22 Aralık 2014 Pazartesi

Satranç Taşlarında Güneş


Makale için Bakınız:
https://www.academia.edu/9419654/Satran%C3%A7_Ta%C5%9Flar%C4%B1nda_G%C3%BCne%C5%9F

19 Aralık 2014 Cuma

İskender Altındiş Beyin Satranç Makalesi ile ilgili yorumlar

  • Sema Yakıcı ÇOK TEŞEKKÜR EDERIM (bende hep merak ettim )okullarda felsefe mantık okutulmazsa işte bu hale geliriz...
  • İskender Altındiş Çok doğru söylediniz.
  • TC Çağrı Çeliköz Peki piyonun vezir oluşunu nasıl açıklıyorsunuz?
    Bu bir ihtilal midir yoksa herkesin öldüğü savaşta çavuşların komutan oluşu mudur yoksa düşmanın cephe gerisine giren askerin terfisi ödülü müdür?
  • İskender Altındiş Güzel soru ve bence güzel bir yorum. Bence cephe gerisine giren askerin terfisi ödülü, en uygun olan açıklama. Bunun üzerinde fazla düşünmedim, çünkü eski satrançta terfi nasıldı, tam emin değilim. 

    Yine de bildiğim kadarını yazayım. Son kareye çıkan 
    Piyonların istedikleri taş olabilmesi seçeneğinin, Avrupalıların satrançta yaptığı değişikliklerden olduğu söyleniyor. Eski satrançta ise, diyelim ki At'ın önündeki Er son kareye çıkarsa, At olurmuş. Fil önündeki Er de Fil. Bildiğim kadarıyla, Anadolu'da satrancı hâlâ buna göre oynayanlar var. Ama burada benim kafamı kurcalayan üç şey var: 1) Şu bağlantıda, Osmanlı döneminde oynanan eski satrançtaki taşların değerleri gözüküyor:http://9eylulsatranc.org/files/shs08.jpg. Göreceğin gibi, ortadan kanatlara gittikçe Erlerin değeri azalıyor. Her ne kadar satrançta merkezi ele geçirmek önemliyse de, kanatlardaki Erler son kareye çıktığında daha güçlü taşlar oluyorsa, benim mantığıma göre bu tablo böyle olmamalıydı. En azından Kale'nin önündeki Er, At'ın önündekinden daha değerli olmalıydı. 2) At'ın önünde başlayan Er, Fil sütununda son kareye çıkarsa At mı olurdu, Fil mi? 3) Şah'ın önündeki Er son kareye çıkarsa ne olurdu? Bu konu, iyi bir araştırma istiyor. 

    Bağlantısını verdiğim yazıda, Şevki Hacıoğlu, satrancın Hindistan'da doğduğu söylemine göre hareket edip, bunu Hindistan'daki yenidendoğuş inancıyla örtüştürerek, satrançtaki Piyonların bu son kareye çıkış konusunu, yenidendoğuşla açıklıyor. Belki de dediği doğrudur, ama ben bu görüşe katılmıyorum. Doğru veya yanlış, sonuçta gerçekten de çok hoş bir yaklaşım. Böyle ilginç yaklaşımları bilmek, insanın zihnini açar. Aşağıda, o bölümü alıntılayacağım. Ama öncesinde şu bilgileri de eklemeden geçemeyeceğim: Brahmanlar, Hindistan'a giren Türkler'dir. Yeniden doğuş, gerçekte bir Türk felsefesidir. Kutsal Üçleme, yine bu felsefe doğrultusunda tek Tanrılı bir üçlemedir. Türklerin, Tanrı'dan geldiği ve mükemmelleşince yeniden dünyaya gelip en sonunda yine Tanrı'ya dönecekleri inancının ürünüdür. Bu doğrultuda, Kutsal Üçlü'den birincisi Tanrı, ikincisi dünyada yaşayan insan, üçüncüsü de öldükten yeniden dünyaya gelip bedene kavuşuncaya kadarki kutsal ruh durumudur. Türkler, gittikleri ve uygarlığını oluşturdukları coğrafyalara Kutsal Üçleme inancını da götürmüştür. Ama her bir coğrafyadaki halk, bu inancı zamanla kendine göre değiştirmiştir. Bu yüzden, Hindistan'daki, Mısır'daki, Avrupa'daki Kutsal Üçlemeler'in hepsi de birbirinden farklıdır. Türklerinki zaten hepsinden farklıdır.

    Şevki Bey'in yazısından yapacağım alıntı, şu:

    "Hint dini olan Brahmanlık, yüzyıllardır süren bir Hindu dini olmuştur. Bu din üç tanrı (Brahma, Vişnu, Siva) esasına dayanır. Bu Hint teslisinde (üçlemesinde), Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu, Siva ise yıkıcı tanrı olarak nitelenir. Brahman inancına göre, insan öldükten sonra yok olmamakta, kendine başka bir bedende yaşam bulmaktadır. Yeniden doğuş (reenkarnasyon) olarak bilinen bu inanışa göre, öldükten sonra insanın hangi bedene gireceği, davranışlarına ve kast kurallarına uymasına bağlıdır. Bu anlayışa göre ölüm yok olmak değil başka bir bedene geçiştir. Dinsel yasalarla çevrilmiş bu kast düzeninde, her kötü davranış ceza, her iyi davranış ödül kazanmaktadır. Alt kasttan biri, yasaya uymaz ya da bozarsa, daha aşağıya, merdivenin daha alt basamağına düşer hatta hayvana dahi dönüşebilirdi. En üst kastta olanlar ise, iki kez doğanlar diye adlandırılıyordu. Bu inanışa göre bir Raca, görevlerini layığıyla yerine getirebilirse, bir ilah olabilirdi. Aşağı kastta olanların da yukarı çıkmak için bir nedenleri vardı. İtaatkâr ve uysalca davranarak kastının tüm kural ve davranışlarını uygulayıp hizmet ederlerse, daha yüksek bir kastta yeniden doğup yeni bir kimliğe bürünebilirlerdi.

    Yaygın olan inanışa göre, bir Brahman rahibin, hükümdarı (Raca) eğlendirmek için icat ettiği sanılan çaturanga oyununda, bu kast sisteminin aynen yansıtıldığı söylenebilir. Öyleyse, satranç tahtasındaki taşların dizilişini de bu açıdan değerlendirebiliriz. Brahman – Raca ikilisi ve savaşçılar tahtanın ilk sırasında yer alırken, alt sırada halk; pek çok, kalabalık olarak piyonlarla sembolize edilmiştir. Kurallar gereği, oyunda görevini kusursuzca yerine getiren piyon, son yatayda yeniden doğup yeni bir kimliğe bürünerek bir üst sınıfa terfi edebilir."


    9eylulsatranc.org
  • TC Çağrı Çeliköz Ben satrançın bilge generaller ve savaş filozofları tarafından bir nevi eğitim ve mantık geliştirme aracı olarak çıkarıldığını düşünüyorum ki zaman içinde gelişerek ülkeler tarafından millileştirilerek bugüne gelmiştir. 
    Yani dini temellendirmeler vs. de toplumların bu oyunu içselleştirmeleri sonucu ekledikleri hoş fakat boş hikayelerden ibarettir kanımca.
  • İskender Altındiş Vezir çıkmak konusunda asıl yazmam gerekeni unutmuşum. Satranç, sıfırdan oluşturulmuş bir oyun değil, önceki oyunların evrilmesiyle oluşmuş bir oyun. Satrancın geçmişinde hiç kuşkusuz, dama da var. Damada da son kareye çıkan taş, Dama olur. Satranca da böyle geçmiş olsa gerek. 

    Arslan Küçükyıldız, paylaştığım Mangala yazısında bu konuya çok iyi değinmiş (http://arslanevi.blogspot.com.tr/.../satrancin-atasi-olan...): 

    1) "Türk Mangalası’nda özel taşlar görülür. Yine bazı taşlar, sıradan bir taş iken oyundaki durumu ile özel taş konumuna geçer. Bu durum Dama ve Satranç oyunlarında sıradan taşların önemli taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır." 

    2) "Türk Zekâ Oyunlarının (3 Taş, Dokuz Taş veya Dokurcun, 12 Taş oyunları ile Mangala, Dama Satranç vb.) çok önemli bir ortaklığı ve benzerliği vardır. Üç Taş oyununun gelişmişi olan Dokuz Taş oyununda 3 taşı kalan oyuncunun üç taşı da uçabilme özelliği kazanıp oyun tahtasının istediği yerine konabilmektedir. İşte bu kural Türklerin buldukları dâhice bir kuraldır. Bu kural, Mangala Oyununda kuyulardaki taşlar belli bir sayıya ulaştırıldığında (3, 4, 5), kuyunun içine farklı renkteki bir taşı, kemiği veya Tuzdık’ı koyabilme kuralına benzemektedir. Bu taşın konduğu kuyu kapanır veya kuyuya düşen her taşı alabilme imkânı doğar. (Satrançtaki vezir gibi bir güç yüklenir.) Kurt-Koyun Oyununda koyunlar karşı kıyıya ulaştığında her yöne hareket edebilme kabiliyeti kazanır. Kurt-Koyun oyununun gelişmişi olduğunu düşündüğümüz Dama oyununda son çizgiye ulaşan taşınız farklı bir özellik kazanır (Önünde taş yoksa uçabilir.) Tıpkı Satrançta olduğu gibi: Satrançta piyonunuzu son çizgiye ulaştırdığınızda istediğiniz oyuncuya dönüşür. Mevcut bir oyuncunun veya savaşçının, oyunun veya savaşın durumuna göre birdenbire farklı bir güç, ruhi bir destek kazanması savaşın çehresini değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu taktik savaş sanatını iyi bilen Türkler tarafından sık sık kullanılmış olmalıdır. Yakından bakıldığında Türklerin Üç Taş, Dokuz Taş, On İki Taş, Mangala, Tavla, Dama, Kurt-Koyun ve Satranç gibi oyunları şüphe yok ki birer savaş oyunudur."

    Dama konusunda çok ilginç bir durum daha var. Almanlar Vezir'e "Däme" der. "Hanım" demekmiş. İspanyollar ve bazı Avrupa ülkeleri de Vezir için aynı kökten gelen sözcüğü kullanır. 

    Avrupa'da Vezir'e Kıraliçe denmesi, erkek olarak doğduğu söylenen taşın (bence en başından itibaren Hatun olarak kadın doğdu) cinsiyet değiştirmesi konusunda yapılan açıklamalar doyurucu ve inandırıcı değil, üstelik de çelişkili. Dama oyununda son kareye çıkan taşın dama adıyla ve büyük olasılıkla Hanım anlamında anılması, gerçekten de çok ilginç. Bu da benim Vezir adlı taşın aslında daha en başında Hatun olarak doğduğu biçimindeki düşüncemi güçlendiriyor.

    arslanevi.blogspot.com
    Makalede zikrettiğim resimleri şimdilik sayfaya yerleştiremedim. Teknoloji özürl... Devamını Gör
  • Leyla Aksan Çok akıllıca bir yorum ve irdeleme , eline sağlık
    Tekrar okuyup paylaşmalıyım bunu
  • Mihri Döymaz Abi yazı çok uzun okumadım ama hani piyon tam karsiya geçince istediğimiz bir taşimizi geri alabiliyoruz ya onun. Nedeni ne acaba. 
  • İskender Altındiş Mihri'cim, o konuyu yorum bölümünde yazıştık. Son yazdığım yorumda Arslan Bey'den aktardığım bölümler önemli ve aradığın yanıt orada.

SATRANÇ VE DON DEĞİŞTİRME (KABULGAN)


Arslan Küçükyıldız

ÖZET
Satranç oyun tahtası üzerinde, adım adım giden satranç taşları olduğu gibi uçarak giden oyun taşları da bulunmaktadır. Bu taşlar neden uçarak oynanmakta, uçmakta veya belli bir konuma gelen piyon, şekil veya kılık değiştirerek niçin vezir veya başka bir oyuncu olabilmektedir? Türk kültüründeki don değiştirme ve uçma konusu ile satrançtaki bu don değiştirmenin ve uçmanın bir ilgisi olabilir mi? Çalışmamızda bu sorulara cevap aranmaktadır. Konuyla ilgili kavramları ele aldıktan sonra kültürümüzdeki karşılıklarına ve yaygınlığına bakarak Uçma ve Don Değiştirme(Kabulgan) ile Satranç taşlarının uçarak oynanması ve piyonun istenen taşa dönüşmesi ilişkisini ortaya koymaya çalışacağız.

METAMORFOZ
Maddenin fiziki ve kimyasal değişimi, biyolojide metamorfoz olarak bilinen şekil değiştirme ve tasavvuftaki Don Değiştirme konumuz açısından açıklanmaya muhtaç kavramlardır. Canlıların içinde, özlerinde, daha sonra başka bir dönüşüme uğrayacağı bilgisi saklıdır. Her tohumun kendi içinde özünde, bir gün karanlık toprak altından gün ışığına çıkarak büyüyeceği, dallanıp budaklanacağı ve yüzlerce meyve verecek olgun bir ağaca dönüşeceği bilgisi saklıdır. Çok küçük bir tane tohum bunu bilmektedir. Özünde bu bilgiyi taşımaktadır. Su içinde bir larva iken içinde “daha sonra karada yaşayan bir kurbağaya dönüşeceği” bilgisinin saklı olması metamorfozdur.
Fiziksel değişim, şekil ve dış görünümün değişmesi anlamına gelir. Fiziksel değişimde, değişime uğrayanın sadece şekli, rengi, görüntüsü değişmekte “kimliği” değişmemektedir, geri dönüşüm sağlanır. Örneğin suyun buz olması, buhar olması sadece şeklinin değişmesidir oysa “su” kimliğini korumaktadır. Suyun okyanusta olması, derede akması, bir bardakta olması şeklinin değişmesine neden olur oysa kimliği yine su olarak kalmaktadır. Suyun içine atılan şekerin erimesi de şeklinin ve görüntüsünün değişmesine neden olur ancak şeker kimliği değişmez. Değişseydi suyun içinde tadı bozulur başka bir tad olurdu. Şeker moleküllerinin suyun içinde çözünmesi ve su moleküllerinin arasında rahatça ve özgürce dolaşması ile bir şekil değiştirme olmaktadır. Şeker kimliği ve su kimliği değişmez. İnsanın oluşumu, doğarak bebeklikten yaşlanmaya kadar olan fiziksel değişimleri de onun insan kimliğini değiştirmez.
Kimyasal değişimde bozulma oluşur ve molekül yapısındaki değişim kimyasal değişimdir. Geriş dönüşümü yoktur. Örneğin kâğıdın yanması, demirin paslanması, mayalanma olayları eski haline dönüşemeyeceği anlamına gelen kimyasal değişim olduğunu ortaya koyar. İnsanın ölmesi ve çürüyerek toprağa karışması kimyasal değişimdir.
Türk masallarında, efsanelerinde sıkça anlatılan “donuna girme”, “don değiştirme” kulağımıza hiç de yabancı değildir. Kurbağa prens, ceylan ya da geyik şeklinde insanlar, deniz kızları, kuş şeklindeki insanlar örnektir. Geyik, kuş, ya da herhangi bir hayvanın şekline/donuna girme, Şamanizm ve Budizm inançlarında oldukça yaygındır.

KABULGAN - DON DEĞİŞTİRME (METAMORFOZ) / HAVADA UÇMA (LEVİTASYON)
Kabulgan Türk, Altay ve Moğol mitolojisinde “Şekil Değiştirme” kavramına verilen addır. Metamorfoz, transformasyon anlamındadır. Kubulgan veya Kabulgak da denir. Moğollar Hubılgan olarak söylerler. Don Bürünme (Ton Bürgünme) veya Donuna Girme (Tonuna Girme) şeklinde de ifade bulur. Başka bir varlığa dönüşmek, kılık değiştirmektir. Genelde silkinilerek gerçekleşir. Donuna girmek şeklinde de ifade bulur. En çok kuş ve geyik donuna girme yaygındır. Erenler güvercin ve geyik tonuna bürünürler. Kabulmak (Kabulgamak, Kubulmak) fiili ile de kullanılır. Örneğin bir masalda, mağarada yaşayan 13 kız birdenbire Kurda kabulgar (dönüşür). Ahmet Yesevi zaman zaman Turna kuşu kılığına girer. Güvercin tonuna bürünen Hacı Bektaş'ı, Toğrul Baba bir doğan kılığına girerek takip eder.
Türk söylence ve masallarında "don bürünme" (şekil değiştirme) genelde üstün bir güç (Tanrı, sihirbaz, cadı, evliya vb.) tarafından, ya yapılan bir iyiliğe karşılık ödül olarak ya da yapılmış bir kötülüğe karşı ceza şeklinde gerçekleştirilir. Bu efsane ve masallarda çoğunlukla, “geyik donuna girmek” ve “turna donuna girmek” şeklindeki bir "kabulgan"dan söz edilir. Bu konuyla ilgili olarak, Kaygusuz Abdal’ın, şeyhi Abdal Musa’ya nasıl mürit olduğunu anlatan yaygın bir hikâye güzel bir örnektir. Rivayete göre, Gaybi Beğ adamlarıyla avlanmaya çıkar. Bir ara güzel bir maral (geyik) görerek adamlarından ayrılır. Bir süre kovaladıktan sonra geyiği bacağından okla yaralar. Fakat maral koşarak Abdal Musa’nın tekkesinden içeri girer. Gaybi Beğ de onun arkasından tekkeye girer ve Abdal Musa’ya postunda otururken durumu anlatır. Abdal Musa cüppesini yukarı kaldırır ve koltuğunun altına saplanmış oku gösterir. Şaşkına dönen Gaybi Bey, affını ister. Geyik, kuş ya da herhangi bir hayvanın şekline girme öykülerinin bir kısmı şamanist gelenekten, bir kısmı da Budizm’den kaynaklanmaktadır. 
Buryatlara göre Kubılgan (Hubilgan) bir ruhtur. Genellikle bir kuş olarak görünür.
Kabulgan: (Kap/Kab) kökünden türemiştir. Kabuk kelimesiyle aynı köktendir. Kabuk değişmek, biçim değiştirmek anlamlarına gelir. Kap sözü ile de bağlantılıdır. Ton: (Don/Ton/Tong) kökünden türemiştir. Giysi, teçhizat demektir. Donanım kelimesi bu kökten gelir.[1]

DESTANLARIMIZDA DON DEĞİŞTİRME
Altay Destanları pek çok mitolojik ayrıntıyı bünyesinde taşıdığı ve don değiştirme kavramı da sık sık işlendiği için bu konuya giriş yapmak üzere birkaç Altay Destanına bakmak faydalı olacaktır. Bu destanlardan Oçı-Bala Destanı’nda(Dilek, 2007), Oçı-Bala, Kan-Taacı üzerine yürürken karşısına çıkan kara boğayı yenmek için kartala, atı ise kızıl bir boğaya dönüşür. Boğayı yendikten sonra bir vadiyi tilki ve tavşan donuna girerek geçer. Kağan’ın sarayına ulaştığında ise çok güzel bir kız kılığına girerek etraftakilerin onu tanımasına engel olur. Kağan onu Oçı-Bala’yı yakalamak ile görevlendirir. Bunun üzerine Oçı-Bala tuttuğu bir aygırı kendi atına, bir dağı ise kendisine çevirerek kağanın huzuruna getirir.(Dilek, 2007).
Don değiştirme ile ilgili bir diğer örnek Maaday-Kara Destanında karşımıza çıkar. Kara-Kula Kağan, Maaday-Kara’nın memleketini ele geçirir. Sürülerini zapt eder. Bir kısrak sürüden kaçmayı başarır, Maaday-Kara’nın ülkesine kaçan kısrak burada boz bir ineğe dönüşür. Bu ineğin böğürmesiyle Altay’ın ruhu bir kadın şeklini alarak dağa bırakılan çocuğu aramaya başlar.(Beki, 2007). Bu çocuk büyür ve inek tekrar bir ata dönüşür. Çocuğun adı Kögüdey- Mergen’dir. Kögüdey-Mergen anne ve babasını aramak üzere Kara-Kula Kağan’ın yurduna gelir. Burada Kögüdey- Mergen ve atı don değiştirip dolaşmaya başlar.(Beki, 2007).
Kögüdey Kökşin ile Boodoy-Koo Destanında da don değiştirme kendisine yer bulmuştur. Boodoy-Koo önce ölen ağabeyinin kılığına girer, Karatı Kağan’ın yurduna gidip kızıyla evlenmek isteyenlerin katıldığı yarışmaya dâhil olur. Yani yer altı olarak düşünebileceğimiz dünyaya kılık değiştirerek girebilir.(Dilek, 2007).
Destanın devamında Boodoy-Koo tavşan kılığına da girmektedir.
Altın Ergek Destanı’nda ise, Altın Ergek, Agay Taacı ve Kögöy Taacı’ya yardım etmek üzere yola çıktığı zaman karşısına engeller çıkar. Bunlardan birisini aşmak için atı bir doğan kendisi ise ot kılığına bürünür. Daha sonra ise, önlerine sarı nehir ve o nehirde nöbet tutan iki adam çıkar. Burayı da balık kılığına girip geçen Altın Ergek, iki kardeşin yurduna ulaşır. Burada kendisi yaşlı bir erkek, atı da onun karısı olan yaşlı bir kadın kılığına girerler.(Dilek, 2007).
Bu dört destan İslamiyet öncesi döneme aittir ve doğrudan doğruya Şamanizm’in etkisi ile şekillenmişlerdir. Şamanizm, milattan önceki devirlerden bu yana Türklerin ve çevrelerindeki toplulukların, İç Asya ve Orta Asya’da yaşadıkları bölgede uyguladıkları ve Şaman adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve uygulamalar bütünüdür ve totemist inançlar, ata kültleri, hayvan kültleri, doğa kültleriyle birlikte görülmektedir.(Çoruhlu, 2011). Yukarıdaki destanlarda kahramanlarımız zorlu yolculukları ve engelleri don değiştirerek aşmayı başarırlar. Bu tıpkı Şamanın esrik yolculuğu esnasında gökyüzüne çıkabilmek için kuş vs şekline girmesine ya da ruhların onu tanımaması için maskeler kullanmasına benzemektedir. Yukarıda ki destanlardan başka Manas Destanında da Ay Çörek’ın kuş kılığına girmesi veya bu şekilde kendini ve evladını korumaya çalışması ayrı bir öneme haizdir. Bu konuyu Çiğdem AKYÜZ şu şekilde ele almıştır;
“Ay Çörek de Kanıkey gibi eşinin ölümünden sonra onu öldüren düşmanlardan intikamını almıştır. Oğlu Seytek’i de bir kahraman gibi yetiştirmiştir. Semetey’in ölümünden sonra Ay Çörekle nikâhlanan Er Kıyaz, Ay Çörek’in dünyaya getirdiği Seytek’i öldürmek istemiştir. Ay Çörek, “Bu yavruyu öldürürsen kuğu giyimimi giyip uçar babama giderim. Öcümü senden alırım.” (İnan, 1992, s. 178) diyerek onu tehdit etmiştir. Bu tehditten korkan Er Kıyaz, çocuğu evladı olarak kabul etmek zorunda kalmıştır.”(Akyüz 2010:176).
Ural-Batur, Ak Boz At ve daha pek çok destanda don değiştirme motifi karşımıza çıkar. [2] Ural Batır’un kardeşi Şülgen devler diyarında ejderha donuna; Ural Batır’un karısı Huma ile Şülgen’in eşi Ayhılıv kuş donuna; devler padişahı Ezreke’nin oğlu Zerkum da yılan ve balık donuna girmişlerdir.
İslami dönem destanlarımızda da don değiştirme kendisine yer bulabilmiştir. Satuk Buğra Han Destanı bu konudaki en önemli destanlarımızdan birisidir. Destan şu şekilde gelişir;
Hz. Muhammed miraç esnasında peygamberlerin yanında tanımadığı birini görür. Bu kişinin kim olduğunu Cebrail’e sorar ve "Bu Peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan`da sizin dininizi yayacak olan bu ruh ‘Abdülkerim Satuk Buğra Han’ adını alacaktır." yanıtını alır.
Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra her gün İslâmiyet’i Türk ülkesine yayacak bu insan için dua eder. Muhammed bin Abdullah’ın arkadaşları da bu ruhu görmek isterler. Bunun neticesinde başlarında Türk başlıkları bulunan, kırk silahlı atlı görünür. Abdülkerim Satuk Buğra Han ve arkadaşları selam verip uzaklaşırlar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra, Kaşgar hanının oğlu olarak dünyaya gelir.
Satuk Buğra, 12 yaşına geldiğinde arkadaşlarıyla beraber ava çıkar. Kendini ava o kadar kaptırır ki arkadaşlarından uzaklaştığının farkına varmaz. Kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve yaşlı bir insan şekline girer. Satuk Buğra'nın daha sonra Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi Satuk Buğra'ya Müslüman olmasını öğütler ve İslâmiyeti anlatır.
Destanın devamında Satuk Buğra Müslümanlığı çeşitli mücadelelerden sonra Türkler arasında yaymayı başarır. (Sepetçioğlu, 2001).[3]
Görüldüğü üzere İslamiyet ile beraber artık Şaman miraslar İslami bir kimliğe bürünmeye başlamıştır. “Burada aracı kişi tavşan donuna girmiştir. Kimliğin gizlenmesi, avcıyı peşinden sürüklemesi, gösterdiği olağanüstü dönüşümle ikna etmesi için gerçekleştirilmiştir”.(Banarlı 1987: 268-269). İslâm öncesi düşünce yapısı, böylece İslâm sonrasına taşınmış ve uyarlanmış olur. Bu, halk hikâyelerimizde daha da belirginleşecektir.

DON DEĞİŞTİRME VE UÇMA
Kültürümüzde Don Değiştirme(metamorfoz)  ile Uçma (Levitasyon) olayı, genellikle yan yana görülmektedir. Anadolu Erenlerinin “kuş” donuna girmeleri çok yaygındır. Kuş inancı, ruh ile bağdaştırılmıştır. Türk inanışlarında, gelenek ve göreneklerinde, bir evde bir kişi öldüğünde onun odasında ışık açık tutulur ve tüm gece boyunca odanın ortasına bir bardak su konur. Ölenin ruhunun bir kuş olarak geleceği, bardakdaki su ile temizlenip uçacağı ve aslına kavuşacağı inancı yaygındır. Bu da ayetlerde herkesin gönül kuşunun büyük gönül kuşuna bağlı olduğu inancı ile aynıdır. Ten bir kafestir ve ruh içinde haps olmuş bir kuştur. Kuş ancak ten öldüğünde özgürlüğüne kavuşur ve büyük kuşa tekrar kavuşur. Yani yaradılışta özden ayrılan parçanın tekrar kendi özüne kavuşması manasıdır. Bu yüzden rivayetlerde sıkça, güvercin kuşundan bahsedilir. Özellikle Hacı Bektaş Veli güvercin sembolü bulunmaktadır. Güvercinin eski Türklerde Gök Tanrısını sembolize ettiği inanışı vardır. Farsçada kebut gök rengi anlamına gelir ve kebut kelimesinden türeyen kebuter, güvercin anlamındadır. [4]
Havada Uçma motifine ilişkin yalnızca iki menkıbe bulunmaktadır. Bunların ikisi de Vilayetname-i Sultan Şucauddin’dedir. Bu menkıbelerden ilkine göre, sultan bir gün müritleriyle otururken aniden vecde gelip herkesin gözü önünde yerden yükselmiş ve bulutların üstünde bir süre uçtuktan sonra tekrar yere inmiştir. İkinci menkıbede ise, Sultan Şucauddin kendisine bir koyun vermeyi reddeden sürü sahibine kızarak havalanıp uçmuş ve bulutlara yükselmiştir.[5]
Ruhun farklı bir bedende dolaşması halk anlatılarına da girmiştir. İslamiyet öncesi inanç motiflerinden sayılan “don değiştirme” veya “hayvan donuna girme”, menkıbelerde sıkça rastlanılan bir motiftir (Ocak 2000: 283, Ocak 1984: 71, 81). En bilinenleri Hacı Bektaşi Velinin kuş donuna girmesi veya Abdal Musa’nın geyik donunda dolaşması ile ilgili anlatılardır (Ocak 2000: 3137, Millî Folklor, 2011, Yıl 23, Sayı 91 76 http://www.millifolklor.com Ögel 2003:20-31). Bu motifle ilgili üç menkıbeden ilki, "Vilayetname-i Hacım Sultan"'da geçer, Hacım Sultan'ın, Seyyid Battal Gazi'nin mezarını ziyareti sırasında gerçekleşir. İkincisi, "Vilayetname-i Abdal Musa"'da geçer, Kaygusuz Abdal'ın, şeyhi Abdal Musa'ya nasıl mürid olduğunun anlatıldığı olayları içinde gerçekleşir. Üçüncüsü ise, "Vilayetname-i Sultan Şucauddin"'de geçer, Sultan Şucauddin'e aittir.[6] Şekil veya don değiştirme, menkıbelerin dışında efsanelerin (Ergun 1997:165-199, Ögel 2002:133- 143), halk hikâyelerinin (Alptekin 2009: 302-305) ve halk masallarının (Türkan 2008: 140-151) da konusunu oluşturmaktadır.[7]
Don ya da şekil değiştirme hadisesi, ermiş bir kişinin turna, güvercin, doğan, geyik, yılan, balık veya ejderha gibi hayvanların şekline girmesi şeklinde tezahür eder.  Ahmet Yesevi'nin, turna, Hacı Bektaş Veli’nin, güvercin, Doğrul Baba ve Abdülkadir Geylanî'nin doğan, Abdal Musa’nın da geyik donuna girdiğini bilmekteyiz. Bu tarz bir örneğe Divriği’de yatmakta olan Koca Saçlı kıssasında da rastlamaktayız. Koca Saçlı, sırayla geyik, kuş ve aksakallı derviş donuna girmiştir. Erikli köyündeki Fıdıl Baba Dağı’nda, geyik donunda yaşayan Koca Saçlı, kendisini vurmak isteyen bir avcıyı uzun müddet arkasında dolaştırmış ve birden geyik donundan kuş donuna girmiştir. Uçup bir kilisenin çatısına konmuş, burada da silkinip aksakallı bir derviş olmuştur. Keşişlere, kendisini Hacı Bektaş Veli’nin gönderdiğini söylemiş bilahare onları Müslüman etmiştir. [8]
Halk anlatıları, ihtiva ettikleri bir kısım motifler ve hatta bazı tipler itibariyle evrensellik arz ederler. Anlatılar bu yönleriyle, "Dünya halk kültürlerinin ortak düş ırmakları" gibidir. Ancak, bu ortak düş ırmaklarının oluşumunda milletlerin katkıları aynı oranda değildir. Köklü bir tarihe ve kültüre sahip olan milletler, bu düş ırmaklarına kendi renklerini vururlar. Bu hal adeta bir tabiat yasasıdır. Büyük medeniyetler kurmuş olan milletler, büyük gezegenlere benzerler. Etraflarında hayat verdikleri, feyiz verdikleri peykler bulunur. Dünya üzerinde yaşayan kavimlerin dahil oldukları medeniyet daireleri de böyledir. Bu medeniyet dairesine damgasını vuran kültürler, yani etkin kültürler olduğu gibi; değer ve normlarını, çekim alanına girdiği etkin kültürün değer ve normlarına göre şekillendiren kültürler de vardır. Aynı medeniyet dairesinde yer alan kültürlerin benzer değer ve normlara sahip olmalarının temel sebebi de budur. Folklor incelemeleri, tarihin ve geleneklerin izleri sürülerek yapılır, motiflerin kültürlerle münasebeti ortaya konulabilirse, ortak düş ırmaklarına kültürlerin ne oranda katkıda bulundukları gözlenebilir Halk anlatılarının yapı taşları, motifler ve tiplerdir. Bu unsurlar, kültürlerin edinimleri için bir tür muhafaza vazifesi görürler. Kültürlerin binlerce yıllık tecrübeleri ve kabulleri, motifler ve tipler vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Bütün kültürler, yazının toplum düzenine hâkim olmadığı dönemlerden başlayarak, varlıklarını muhafaza etme uğrunda, motifler ve tipler üzerine bina ettikleri anlatılardan istifade etmişlerdir. Motifler ve tipler, aslında birer simgedir, semboldür. Simge olmaları itibariyle evrensel olmakla birlikte aslında her kültürde aynı şeyi de simgelemezler. Yani, bu simgelerin, bu kalıpların evrensel olmaktan öte bir de kültürel boyutları vardır. Mesela: Kuş şekline girme motifini ele alalım. Motif, bu manada her hangi bir kültüre özgü değildir. Uçma arzusu bütün insanlığın hayalidir. Kuşlar gibi hür olmak, kuş olmayı dilemek ve bunlarla ilgili tevatürler yaratmak her düzeyden kültürde görülebilecek bir fevkalâdeliktir. Ancak, uçmak arzusuyla da olsa, hangi kuşun şekline girildiği ve niçin o şeklin seçildiği kültürün tercihidir. İşte bu noktada motifin kültürel boyutu ortaya çıkar. Bundan sonraki aşama, motifin veya tipin başka kültürlerdeki benzerleriyle mukayesesidir ki, bu benzerlikler o kültürün etki alanının belirlenmesinde önemli ipuçları verecektir. Kültürlerin başka kültürler üzerindeki etkinliği, yarattığı veya sahiplendiği motiflerle doğru orantılıdır. Etkin kültürler, motifleri ya kendileri yaratırlar ya da kendi değer ve normlarıyla ilgili bir olguya bağlayıp sahiplenirler. Motifle kültür arasındaki bu bağlantı (motifin anlatılarında yer aldığı kültürün değer ve normlarıyla ilgili bir olguya bağlanıp bağlanamadığı, bu olguya bağlı olarak etrafında tali unsurlar oluşturup oluşturamadığı ve kültürün estetik yaratılarının hemen tamamında yaygın bir şekilde işlenip işlenmediği sorularına verilecek cevaplarla) büyük ölçüde tespit edilebilir. Bu incelemeden maksadımız, "şekil değiştirme" motifinin anlatılarımızdaki izini sürerek yukarıdaki soruların cevaplarını bulmağa çalışmak olacaktır. Bu motifin tezahüründe, kültürümüzün tercihlerini sebep-sonuç ilişkisi içerisinde bir olguya bağlamaya çalışacağız.
Türk halk anlatılarının her türünde (masal, hikâye, efsâne, destan, türkü, ...) sıkça işlenen[9], "şekil değiştirme" veya "suret değiştirme" denilen bu motif, iki farklı şekilde görülmektedir. Şekil değiştirme; ya kahramanın iradesine bağlı bir meziyettir, ya da kahramanın iradesi dışında bir kısım sihirli objeler vasıtasıyla gerçekleşen fevkalâdeliklerdir. Türk halk anlatılarında kahramanın iradesi dâhilinde ortaya çıkan şekil değiştirmeler, umumiyetle "don değiştirme" diye adlandırılmaktadır. Masallarda da görülmekle birlikte genellikle evliya menkıbelerinde rastladığımız ve "don değiştirme" tabir olunan bu motifin, kahraman açısından dinî-mistik bir güç, bir meziyet olduğu söylenebilir. Evliya menkıbelerindeki görünüşü değerlendirildiğinde, bu fevkalâde hâlin bir keramet olarak takdim edildiği anlaşılmaktadır. Evliya menkıbelerinde İslâmî bir renge bürünmüş olan, fakat Bahaeddin ÖGEL (Ögel1993:29), Abdulkadir İNAN (İnan 1987:462), Ahmet Yaşar OCAK (Ocak1983:154-172) gibi Türk kültürü uzmanlarınca İslam öncesi Türk inanç sisteminin bir uzantısı olarak yorumlanan bu motifin; menkıbelerimizde, masallarımızda ve destanlarımızdaki görünüşünü ana hatlarıyla ele almak istiyoruz.
Şekil değiştirmeyle ilgili bilinen en yaygın örnek Hacı Bektaş-ı Veli'ye aittir. Bektaşi şairlerinin şiirlerinde bir mazmun olarak kullanılan ve Velâyetname'de de yer alan bu husus kısaca şöyledir: Rum erenleri Hacı Bektaş'ı Anadolu'ya sokmak istemezler. 57.000 Rum eri velayet kanatlarını açıp, ta arşa değin yolu bağlarlar. Hacı Bektaş, ma'na âleminden velâyetle sıçrayıp arşın tavanına erişir ve bir gökçe güvercin şeklinde kanat vurup Sulucakarahöyük'te bir taş üzerine konar. Velâyetnâmenin bir başka yerinde, Ahmed-i Yesevi'nin manevi evladı olarak gösterilen Kudbüddin Haydar'ı zindandan kurtarmak için Hacı Bektaş'ın şahin donuna girdiği, Ahmed-i Yesevi ve baş halifelerinin turna donuna girip uçtukları, Hacı Bektaş-ı Veli'nin ıbrıktarı ve baş halifelerinden Sarı İsmail'in şahin donuna büründüğü, Beyazıd-ı Bistâmi'nin Anadolu'daki ulu halifelerinden biri olarak gösterilen Hacı Togrul'un doğan donuna girdiği, yine Hacı Bektaş-ı Veli'nin baş halifelerinden biri olarak gösterilen Baba Resul'ün bir yerde geyik bir yerde de güvercin donuna girdiği ve Ahi Evran'ın da yılan donuna girdiği anlatılmakta-dır.(Aslan1999:13-26) Şekil değiştirme, don değiştirme veya suret değiştirme dediğimiz bu fevkalade halin, Dede Korkut'un Deli Dumrul Boyu'nda da benzer şekilde işlendiğini hatırlatmak isteriz.(Ergin 1989:179)
Deli Dumrul Boyu'nda Azrail'in, menkıbelerde ise evliyadan kimselerin "suret değiştirme" durumlarında kuş donunu tercih etmelerinin sebepsiz olmadığını düşünüyoruz. Bundan da önemlisi, tercihin güvercinden yana kullanılmasıdır ki, güvercinin tercih ediliş sebebinin ise "Gök Tanrı İnancıyla" alakalı olabileceği kanaatindeyiz.
Ruhun kuş tasavvur edilişi birçok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de görülen bir husustur. Bu tasavvurla ilgili yöremizde (Yozgat- Boğazlıyan) uygulanan bir inanışı örnek olarak vermek istiyorum. "Cenaze çıkan evlerde, cenazenin çıktığı odanın ışıkları en az bir gün açık bırakılır ve odanın ortasına su dolu bir kap konulur. Ölen kişinin ruhunun kuş şeklinde evine geleceğine ve o kaptan su içip yıkanacağına inanılır". Suda ıslanmak, ıslanıp günahlardan arınmak çok eski bir inancın izleri olsa gerektir. Ölmek kelimesinin Eski Türkçedeki karşılığının "ıslamak" (Toparlı1993:159-225) olduğu düşünülürse bu âdetin ne kadar eski ve köklü olduğu anlaşılabilir. Ruhun kuş tasavvur edilişinin kültürümüzdeki eski delillerinden biri de Orhun Abidelerinde kutsal sayılan ve yaratılış itibariyle üstün görülen kişiler için öldü yerine, "kergek boldı" veya "uçtı" denilmesidir.(Orkun1994:811) Tanrı'nın ve iyi ruhların gökte, Erlik ve kötü ruhların yer altında karanlıkılar âleminde olduğu inancından dolayıdır ki, Tanrı katına va¬rabilmenin uçarak mümkün olabileceği düşünülmüş, İslâm'ın Cennet dediği ve uçarak ulaşılan bu yere de uçmak denilmiştir. Gerçi uçmak kelimesinin Sogdca "uçtmak" kelimesinden geldiği iddia ediliyorsa da, ruhun yükseldiği, uçtuğu yer anlamında Türkçe uç kökünden yapılmış olabileceği göz ardı edilmemelidir.[10]

MASALLARIMIZDA DON DEĞİŞTİRME
Belirtildiği üzere Türk masallarında don değiştirme anlatımlarına sık sık rastlanır. Don değiştirme motifi bilindik Ali Cengiz masalında da karşımıza çıkar. Ustasından bu oyunu öğrenen delikanlı sırasıyla at, koç, kuş, elma, darı ve sansar olur. Onu ortadan kaldırmak isteyen ustası da şahin ve horoz olursa da çırağını mağlup etmeyi başaramaz. Bu masalda kılıktan kılığa girme süreci çok hızlı bir şekilde yapılmaktadır. Kahraman, zekâsı ile kılıktan kılığa girerek kötü kalpli kahramanı yener ve onun esir tuttuğu genç kızı kurtarır.

Ali Cengiz Oyunu[11]
Bir varmış, bir yokmuş evvel zamanda, güngörmüş, bir kadının gayet yakışıklı, boylu poslu, bir delikanlı evlâdı varmış. Onu kadıncağız saraya hükümdar maiyetine vermiş.
Günün birinde hükümdar, maiyetinin arasında dolaşırken hepsine sordu:
“İçinizde Ali Cengiz oyununu bilen var mı?”
Hepsi sustular, cevap vermediler. Yalnız içlerinden o delikanlı karşılık verdi:
“Emirimiz, eğer müsaade verirseniz, ben gidip Ali Cengiz’i bulayım ondan ders alayım, geleyim.”
Hükümdar, delikanlının bu cesaret ve atılganlığını takdir ederek, o saat ona müsaade verdi.
Delikanlı, oradan kalktı, doğru Ali Cengiz’ in evine yollandı.
Yolda giderken bir seyyaha rast geldi. Seyyah ona sordu:
“Nereye gidiyorsun evlâdım?”
Delikanlı şu cevabı verdi:
“Ali Cengiz’den oyununu öğrenmeye gidiyorum.”
Seyyah delikanlının koluna girerek dedi ki:
            “Gel evlâdım! Ben sana onu öğreteyim.”
 Biraz sonra seyyahla delikanlı dağlara düştüler. Gide gide seyyahın oturduğu esrarengiz bir mağaraya geldiler. İçeri girip oturdular. Bir aralık seyyah dışarı çıktı. Yalnız kalan delikanlı, gayet geniş olan mağarada dolaşmaya başladı. Orada bir oda buldu. Kapıdan bakınca ayın on dördü gibi güzel bir kızın gözü iki çeşme ağlayarak nakış işlediğini gördü. Selâm vererek odaya girdi. Kıza sordu:
“İn misin, cin misin?”
Kız cevap verdi:
“Ne inim, ne de cinim, sizin gibi bir insanım.”
Delikanlının hayretini mucip oldu, kıza sordu:
“Peki, siz buraya nasıl geldiniz?”
“Efendim, beni vaktiyle annem mektebe yollamıştı. Yolda bu seyyaha rast geldim. Beni alıp buraya getirdi. Okutmaya başladı. Fakat ben onun, okurken söylediklerini ve bütün marifetlerini öğrendiğim için beni bu odada hapsetti.”
Kız bunu dedikten sonra delikanlıya korkunç bir kuyu gösterdi. Bunun içi hep insan ölüleri ile dolu idi. Oğlan bunu görünce aklı başından gitti. Bayılmak derecesine geldi.
Sonra, oğlanı teskin ederek nasihat etmeye başladı:
“Yiğidim, bu seyyah seni doğru olarak okutacak; fakat sen sakın öyle okuma, hep tersine oku, bu sözlerimi hatırından çıkarma.”
“Bu adam Ali Cengiz’dir.”
Oğlan, bu nasihati dinledikten sona kıza teşekkür ederek, eski yerine gelip oturdu. Biraz sonra seyyah geldi. Delikanlıya dedi ki:
“Haydi, gel oğlum! Seni okutmaya başlayayım.”
Delikanlı “Peki efendim, hazırım” diyerek seyyahın önüne oturdu, seyyah, kitabı açarak delikanlıyı okutmaya başladı. Fakat oğlan kızın dediği gibi yapmaya, yani seyyah, tekne dediği zaman direk, direk dediğinde o tekne deyip, her şeyi ters söylüyordu.
Seyyah, delikanlıya (Ali Cengiz) kitabını okuttu. Delikanlı (Ali Cengiz) oyununu en ince noktasına kadar öğrendi. Fakat delikanlı her bellediğini yalan yanlış okumaya başladı, öyle ki, seyyah ona kızarak:
“Sen ne akılsız adamsın! Hiç okuduğun şeyin ezberleyemiyorsun!” diyerek, ona mükemmel bir dayak atıktan sonra dağ başına alıp götürdü, orda bıraktı.
Oradan seyyah savuşunca, delikanlı hemen başını alıp yürüye yürüye annesinin evine geldi. Onu çoktan beri görmeyen kadın öyle sevindi ki, hemen çocuğuna sarılarak ağlamaya başladı.
Ertesi gün delikanlı annesine:
“Valideciğim! Yarın ben at olacağım. Hemen beni saraya götür sat, fakat sakın yolda giderken dizginimi kimseye verme.” dedi.
Ertesi gün kadın baktı ki, hakikaten oğlu güzel bir at olmuş, hemen onu aldığı gibi doğru saraya götürüp iyi bir fiyatla sattı.
Gece olunca, kadının kapısı çalındı. Açınca karşısına oğlu çıkmasın mı, hayretler içinde kaldı, onu eve aldı. Beraber yemek yedikten sonra, delikanlı annesine dedi ki:
“Anneciğim! Yarın ben bir koç olacağım. Beni saraya götür, hükümdara satıver.”
Sabah olunca, delikanlı seyyahtan öğrendiği hüneri sayesinde kendisini birkaç dakika içinde koç yaptı. Annesi de onu saraya götürdü, yolda giderken seyyaha rastladı. Koçu görünce tanıdı, kendi kendine;
“Vay kâfir enciği çocuk vay, dedi, demek Ali Cengiz oyununu öğrendi.”
Sonra kendisini ateş yaparak kadının yolunu kesti, Fakat kurnaz ve hünerli delikanlı, derhal kuş olup uçtu. Bunu gören seyyah bir güvercin olarak onu arkasından kovalamaya başladı.
Bu esnada bu manzaraya alık alık hayretle bakan kadın buna şaşıp kaldı.
Kuş olan delikanlı, güvercini görünce hemen saraya giderek, elma olup hükümdarın kucağına düştü…
Seyyah hemen eski haline dönüp hükümdarın karşısına çıkarak, kucağındaki elmayı gösterip dedi ki:
“Bu elma benimdir.”
Hükümdar şaşkınlıkla cevap verdi:
“Nasıl olur… Fakat istersen senin olsun.”
Seyyah tam elmayı almaya hazırlanırken elma darı tanesi olup yere saçıldı. Bunu gören seyyah hemen tavuk olup, darıyı yemek için gagasını uzattı. O sırada, darı sansar olup, süratle tavuğun üstüne sıçrayarak tavuğu boğdu, kanını emdi.
Sonra silkinip eskisi gibi delikanlı oldu.
Bunu gören hükümdar, hayretler içinde kalarak:
“Vay sen misin evlâdım?”, dedi.
Delikanlı:
“Evet Emirim!” dedi. “İşte buna Ali Cengiz oyunu derler. O seyyah benim ustam idi. Beni kıskandı, öldürmeye kalkıştı. Ben ondan üstün çıkarak gördüğünüz gibi onu helâk ettim.”
Hükümdar bundan fevkalâde memnun olarak onu azat etti. Eline yüz bin akçe verdi. Delikanlı da bunları alınca hemen mağarada bıraktığı kızı kurtardı. Büyük bir konak satın alarak mükellef bir düğün yaptı. Yiyip içerek muratlarına nail oldular.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine… 

ÇOCUK OYUNLARINDA DON DEĞİŞTİRME
CAN OYUNU
Bazı çocuk oyunlarımızda, Mangala’da ve Satranç oyunlarında görülen, bir oyuncuya diğer oyunculara göre farklı bir üstünlük kazandırılması, terfi ettirilmesi durumu söz konusudur. Bu özellik, Mangala’daki Tuzdık taşının şekil ve işlev değiştirmeyle diğer taşlara göre daha üstün olmasına, Satranç’taki ilerlemiş Piyon’un Vezir veya bir başka oyuncu haline gelmesine benzer. Oyuncuya bir nevi kılık değiştirme veya don değiştirme işlemi uygulanmıştır. Buna örnek olarak Van’da oynanan Can adlı bir oyunumuzu aktarmak istiyorum:
Can Oyunu, kız-erkek karışık oynanır. Oyuncu sayısı fark etmez. Açık alanda oynanır. Tekerlemesiz oyunlardandır. Müziksizdir. Oyuna başlayacak oyuncu oyuncuların kendi aralarında sayışarak belirlenir. Oyunda Top kullanılır. Oyunu kaybeden çıkar, kazananlar tekrar oynarlar. Büyüklerle oynanabilir. Çocuğun oyun oynaması karsısında büyüklerin tepkisi olumludur. Oyun şöyle oynanır:
Önce oyuncular gelir. Oyuncular arasından iki kişi öne çıkar. Bu iki kişi farklı iki grubun temsilcisi olurlar. Diğer oyuncular arasından kendi gruplarına oyuncu seçerler. Oyuncuları seçen bu kişiler “attım, battım, attım...”seklinde birbirlerine doğru ilerlerler. Kimin ayağı diğerinin ayağının üzerine gelirse, o kişinin grubu ortaya geçer. Oyun için geniş bir alan seçilmeli, oyun süresince bu alan dışına çıkılmamalıdır. Diğer grup topu alır ve ortada olan grubun oyuncularına atmaya çalışır. Kendisine top isabet eden oyuncu oyundan çıkar. Fakat ortadaki oyunculardan biri karsıdan atılan topu tutarsa 1 Can hak kazanır.[12] 1 Can’a sahip olan oyuncuya oyunun ileriki aşamalarında top isabet ederse Can hakkını kaybeder. Yani Can’ı bitmiş olur. Herkes yandıktan sonra en sonda bir kişi kalır. En sonda kalan ‘Altıları’ oynar. Yani Sayı altı olana kadar top oyuncuya değmezse ‘bir kama’ olur. Oyuncuların hepsi oyuna girer. Eğer Altılarda sonda kalan kişiye top değerse o kişi yanar. Bu sefer de diğer grup ortaya girer, diğer grup ise dışta kalarak atış yapar. Oyun böyle devam eder. (Ebru Tunçadam’dan derlenmiştir.) [13]

ZEKÂ OYUNLARIMIZDA DON DEĞİŞTİRME
DOKUZTAŞ / ONİKİ TAŞ OYUNLARINDA DON DEĞİŞTİRME
Geleneksel oyunlarımızın belki de en yaygın olanlarından biri Üç Taş oyunudur. Bu oyunda yere veya bir kâğıda çizilen kare şekli ortalarından artı işareti şeklinde birleştirilir. Oyuncular farklı renklerdeki taşlarını sırayla karenin köşelerine veya ortasına koyarlar. Konma işlemi sırasında birbirlerinin taşlarının aynı hizaya konmasının önüne geçerler. Konduktan sonra da oyun sırasında üç taşın bir hizada yan yana gelmesini engellemeye çalışırken kendi taşlarını bir hizaya getirmeye çalışırlar. Kim önce üç taşını önce hizaya getirebilirse oyunu kazanır. Üç Taş oyununun biraz daha zorlaştırılmış hali Dokuz Taş oyunudur. Üç Taş oyununu küçükler oynarken Dokuz Taş oyununu büyükler oynar. Oyunda içi içe geçmiş kareler fazlalaşmış, taş sayısı dokuz olmuştur. Oyunun biraz daha zorlaştırılmış hali ise Oniki Taş oyunudur. Bu oyun da esas itibarıyla Üç Taş ve Dokuz Taş oyununa benzer. Taş sayıları on ikiye çıkmış, karelerin köşeleri birleştirilmiştir. Konumuz olan don değiştirme veya kılık değiştirme açısından Dokuz Taş oyunu önemli bir oyundur. Dokuz Taş oyununda oyunculardan biri üç taşa kalmışsa, yani üç taşına kadar taşları ütülmüşse, sona kalan üç taş uçma özelliği kazanır. Taşları uçma ve istediği yere konma özelliği kazanmış olduğundan iyi bir oyuncu ise rakibini yenebilir. Oyunu oynayanlar, dikkatini tek bir konu üzerinde yoğunlaştırabilme alışkanlığı kazandırır. Süratli, doğru ve çabuk düşünebilmeye yeteneği kazanır. Strateji oyunlarının kurallarını ve bu oyunları geliştirmenin önemini kavrar. Soyut sembolleri kullanarak hareket stratejileri oluşturmayı kavrar. Oyunun oynanışı şöyledir:


Dokuztaş oyuncuların taşlarıyla bir üçlü sıra oluşturmaya çalıştığı bir oyundur. Bir yere iç içe üç kare çizilir ve kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar. İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder.

9 Taş oyunu 2 kişi ile oynan bir oyundur. Elde taş tutularak (Hakem veya oyunculardan biri eline bir taş alır. Elini arkaya götürerek iki eli arasında yer değişiklikleri yapar sonra iki elini birden uzatır. Oyunculardan biri bir elini, biri diğer elini seçer. Doluyu bulan kimin başlayacağına karar verir. Yani kendi başlamak istiyorsa kendi başlar, rakibin başlamasını istiyorsa rakip başlar. ) kimin oyuna başlayacağı belirlenir veya “Sen başla” denilerek rakibe yol verilir. Oyuna başlayan oyuncu ilk taşı bir noktaya bırakarak oyuna başlar. Sonra rakibi bir taşını bırakır. Her iki oyuncunun elindeki 9 taş bitinceye kadar sırası ile taşları oyun alanı üzerine bırakır. Bu sırada oyunculardan biri yatay ya da dikey olarak taşlarını üç taşın yan yana gelecek şekilde aynı sıraya dizmiş ise rakibinin bir taşını alır. Düz yapılarak rakibin taşı alınırken “Düz/ Bunu da buradan süz.” denilerek düz yapıldığı ve o taşın alındığı duyurulmalıdır. Rakibin üçlü bir sırası varsa üçlü sırası bozulamaz. Düz yapan rakibin düzünden taş alamaz. Düz bozularak taş alınmaz. Üçlü olmayanlardan birini alır. Ancak üçlü sıraların dışında başka taş yoksa üçlü sırayı bozarak bir taş alır. Çapraz olarak yapılan üçlü sıralar rakibin taşını yemek için geçerli değildir. Oyuncular ellerindeki 9 taşı da oyun alanına bırakmadan oyun alanındaki hiçbir taşı oynatamazlar. Yani hamle yapamazlar. Oyuncular dokundukları taşı oynamak zorundadırlar. Oyuncular yaptıkları üçlü sıraları bozup tekrar yaparak rakibin taşını yiyebilirler. Oyunculardan birinin taşlarının üçe düşmesi durumunda bu oyuncu taşlarını istediği yere (uçarak) konabilir.[14] Üçtaşa inen oyuncu taşlarıyla atlama hakkına kavuşur. Yani şimdiye kadar tek hamle ilerlettiği taşlarla şimdi istediği yere konabilir. İki taşa düşen oyunu kaybeder. Yenmenin bir başka şekli de rakibin taşlarının önüne ve ardına taşlarını yerleştirerek rakibin taşlarını kımıldatamaz, hamle yapamaz bir hale getirince oyun kazanılır.  Oyundan çekilmek isteyen ve bunu sözlü beyan eden yenilmiş sayılır. Oyun, oyun öncesinde belirlenen el sayısı üzerinden değerlendirilir. Mesela üç elden İkisini kazanan galip sayılır. İlk iki eli aynı kişi kazanırsa üçüncü el oynanmayabilir. [15]


KUYU / EMEN / MANGALA … OYUNU
Kuyu / Emen / Mangala oyunu ülkemizde çok çeşitli adlarla oynanan yaygın bir zekâ oyunudur. Oyunun geleneksel boyutunda, bazı kuyu / mangala oyunlarında, oyun sırasında oynanan bazı taşların önem kazanması durumu söz konusudur. Altı kuyu ve her kuyuya dörder taş konularak oynanan oyunun bir varyantı, kurallı hale dönüştürülerek Mangala adıyla satışa sunulmuştur. Bu oyundaki kale kuralı, don değiştirmeye örnek olarak verilebilecek bir kuraldır. Türk Mangalası’nda özel taşlar görülür. Yine bazı taşlar, sıradan bir taş iken oyundaki durumu ile özel taş konumuna geçer. Bu durum Dama ve Satranç oyunlarında sıradan taşların önemli taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır. Mesela Mangala(Osmanlı) oyununda rakibin kuyusundaki 2 taşının yanına 3. taşınızı koyarsanız, bu kuyudaki taşları aldığınız gibi, bu kuyuya renkli taşınızı, kalenizi de koyarsınız ve bundan sonra bu kuyuya bırakılan her taş sizin olur. Mangala(Osmanlı)da bu özel, renkli taşın adı Kale, Ev Göçmeni oyununda Dede, Dokuz Kumalak’ta Tuzdık(tuzluk)tır. Dede’nin konduğu kuyudaki taşlara (Çocuk’lara) kimse dokunamaz. Hane oyununda da bu özel taş iki tanedir. Biri Renkli Taş, diğeri Pıç Taş veya kemiktir. Pıç Taş olumsuz, Renkli Taş makbul taş olarak görülmektedir. Bu da Aşık, Aksüyek ve benzeri oyunlardaki kemik hatırasının Mangala’da yaşatıldığının işaretidir. Bazı oyunlarda özel taşların sayısı sınırsızdır (Çoc).[16] Mangala oyunundaki Kale kuralında görülen bu don değiştirme, bir taşın farklı bir güç veya özellik kazanması durumu, Dokuz Kumalak adlı oyunda da görülür: Dokuz Kumalak, Mangala gibi taşlarla oynanan bir taş/kuyu zekâ oyunudur. Kazakistan’da Dokuz Kumalak, Kırgızistan’da Dokuz Korgol adıyla bilinen oyunda uygulanan Tuzdık kuralı, Mangala oyunundaki Kale kuralına benzer. Mangala oyunu şöyle oynanır: [17]
Mangala Türk Zekâ ve Strateji Oyunu iki kişi ile oynanır. Oyun tahtası üzerinde karşılıklı 6'şar adet olmak üzere 12 küçük kuyu ve her oyuncunun taşlarını toplayacağı birer büyük hazine bulunmaktadır. Mangala Oyunu 48 taş ile oynanır.

           Oyuncular 48 taşı her bir kuyuya 4'er adet olmak üzere dağıtırlar. Oyunda her oyuncunun önünde bulunan yan yana 6 küçük kuyu, o oyuncunun bölgesidir. Karşısında bulunan 6 küçük kuyu rakibinin bölgesidir. Oyuncular hazinelerinde en fazla taşı biriktirmeye çalışırlar. Oyun sonunda en çok taşı toplayan oyuncu oyun setini kazanmış olur. Oyuna kura ile başlanır. Oyunda 4 ana temel kural vardır.

            1. TEMEL KURAL: Kura neticesinde başlama hakkı kazanan oyuncu kendi bölgesinde bulunan istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer adet taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer. Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.

            2. TEMEL KURAL: Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift sayı yaparsa (2, 4, 6, 8 gibi) oyuncu bu kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

            3. TEMEL KURAL: Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve eğer boş kuyusunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa, hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.

            4. TEMEL KURAL: Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşları ilk biten oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır. Dolayısıyla, oyunun dinamiği son ana kadar hiç düşmez.

            Mangala Oyunu 5 set olarak oynanır.

            Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere bitiren oyuncular yarım (0,5) puan alır.



            SEÇENEKLİ OYUN ŞEKLİ (KALE KURALI)

            • "Mangala Oyunu nasıl oynanır?" Başlığında belirtilen 1 ve 2. Temel kural "kale kurallı" oyunda aynen geçerlidir. (Taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı hariç)

            • "Mangala Oyunu nasıl Oynanır?" başlığında belirtilen 3. ve 4. Temel kural "kale kurallı" oyunda uygulanmaz. Onun yerine;

            • Oyuncu elinde bulunan taşları dağıtırken elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını 3 yaparsa o kuyu oyuncu tarafından ele geçirilmiş olur. Oyuncu ileride rakibi ve kendisi tarafından bu kuyuya koyulacak tüm taşların sahibi olur. Sahibi olduğu taşlar oyuncunun kendi hazinesine koyulur. Kale kuralının uygulandığı oyunlarda taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı ortadan kalkar. Kaleyi belirlemek için farklı renkte taşlar kullanılır. Oyuncular 6 nolu kuyuya kale kuramaz. Bir sette her oyuncu sadece bir kez kale kurabilir. Oyunculardan herhangi birinin önünde bulunan kuyularda taş kalmadığı zaman oyun sona erer. Önünde ki kuyularda taş kalan oyuncu bu taşları kendi hazinesine koyar. Son olarak hazinelerde bulunan taşlar sayılır. Hazinesinde en fazla taş olan oyuncu oyunu kazanır.



            DOKUZ KUMALAK / DOKUZ KORGOL OYUNU
            Dokuz Kumalak oyunu için bir oyun tahtası ve 162 taş gereklidir. Oyun tahtasında iki sıra halinde dizilmiş 9'dan 18 çukur (göz veya oyuk da diyebiliriz) ve oyuncuların yuttukları taşları koymaları için iki hazine bulunmaktadır. Oyunun başlangıcında her çukurda dokuz kumalak / taş bulunur. Oyunun Dokuz Kumalak veya dokuz taş ismi buradan gelmektedir. Oyunun kuralları basittir. Kura çekildikten sonra, ilk oynayan kendi tarafındaki herhangi bir oyuktaki dokuz taşı alır ve birini aldığı oyuğa bıraktıktan sonra, saat yönünün ters istikametinde her bir oyuğa birer taş bırakarak ilerler ve elindeki taşları bitirir. Son taş rakibin oyuğundaki taşların sayısını çift yaparsa, o oyuktaki tüm taşları alarak, yani yutarak kendi hazinesine koyar. Oyun böyle devam eder ve kim en fazla taşı alırsa oyunu kazanır. Ancak oyunun birkaç kuralı daha vardır. Oyunda Kazakların “tuzdık” dedikleri, Türkiye Türkçesine “kale alma” diye çevirebileceğimiz bir kural vardır. Bu kural, oyunda kazanma ihtimallerini çoğaltmaktadır. Böylece satranca benzer bir şekilde her türlü ihtimalleri hesap etmeyi gerektiren bir oyun türü ortaya çıkmaktadır. Dokuz kumalak oyunun kurallarını inceleyen bazı yabancı mankala uzmanları, bu kale kuralının dâhiyane bir buluş olduğunu ifade etmekte ve oyunun stratejik seviyesini yükselttiğine işaret etmektedirler.
            Rakibin üç taşı olan kuyuya son taş konursa o kuyu bir şekilde işaretlenmiş tuzdık (veya Kazakça "kutsal yer" Tuz "tuz" anlamına Kırgızca) konulmuş olur. Tuzdık kuralında bazı kısıtlamalar vardır:
            Bir oyuncu her oyunda sadece bir tuzdık koyabilir. Rakibin dokuzuncu veya en sağdaki kuyuya tuzdık konamaz. Bir tuzdık o rakibin birine simetrik ise (rakibin üçüncü bir delik ise örneğin, o kuyu tuzdik yapılamaz.) Böyle bir hamle yapmak için izin verilir, ama tuzdık koyamaz. Tuzdık’a giren tek taşlar tuzdık sahibi tarafından ütülür. Her zaman tuzdıka düşen taşları kazana devredebilir. Oyun bittiğinde, kazan veya tuzdık içinde kalan taşlar, kimin tarafında ise o oyuncu tarafından kazanılır. İnce hesaplarla hareket eden, stratejik davranan oyunu kazanır.[18] Oyun sonunda, kazan ve tuzdık içinde kim daha fazla taşa sahipse oyunu o kazanır. Her iki oyuncuda 81 taş varsa, oyun berabere biter.[19]

            SATRANÇ TAŞLARINDAN PİYON’UN TERFİSİ / DON DEĞİŞTİRMESİ
            Bilindiği gibi satranç taşları farklı özellikleri olan taşlardır. Bir Şah, bir Vezir, iki Fil, iki At, iki Kale ve sekiz Piyon’dan oluşan satranç taşlarının hareket kabiliyetleri de değişiktir. İlk çıkışlarında Piyonlar bir adım yürüyebilecekleri gibi iki kareyi birden yürüyebilirler; yani uçabilirler. At oyuncusu da L şeklinde uçar! Fil, Kale, Vezir oyuncuları da şartlar uygun olduğunda uçar. Buna karşılık Şah her zaman yürür, bir adım gider. Satranç oyununda taşların kâh yürüyerek, kâh uçarak hareket etmesinin yanında ilginç bir oyuncu değişimi de görülmektedir. Bu değişim, şekil, kılık veya don değiştirme, Piyon Terfisi olarak bilinen piyonların son kareye çıkartılarak istedikleri oyuncu’ya dönüşmeleridir.

PİYON TERFİSİ[20]


Bu konumda Beyazın YEDİNCİ YATAYA ulaşmış Piyonu vardır. Tahtanın sonuna bir piyonu sürdüğünüz zaman, piyonun yerine başka bir taş koymalısınız. Vezir, Kale, Fil veya Atdan herhangi birisini seçebilirsiniz.

Beyazın piyonu TERFİ ETMİŞTİR. Piyonunu Vezire dönüştürmüştür. Neredeyse her zaman Piyon, en güçlü taş olan Vezire terfi ettirilir. Dikkat ediniz ki Piyon tahtadan kaldırılır, eski yerine konmaz.

Bu durumda eğer Beyaz Vezir ÇIKARSA PAT olur! Bunun yerine KALE ÇIKMALIDIR.

Bu durumda eğer Beyaz Vezir ÇIKARSA, Siyah bir sonraki hamlede MAT olur. Sarı oku takip ederek nasıl mat olduğunu görünüz. Bu sebeple Beyaz AT ÇIKMALI! At çıkarak ŞAH çeker. Aynı zamanda Siyah Veziri TEHDİT EDER. Bir sonraki hamlede alır. Aynı taşla iki TEHDİT birden yapmaya ÇATAL denir.
Bir Vezire sahip olsanız bile başka Vezir çıkabilirsiniz. Burada Beyaz Piyonuyla Vezir çıkabilir. O zaman iki tane Vezire sahip olacaktır. Eğer bütün Piyonlarınızı son sıraya ulaştırırsanız tahtada aynı anda DOKUZ Vezire sahip olabilirsiniz! Eğer başka Vezir bulamazsınız onun yerine Vezir anlamına gelen ters konmuş Kale kullanın.
            SONUÇ
Türk Kültürü’nde Don Değiştirme, Uçarak Don Değiştirme kavramının yansımaları çok yaygındır. Bu kavramın dayandığı inançlar ise çok eskilere dayanmaktadır. Don Değiştirme kavramı ile Uçma kavramı genellikle birlikte görülmektedir. Temeli eski Türk inançlarına ve dünya görüşüne dayanan Uçma ile şekil veya kılık değiştirme anlamındaki Don Değiştirme olgularına destanlarda, efsanelerde, tasavvufta, masallarda, halk hikâyelerinde, çocuk oyunlarımızda, çocukların taşla oynadıkları oyunlarda, zekâ oyunlarımızda ve nihayet satrançta karşımıza çıkmaktadır. Bazı satranç taşlarının uçurularak oynanması, uçması veya belli bir konuma gelen Piyon’un, şekil, kılık veya don değiştirerek vezir veya başka bir oyuncuya dönüşmesi Türk kültüründeki don değiştirme ve uçma konusu ile doğrudan ilgilidir. Türk kültüründeki don değiştirme olgusunun yine bir Türk Zekâ Oyunu olan Satranç[21] oyunundaki tezahürüdür.
Satrancın Türkistan’dan Kuşhanlar yolu ile Hindistan’a gittiği tezini doğrulayan bulgulardan birisi de bu Don Değiştirme ve Uçma hadisesidir. Türk düşüncesinin çeşitli alanlardaki yansıması veya başta zekâ oyunları olmak üzere oyunlara bu düşüncenin uygulanması şeklinde değerlendirilebilir.

Kaynakça

Artun, Erman. Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/erman_artun_inanc_sistemleri.pdf
Bekki, Salahaddin. Türk Halk Anlatılarında Ölüm Ruhu Motifi,
Kalafat, Yaşar. YAŞAYAN ESK TÜRK İNANÇLARI İTİBARIYLE “TÜRK MTOLOJİSİ” VE PROF. DR. BAHAEDDN ÖGEL
Karakurt, Deniz. Türk Söylence Sözlüğü, Türkiye, 2011, (OTRS: CC BY-SA 3.0)  http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/0/00/TurkSoylenceSozlugu.pdf
Ocak, Ahmet Yaşar. Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, http://m.friendfeed-media.com/ae90ffd7ccea84bdffa89e153ef778969df40511
Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2006 (Cilt-2, Sayfa 133-134, 139)
Tunç, Zekiye. TÜRK HALK İNANÇLARINDA “ÖLÜM” ANLAYIŞINDA YAŞAYAN ŞAMANİST UYGULAMALAR http://sempozyum.nigde.edu.tr/tarih/ozet/dosyalar/315-10_04_2012-22_37_24.docx                                                                           
Karadavut, Zekeriya. Kırgız Masallarında Mitolojik Unsurlar,

Dipnotlar


[1] Kabulgan Maddesi / Vikipedi, özgür ansiklopedi
[2] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[3] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[4] Yeşiltaş, Kevser. http://indigodergisi.com/2012/01/metamorfoz-tasavvufta-don-degistirme/
[5] Prof. Dr. Erman Artun Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri Öğretiler - Dinler 3 İslamiyet Öncesi Âdet, İnanç ve Pratikler http://www.msxlabs.org/forum/satirlarla-turkiye/26093-turklerde-islamiyet-oncesi-inanc-sistemleri-3-a.html#ixzz3KHBZjwO1
[6] https://eksisozluk.com/don-degistirmek--1267221
[7] Yeşiltaş, Kevser. http://indigodergisi.com/2012/01/metamorfoz-tasavvufta-don-degistirme/
[8] http://www.sakaryayenihaber.com/kose-yazisi/6101/don-ya-da-sekil-degistirme.html
[9] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[10] Aslan, Namık, Yrd. Doç. Dr. Şekil Değiştirme Motifinin Anlatılarımızdan Bazı Yansımaları Üzerine
Niğde Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
[11] Yurdatap, Selâmi Münir. Derleyen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1953, sayı: 46
[12] Bu can kazanma işlemi günümüzdeki bilgisayar oyunlarının çoğunda kullanılmaktadır.
[13] Kayarvan, Pınar, Van Çocuk Oyunları ve Bu Oyunların Eğitsel Yönden İncelenmesi, T.C. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı, 2008
[14] http://www.akiloyun.com/9-tas.html
[15] http://www.dokuztasoyunu.com/?pnum=9&pt=Dokuzta%C5%9F+Oyunun+Kurallar%C4%B1
[16] http://arslanevi.blogspot.com.tr/2011/01/satrancin-atasi-olan-turk-zeka-oyunu.html
[17] http://www.mangala.com.tr/oyun_kurallari.html
[18] http://abdulvahapkara.com/arastirma-konulari/dokuz-kumalak/70-doert-bin-yllk-tuerk-zeka-ve-strateji-oyunu-dokuz-kumalak-dokuz-ta.html
[19] http://mancala.wikia.com/wiki/Toguz_Kumalak
[20] http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/satranc/sat/ders12.shtml