7 Mayıs 2014 Çarşamba

Uyku

Baharın ilk günleriydi. Güneş ışıklarını olanca güzelliğiyle yayıyordu. Soğuk kış günlerinin kendisini yorduğunu düşündü. İhtiyar sahibi de kendisi gibi bu kış çok üşümüştü. Birlikte kalorifer petekleriyle arkadaş olmuşlardı.
Sabahları erken kalkmaya alışkın olan Mürüvvet Hanım, soğuk kış günlerinde yataktan daha geç çıkıyordu. Kapıcıdan ekmeğini sütünü alıyor, çay suyunu ocağa koyduktan sonra yeniden yatağına giriyordu. Çay suyu kaynayıncaya kadar birlikte yatak keyfi yapıyorlardı. O sahibinin yanına sokuluyor, mırıl mırıl sevgisini fısıldıyordu. Mürüvvet Hanım da onun başını okşar, onunla dertleşir, çocuklarının vefasızlığını anlatırdı. Ölen kocasını anıyordu çokça. Birbirlerinden başka sığınacakları kimseleri yoktu. Kalkıp kahvaltı yapıyor, sonra pencerenin önünde telaşla okula, işe, sağa sola gidenlere bakıyorlardı.
Mürüvvet Hanım, uzun zaman önce kaybettiği kızı yerine Tekir’i koymuştu. Küçücük bir yavru iken onu sokaktan alıp beslemiş, büyütmüştü. Şimdi can yoldaşı olmuştu. Günleri birlikte geçiyor, birlikte yemek yapıyorlar, birlikte televizyonun karşısına geçiyorlardı. Sadece emekli aylığını almak için evden dışarı çıkıyor, alışveriş yapıyor, gelirken mutlaka kasaba uğrayıp Tekir’e ciğer getiriyordu. Ekmeğini, sütünü ve diğer ihtiyaçlarını Kapıcı Salim Efendi alıveriyordu.
Son zamanlarda Mürüvvet Hanım’ın pek keyfi yoktu. Az yiyor, az konuşuyor, çokça uyuyordu. Sokağa çıkmaz olmuştu. İlaçlarını bile ihmal ediyordu. Tekir, kendince ilaçlarını ona hatırlatmaya çalışıyordu.
Mürüvvet Hanım’ın tek derdi kapı komşusuydu. Kocaman bir köpeği olan genç bir adam yaşıyordu karşı dairede. Mürüvvet Hanım da kulakları biraz ağır işitmesine rağmen komşusunun köpeğinin sesini duyar ve “Tövbe, tövbe... Evde köpek beslenir mi hiç?” diye kendi kendine söylenirdi. Adam, her sabah Zeytin diye çağırdığı köpeğini yürüyüşe çıkarırdı. Zavallı köpek, suratsız sahibinden bunalmış olarak yürüyüş saatlerini bekler, durmadan havlardı. Kapıdan çıkar çıkmaz yine havlayarak merdivenlere atılır, merdivenden çıkanlara filan aldırış etmez, onları korkuturdu.
Doğrusu Tekir da çok korkardı bu sesten. Yumuşacık tüyleri diken diken olurdu. İçgüdüleri, komşunun köpeğinden uzak durmasını söylüyordu. Onun tehlikeli olduğunu bilecek kadar yaşlanmış, güngörmüştü. Bir keresinde Mürüvvet Hanım kapıcıya para vermek için kapıyı açık bırakarak içeri girmişti. Tekir da ortalığı kolaçan etmek için kapıya çıkmıştı. O sırada karşı dairenin kapısı açılmış, Zeytin ve sahibi yürüyüşe çıkıyorlardı. Zeytin, Tekir’i görünce öyle bir havlamıştı ki, korkudan Mürüvvet Hanım’ın yatağının altına kaçmış, günlerce kendine gelememişti.
O sabah uzun uzun çalan kapının sesiyle uyandı. Mürüvvet Hanım çok derin bir uykuda idi. Tekir kendi kendine “Son zamanlarda iyice tuhaflaştı, durmadan uyuyor!” dedi. O’nu rahatsız etmeden, ayakucunda kıvrıldığı yerden doğruldu. Gerindi. Kuyruğunu yukarı kaldırdı. Kulaklarını dikip etrafı dinledi. Her şey yerli yerinde gibi gözüküyordu. Birden çok acıkmış olduğunu hissetti. Hanımını uyandırmalı, ocağa çay suyunu koymasını ve sonra yatağına dönmesini, ardından da kahvaltıyı hazırlamasını beklemeliydi. Bir an önce uyandırmak için miyavladı. Mürüvvet Hanım’da hiçbir canlılık yoktu. O’na bir oyun oynamak istedi. Yorganın dışına çıkmış ayağını yaladı. Ayağının altına dokununca gıdıklandığını biliyordu. Oldum olası ayakları soğuk olurdu, yine öyleydi. Kıpırdamıyordu. Hanımına ne oluyordu böyle? Telaşla miyavlamaya başladı:
“Hadi Uyan Mürüvvet Anne!”
Sonra başının yanına yaklaştı. Ayacıklarıyla yüzünü iki yana salladı. Mürüvvet Hanım’da bir hareketlenme olmadı. Tekir olağanüstü bir şey olduğunu anlamıştı. Yüzünü yaladı. Her zamanki sıcaklığından eser yoktu. Mürüvvet Hanım’ın yüzü buz gibiydi. Ağır bir hastalık mı geçiriyordu acaba? Yoksa...
Birilerini acilen yardıma çağırması gerektiğini düşündü. Pencerenin pervazına zıpladı. Sokaktan geçenlere kendini gösterebilmek için boyunu olabildiğince yükseltmeye çalıştı. “Miyav, miyav.” diye bağırıyor, iki yanına gidip geliyor; “Ey insanlar, sahibim Mürüvvet Anne’ye bir şey oldu, gelin yardım edin!” demek istiyordu. Üçüncü kattaki dairenin penceresinden kendisini kim görüp yardıma koşardı ki? Bunun imkânsızlığını anlayınca telaşla kapıya koştu. Olabildiğince yüksek sesle miyavlamaya başladı. Kapının koluna sıçradı “Son zamanlarda iyice unutkan oldu, belki kilitlemeyi unutmuştur!” diyerek, ama açamadı. İnsanlar çok acımasız oluyorlar, sadece kendilerine göre yaşıyorlardı. Evlerinde besledikleri can yoldaşlarını, hayvanlarını düşünemiyorlardı. Tamam, hırsızlardan korkuyorlardı ama onların da bu evde yaşadığını unutuyorlardı. Ya hemen dışarı çıkmaları gerekse? Evde yangın çıksa, havagazı patlasa nasıl kaçacak, kurtulacaklardı? İşte, bütün zorlamalarına rağmen kapı açılmıyordu, kilitliydi. Kapıyı tırmalıyor, bütün gücüyle miyavlıyor ama kimse de duymuyordu.
O sırada karşı daireden Zeytin’in havlamalarını işitti. Galiba sahibiyle yürüyüşe çıkacaklardı. Tekir, sesinin son kuvvetiyle miyavlamaya başladı. Karşı kapının açıldığını duydu. Bir yandan kapıyı tırmalıyor, bir yandan miyavlıyordu.
Zeytin, her zaman olduğu gibi kapıdan çıkar çıkmaz merdivene fırlamadı. Karşı dairenin kapısına yöneldi. Tekir’in acı acı miyavlamasını duymuştu. O da sahibini komşu kapıya doğru çekiştirirken havlamaya başladı. O kapının dışından havlarken, Tekir de içeriden miyavlıyordu. Sahibi Zeytin’in zincirini çekiştiriyor, tasması boynunu sıksa da köpek havlamaya devam ediyor, kapıdan ayrılmıyordu. Genç adam tedirgin oldu. Köpeği hiç böyle yapmazdı. Geçerken Kapıcı’ya komşusunu sormaya karar verdi. Yumuşak bir sesle “Zeytin, hadi oğlum, işe geç kalacağım, çabuk ol!” dedi. Merdivene yöneldiler.
Onların sesleri uzaklaşırken Tekir son gayretiyle miyavlıyor,  kapıyı tırmalıyordu. Komşu köpeğin sesinden korktuğu için sesi kısılmış, daha da boğuk çıkmaya başlamıştı. İnsanların ağlarken çıkardığı seslere benziyordu sesi ama yine de miyavlamaya devam etti. Bir şekilde komşulara haber vermeliydi. Apartmanda çoğu kimse çalışıyor, pek azı da ne olup bittiğiyle ilgilenmiyordu. Miyavlamasını “Ya kimse duymazsa?” korkusuyla daha da arttırdı. Bir yandan da başka neler yapabileceğini bulmaya çalışıyordu. Yine de bıkmadan miyavlamaya devam etti.
Biraz sonra komşularının ve kapıcının sesini duydu. Zili uzun uzun çaldılar. Kapıyı yumrukluyorlardı. Açabilseydi açacaktı ama elinden miyavlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Sonra “Polis’e, Hızır Acil’e ve bir de çilingire haber vermek lazım!” diye kendi aralarında konuştular. Galiba Mürüvvet Hanım’ın evinde olağanüstü bir şeyler olduğunu onlar da anlamıştı.
Çabalarının sonuç verdiğine sevinen Tekir, Mürüvvet Hanım’ın yanına döndü. Çok yorulmuştu. Tırnakları kapıyı tırmalarken öyle çok acımıştı ki. Ama şimdi bunun ne önemi vardı. Mürüvvet Hanım orada öylece yatıyordu. Başucuna vardı. “Merak etme şimdi birileri gelecek, sana yardım edecek.” dercesine miyavladı. Sahibi, anne gibi sevdiği kadının orda hareketsiz yatması onu perişan etmişti. Bir an kendisi de olmasa Mürüvvet Hanım’ın ne yapacağını düşündü? Onunla kimse ilgilenmez, onu uyandırmaz, ilaç saatlerini hatırlatmaz, hüzünlü anlarında yanında olmazdı. Yapayalnız kalacaktı. Mürüvvet Hanım’ın kızları Gamze ve İlke’ye onu böyle yalnız bıraktıkları, arayıp sormadıkları için kızıyordu. Eskiden, güzel günlerde, sıkça gelip gittikleri halde neden iyice yaşlanınca arayıp sormaz olmuşlardı? Mürüvvet Hanım’ın bembeyaz yüzüne bakarken ilk fırsatta onların yüzlerini tırmalamaya karar verdi.
Mürüvvet Hanım niye uyanmıyordu? Öyle kıpırdamadan duruyordu! Neden vücudu soğuktu? O güler yüzlü, sevecen kadın neredeydi? Bir an sahibinin uyandığını ve mutfaktaki ocağa çay suyu koymaya gittiğini hayal etti. Ne güzel olurdu. Birlikte kahvaltı ederlerdi. Karnı da çok acıkmıştı. Sürekli miyavlamaktan ağzı kurumuştu. Kapıcıyı düşündü. Aralarında bir şeyler konuşup ortadan kaybolmuşlardı. Hanımı için birilerinin geleceğini düşünerek sabırla beklemeye başladı. Mürüvvet Hanım’ın başında beklediği dakikalar uzadıkça uzamaya başlamıştı. Düşünecek çok vakti vardı. Acı tatlı hatıraları aklına geldi. İlk tecrübeleri... İlk fare tutuşu... Mürüvvet Hanım’ın nasılsa yatak odasına giren bir fareyi görür görmez yatağının üstüne korkuyla çıkışını, onu bu korkusundan kurtarışını hatırladı.
O’nu ilk gördüğü günü unutabilir miydi? Annesinin sütü kesilmişti ve onu doyuracak kadar kuvveti yoktu. Onun için Tekir’i bir kenara bırakmıştı. Mürüvvet Hanım onu bulmuş, sevmiş ve evine getirmişti. Çocukları, eşi de sevinç içinde ilgilenmişlerdi onunla. Sonra onların birer birer evden ayrıldıklarını hatırladı. Önce Mürüvvet Hanım’ın kocası gitmişti evden. Bir trafik kazasından bahsedilmişti o günlerde. Sonra kızlar evlendiler, ortadan kayboldular. Bir süre sonra çocuklarıyla birlikte dönmüşlerdi. Çocuklara bakmıştı Mürüvvet Hanım. Ne sevimsiz çocuklardı öyle! Durmadan tüylerini, kuyruğunu çekiştiriyorlar, rahat yüzü vermiyorlardı. Onlara güzel bir ders verdiği günü düşündü. İncitmek istemese de tırnaklarını azıcık çıkararak ayacığıyla onlara dokunmuş ve “Bana fazla dokunmayın!” demek istemişti. Mürüvvet Hanım ilk ve son kez O’na kızmıştı. Sonra çocuklar büyüyünce pek az kimse gelir olmuştu hanımının yanına. Mürüvvet Hanım en çok buna üzülür; “Nerde o eski büyük aileler; anne, baba, büyükanne, büyükbaba, hala, amca, teyze, dayı hep birlikte yaşardık. Ne güzel günlerdi onlar. Gençliğinde de ihtiyarlığında da kimse yalnız kalmazdı!” derdi.
-Ah Mürüvvet Anne. Neden öyle yatıyorsun? Hadi kalk, hadi, korkuyorum! diye miyavlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Onun bu acıklı miyavlama sesine kapıdaki gürültüler karıştı. Komşular gelmişti herhalde. Kapının zili yeniden çalınmaya başladı. Yabancı sesler de vardı. Dış kapıda tıkırtılar artmıştı ama O sahibini bırakıp gitmek istemiyordu. Başını Mürüvvet Hanım’ın yanağına yaslamıştı. Keşke yapabileceği bir şeyler olsaydı. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kapıdaki seslere kulak kesildi. Zeytin de havlıyordu işte. Bir an yine korktu. Sonra “Mürüvvet Hanım!” diye seslenen adamlar içeri girdi. Odaları araştırdılar. Onlara yatak odasında olduklarını anlatmak için acı acı miyavladı. Aksi gibi komşularının köpeği Zeytin de sahibiyle odaya girmişti. Ona aldırış etmedi, Mürüvvet Hanım’dan başka bir şey düşünecek halde değildi. Eve gelip sahibinin durumunu anlamaya çalışanlara miyavlayarak acele etmelerini söylemeye çalıştı bir süre.
Hızır Acil’den geldiğini ve doktor olduğunu söyleyen kişi “Üzgünüm, yapacak bir şey yok; öleli altı saat olmuş!” dedi ve ekledi: “Hepimiz bir gün öleceğiz. O hayatını yaşadı ve öldü. Allah rahmet eylesin. Sizin de başınız sağ olsun!”
Tekir, bu sözün anlamını Mürüvvet Hanım evden üstü örtülmüş olarak bir sedyeyle götürülürken daha iyi anladı. Nedense etrafında miyavlayarak fır döndüğü sedyeden onu uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Mürüvvet Hanım ışıkları yanıp sönen bir arabaya konup kapısı kapandığında dostunu, anne gibi sevdiği bu iyi kalpli kadını bir daha göremeyeceğini düşündü. Sonra adeta olduğu yere yığıldı. Araba gözden uzaklaşana kadar miyavlamaya devam etti. Miyavlaması insan sesine benzediği için sokaktan geçenlerin de dikkatini çekiyordu. Kapıcı ne olduğunu merak edenlere Mürüvvet Hanım’ı ve Tekir’i anlatıyordu. 
O sırada annesiyle oradan geçen Beyza gördü onu. Geldi. Kucağına aldı. Sevdi, okşadı. Tekir’in tam da şefkate ihtiyacı olduğu bir anda Beyza çıkagelmişti. Annesine döndü:
- Anne, bu kedi benim olabilir mi?
- Sahibi kim acaba? Pek sokak kedisine benzemiyor. Çok güzel bir kediymiş. Ankara kedisi galiba; bir gözü mavi, bir gözü yeşil baksana!
- Anne. Ne olursun benim kedim olsun o. Ben ona bakarım.
Birlikte Kapıcı’nın yanına gittiler. Kapıcı, çocuğa ve annesine uzun uzun bir şeyler anlattı. Tekir o kadar üzgündü ki onların ne konuştuklarını dinlemedi bile. Kendi kendine “Mürüvvet Hanım çok iyi bir insandı, kimseye bir kötülüğü olmamıştı. İnsanları çok severdi. Beni de hiç kırmadı.” diye düşünüyordu. Biraz sonra Beyza onunla konuşmaya başladı:
 - Bundan sonra sen bizimle yaşayacaksın, bizim kedimiz olacaksın. Kapıcı anlattı;  sen iyi bir kediymişsin, bizim evimizi de çok seveceksin...

Tekir, yaşadıklarını anlatmak istercesine mırıldandı. Öyle yorgundu ki, çocuğun kucağında Mürüvvet Hanım’ın kucağındaymış gibi uyuyakaldı. 

1 yorum:

  1. Atalay Yağmur Beyin Yorumu: Harika bir hikaye olmuş. Elinize sağlık. Çok içten yazılmış. Ne söylenir ki? Güzel. Güzel. Güzel. O kadar işte.

    YanıtlaSil