kızkardeşimin Çocuğudur. Dört yaşında öldü” (15 Ekim 1908) [59]
8         (Bütün Hayalim) Merhum İbrahim Bey (12 Kasım 1908) Bu şiir, şairin “İbrâhim Bey merhum ki tabâbet-i baytariye ulemâsındandır, hâk-i pâk-i, Şark´ın yetiştirdiği nevâdir-i irfân ü faziîletin biridir: Merhûmu yakından tanıyanlar dört sene evvelki fecîa-i irtihâlinin millet için ne elîm bir zıyâ; hükûmet için ne azîm bir hacâlet olduğunu teslimde tereddüt etmezler. Şark´ın, Garb´ın bedâyi´i-i ilm ü fennini toplayıp hâfızasına doldurmuş; mahfûzâtını muhâkemâtıyle, meşhûdâtıyle şâyân-ı hayret bir sûrette tevsi´ etmiş; Şark´ın her tarafını defeât ile dolaşmış; Garb´ın en medenî memâlikini görmüş, gezmiş; elsine-i Şarkıyeyi edebiyâtıyle bilir; Fransız, Rus lisanlarını hakkıyle öğrenmiş olan bu büyük adam fıtraten mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, emînim ki, hükümet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gurebâ hastahânelerinde ölen öyle bir hakîm-i zû fünûnu tanımak için kâriîn-i kirâm benim gibi bir âcizin delâletine müftekır kalmazdı!” notuyla ithâf edilmiştir.[60]
9         Sadi Işılay’a (1918)[61]
10     Mehmet Ali’ye (4 Temmuz 1918)[62]
11     Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde başlıktan hemen sonra “Ruhum benim oldukça bu imanla beraber /  Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler Malta, Süleyman Nazif” notu görülmektedir.[63]
12     Karesi (30 Haziran 1922)[64] Bugünkü adı Balıkesir olan Karesi hakkında yazılmıştır.
13     Şehitler Abidesi İçin (27 Aralık 1924) [65]
14     Hüsam Efendi Hoca (4 Şubat 1925)[66]
15     Ferda Kadın (1926)[67] Akif’in torunu için yazılmıştır.
16     Çocuklara (1929)[68] Akif’in çocukları Emin ve Tahir için yazılmıştır.
17     Şarkın Yegâne Dâhi-î Sanatına (18 Eylül 1930)[69] Şerif Muhittin Targan için yazılmıştır. Safahat’ın yedinci kitabı Gölgeler de ona ithaf edilmişti.
18     Sait Paşa İmamı (15 Haziran 1931)[70]
19     Yaş Altmış[71] şiirini şair kendisini adamış.
20     Nevruz’a (15 Kasım 1932)[72] şiirini Mısır’da yaşayan Türk ailelerinden birine mensup bir genç için kaleme almıştır.
21     Hayat Arkadaşıma.[73] Eşi için kaleme alınmıştır.
22     Kasr-ı Gülşen (20 Haziran 1935)[74] Abbas Halim Paşa’ya ait, onun vefatından sonra bakımsız kalan Kasr-ı Gülşen için yazılmıştır.
23     Viranelerin Yasçısı (Ağustos 1935)[75] Kendisi için kaleme alınmış.[76]
24     Kendim İçin (Şubat 1936)[77] Kendisi için kaleme alınmış.
25     Arkamda Serilmiş Yere.[78] Kendisi için kaleme alınmış.
Ayrıca Seyfi Baba (17 Aralık 1908), Kör Neyzen (3 Aralık 1908) ve Yemişçi İhtiyar adlı şiirleri de şiir başlığında ithâf bulunan şiirlerden kabul etmek mümkündür. Fakir ve hasta bir komşusunu, ama bir sokak dilencisini, ihtiyar bir sokak satıcısını anlattığı bu şiirler birer ithâf gibidir.[79] Akif bu şiirlerinde bizzat görgü şahidi olduğu hadiseleri anlatırken aynı zamanda anlattığı kişilere bir armağan vermek istemekte, onların hatıralarına duyduğu saygıyı ebedileştirmek istemektedir.

B. DOLAYLI İTHÂFLAR

Dolaylı ithafların ithaf sayılıp sayılmayacağı tartışmasını edebiyat tarihçilerine bırakıp tespitlerimizi aktarmak istiyoruz: Mehmet Akif’in 35 adedi bulan Dolaylı İthâfları’nı dört başlıkta incelemek mümkündür. İlki Mektup / Tebrik İthâfları’dır. Akif, çok zor yazmasına rağmen dostları için mektup şeklindeki oldukça uzun manzumeler kaleme almıştır. Bu şiirler ve tebrikler, mektup olmalarının yanında doğal olarak yazıldıkları kişiye çok güzel bir manevi hediyedir, ithâftır. (Tebrikleri, klasik edebiyatımızın Bayramlarda ve Nevruz gibi önemli günlerde yazılan ayrı bir edebi türü olarak kabul etsek bile bu türün de bir ithâf olduğu düşünülmelidir.) Akif’e ait 18 adet Mektup / Tebrik Şeklinde İthâf tespit edebildik. Akif’in sevdiklerine verdiği veya onlara gönderdiği mektuplarına iliştirdiği fotoğrafların ve bazı resimlerin arkalarına da dörtlükler yazdığı bilinmektedir. Bu dörtlüklerden bazıları Safahat’ta basılmıştır. Bunlara Resim Arkası İthâflar denilebilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz ithâfnamelerine benzer şekilde kaleme alınan 7 adet şiir de birer ithâf kabul edilebilir. Akif’in çeşitli vesilelerle kaleme aldığı 5 adet tarih, kitabe gibi hatıra mevcuttur. Bunlar da bir nevi Hatıra İthâflar hükmündedir.  Nihayet kendisini etkileyen satırlardan mülhem yazdığı 5 şiirin ithâfı da bu şiirlere ilham veren kişiler ve hadiseler olmuştur:

5. MEKTUP / TEBRİK ŞEKLİNDEKİ İTHÂFLARI

1         (Mektup) [80](Edirne’den, Ahmet Bey dediği bir arkadaşına yazılmış.) (1894)
2         Nazım[81] (Edirne’de kitapçılık yapan dostu Süleyman Efendi’ye yazdığı mektuba kaydettiği şiir)
3         Esselam[82] (Adana’dan dostu Arifî Bey’e yazdığı mektup. Arifî Bey, Eski Adliye Müsteşarı ve memleketin tanınmış avukatlarındandır.)
4         Mektup[83] (Dostu Baytar Miralayı İbrahim Bey’e) (17 Kasım 1897)
5         Mektup[84] (Dostu Baytar Miralayı İbrahim Bey’e) (1886-1887)
6         Bir Mektuptan Beyitler[85] (Hacı İbrahim Efendi mektebinden yetişmiş Ali Bey dediği bir arkadaşına yazılmış)
7         Acz[86] (Fazlı Yegül) (1896-1897)
8         Bir Hasbıhâlden[87] (Mevcut mu yoksa muhayyel mi bilinmeyen Ali ve İhsan Beylere yazılmış)
9         Bir Mektuptan[88] (Dostu Baytar Miralayı İbrahim Bey’e) (27 Temmuz 1899)
10     Fazlı Yegül’e Mektup[89] (10 Eylül 1904)
11     Hasbıhâl (Fazlı Yegül)[90] (5 Haziran 1905)
12     Fazlı Yegül’e Mektup[91] (1905)
13     Fazlı Yegül’e Mektup[92] (27 Eylül 1905)
14     İkinci Mektup[93] (Fuad Şemsi) (16 Temmuz 1932)
15     Rubai (Fuad Şemsi)[94]
16     Tebrik (1927) [95] Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.
17     Tebrik[96] şiiri Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.
18     Tebrik (5 Temmuz 1928)[97] Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.

6. RESİM ARKASI İTHÂFLARI

1         (Baytar Miralayı İbrahim Bey’e takdim edilen fotoğrafın arkasına yazdığı dörtlük)[98]
2         (Köşe başına oturmuş dinlenen bir seyyar satıcının resminin arkasına yazdığı dörtlük)[99]
3         Resmim İçin[100] (Kendisi için yazdığı dörtlük)
4         Resmim İçin[101] (Kendisi için yazdığı dörtlük)
5         Resmim İçin[102] (Kendisi için yazdığı dörtlük)
6         Resmim İçin[103] (Kendisi için yazdığı dörtlük)
7         Resmimin Arkasına[104] (1935) (Kendisi için yazdığı dörtlük)

7. HATIRA İTHÂFLARI

1         Tahir Efendi İçin Tarih[105] (Akif’in Babası Fatih Müderrislerinden İpekli Hoca Tahir Efendi)
2         Takriz[106] (Şair Abbas Haveri’nin Fecr adlı şiir kitabına yazdığı takriz) (1896)
3         Kıt’a[107] “On sene kadar oluyor. Şimdi Kastamonu Darülmuallimin müdürü bulunan Hoca Vasfi Efendi kardeşimizle Yuşa Tepesi’ne çıkmış, bir gece kalmış idik. Züvvarın dinlendikleri kahvenin duvarı, manzum mensur birçok hatıralarla dolu idi. Vasfi, gayet lâtif talik yazar. Eline bir kalem geçirerek şu kıtayı duvara nakşetti.”
4         Küplüce Camii İçin Tarih [108]
5         Kitabe[109] (Semih Rıfat’la birlikte kaleme aldıkları, Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa’nın mezar taşına yazılan kitabe)

8. İLHAM İTHÂFLARI

1         Neşide-i Giryan[110] (Hüseyin Cavid’in Son Baharda adlı şiirine telmih ve takdir olarak yazılmış) (27 Mayıs 1909)
2         Kişi Hissettiği Nisbette Yaşar[111] “Şair Eşref”
3         Umar Mıydın?[112] "Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün akşama kadar İslam´ın garibliğine, Müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... " (Sebîlürreşât, Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin) notuyla yayınlanan Umar Mıydın? adlı şiirdeki ithâf, ilham ithaflarına güzel bir örnek olarak değerlendirilebilir.
4         (Ağaran Tan Yeridir)[113] (20 Ocak 1922) (Ali Şükrü Bey’e )
5         (Nasıl Dört İngiliz)[114] (Hayrettin Karan’a)

AKİF’İN İTHÂFLARININ SEBEPLERİ VE MUHATAPLARI

Akif’in İthâfları konusunu incelerken bu kadar yoğun bir alanla karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Çalışmamız içinde İthâflar sadece tespit edilmekle kalınmamalı ve ithâfların yapıldığı tarih itibarıyla şairin sanatı ve hayatı karşılaştırılmalı idi. Kime, neye, niçin, ne kadar ithâf ettiği konusunu tartışmalıydık. İthâfların dilini incelemeliydik. "Evlâdım", "Kardeşim", "Üstâd-ı necibim", "Yâr-i cânım", "Hazretlerine", "Beyefendiye", “Hanımefendiye”... Kullanılan dil çok güzel ve sanatkâranedir. Çalışmamızda İthâflar, muhatapları ile ithâf şiirlerin muhtevaları birlikte değerlendirilmeliydi. Mehmet Akif’in İthâfları, hangi dönemde Akif’in en değerli şeyi olan eserini ve şiirlerini ithâf ettiği kişilerle dostluk kurduğunu göstermesi ve sanat hayatına bu dostlukların nasıl yansıdığını göstermesi açısından çok önemli idi. Ancak görüldüğü gibi konu bir makale hacmini çoktan aşmıştır. Akif’in İthâfları’nın anlaşılması için öncelikle Akif’in kişiliğine bakılmalıdır. [115] Kişiliğinin her bir cephesi farklı ithâflarına yansımıştır. Mesela bazı ithâflarını muhatabını şereflendirmek için[116]  yapmıştır. “Sanatkâr” şiiri böyle bir şiirdir. Sırf Türk Musıkisi’ni dünya çapında hakkıyla temsil eden dahi bir dostuna kucak açtı, onu iyi ağırladı diye, şiirini tanımadığı bir yabancıya ithâf edebilmiştir. Çok çalışkan ve hafızası çok kuvvetli bir öğrenci olduğu için, bilgili ve açık sözlü olduğu için, hakiki bir dost olduğu için şiirlerini ithâf ettiği şahıslar vardır. Akif, her ithâfını, farklı kişilere, aşağı yukarı aynı derinlik ve yoğunlukta, duygu, düşünce ve ülkü birliği hissiyle sevip saydığı, çalışkanlığına, bilgisine, tecrübesine, ahlâkına, dostluğuna, açık sözlülüğüne hayran olduğu, sevdiği ve takdir ettiği, başkalarına da bu takdirini duyurmak, tanıtmak istediği, teşvik ve takdir etmek istediği şahsiyetlere yapmıştır. Her ithâfının muhatabı ve sebebi, sebebin derinliği farklı olabilir. Bu yüzden ithafa konu olan şahsiyetlerin her biri dönem ve hadiseler dikkatle ele alınarak incelenmelidir. Akif’in ithâf ettiği her eseri ve muhatabını bu makale içinde değerlendirmek yerine sadece bir iki ithâfının muhatabının, konumuza ışık tutması açısından, ele alınmış olduğu birkaç makaleyi hatırlatmakla yetineceğiz.
Bunlardan ilk makale[117] incelendiğinde Akif’in 5 Ocak 1925’da yazdığı Gece adlı şiirini neden Ömer Ferit Kam’a "Üstad-ı hakîmim Ferîd Beyefendi'ye" diyerek ithaf ettiği görülecektir: Ömer Ferit Kam’ın babası Abdülhamit&in yakın dostu Gazi Ahmet Muhtar Paşa’dır. Paşa ilim ve sanat adamlarını sevip konağında toplamaktadır. Bu toplantıları takip eden Ferit Bey, tamburi Ali Efendiden tambur dersleri almıştır. Kendi gayretleriyle Fransızca, Farsça, Arapça öğrenir. Mustafa Asım Efendi’nin Fatih Camiinde verdiği Huzur derslerinden icazet alır. Babasının ölümü dolayısıyla eğitimi yarım kalsa da Babı âliye girer. Fransızcadan tercümeler yapar. Akif onu yazmaya teşvik eder. Tercümelerinden bazıları Akif sayesinde yayınlanır. Abbas Halim Paşa tarafından Avrupa’ya gönderilir. Akif’ın ısrarı üzerine Edebiyat Fakültesi hocalığına tayin edilir. Onun sayesinde Sebilürreşat’ta yazıları yayınlanır. Ferit Bey’in etrafındakiler onun fazl-ı keremini layıkıyla bilmemektedir. Onu memleket münevverlerine tanıtan Akif olmuştur.

Fatih’te oturan Mehmet Âkif, Ferit Kam’a yakın olabilmek için Beylerbeyi’ne taşınır ve ona beş yıl komşuluk yapar. Akif, Mahir İz’e “Ankara’ya bir adam geliyor, fevkalâde bir zekâ sahibidir. Sarıgüzel yangınından sonra ona komşu olmak için evimi Beylerbeyi’ne naklettim” diyerek onu Ferit Kam’la tanıştırır... Akif onu şiir yazmaya teşvik eder. Ferit Kam, hoş sohbet bir adam olduğundan dost meclislerinin aranan üyesidir. Ancak sohbetlerde hemen konuşmaya başlamaz, Mehmet Akif onu konuşturmak için çareler arar; ortaya bir mesele atar, onu neşelendirip konuşturmayı başarır. Daha çok felsefe ve edebiyatın konuşulduğu bu meclislerde, Ferit Kam konuşmaya başlayınca da herkes onu saygıyla dinler; o da çeşitli felsefî görüşler; nükte, fıkra, vecize ve şiirlerle sözlerini süsleyerek dinleyenleri hayran bırakır. Hatta bu sohbetler sırasında ona, “Ferit Bey, sen kitap okuma. Kitap okumak senin feyzine engel olur. Sen yalnız düşün, düşün ki söyle” diyerek hiç susmadan konuşmasını isterler. Bir gün Fatin Gökmen, Akif’e en neşeli geçirdiği günleri sorunca, “Pek nâdir olan neşeli bir zamanım Ferit’le geçen musâhabât demleri” cevabını almıştır. Bu cümle, Ferit Kam’ın Akif için ne derece önemli bir kişi olduğunun en önemli göstergesidir. Ferit Kam, Akif’in vefatı üzerine 2 Ocak 1937’de Sıdkı Akbaba’ya yazdığı bir mektupta onunla ilgili şunları söyler: “Âkif, Âkif!.. Nihayet o da gitti. Ayaklar altında öldü, eller üstünde mezara götürüldü… Benimle konuştuğu zaman kendisi susmak, beni söyletmek isterdi. O zaman nisbeten daha genç olduğumdan, ben de söylemekten usanmazdım… Görülecek bir işim olsa, bütün varlığıyla matlabımın husûlü için paçaları sıvar, benden çok yorulurdu. Bir derdim olsa devasını bulmak için dünyanın öbür ucuna gitmek isterdi. Hulâsâ Âkif çok kâmil bir insan, çok dürüst, çok hakiki bir dosttu… Aruz gemisine bindi. Bihâr-ı evzân içinde çırpına çırpına adem girdâbının ka’rında karar verdi. Acabâ peşinde koştuğu ideal ne idi? Onu eserleri söyler, bize söylemek düşmez. Şu kadar söyleyebilirim ki onun sâha-i endîşesi koca bir milletin varlığıyla dolmuş, o sâhada kendisine ayak iliştirecek yer kalmamıştı.” Akif’in, bu son derece dolu ama bu doluluğundan halkın da istifade etmesini istediği, fevkalade zeki, sanatkâr, doğuyu ve batıyı bilen biri olarak gördüğü Ferit Bey Akif’in “Üstad-ı hâkim” şeklindeki ithafı için,Bize üstâd-ı hakîm unvânı  Âkif’in bol keseden ihsânı” demiştir.[118] Akif, Ömer Ferit’in işaret ettiği gibi ithaf ettiği şahsiyetlerden de önde bir şahsiyettir ama mahfiyetkârdır.

İthafları onun ne kadar isabetli dostluklar kurduğunun bir göstergesidir. Buna eşsiz bir örnek Secde şiiridir. 15 Ocak 1925 de Secde şiirini yazmış ve bu şiiri Ahmed Naim Bey’e ithaf etmek istemiştir.[119] Mehmed Âkif’in Secde şiirini ithaf etmek istediği yakın arkadaşı Babanzade Ahmed Naim, 12 Ağustos 1934’de namaz kılarken secdede vefat etmiştir. Babanzade Ahmet Naim orta boylu, kısa ve az sakallı, çenelerine doğru sakalı kıtça, tatarımsı simalı, tatlı bakışlı, bazen durgunca, çok kere yumuşak edalı, samimi, alçakgönüllü bir zat idi. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ashabtan sonra en sevdiği kişi olan Babanzade’yi: “Kuvvetli bir iman ve seciye sahibi, inandığına sonuna kadar sadık, riyasız halis bir Müslüman… Kaba sofuluktan arî salâbet… Edebiyat ve musikiden zevk alır. Hoş sohbet, bulunduğu mecliste meşrebine muarız adamlar olsa da onlara tatlı tatlı konuşur, zarif nüktelerle meclise şetaret verir… Soğukkanlılığını muhafaza eder, hissiyatına mağlup olmaz. El-hâsıl: bir insan-ı kâmil.” olarak görürdü. Yine Akif Babanzade’nin güvenilirliğine işaret ederek şöyle söylemiştir: “ Hamdi ( Elmalılı Hamdi Yazır) ve Naim, bunlar sika’dandır, ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil eder.” Ahmet Naim erbab-ı ilim ve irfanla teması pek severdi. Sormasan malumatını söylemeyen ve dinlemesini bilen bir insandı. İlmi derecesi çok yüksek, ilmiyle amel eden ve amelinde halis olan bir âlimdi. Medrese tahsili görmediğinden kendi kendini yetiştirmiştir. Arapçası, Farsçası ve Fransızcası mükemmeldi. Doğu ve Batı kültürünü tam manasıyla hazmetmiş bir insandı. Mithat Cemal onun hakkında şöyle diyor: “Başı iki kısımda: Şark, Garb. İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu. Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim şaşılacak kudretle nüfuz ediyordu; fakat bu filozoflar şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı.” Ahmed Naim’den söz eden biyografi ve hatırat kitaplarında, genellikle onun Arapça ve Fransızcaya olan hâkimiyetinden, bilgisinden, titiz bir araştırmacı oluşundan, dürüst ve samimi bir Müslüman oluşundan söz edilir. Dostları, meslektaşları ve öğrencilerinin onun hakkında yazdıklarına göre, Ahmed Naim, “selef-i salihin siretinde yaşamış”, varlığı ile iftihar edilecek, yaşayışı örnek alınacak bir insandı. Onun hem İslâmî ilimleri hem de Batı düşüncesini bilmesi fakat ondan etkilenmemesi, kendi dönemindeki aydınlar için oldukça etkileyici olmuştur. 

Şair Mithat Cemal Kuntay Ahmed Naim’in bir yandan ‘Le Temps’ gazetesini, diğer yandan Muhyiddin-i Arabî’nin, İmamı Müberred’in eserlerini okuduğunu belirterek, onun Batı düşüncesi karşısındaki sağlam duruşunu şöyle tasvir eder: “Başı iki kısımda: Doğu ve Batı! İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu: Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim, şaşılacak derecede nüfuz ediyordu; fakat bu filozoflar, şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı…” Onun hem Batı’yı hem de Doğu’yu bilmesini Kuntay, “kafası gavur, kalbi Müslüman” olarak tasvir eder.

Üniversite hocalığı yaptığı sıralarda akşamüzeri Beyazıt Camiî yanındaki “Küllük” kahvesinde dostlarıyla ilmî sohbetler yaparlardı. Bu sohbetlere zamanın tanınmış edipleri, şairleri, yazarları ve ilim adamları katılırlardı. Mehmet Âkif’le tanışması da burada olmuştu. Diğer dostları Mehmet Şevket Bey birlikte üçü bir araya gelip klâsik Arapça okumaları yaparlardı.

Naim’in dostları arasında Mehmet Âkif Ersoy’un özel bir yeri vardır. Bu mekânda sıklıkla bir araya gelir, politika, edebiyat ve diğer meseleleri konuşurlardı. İkisi de dairelerinden çıkınca, burada birbirlerini beklerlerdi. Âkif’i en çok etkileyen yönü, Batı düşüncesine vâkıf olmasına rağmen din konusundaki sağlam inancıdır. Âkif, Naim Bey’le tanıştığı sırada birçok mektepli genç gibi zihni, akidesi tereddütlerle dolu idi. Naim Bey’in kafasında ise şüphe denen nesne yaşayamazdı. Âkif, Naim Bey’le konuştuğu zaman farkına vardı ki, o kendisinden kat kat fazla Fransızca biliyor, kendi kadar da Arapça… Naim, Galatasaray Sultanisi’nden çıkarken Fransızca hocası ona on üzerinden dokuz puan vermişti ki, bu kadar yüksek puanı, mektebin tarihinde bu hocadan kimse alamamıştı ve bu hoca Fransız’dı. Fakat dokuz puan verilen bu Fransızca Naim’i değiştiremiyordu. Âkif, bu değişmeyen Naim’i seviyordu. İşte Âkif, karşısında böyle gerçek bir ilim adamı görünce ona âdeta vuruldu. Hint ve Mısır âlimlerinin eserleri kadar Avrupa kitaplarını da okuyan adamın beş vakit kıldığı namaz, Âkif için başka bir mânâ taşıyordu. Nitekim Âkif, daha sonra en çok sevdiği şiiri olan “Secde”yi en sevdiği bu dostuna ithaf edecektir. Naim deyince içimde bir yanardağ tüter diyen Mehmet Âkif için o, sikadandır, ne derse öyledir, sözü sened teşkil eder. Âkif’in “ashap’tan sonra en sevdiğim adam” dediği Naim’le dostluğu kırk iki sene devam etmiştir. Naim vefat ettiği gün Âkif, ‘Evim barkım yıkıldı, altında kaldım.’ diyecektir. 

Ahmed Naim’in bu örnek yaşantısı, dönemindeki birçok âlim ve aydın tarafından dile getirilmiştir. 
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’ye göre Naim Bey selef-i sâlihindendir, Asr-ı Saadet’ten bir parçadır. İlim, irfan, edep, ahlak, namus, şeref, kanaat… ne deseniz bütün faziletler onda mevcuttur. Çalışma arkadaşı ve aile dostu Muallim Cevdet, Naim Bey’in ahlâkî seciyesi hakkında şöyle demektedir: ….Kaba taassuptan kurtulmuş, temiz bir Müslüman örneği idi. Edebiyat ve musiki dostu idi. İmanında sabit idi, neye inanmışsa sonuna kadar sâdık kaldı. Onda riya veya kuru sofuluk gibi şeyler yoktu. Doğu’nun dinî feyzini Batı’nın fikirleriyle kaynaştırmıştı. Batı ilminin âşığı fakat pozitivizmin düşmanı idi.

Mehmet Âkif’in damadı Ömer Rıza Doğrul Ahmed Naim hakkında şunları yazmıştır: “Merhum kayınpederim Mehmet Âkif gerçi arkadaşlarını ayırdetmez ve hepsini severdi, fakat kalbinde Ahmed Naim’e ayırdığı yer muhakkak ki imtiyazlı idi. Onun için Ahmed Naim’in öldüğü haberini aldığı zaman hüngür hüngür ağlayacak derecede bu aziz dosttan ayrılışının acısını derinden hissetmişti. O zaman gönderdiği mektupta “Onun ölümünü haber aldığım anda, dünya başıma yıkıldı sandım.” diye yazdığını bizzat görmüştüm. Sarsılmaz bir seciye sahibi olmak, doğru olduğuna inandığı her şey üzerinde sebat etmek ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan yılmamak, daima doğruyu söylemek, bildiğini iyi bilmek ve bilmediğini öğrenmek ve çok çalışmak gibi meziyetlere sahip olan Naim, hak olduğuna inandığı yolda zerre kadar ayrılmayarak yaşamış ve öylece ölmüştür.”[120] Böylesi ilim erbabı bir düşünürün ölümüne ilişkin olarak dönemin muhtelif bazı gazeteleri çok kısa yer vermiş olup, dönemin mütefekkirleri arasında bir kaç yakın dostunun dışında ne yazık ki cenaze merasimine katılanlar olmamıştır. Ahmed Naîm, Edirne Kapı mezarlığında, M. Akif Ersoy’un yanına defnedilir.[121]

Bu alıntılarda, sadece şiirlerini ithaf ettiği iki zatın kendisi için ne anlam ifade ettiğinin özetine yer verdik. Kitaplarını ithaf ettiği şahsiyetler için ise kitap dolusu yazılsa yeridir. Mesela Safahat’ın altıncı kitabı Asım’ithaf ettiği Fuat Şemsi böyle bir şahsiyettir. Maarif Nezareti eski Orta Öğretim Genel Müdürlerindendir. Akif’i çok seven, açık ve doğru sözlülüğü ile de Akif’in kendisini çok sevdiği birisidir. Cumhuriyet döneminden sonra Mısır’da yaşamaya başlamış olan Abbas Halim Paşa’nın Türkiye’deki varidatını yönetmektedir. Âkif onu sadece “vefakâr” bir dost olarak değil, “hakikatli bir evlâd” olarak görmüştür. Fuat Şemsi, Âkif'in hastalığından vefatına kadar geçen sürede lâzım gelen bütün tetkik ve tedavi sürecini takip etmiş, şairin başucundan hiçbir zaman ayrılmamıştır. Âkif, ruhunu teslim ettiğinde başı Fuad Şemsi'nin dizlerindedir. Fuat Şemsi İnan, aynı zamanda vefatının ardından Akif’in naşını mezarına yerleştiren kişidir.[122] Keza Fatih Kürsüsünde kitabını ithaf ettiği Mithat Cemal de Akif hakkında en doyurucu bilgi veren kitaplardan birini yazmıştır. İthafların arkasındaki dostlukları ve hikâyeleri muhteşemdir.

SONUÇ

Akif kadar eserlerini bolca ithâf etmiş sanatçı azdır. Ama ithaf edilen şahsiyetler de son derece mümtaz kişilerdir. Devrinde bunca büyük şahsiyetin yetişmiş olması ve bunları Akif’in dostluk derecesinde, eserlerini, en önemli varlığını hediye edecek kadar yakından tanıması manidardır. Onun toplam 61 adet Doğrudan İthâf’ı mevcuttur. Secde de dâhil edilirse bu sayı 62’dir. Dolaylı İthâfları’yla birlikte sayı 97’ya çıkmaktadır. Sağlığında yayınlanan yedi kitabından altısını ithâf etmiştir. Şiirlerinde en fazla ithaf; Türk Ordusu, Emir Abbas Halim Paşa, Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Ali, Miralay İbrahim Bey, Hüseyin Avni, Şerif Muhittin, Okuyucuları ve kendisi için mevcuttur. Şehitler Abidesi, Karesi, Kasr-ı Gülşen şiirleri alışılmışın dışında şahsa değil bir coğrafyaya; yere (Şehitler Abidesi’ne, O günkü adı Karesi olan Balıkesir’e, Kasr-ı Gülşen’e) ithaf edilirken, Gayret’i Tebrik Sadedinde Gazel; bir kuruma, Gayret Gazetesi’ne ithaf edilmiştir; İstiklal Marşı, Cenk Şarkısı ve Üçüncü Ordu’ya şiirlerinin Kahraman Ordumuza, Kahraman Askerlerimize; Türk Ordusuna ithaf edilmesinde olduğu gibi. Eserlerini gerçekten sevdiği, beğendiği, takdir ettiği bir kişiye veya kuruma ithâf etmiştir. Zaten çok seçici ve çok zor beğenen ve kolay kırılan bir insandı. Dostluğu çetin’di. Asla bir kişiye yaranmak, onun konumundan menfaat elde etmek gayesiyle ithâf yapmamıştır. Hayatı da şiirleri gibi olan Akif’in ömrünce böyle bir şeye asla tevessül etmediği görülmektedir. Âkif, ithâflarıyla da önümüzde ölümsüz bir timsâl olarak durmaktadır.[123] Akif’in ilk şiir kitabı ve sonraki bütün kitaplarının toplamına ad olacak olan Safahat’ı “Evladım Mehmet Ali’ye yâdigâr-ı vedâdımdır” diyerek ithaf etmesi bize Asım adlı altıncı kitabını düşündürdü. Asım’da görmek istediklerini çok daha evvel Mehmet Ali’de görmek istemiş, ne yazık ki onu erken kaybetmişti. Özetlemek gerekirse Mehmet Akif, Safahat’ı, Safahat adıyla toplanan altı kitabını, Safahat’ta yer alan şiirlerini ve Safahat’ta yer almayan diğer bütün şiirlerini bir örnek teşkil etmesini istediği, örnek aldığı şahsiyetlere ithaf etmiştir. Bize bu şahsiyetleri araştırmak, öğrenmek ve onlar gibi olmak kalmaktadır.

KAYNAKLAR

Akkanat Cevat. İthâf  Timsali. 21 Şubat 2008, Milli Gazete http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ithf_timsli/9971#.U0KzhKh_tc0

Çeltik, Halit. Mehmet Akif’in Yakın Dostlarından Ömer Ferit Kam, 1. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu Bildirileri kitabı. 19-21 Kasım 2008, Mehmet Akif Üniversitesi, sf. 319-338 http://mehmetakif.edu.tr/files/2009sempozyumBildiri.pdf
Ersoy, Mehmet Akif. Safahat. Y. Haz. Necmettin Türinay. Gün. Türkç. Çev. Necat Çavuş, Ankara, TOBB Yayınları, 2011, 1397 sf. 
Gürlek, Dursun. Ayaklı Kütüphaneler. İstanbul, Kubbealtı Neşriyat. 4. bsk. 2008, 393 sf.

Küçükyıldız, Arslan. İki Kişi / İki Adam: Ahmet Cevad Ahundzade / Mehmet Akif Ersoy. Türk Dünyasını Işıklandıranlar Mehmet Akif Ersoy / Hüseyin Cavid Sempozyumu. 16-18 Mayıs 2013 Bakü, Azerbaycan. http://www.qu.edu.az/az/publications/Conference-materials/T%C3%BCrk-d%C3%BCnyas%C4%B1n%C4%B1-i%C5%9F%C4%B1qland%C4%B1ranlar%3A-Mehmet-Akif-Ersoy%2C-H%C3%BCseyn-Cavid-Beyn%C9%99lxalq-Konfrans%C4%B1n%C4%B1n-Materiallar%C4%B1-238.html
Karataş, Turan. Doç. Dr. Türk Edebiyatında İthâf Terimi Hakkında Bir Araştırma, Bilig Dergisi, Yaz 2002. Sayı 22, Sf. 87-105
Karlıova, Rüya. Metnin Gizli Anahtarı: İthâf. Kitap Zamanı, Sayı 39. 6 Nisan 2009 http://baysungur.blogcu.com/metnin-gizli-anahtari-ithâf/5319392




[1] Mehmet Akif  Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Üyesi, TRT Yapımcı Yönetmeni,
[2] Karataş, Turan. Doç. Dr. Türk Edebiyatında İthâf Terimi Hakkında Bir Araştırma, Bilig Dergisi, Yaz 2002. Sayı 22, Sf. 87-105; www.uludagsozluk.com ; Karataş, Turan. Edebiyat Terimleri Sözlüğü http://www.samanyoluhaber.com/bilgi/soru/Edebiyatta-İthâf-Ne-Demektir_1485/
[3] Karataş. a.g.m
[4] Karlıova, Rüya. Metnin Gizli Anahtarı: İthâf  http://baysungur.blogcu.com/metnin-gizli-anahtari-ithâf/5319392
[5] Karataş. a.g.site
[6] Karataş. a.g.site
[7] Karlıova. a.g.m.
[8] Karlıova. a.g.m.
[11] Karataş, Turan. a.g.site
[12] Karlıova. a.g.m.
[13] Ersoy, Mehmet Akif. Safahat. Yay. Haz. Necmettin Türinay. Gün. Türkç. Çev. Necat Çavuş, Ankara, TOBB Yayınları, 2011, 1397 sf.  (Bu yayında Akif’in sağlığında iken yayınladığı tek eseri olan Safahat’ın yayınlanmasından önce veya sonra kaleme alınıp da Safahat’a dâhil edilmemiş, bilinen, şimdiye kadar bulunabilen bütün şiirleri mevcuttur. Ancak tenkide muhtaç olduğu açıktır: İçindekiler kısmı dahi unutulmuştur.)
[14] Karataş, Turan. a.g.m
[15] Akkanat a.g.m.
[16] Türinay. Sf. 460
[17] Türinay. Sf. 694, 706
[18] Türinay. Sf. 818
[19] Türinay. Sf. 918
[20] Türinay. Sf. 1022
[21] Türinay. Sf. 1166, 1296
[22] Akkanat Cevat. A.g.m. ve Türinay. Sf. 1344
[23] Türinay. Sf. 76, 450
[24] Türinay. Sf. 86
[25] Türinay. Sf. 222
[26] Çakır, Ömer. Mehmet Akif’in Hersekli Arif Hikmet İçin Yazdığı Bir Mersiye. http://eprints.ibu.edu.ba/2295/
[27] Türinay. Sf. 232
[28] Türinay. Sf. 418
[29] Türinay. Sf. 446
[30] Türinay. Sf. 454
[31] Türinay. Sf. 582
[32] Türinay. Sf. 596
[33] Türinay. Sf. 614
[34] Türinay. Sf. 624
[35] Türinay. Sf. 638
[36] Türinay. Sf. 780
[37] Türinay. Sf. 958
[38] Türinay. Sf. 966
[39] Türinay. Sf. 1002
[40] Türinay. Sf. 1238
[41] Türinay. Sf. 1256
[42] Türinay. Sf. 1276
[43] Türinay. Sf. 1320
[44] Türinay. Sf. 1332
[45] Türinay. Sf. 1341
[46] Türinay. Sf. 1375
[47] Gürlek, Dursun. Ayaklı Kütüphaneler. İstanbul, Kubbealtı Neşriyat. 4. bsk. 2008, Sf. 150
[48] Türinay. Sf. 474
[49] Türinay. Sf. 690
[50] Türinay. Sf. 1184
[51] Türinay. Sf. 1312
[52] Karataş, Turan. a.g.m.
[53] Türinay. Sf. 72
[54] Türinay. Sf. 85
[55] Türinay. Sf. 138
[56] Türinay. Sf. 240
[57] Türinay. Sf. 290
[58] Türinay. Sf. 344
[59] Türinay. Sf.540
[60] Türinay. Sf. 360, 546
[61] Türinay. Sf. 1204
[62] Türinay. Sf. 1206
[63] Türinay. Sf. 1234
[64] Türinay. Sf. 1250
[65] Türinay. Sf. 1268
[66] Türinay. Sf. 1292
[67] Türinay. Sf. 1314
[68] Türinay. Sf. 1328
[69] Türinay. Sf. 1344
[70] Türinay. Sf. 1348
[71] Türinay. Sf. 1364
[72] Türinay. Sf. 1366
[73] Türinay. Sf. 1372
[74] Türinay. Sf. 1388
[75] Türinay. Sf. 1318
[76] Türinay. Sf. 1390
[77] Türinay. Sf. 1394
[78] Türinay. Sf. 1396
[79] Türinay. Sf. 560, 570, 628
[80] Türinay. Sf. 156
[81] Türinay. Sf. 164
[82] Türinay. Sf. 172
[83] Türinay. Sf. 178
[84] Türinay. Sf. 184
[85] Türinay. Sf. 200
[86] Türinay. Sf. 246
[87] Türinay. Sf. 292
[88] Türinay. Sf. 336
[89] Türinay. Sf. 366
[90] Türinay. Sf. 374
[91] Türinay. Sf. 378
[92] Türinay. Sf. 382
[93] Türinay. Sf. 1358
[94] Türinay. Sf. 1386
[95] Türinay. Sf. 1318
[96] Türinay. Sf. 1320
[97] Türinay. Sf. 1326
[98] Türinay. Sf. 154
[99] Türinay. Sf. 372
[100] Türinay. Sf. 1212
[101] Türinay. Sf. 1214
[102] Türinay. Sf. 1322
[103] Türinay. Sf. 1354
[104] Türinay. Sf. 1392
[105] Türinay. Sf. 102
[106] Türinay. Sf. 162
[107] Türinay. Sf. 268
[108] Türinay. Sf. 412
[109] Türinay. Sf. 1252
[110] Türinay. Sf. 406
[111] Türinay. Sf. 1190
[112] Türinay. Sf. 1198
[113] Türinay. Sf. 1242
[114] Türinay. Sf. 1224
[115] Küçükyıldız, Arslan. İki Kişi / İki Adam: Ahmet Cevad Ahundzade / Mehmet Akif Ersoy. Türk Dünyasını Işıklandıranlar Mehmet Akif Ersoy / Hüseyin Cavid Sempozyumu. 16-18 Mayıs 2013 Bakü, Azerbaycan.
[117] Çeltik, Halit. Mehmet Akif’in Yakın Dostlarından Ömer Ferit Kam, 1. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu Bildirileri kitabı sf. 319-338 http://mehmetakif.edu.tr/files/2009sempozyumBildiri.pdf
[118] Çeltik. a.g.m.
[122] Türinay. Sf. 1022
[123] Akkanat. a.g.m.

Not: Bu tebliğ 12-18 Mayıs 2014 tarihleri arasında Tataristan'ın başşehri Kazan'da yapılan Türk Dünyasını Aydınlatanlar; Mehmet Akif Ersoy-Abdullah Tukay Sempozyumunda sunulmuştur.
Bu Sempozyumun Bildiriler Kitabı için tıklayınız.