BİR TÜRK ZEKÂ OYUNU OLARAK SATRANÇ
SATRANCIN KÖKENİ
Arslan Küçükyıldız[1]
Özet
Satranç,
hiç şüphesiz dünyanın şansa yer olmayan, akla ve mantığa dayanan en önemli zekâ
oyunudur. Yüzyıllar boyuncu Türkler tarafından sevilerek oynanan bu oyun
çevresinde zengin bir miras oluşmuştur. Dünyadaki satranç araştırmalarının
yoğunluğunun aksine Türkiye'de satranç konusunda yeterli bilimsel çalışma
yapılmamış; satrancın tarihi, kökeni, gelişmesi üzerinde durulmamıştır. Bu
çalışmada satrançla ilgili olarak sahip olduğumuz zengin mirastan hareketle
satrancın kökeni ve hayatımızdaki yeri üzerinde bir değerlendirme yapılacaktır.
İlk satranç taşı Kuşhan Türkleri dönemine aittir. İlk satranç taşları
Semerkant'ta Afrasiyap kazılarında bulunmuştur. İlk soyut satranç takımı Büyük
Selçuklu Satranç takımıdır. Avrupa buluntuları da bu soyut satranç takımı şeklindedir.
Satranç Türk hayatının her bölümüne girmiştir: Destanlardan başlayarak şiirden
mimariye, hat sanatından dokumalara kadar... İlk satranç buluntularından
günümüze kadar satrançla ilgili birikimlerimizin, araştırmacılara bu konuda
rahatça konuşabilmek için oldukça fazla malzeme verdiği görülmektedir. Bu
malzemeler ışığında, makalede, Satrancın kökeni ile ilgili tezler incelenmiş ve
yeni bir tez olan “Turan Tezi” açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler:
Satranç, Şıdıra, Şatıra, Türk Satranç Kültürü
Giriş
Bilindiği gibi satranç, dünyada
şansa yer olmayan en önemli oyundur. Bu yönüyle zekâ oyunları içinde sivrilmiş
ve büyük ilgi görmüştür. Dünyada satrançla ilgili çok çeşitli çalışmalar
yapılmış, oyuncular yetiştirilmiş, yardımcı ders malzemesi olarak kullanılmıştır.
Tarihçesi, nasıl oynandığı hakkında kitaplar, makaleler yazılmış, web siteleri
kurulmuş, bilgisayarla oynanabilen hale getirilmiş, yeni türleri icat edilmiş,
satranç tahtası ve taşlarının yeni tasarımları yapılmıştır. Ülkemizde yapılan
yayınlarda genellikle satrancın nasıl oynandığı üzerinde durulmuştur. Nasıl
bulunduğu, kökeni araştırılmamıştır.
Buluş ya da icat, daha önce
bulunmayan bir ürünün insan çabası sonucu ortaya çıkmasıdır. Yeni bir düşünce,
yöntem ya da aygıt üretmektir. Yeni bir düşünceyle, bir soruna çözüm
bulunabilir ya da bulunmuş çözüm daha da geliştirilebilir. Her buluş düşünmekle
başlar. Buluş yapmak için yeni bir düşünceye ihtiyaç vardır ama düşünceler
gökten elma gibi düşmez. Bir düşünce geliştirmek için belirli bir yöntem
izlemek gerekir. Buluş yapmak için işe koyulduğunuzda bir sorun bulmak zordur.
Buluş yapmanın ikinci adımı ise, soruna çözüm yolları bulmaktır. Bir düşünce
yakalamak… Ancak, yakaladıktan sonra bu düşünceyi geliştirmek daha kolaydır.
Buluşun nasıl oluştuğuna bakalım:
Şans eseri ortaya çıkan icatların sayısı azdır. Çoğu icat önceden var olan
ürünlerin bazı teknolojilerle veya emek harcanarak ilerletilmiş halidir. Bu
yeni ürün, belirli bir ihtiyacı karşılama çabası sonucunda, mucidin bir işi
daha çabuk ya da verimli yapma isteğiyle, hatta rastlantıyla ortaya çıkmış
olabilir. Bireysel çalışmanın bir sonucu olabileceği gibi, ekip çalışmasıyla da
gerçekleştirilmiş olabilir. Zaman zaman icatların dünyanın farklı kesimlerinde
aynı sıralarda, ama birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktıkları da görülür.
Satrancın Hindistan’da ve başka
birtakım yerlerde bulunduğuna dair tezler vardır. Ancak Satrancın kökeni
üzerinde yapılan çalışmalar henüz tamamlanmış değildir. İddialar kesinlik
kazanmamıştır. Eksik belgeler, zorlama yorumlarla sunulmuştur. Mevcut bilgiler
ve tezler yeterince tartışılmamıştır. Oyunun kökeni konusundaki çelişkili
anlatımları ortadan kaldırarak Satrancın hangi millet tarafından
geliştirildiğinin bulunması gerekir.
Satranç nerede bulundu sorusunun
cevabını bulmak için mevcut bilgilerden geriye doğru gidilmesi gerekir. Şu
bilgiler sabittir: “Satranç, Araplar aracılığıyla IX. yy. ’da Batı dünyasına
tanıtılmıştır. Bu durum Halife Harun Reşid’in Charlemagne’a hediye ettiği
Satranç takımıyla çarpıcı bir biçimde belgelenmiştir.” Tarafsız bir
araştırmacı, Satrancın Avrupa’da yayılmasına Arapların sebep olduğunu
öğrendiğinde, Arapların bunu nereden bildiklerini, kendi icatları olup
olmadığını sorar. Sorularına, Satrancın nereden peyda olduğunu gösteren bilgiye
ve bu bilginin kaynağına ulaşıncaya kadar devam etmiş olmalıdır. Sonra bu icadı
yapan milletin, bu icada gelinceye kadar hangi benzer oyunlara sahip olduğunu
araştırır. İcadın nasıl doğduğunu, felsefesini anladıktan sonra da bu icadın
nasıl geliştirildiğini, taşıyıcıların kimler olduğunu, taşıyanların icada ne
gibi katkılar yaptığını öğrenmeye çalışır. Herhangi bir araştırmacımızın da
uygulaması gereken yöntem aşağı yukarı budur. Ne yazık ki kaynaklarımız eksik,
yanlış, müphem bilgiler vermektedir. Muhtemelen Satranç Tarihi ile ilgilenen
Avrupalıların verdikleri bilgilerde de netlik olmadığı için yazdıkları
eserlerde bazı hususları belirsiz ve karanlık bırakılmıştır. Çünkü onlar
eserlerinde Satrançla ilgili olarak sadece kendi ilave ve katkılarını ayrıntılı
olarak aktarmış, ötesini yazmamış, eşeğin aklına ot düşürmemek için, köken
konusunu karanlıkta bırakmıştır. Bizim kaynaklarımız da bu belirsizliği, eksik
ve yanlış bilgileri olduğu gibi aktararak, bir ezbere dönüştürmüşlerdir. Peki,
biz bugün Satranç Tarihi’ni nasıl araştırabiliriz? Elbette Satrancın kaynağı
olarak gösterilen bölgelerle ilgili çok çeşitli alanlardaki bilgileri gözden
geçirerek; bu bölgeler gerçekten satranca kaynaklık edebilecek durumda mı,
değil mi araştırarak!
Satrancın Kökeni
Satranç
Nerede Doğdu?
“Satranç nerede doğdu?” sorusuna
verilen cevap, genellikle “Satrancın Dünyaya Yayıldığı Merkezler” olmuştur:
(Elbette bunlar farklı konulardır.) Bu konuda yedi temel iddia vardır sonuncusu
bize aittir): 1. Mısır’dan dünyaya yayılmıştır. 2. Hindistan’dan İran yoluyla
Arabistan’a, oradan da dünyaya yayılmıştır. 3. İran’dan Arabistan yoluyla
dünyaya yayılmıştır. 4. Çin’den dünyaya yayılmıştır. 5. Truva’dan; bugünkü
Türkiye topraklarından dünyaya yayılmıştır. 6. Kuşhan Türk Devleti zamanında
Hindistan’dan. 7. Turan’dan (Türkistan’dan, Altay bölgesinden) dünyaya
yayılmıştır.[2]
Bu temel iddialara ilave başka birtakım
iddialar da vardır. Bunlardan biri de (8. İddia) Arnavutluk’tan dünyaya
yayıldığı tezidir. Bu tez hakkında küçük bir bilgi verelim: İngiliz Arkeologlar 2002 Temmuzu sonunda,
yaptıkları bir araştırmanın şaşırtıcı bildirgesini sunmuştur. Güney
Arnavutluk'taki Butrinti bölgesinde eski bir Bizans Sarayı kazısında çok
değerli, az hasarlı fildişi bir satranç taşı bulunmuştur. Güney Avrupa (Balkan)
kiliselerinin çatısını anımsatmaktadır. Araştırmacılardan Prof. Richard Hodges,
taş hakkında "bizce bu bir kral veya kraliçe çünkü üzerinde bir küçük haç
var ama tama emin değiliz. " şeklinde bir açıklama yapmıştır.[3] Bu buluntu satrancın
kökenini Avrupa’da göstermek için dayanak yapılmıştır. Satranç araştırmacısı
İskender Altındiş bu taşın bulunmasıyla yapılan zorlama yorumlar için şunları
söylüyor: “Avrupa’daki en eski satranç buluntusu Arnavutluk’ta bulunan, MS 465
yılına tarihlenen ve satranç taşı olduğundan kuşkulanılıyor. Yanında diğer
taşlar bulunmadığı için, bu bir
satranç taşı mıdır
yoksa bir süs eşyası mı, emin olunamıyor. Eğer bu taşın satranç taşı olduğu
anlaşılırsa, bu, Balkanlar’da Hindistan’dan önce satranç oynanıyordu anlamına
gelecek. Hiç kuşkum yok ki ileride Avrupa’daki kazılardan başka buluntular da
kesinlikle çıkacaktır. Belki zaten çıkmıştır bile. Arnavutluk’ta bulunmuş
satranç taşından haberdar olmamızın bana göre tek nedeni, bir Bizans sarayında
bulunmuş olmasıdır. Böylelikle, ‘Bizans’ta zaten satranç vardı’ diyorlar. Ama
bunu yarım yamalak söyleyebiliyorlar, çünkü satrancın yaratıcısı olarak
Avrupalıları ortaya koymak, satranç tarihi ve genel Tarih çizgileri içerisinde
öyle kolay değil. Yapabildikleri kadarını zaten yapıyorlar: Satrancı Doğu’ya
İskender’in yaydığını öne sürüyorlar. Ancak, ne üsteleyebiliyorlar ne ikna
ediciliğe yaklaşabiliyorlar.”[4]
Resimde Arnavutluk Butrinti bölgesinde
bulunan satranç taşı olduğundan kuşkulanılan taş görülüyor.
Tezlerin
Kaynakları
Çeşitli bilim adamları satranç için
çeşitli kökenler buldular: Rus satranç
tarihçi Pavle Bidev, “Satranç Çin’den geliyor." dedi. Myron J. Samsin, Satrancın Doğu ve M.S. 180
sıralarında Baktriya sonrası İskender dönemi Batı oyunların melezleşmesi
olduğunu işaret etti. Gerhard Josten ise coğrafi olarak ikisi arasında, Kuşan
İmparatorluğu tarafından M.S. 50 – 200 arasında bulunduğunu söyledi. Ancak, muhtemelen güçlü - ya da belki en
şamatacı - gerekçeler satranç M.S. 600 sıralarında Hint yarımadasında doğmuş
olduğunu düşünenlerden geldi. Bu görüş 1694’de Hyde, 1913 yılında Murray ve
Antonius van der Linde (1833-1897) tarafından geliştirildi ve sonradan 20. yüzyıl
başlarında Yuri Averbak tarafından desteklendi. (Averbak’ın kitabı 1993’de
yayınlandı.)
Hindistan kökeni tezinin öncüsü
Thomas Hyde’dır. 1600’lerde yaşamış, İngiliz sömürüsü altındaki Hindistan’da
çeşitli araştırmalar yapmış, ulusal amaçlarla satrancı Hindistan’a ilk olarak
dayandıran İngiliz’dir. Hindistan’da İngiliz sömürgeciliği 1600 yıllarında Doğu
Hindistan Şirketi ile başlar. Araştırmacılar bu sürece kendi açılarından
yardımcı olmuşlardır. Thomas Hyde 1694 yılında satranç tarihinin ilk ciddi
kitabı olan "Mandragorias, Seu Historia Sahiludii" yayınladı.
Kitabının önsözünde satrancın Doğu Hindistan kökenli olduğunu açıkladı. Hyde’a
göre, satranç yaklaşık 1000 yıl önce ortaya çıktı. Bu görüş günün önde gelen
aydınları tarafından kabul edildi. Ağırlıklı olarak etimoloji üzerindeki
düşüncelere dayanıyordu. Hyde, kitabını yazdığında Doğu Hindistan Şirketi az yüz
yaşındaydı ve İngilizler Hindistan sömürgesinde önemli başarılar sağlamıştı. Ellerini
uzattığı her şey altındı ve bir gün vakit daralabilirdi. Hindistan'ın büyük
parçaları İngilizlere aitti ve Hint olan bir şey, aynı zamanda İngiliz idi. Kitap,
94 yılda toplanan ve içlerinde Hint hazineleri de bulunan çok sayıda parçadan
oluşmuştu. Yalnız Hint hazinesi değildi, böylece başka bir hazine eklemek doğal
oldu. Bu sözde hazine çok sayıda diğer hazineler arasında dikkat çekmiyordu. Hyde
bir sömürgeci araştırmacısıydı. Hindistan kökeni tezi abartılıydı. Onun eksikliklerini
H.J.R. Murray yazdığı hacimli bir kitapla gidermeye çalıştı: İngiliz sömürge
dönemi bitmek üzere iken; 1913 yılında satrancın Hint kökenli olduğunu iddia
eden son büyük İngiliz girişimi ortaya çıktı: H.J R Murray, hâlâ Hindistan’da
yaygın olan "Doğru ya da yanlış, her zaman ülkem" sloganına göre
oyunun kesin sahibi olarak Hindistan’ı göstermeye çalışan "Satranç
Tarihi" kitabını yayınladı. Sömürgeci mantığıyla yazılmış bu kitap
kendinden sonraki araştırmacılara çok kötü bir miras oldu. “İngiliz
sömürgeciliğinin kötü mirası”, “Hak edilmemiş bir miras” yargılarının sahibi
Gerhard Josten’dir ve “Satrancın kökeni Kuşhanlardır” tezinin de sahibidir.
Tezler
/ İddialar
Makedonya satranç taşı iddiası Batılıların
ilmi olmayan, romantik bir zorlamasından ibarettir ve üzerinde durmak bile
gereksizdir. Biz iki çalışmamızda diğer iddialar üzerinde durmuştuk.[5] Burada Hindistan kökeni
ile ilgili tez ve dolayısıyla Hindistan üzerinde biraz durmak istiyoruz:
Hindistan’da Satrancın doğduğu
söylenen dönem, Türk hâkimiyet dönemidir. Türk hâkimiyeti M.Ö. 400 yıllarında
başlar ve 20.yy.a kadar uzanır. Ayrıca Türk anlayışında da dört yön sembolizmi
vardır. Hindistan, milattan önce ve sonra birçok Türk akınına ve Türk hanedanının
yönetimine sahne olmuş bir bölgedir. Satrancın Hindistan’a tacirler veya Türk
fatihler eliyle götürülmesi çok mümkündür. Hintlilerin Türklerle ilişkileri çok
eski tarihlere dayanmaktadır. M.Ö. 1000’li yıllarda Hintliler demiri kullanmaya
başlarlar. Hindistan’a demiri o dönemlerde Orta Asya Türklerinin getirdiği
yönünde kayıtlar mevcuttur. Hatta Hindistan’daki yerli dillerde birçok Türkçe
kelime vardır. Bunların M.Ö.2500-1500 yılları arasında yayılmış olabileceği
yönünde görüşler tebliğ edilmiştir. Hindistan’a en çok tesir eden topluluk
Türklerdir.
Hindistan’daki Türk Devletlerine
kısaca bakalım: Kuşanlar, Akhunlar, Gazneliler (1001-1187) Gaznelilerden sonra
çeşitli hanedanlardan Türk padişahları, Hindistan İmparatoru olarak XIX. asra
kadar tahtta kalmışlardır. Bu devlete Delhi Sultanları, Hindistan Padişahları
da denir. Hanedanlar şunlandır: Gurlular (1187-1206), Memlüklüler (1206-1290),
Halaçlar (1296-1320), Tuğluklar (1320-1414), Seyyidler (1414-1451), Lûdîler
(1451-1526), Sûrîler (1540-1555), Timuroğulları (1526-1540 + 1555-1858)[6]
Hindistan’da Kuşan dönemi M.S. I-
IV. yy. arasıdır. VI. yy.a kadar bu bölgede etkin olan Kuşanlar’dır. Bunlar
Türkistan kökenlidirler. Bu dönemde heykellerde Türk süvarilere ait elbiseler
ve paralar üzerinde Türkçe güzel anlamına gelen Kucula gibi unvanlar vardır.
Hatta Budizm, Kuşanlar sayesinde cihanşümul bir din haline gelmiştir. Tamamen
Türk adı olan Manas kelimesi de bu dönemde Brahmaputra nehrinin bir koluna ad
olarak verilmiştir. Kuşanlardan sonra Akhunlar (Hünaslar) dönemi gelir.
Akhunlar daha sonra Gazneliler, Gurlular, Temürlüler’in de yaptığı gibi
Afganistan’ı Hindistan’a bağlayan yol güzergâhında bulunan Gazne şehrinden
hareket ederek Orta Asya’dan daha verimli olan ve daha fazla yağmur alan Pencap
bölgesine doğru akınlar başlatırlar. Toraman ve daha sonra Mihrakula
başkanlığında (515-550) Kuzey Hindistan’ı tamamen ele geçirirler. 557’de Batı
Göktürk ve Sasani ittifakı sonucu Afganistan’da iktidarı kaybeden Akhunlar
Hindistan’da da gerileme dönemine girerler. VII. yy başında ise Hintli racalar
tarafından ortadan kaldırılırlar. Böylece İran- Afganistan ve Kuzey
Hindistan’dan geçen ticaret yolu Akhunlar’ın elinden çıkar. Ancak burada bir
gurup Türk Şahiler 870 yılına kadar Afganistan-Hindistan sınırındaki Ohint’de
varlıklarını sürdürürler. Daha sonra bunlar Gazneli Mahmud’un Hint seferlerinde
önemli rol oynar; hem Hindistan’da kurulacak Türk hâkimiyeti için temel teşkil
ederler ve hem de bugünkü Pakistan’ın ortaya çıkmasını sağlarlar.
Hindistan milat öncesinden beri
Türklerin hâkimiyetinde bir coğrafyadır. M.Ö. IV asrın sonunda, Makedonyalılar
(Büyük İskender), Hindistan’ın batısını istila etmişlerdir. Daha sonra Türk
İskitler gelmişlerdir. Onların dışında, Hindistan’ın kuzeyinin büyük kısmını,
Orta Asya’daki büyük topraklarla beraber hâkimiyetlerine alan ilk Türk
kavimleri, hemen Milat asırlarında Akhunlar ve Kuşanlardır. Bu iki Türk
İmparatorluğu, beraberinde gelen Türkler Hind kavimleri içinde erimiştir. 711
yılında Emevi kumandanı Muhammed İbni’l-Kasım, Hind bölgesini fethetmiştir.
Böylece İslam dini, ülkenin batısına girmiştir. Fakat bütün Hindistan’da İslam
dinini yayan ve bütün kıtayı Müslüman hâkimiyetine alan Gazneliler ile başlayan
Türk hanedanlarıdır. Hindistan fatihi, bilhassa Ganj bölgesi ile Gücerat’ı ve
daha Kuzey ile batıdaki ülkeleri fetheden (Satrancın Hindistan’dan geldiğini
söyleyen Firdevsi’nin Şehnameyi yazmasına vesile olan) Gazneli Sultan
Mahmud’dur.
Bu asıl Hindistan Türk
İmparatorluğu dışında Hindistan’da birçok Türk Devleti kurulmuştur. 1347–1686
arasında Güney Hindistan’da da bir Türk Devleti kurulmuş, 1525’e kadar Behmenî
ve bu tarihten sonra Âdil-Şâhlar hanedanlarının idaresinde muhteşem devletler
olmuştur. Haydarâbâd Nizâmlarının da menşei Türk’tür. Türkler ülkeyi emsalsiz
mimari eserleriyle donatmışlardır. Hindistan’ın Kuzey, hatta orta kesiminde ne
kadar muhteşem abide varsa çoğunlukla Türklerin eserleridir, az bir kısmı da
İngilizlerden kalmadır. Hindulardan kalan şeyler azdır ve güneyde yoğunlaşır.
Bilhassa Hindistan Timuroğulları, ülkeye bütün tarihlerinin, hatta bugün cihan
tarihinin en kudretli ve muhteşem dönemlerinden birini yaşatmışlardır. Görüldüğü
gibi Hindistan milat öncesinden beri bir Türk yurdudur. Ancak İngiliz hâkimiyetinden sonra Türkler ve
bıraktıkları eserler unutturulmuştur. Bu bilgilerden yola çıkılırsa, Satrancın
kökeni ve Hindistan deyince akla Hintlilerden hemen sonra Türklerin gelmesi
gerekirdi. Ancak öyle olmamış, İngilizler, Hindistan’dan kovulmadan önce ve
sonrasında, büyük bir maharetle, Türklerin Hindistan’daki izlerini ve
etkilerini görünmez kılmışlardır. İngilizler ve Avrupalılar bunu hep
yapmaktadır.
Dört
Unsur / Dört Yön Sembolizmi
Kaynaklarda Satranç kelimesinin
aslının Sanskritçe catur anga (dört unsur) olduğu, bunun Farsça’ya çet- reng ve
oradan Arapça’ya şatranc şeklinde geçtiği söylenmektedir. “Hintliler’e göre bu
dört unsur atlar, filler, savaş arabası ve piyadelerdir. Buna göre savaş
taktiklerinin teorik biçimde tahta üzerinde uygulandığı bir oyun olan satrancın
esasen dört bölümden oluşan Hint ordusunu temsil ettiği anlaşılmaktadır. Kral
ordunun üstünde ve karar verici konumunda bulunduğu, vezir de onun yardımcısı
olduğu için oyunda bunlar ordudan sayılmaz.” denilmektedir. (Bu ordu sistemi
Hindistan’da satrancın bulunduğu söylenen tarihten bin yıl önce kullanılmış,
terk edilmiştir.) Ayrıca Türklerde de tarih öncesinden beri dört unsur anlayışı
vardır: Dört unsur anlayışı Hintlilerde var diye oyunu illa oraya bağlamanın
bir anlamı var mı?[10]
Solda Türk Memlüklü Minyatürü(13.
yy.) ve sağda Selçuklu halısı
Nuray Bilgili’nin verdiği bilgilere
göre Türklerde Kozmoloji ile Bağlantılı Dört Yön Sembolizmi vardır. Türkler
kutup yıldızının etrafında dönen takımyıldızlarını At olarak düşünmüşlerdir.
Dört yön sembolizminde kullanılan renkler ve atların renkleri birbiriyle
örtüşür. Güney yönü Kırmızı At ile, kuzey Alaca At ya da Siyah At ile, doğu
Mavi At ile, batı ise Beyaz At ile sembolize edilir. Ortadaki yuvarlak sembolizm,
evren tasavvurudur ve içindeki su ak ananın çıktığı ve Ülgen'e yaratma ilhamını
verdiği Sonsuz Suları sembolize eder. "Sonsuz Su" arketipi hemen her
toplumun yaratılış ile ilgili, mitolojik ve dini söylencelerinde vardır.
Aslında Sonsuz Sular evrenin Kaos Süreci’dir. Türklerde Kraliyet Yıldızları ve
bu yıldızların bulunduğu Takımyıldızlar, yönler ve renkler ile
ilişkilendirilmiştir. Alderaban, Regulus, Anteres ve Formalhaut. Türklerde bu
Kraliyet Yıldızları dört ana yöne yerleştirilen, Kaplan Takımyıldızı,
Kızılsaksağan Takımyıldızı, Ejderha Takımyıldızı ve Kaplumbağa-Yılan
Takımyıldızı'nın içinde yer alır. Elbette Türkler kendilerini, bu
takımyıldızların İçinde en çok Ejderha Takımyıldızı ve bu burcun Kraliyet Yıldızı
Anteres ile ilişkilendirmişlerdir. Antares, kadim toplumlarda ve Türklerde Mars
ile ilişkilendirilen ve onun gibi zafer ve savaş gezegeni olan bir yıldızdı.
Günümüz astrolojisinde Ejderha Takımyıldızı Akrep Takımyıldızı’dır ve gezegeni
Mars, Kraliyet Yıldızı Antares'tir. Akrep, Mars ve Antares, Türklerin
Mitolojilerinde ve Sembolizminde inanılmaz bir yere sahiptir.
Hindistan tezini inceleyen İskender
Altındiş şu sonuçlara varmıştır:
“1)
En eski yazılı belge olarak kabul edilen, 625-640 yılları arasına tarihli bir
şair kitabı, Çaturanga’dan söz ediyor, ama hangi Çaturanga’dan söz ettiği belli
değil. Ve aynı tarihlerde, İran coğrafyasında çatrang'ın adını anan kitaplar
var. Bir tanesi, 620 tarihli. Yani Hindistan'daki kitap, diyelim ki bildiğimiz
satrançtan söz etse bile, satrançtan söz eden ilk kitap değil. Dahası, aslında
Hindistan'da bile Çaturanga'dan söz eden ilk kitap değil. Çaturanga adını anan
ilk kaynak, Mahabarata adlı, Sanskırit dilinde yazılmış destandır. Tarihi, MÖ
500 dolayı olarak verilir. 2) Hindistan'da, 1500'lü yılların
sonuna kadar satranç taşı olduğundan emin olunan hiçbir buluntu yoktur. 3) Satranç
kurallarından söz eden, bilinen ilk kitaplar 850 yılından başlıyor ve Arapça. 4) 11. yüzyıl öncesine
ait, daha önce sözünü ettiğim iki Farsça kitap, satrancın Hint'ten geldiğini
yazıyor. Ama söylenen o ki İran'da 11. yüzyılın sonuna kadar Hint ile
kastedilen coğrafya, Hindistan yarımadası değil, bugünkü Pakistan çevresi. Yani
satranç İran coğrafyasına, ilk satranç taşlarının bulunduğu bölge dolaylarından
girmiş.
Anlayacağınız, satrancın Hindistan'da
doğması şöyle dursun, Hindistan'da geç yıllara kadar gerçekte, bildiğimiz
satrancın oynandığını gösteren bir belge bile yok. 400'lü yılların başlarında
Hindistan'ı dolaşan ve epey kapsamlı bilgiler verdiği söylenen Çinli bir Budist
rahibin, satrançtan veya çaturangadan hiç söz etmemiş olması da ayrıca
ilginçtir. Belli ki Batılılar, Çaturanga'nın (veya Çatrang'ın) kurallarını,
850’den sonraki Arapça satranç kitaplarından alıntıladıktan sonra, hangi
Çaturanga’dan söz ettiği belli olmayan bir şair kitabını işaret ederek,
satrancın Hindistan'da, 600'lerde doğduğunu öne sürmüş. Yine Çaturanga adından
söz eden MÖ 500 dolayındakine ise uzak durmayı yeğlemişler. Herkes de bunu
bilimsel yorum olarak kabul ediyor. Bu yalanın Hindistan’ı sömürmeye başlayan İngilizler
tarafından nasıl ve neden uydurulduğu, şu bağlantıdan okunabilir:[11] Peki bugün bile
Hindistan’da diretmek neden? Bunun gerçek yanıtı, asılsız bir kurama olan
heveste yatmaktadır: ‘Hint- Avrupa’ kuramı.”[12]
Gerhard
Josten’in Tezi, “Yaşayan Fosil Satranç”
Satrançla ilgili çeşitli araştırma
ve yayınları olan Gerhard Josten, 2001 yılında Köln’de Chess - a living fossil
(Satranç, Yaşayan Fosil) adlı bir çalışma yayınladı. Bu çalışmasında Satrancın
Kuşhanlar tarafından bulunduğunu ortaya koydu. Gerhard Josten’in bir başka kitabı
İpek Yolu üzerinde Satranç adını taşımaktadır. Gerhard Josten, (Köln, 2001)
Akademik araştırmaların sadece edebi kaynaklar ve heykel incelemesi
ölçütleriyle sınırlı kaldığını, 1962de Joseph Needham’ın ve 1994’de Hans
Hollander’in oyunun yapısının incelenmesi gerektiğini söylediğini, kendisinin
de bu yöntemi uyguladığını söyler. 1975’de Isaak Lindner’in Hindistan ve Çin
ile de ilişkileri olan Kuşhan İmparatorluğuna; oyunun oluşumu için gerekli olan
motiflerin, çeşitli kültürlerin, sanatsal geleneklerin unsurlarının mükemmel
koşullarda uyumlu bir bileşimine dikkat çektiğini belirtir ve tezinin de
buradan doğduğunu söyler: “Askeri, hayali, matematiksel veya diğer teorilerle
satranç oluşturmadık, bu teoriler satranç oyununu izledi. Aksine, Kuşan
İmparatorluğundaki sofistike oyun kavramlarının sistematik kombinasyonu bu
oyunun başlangıcı idi, Kuşhan İmparatorluğu (1-3.yy) konusunu edebi eserler ve
arkeolojik bulgularla desteklemek kimsenin aklına gelmedi” der ve şunları ilave
eder: “Satranç; Çin, Hindistan veya Ortadoğu bölgelerinden birinde doğup diğer
iki bölgeye girmemiştir. Bu oyun, önceki oyunlardan, her biri bu bölgelerden
birine özgü olan birer özellik almıştır. Satrancı yaratanlar, bu üç özelliği
bileştirmiş ve söz konusu üç bölgeye de buradan yayılmıştır. Peki bunu kim
yapmış olabilir: Her üç bölgeyle de bağlantısı olanlar. Bunlar kimler olabilir:
İpek Yolu’ndakiler. Oyunların evrimine bakıldığında, hangi tarihte, kimdir
bunlar: MÖ 50 ile MS 200 arasında, Kuşhanlar. Kazıbilimdeki ilk buluntuların
hep bu dolaylarda çıkmış olması da bu düşünceyi güçlendiriyor.” “Kuşhanların
kademeli parçalanmasının ardından, galip komşu devletlerin her biri, satrancın
zihinsel yaratıcılarının kendileri olduğunu savladı. Kimse, yenilen
Kuşhanlardan söz etmedi. Kuşhanların yıkılması, birçok gerçeğin neden
kaybolduğunun ve neden satrancın kökenine ilişkin, inandırıcılıktan uzak bu
kadar çok söylencenin ortaya çıktığının asıl nedeni olabilir. Kuşhanlar’ın
zihinsel yapıtı, yerini çeşitli söylencelere bıraktı.”
Solda Satrancın Kuşanlar’dan
yayılmasını gösteren harita, sağda Kuşhanlar Türk Devletinin Haritası
Josten’in Kuşhanlar Kökeni Tezinin
özeti şudur: Who? ►The Kushans / Where?
►In Central Asia / When? ►Between 50 BC and 200 AD / How? ►By systematic combination
of three sophisticated game concepts / Why? ►Because of the Kushan syncretism[13]
Satranç araştırmacısı İskender
Altındiş, Josten’in Kuşhanlar tezi için diyor ki: “Birçok gerçeğin
kaybolduğu”ndan söz eden Yostın’ın, tezinde geçen iki ifadesine dikkat
çekeceğim: Kuşhanlar’dan söz ederken, bir ara ayraç içinde, “Yoksa Tomıs Hayd,
araştırmaları sırasında, gizlenmiş bir belirti mi buldu?” biçiminde bir ifade
kullanıp, Viktır Kits’in satranca ilişkin bir kitabına gönderme yapmış (Victor
Keats - Chess, Its Origin) …Yostın, düşüncelerini geliştirerek(!) dolaylı
yoldan demiş ki: ‘Satranç, belli bir coğrafyaya özgü bir oyun değildir, İpek
Yolu’nun merkezindeki Kuşhan ülkesinde, farklı farklı kültürler, farklı oyun
yapılarını birleştirerek satrancı yaratmıştır. Satrancı tek bir ulusun
yarattığını düşünmeyelim. Satrancı Çin, Hint, Ortadoğu veya başkası yarattı
diye kavga edeceğimize, herkesin katkıda bulunduğu bir bileşim olarak görelim. ‘
Yostın’ın bu iki ifadesi, burnuma bazı tanıdık kokular getiriyor: Anlaşılan o
ki Gerhard Yostın adlı Alman, kuramının, satrancın yaratıcısı olarak Türkleri
işaret ettiğinin gayet farkında. Hatta satrancın yaratıcısı olarak Türkleri
söyleyen bir belgeden haberdar bile olabilir. Bu belge, örneğin Tomıs Hayd’ın
gizlediği bir belge olabilir. Satrancı Türklerin yarattığını başkalarının da
öğrenmesi arifesinde, bu oyunun sahipliğini tek bir ulustan (yani Türklerden)
alıp, bütün dünyaya yamamaya çalışıyormuş izlenimi uyandırıyor. Ne zaman önemli
bir değerin yaratıcı sahibinin Türkler olduğu anlaşılsa, hemen o sahipliğin
“önemi yoksanarak”, bütün dünyaya mal edilmeye çalışılır ve şöyle bitirilir:
“Böylesine bir kardeşlik, daha güzel bir tablo değil mi?” Gerçeklerin üzeri
“güzellikle” örtülür… Türk tarihini inceleyenler, buna benzer yığınla örnek
bilir. Kuşhanların tarihini incelemiş olmasına rağmen, Yostın’ın Türk adını hiç
anmaması ve Kuşhanlar’ı “kayıp uygarlık” tadında tanımlaması, bu açıdan
özellikle dikkate değerdir. Gerhard Yostın (Gerhard Josten) ve Ayzek Lindır
(Isaak Linder) adlı satranç tarihçileri, oyunun evrim ve çeşitliliğine bakarak,
satrancın ilk izlerinin, bir Türk devleti olan Kuşhanlara kadar takip
edilebildiğini belirtip, tarih olarak da MÖ 50 ile MS 200 yılları arasını
verir. Özellikle Yostın, satrancın Kuşhan kaynaklı olduğu iddiasındadır.
Yostın, satrancın, Kuşhan Türkleri döneminde, Kaşgar dolaylarında doğduğunu öne
sürüyor Ama diğerleri gibi O da Kuşhanların Türk olduğuna değinip de
"satrancı Türkler yaratmıştır" demez.”[14]
Araştırmacı Horst Remus de şunları
söylüyor: “Ne yazık ki, satranç veya onun gelişimine dair yazılı kaynak olarak
yaklaşık MS.600 yıllarına ait iki Farsça kayıtlarından öncesi henüz
bulunamamıştır. Bu Satranç, neredeyse bugün oynanan satranç gibi, aniden bir
kişi tarafından icat edilerek ortaya çıkması çok düşük ihtimaldir... Köken
alanı olarak özellikle Kuşan alanı görülmektedir. Çünkü Kuşan İmparatorluğu
bölgede bulundu, ikinci yüzyıldan itibaren iki kazıdan çıkan ve tartışılan
parçaların, satranç taşı olması son derece mümkündür. Benim düşünceme göre,
tartışılmakta olan Çin menşei muhtemelen zayıf ihtimallerden biridir. Jøsten
hipotezi çok ilginç ama yine de biraz daha çalışılması gerekiyor. Hindistan’ın
asıl ülke olması konusundaki teori şimdilik en geçerli teori gibi görünüyor ama
MS 600 den sonraki 500 yıl boyunca Hindistan içinde konunun takibi konusundaki
çalışmaların eksikliği, bir başka teoriye geçit vermek zorunda kalacaktır.”[15] Anlaşılan dünyada da Turan
Tezi gibi daha kapsayıcı bir teze ihtiyaç duyulmaktadır. Bizim de tezimizi
ileri sürme vaktimiz gelmiştir.
Satrancın Kökeni Hakkında Yeni Bir
Tez
“Satrancın
Kökeni Turan’dır.”
“Satranç, Turan’dan (Türkistan’dan,
Altay bölgesinden) dünyaya yayılmıştır.” tezi yeni bir tezdir. Tezin ileri sürülmesinin sebebi, mevcut açık
bulgulara rağmen şimdiye kadar böyle bir iddianın maalesef ortaya atılmamış
olmasıdır. Bu yüzden tezimizi ortaya koyduk. Amacımız sadece ilmi gerçeklerin
ortaya çıkmasıdır. Çok yenidir; henüz kaynaklarda, ansiklopedilerde, ders
kitaplarında... yer almamıştır. Tezin sahibi de biziz. İlk olarak 2010’da
yazdığımız bir makalemizde ileri sürdüğümüz bu tezin tartışılmasına vesile olan
Sayın İskender Altındiş’in konuyla ilgili araştırmalarının önemi ayrıca
vurgulanmalıdır; çalışmamızda sık sık bulgu ve görüşlerine başvurduk.
Bildirinin hacmi açısından elimizdeki bütün verileri de kullanamadığımızı
belirtmek isterim. Benim tezime göre oyunun erken hali Kuşanlar’a önceki Türk
devletlerinden intikal etmiştir.
Turan
Tezi’nin Gerekçesi
Satranç’tan söz edilirken,
Satrancın Turan kökenli olabileceğine dair mevcut bilgiler unutulmuş,
unutturulmuş, göz ardı edilmiştir. Adeta Satrancın doğduğu ve yayıldığı başka
bölge ve yollar da olabileceğinin düşünülmesi istenmemiştir. Mesela Hindistan,
milattan önce ve sonra birçok Türk akınına ve Türk hanedanının yönetimine sahne
olmuş bir bölgedir. Satrancın tacirler veya Türk fatihler eliyle Hindistan’a
götürülmesi çok mümkündür. Bu konudaki bilgiler ise açıktır. İpek yolu gerçeği
vardır. Avrupa’ya Kuzeyden gelmiş olabileceği üzerinde de durulmamıştır.
Zekâ oyunlarına sahip olmak çok
önemlidir.[16]
Türkler, Satranç gibi bir savaş oyununu icat edebilecek yeteneğe sahiptir; atı
evcilleştirmeleri, dünyadaki ilk savaş taktiklerinin sahibi olmaları, Çin’e Çin
Seddi’ni yaptırmaları gibi hususlar bunu göstermektedir. Türkler Satranç’a
benzer (taşla oynanan) başka zekâ oyunlarına da -bol miktarda-sahiptir.
Oyunların çoğu kendi içinde çeşitli zorluk derecelerine sahiptir. Oyunların
bazı özelliklerini birleştirerek, zorluk derecesi yüksek bir oyun olan satrancı
bulmuş olmaları yüksek ihtimaldir. Bilindiği üzere Satranç’ta da çeşitli zorluk
dereceleri oluşturmuşlardır; Timur Satrancı buna örnektir. Bir Hint satranç
çeşidi olduğu söylenen “Türk Büyük Satrancı” buna bir başka örnektir. Benim
görüşüme göre bir buluştaki daha üst seviyedeki değişimi, öncelikle o buluşun
sahipleri gerçekleştirebilir.
Avrupa'nın ve Asya’nın çeşitli
yerlerinde birçok Ortaçağ satranç setleri veya müstakil satranç taşları
bulunmuştur: İspanya, Katalonya, Fransa, İtalya, Floransa, Sicilya, Polonya,
İngiltere, Almanya, Hollanda, Norveç, Danimarka, İskandinavya, Arnavutluk,
Rusya, Özbekistan, İran, Afganistan, Türkiye’dir. Müzelerdeki bazı eserlerin
bulundukları yerler belirsizdir. Bazı eserler de sadece bir heykelcikten
ibarettir. (Bunların Satranç taşı olduğu tartışmalıdır.) Bu satranç takımı ve
taşları buluntuları, 9 ila 14.yy. arasında tarihlendirilmiştir.[17]
Turan Tezi’nin Dayanakları
Turan Tezi’nin dayanakları
şunlardır: 1. Arkeolojik buluntular 2. Edebi eserler 3. Seyahatnameler 4. Türk
Sanatı 5. Halkbilim 6. Türk Medeniyeti 7. Sosyal hayat 9. Diğer bilimsel
veriler
Arkeolojik Buluntular
Dünyanın
En Eski Satranç Taşları, En Eski Satranç Takımı ve En Eski Eksiksiz Satranç
Takımı Türklere Aittir:
Asya ve Avrupa’da yapılan kazılarda
birçok soyut ve somut satranç taşları ve satranç takımları bulundu: Somut
satranç taşı olarak tahmin edilen taşların en eskisinin M.S. 2. yüzyıla, soyut
satranç taşı olduğu tahmin edilen en eskisinin M.S. 8. yüzyıla ait olduğu kabul
ediliyor. Taşları tamam satranç takımlarına bakılarak öncekilerin durumu tayin edilebiliyor.
Bu takımlar da; Somut satranç takımının en eskisi Özbekistan sınırları içindeki
Semerkant’ta; destanlarımızda Alp Er Tunga olarak geçen Afrasiyab’ın kalesinde
yapılan kazılarda bulundu. M.S. 7. yüzyıla ait. Soyut satranç takımlarının en
eskisi de İran / Nişabur’da bulundu; 11. yüzyıla, Büyük Selçuklu Devleti
dönemine ait. Tarihin ilk satranç taşları, Özbekistan'daki Delverzin Tepe
kazılarında bulunmuştur. MS 100'lü yıllara tarihlidir. Yani Hintlilerin
Çaturangasının başlatıldığından 500 yıl öncesine ait bu satranç taşları Türk
coğrafyasında bulunmuştur. Satranç tarihi uzmanı Linder, bunların satranç
taşları olmayabileceğini ancak satrancın öncüsü olabileceğini söyler. Bu
buluntu satrancın tarihini kabul edilenden daha öne çekmektedir. Her ne kadar
bu iki taşın satranç taşı olduğu konusunda kuşkular varsa da, yaygın kanı,
bunların satranç taşları olduğu biçimindedir. Irak’ta ve Hindistan’ın
kuzeyinde, satranç taşı olduğundan kuşkulanılan başka buluntular da vardır, ama
içlerinden en eski bilineni budur.[18]
Tarihin ilk satranç taşları, Özbekistan'da
Delverzin Tepe kazıları MS 100'lü yıllara tarihlenmiştir. (Kuşhanlar M.S.
1.-2. yy.)[1]
|
Tirmiz’e 60 km uzaklıktaki antik
kale Dalverzintepe’de 1972 de bulunup Özbekistan Arkeoloji Müzesine gelen
taşlar, Afrasiab taşları olarak bilinen satranç taşlarına çok benzer. Kuşan
Türk Devleti dönemine ait bu iki parça, Satranç Tarihi için çok önemlidir:
Dünyanın ilk satranç taşlarıdır. (2.yy) Delverzin Tepe, Hindistan’ı fetheden
Kuşhan Türklerinin başkentidir.
1977
yılında arkeolog ve tarihçi Prof Jurij F. Burjakov tarafından Özbekistan
Semerkant yakınlarındaki Afrasiyab kazılarında bulunan, Dünyanın bilinen en
eski satranç takımı; 7 parça satranç seti, Semerkant, Afrasiyap kazıları, M.S.
762
Afrâsiyâb İran millî destanında
İran düşmanı olarak gösterilen Turan hükümdarıdır. Adı Eski Farsça (Avesta
dili) metinlerde Frangrasyan, Orta Farsça’da (Pehlevî dili) Frasyav, Frasiyâk,
Frangrasyâk; Arapça kaynaklardan Taberî’de (Târîh, I, 339, 453) Frâsiyâb ve
Frâsyât, Mes‘ûdî (Mürûcü’z-zeheb, II, 117) ve Bîrûnî’de (Âsârü’l-bâkıye, s.
104) Ferâsiyâb, Seâlibî’de (Gurer, s. 15, 106-108, 111-137 vd.) ve İran millî
destanı Firdevsî’nin Şahnâme’sinde (I, 197) Efrâsiyâb (Afrâsiyâb) olarak geçer.[19]
Şehname Sultan Mahmut döneminde,
onun himayesinde yazılmıştır. Sultan Mahmud 23 Rebîülâhir 421’de (30 Nisan
1030) Gazne’de vefat etti. İdarî kabiliyeti, siyaseti ve muazzam fütühatı ile
Türk-İslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Mahmud hayatının
büyük kısmını savaş meydanlarında geçirmiştir. Hindistan’a 17 seferi olmuş.
Fetihler yapmıştır. Öldüğü zaman Gazneli Devleti batıda Azerbaycan
topraklarından doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj vadisine, kuzeyde Hârizm’den
güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahayı içine
alıyordu. Mahmud dindar, zeki, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı.
Bugün Afganistan adıyla bilinen topraklar Güney Türkistan’dır ve Gazneli
Mahmut’un hüküm sürdüğü topraklardır. Murray, Hyde gibi İngilizlerin Satrancın
kökeni Hindistan’dır tezine dayanak yaptıkları Firdevsi’nin Şehnamesi, her
türlü bilgiyi aktarması açısından Mevlana’nın Mesnevi’sine benzer. Birtakım hikâyeler
biraz da abartılarak anlatılmıştır. Satrançla ilgili ilk efsane de bu
abartılardan biridir. Kahraman
Efrasiyab, korkak
birisi olarak, 296 yaşında gösterilmiştir. Maddi sıkıntı içindeki Firdevsi Türk
Hakanı Gazneli Mahmut’tan daha çok para alabilmek için eserinde her duyduğunu,
doğruluğunu araştırmadan anlatmış olmalıdır. [20]
Şah Tasmab’ın Şehnamesi 1530 -35
yıllarında Abdülvahhap tarafından çizilmiş bir resim.[21]
Solda Afganistan’da bulunan MS
500'lü yılların başına tarihli Satranç taşı ve ortada Kuzey Afganistan'da
bulunan, 500-700'lü yıllar arasında tarihli bir satranç takımı[22] Sağdaki buluntunun hikâyesi
ilginç: Amerika’da birisi, çok eskilere ait satranç taşı buluntularını, bir
koleksiyoncuya satmış. Bu taşların bu Amerikalıya ve Amerika’ya nasıl gittiği
belli değil. Taşların tarihi hakkında da bilgi yok. Satıcının yalnızca, bu
taşların Afganistan’ın kuzeyinde bulunduğunu belirttiği biliniyor. Buna rağmen,
birisi çıkıp bunları satın almış ve bu taşlar, şimdi özel bir koleksiyonun
parçasıymış.[23]
Satranç taşı olduğundan
kuşkulanılan şu taş, Doğu Türkistan’da; bugün Çin sınırları içindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Turfan'ın 30
kilometre güneydoğusunda, İpek Yolu üzerindeki eski bir vaha şehri olan
Karahoca’da bulunmuştur.[24] Tarihi bilinmiyor.
Rusya’nın çeşitli yerlerinde Türk
medeniyetine dair yerleşim yerlerinde satranç taşları bulunmuştur. Ruslar bu taşların
ve satrancın Hazar Volga boyu yolu ile geldiğini söylemektedir. Bu taşlar
Afrasiyap taşlarıyla benzerlik arz etmektedir.
Soldan itibaren sırasıyla: Kraliçe,
fildişi, 12. c Lukoml, Beyaz Rusya, Belarus Devlet Müzesi; Kral, fildişi, 12. c
Slutsk, Belarus Bilimler Akademisi Bielorussian, Minsk; 8. yy-10.yy arasında
tarihlenen sağdaki buluntu, Karadeniz'in kuzeyinde, Ten (Don) ırmağı çevresinde
bulunmuştur: O dönemler, bu bölge, Türklerin yurduydu. Bunların en başında da
Hazarlar ve Kumanlar (Kıpçaklar) gelir. Fil fildişi, Sarkel arasında ancint
Khazar kalesinde bulunan taş. Satrancın Hazar-Volga yolla Rusya'da geldiğini
kanıtlıyor. Ermitage, St Petersburg, Rusya.
Nişabur / 11-12.yy. Selçuklu
Satranç Seti Metropoltan Müzesi
Nişabur’da bulun Dünyanın en eski
ve neredeyse tamamı korunmuş (bir taşı yoktur) satranç takımı da Türklere
aittir. Selçuklu Satranç Takımı olarak kayıtlara geçmiştir. Bugünkü İran’da
Nişabur’da bulunmuştur. 12.yy. a aittir. Büyük Selçukluların 1092’deki en geniş
sınırları içinde... Büyük Selçuklu Devleti dönemine ait muhteşem soyut satranç
takımı Asya, Avrupa ve Afrika’da bulunan bazı parçaların; kendinden önceki
buluntuların bir satranç takımı parçası olduğunu doğrulamaktadır. Bu satranç
takımı satranç tarihinde ve Türk satranç tarihinde çok önemli bir yere
sahiptir.[25]
Satrancın
Kökeni ve Yayılması
Satrancın
Yayılma Güzergâhları
Satrancın kaynağı gösterilen veya
yayılma güzergâhı olarak adı geçen bütün ülkelerin Türklerin komşularıdır. İpek
yolu ise en önemli taşıyıcı yoldur.[27] İpek Yolu aynı zamanda
satranç yoludur. Bir kaynakta şunlar yazıyor: “Satrancı kimin yarattığına
ilişkin hangi kuram doğru olursa olsun, oyunun yayılmasında İpek Yolu’nun önemi
tartışılmaz”. “Satrancın doğduğu iddia edilen bütün coğrafyalardaki ortak ve
belirleyici nokta, Türklerdir” dememişler de “Satranç, İpek Yolu’yla yayıldı”
demişler. İpek Yolu’nun haritasına şöyle bir bakmak bile, bu yolun Türklerin
denetiminde bir ticaret, düşünce ve kültür yolu olduğunu anlamaya yeter:
Tarihsel gerçek de budur. Yani oyunun yayılmasında “Türklerin önemi” dememişler
de “İpek Yolu’nun önemi” demişler. Bu arada, kendilerine sormak gerekir: “Madem
satranç İpek Yolu’yla her yere yayıldı, öyleyse satrancın Avrupa’daki
yayılışını Endülüs zamanındaki Araplara bağlamak niye? Yani satranç, İpek
Yolu’yla her köşeye girmeyi başardı da bir tek Avrupa’ya mı girmeyi
başaramadı?”[28]
M. Ali Doğan’ın belirttiğine göre Haçlılar bu savaşlar sırasında Müslümanlardan
öğrendikleri diğer şeylerin yanında ‘satranç’ oyununu da Batı’ya taşıyıp
tanıttılar.[29]
Satranç hem Araplar üzerinden Avrupa’ya ulaşmış, hem de bugünkü Türkiye ve
Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya ulaşmıştır. Doğu Avrupa’da bulunan ve satranç
taşına benzeyen buluntuların varlığı, Avrupa’da Vezir’in Kraliçe’ye dönüşümü ve
Şah’a veya Kral’a göre konumu bu görüşü desteklemektedir.
Satranç
Taşları Batıya Türkiye Üzerinden Gitti
Bodrum Serçe Limanı Cam Batığı buluntusu
Türk tipi satranç seti, satranç setlerinin yalnız Araplar üzerinden değil
doğrudan Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçtiğini göstermektedir. Serçe Limanı Cam
Batığı Kazısı, Türkiye / 11.yy, Satranç seti parçaları gemi batığında bulundu.
Satranç Setleri kara veya deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşıyordu. Türkiye Bir gemi batığında, geminin kıç
bölgesinde bir tavla zarı ile birlikte bulundu.
Avrupa
Satranç Setleri
Avrupa'nın çeşitli yerlerinde;
İspanya, Katalonya, Fransa, İtalya, Floransa, Sicilya, Polonya, İngiltere,
Almanya, Hollanda, Norveç, Danimarka, İskandinavya’da birçok Ortaçağ satranç
setleri veya müstakil satranç taşları bulundu. Müzelerdeki bazı eserlerin bulundukları
yerler belirsizdir. Buluntular 9-14.yy. arasında tarihlendirilmiştir. Aşağıdaki
resimde görülen ve Avrupa’da bulunan soyut satranç setleri veya taşlarının
büyük bir kısmı bu Selçuklu satranç seti ve taşlarına benzemektedir: Aşağıda
Avrupa’da bulunan ve Selçuklu takımına benzeyen taşlardan örnekler:
1. Araplardan alındığı için Mozarab
(Mustarip)adı verilen kristal takım, Museu de Leida Diocesa, İspanya, 9-11. Asra tarihlendiriliyor. 2. Sandomierz
Takımı, 11t-12. asır, Disctric Museum, Sandormiertz, Polanya 3. İskandinav
Takımı, Nuremberg, Germanisches
Nationalmuseum, 11-12 asır. 4. Venafro buluntuları, Venafro, Campania, İtalya,
10 asır sonları.[30]
Görüldüğü gibi en eski satranç
taşı, taşları, takımı Türkistan’da bulunmuştur. Dünyanın başka taraflarında
bulunan somut veya soyut satranç takımları da ipek yolu üzerinden taşınmıştır.
Türkistan’da birçok iç ve dış istilaların, savaşların olduğunu, bu savaş ve
işgaller sonucu Turan Medeniyeti’ne dair birçok eserin yok edildiğini
biliyoruz. Yine de mevcut arkeolojik bulgular, maddi delil bakımından satrancın
kökeninin Turan olduğu iddiasına yeterince ispat gücü vermektedir: Günümüze
kadar bulunan en eski satranç taşı, somut satranç taşıdır ve Dervazintepe’de,
Güney Türkistan’da bulunmuştur. En eski satranç taşları somut satranç
taşlarıdır ve Afrasiyab’da, Semerkant’ta, Özbekistan’da bulunmuştur. En eski
satranç takımı Büyük Selçuklu dönemine ait olup İran’da bulunmuştur ve soyut
satranç takımıdır. İlk satranç taşları, takımları somut taşlar ve takımlardır.
Moğolistan Uluslararası Entelektüel Satranç Müzesi sahibi, satranç uzmanı Tümen
Ulzii Zandraa’nın verdiği bilgilere göre Moğolistan’da 2000 yıllık bir somut
satranç takımı, tahtası yıpranmış ama taşları bozulmamış bir halde bir Hun
mezarında bulunmuştur. Moğol tarihçi Baljinyam konuyla ilgili bilgileri
kitabının 3. Cildinde vermektedir. Biz kitabı ve buluntunun resmini görme
imkânı bulamadık. Ancak Tümen Beyin verdiği bilgiler doğruysa satrancın tarihi
2000 yıl öncesine gidecek ve Türk kökeni kesin olarak ortaya konulmuş
olacaktır. Yüzey araştırmacısı Servet Somuncuoğlu Taştaki Türkler adlı ölümsüz
eserinde Moğolistan’da Hun-Göktürk dönemine ait bir Şatırçulu (Satranç Taşı)
adlı mezarlık bulmuş ve eserinde yayınlamıştır:
Yazılı
Belgeler
Satrancın 600'lü yılların başında Çaturanga
olarak Hindistan'da ortaya çıktığı savı, Hindistan'da Bina adlı bir şairin,
625-640 yılları arasında yazdığı kitabında, Çaturanga'dan söz etmesine
dayanıyor. Hindistan'da bildiğimiz satranç anlamındaki Çaturanga'dan söz ettiği
söylenen en eski kaynak, bu. • Satrancın İran kaynaklı olduğunu savlayanlar,
"çatrang"tan söz eden ve 600'lü yılların ilk yarısına
tarihlendirilmiş üç farklı Farsça kaynaktan bahseder. Bunlardan biri 620 yılına
tarihlidir. Yani Hindistan'dakinden birkaç yıl eski. Bu kaynak, uydurma bir
satranç hikâyesi verir. Hikâye uydurmadır ama satrancın İran'a Hint'ten
geldiğini belirtmesi açısından dikkat çekicidir. 10. yüzyılda yaşamış Firdevsi
de Şehname’sinde, satrancın İran'a Hint üzerinden geldiğini anlatır. Satrancın
İran'da doğduğunu savlayanlar ise bu konuda, "İran'ın tarihsel
kaynaklarında Hint adı, 11. yüzyılın sonuna kadar Hindistan yarımadası için
değil, İran'ın bugünkü Pakistan sınırı için kullanılmıştır" der. Sınırın
öte yanı, Sind (İndüs) ırmağı bölgesidir. Aynı bilgileri, Biritanyalı satranç
araştırmacısı Kenneth Whyld da vermiş. Bu Farsça kaynaklar arasından en eskiye
gönderme yapanı, Sasaniler döneminde (MS 226-651) yazılmış bir kitaptır. Bu
kitapta, Sasani devletini kurmuş olan Ardişir’in, çevgan ve çatrang oyunlarında
herkesten üstün olduğu yazılıdır. Bu da Hindistan’daki kitabın belirttiğinden
400 yıl öncesi demektir.[32] Görüldüğü gibi yazılı
belgeler konusu tartışmaya açık bir konudur. Yine yazılı belgelerde geçen
satranç taşı Beydak (Piyâde) adı Türkçedir. Bugün “piyon” veya “er” denilen
satranç taşının adıdır. Eski metinlerde daha çok “piyâde” olarak geçer. Ayrıca
“yayak” veya “yaya” diye de adlandırılır. Eski satrançta, beydak (piyon) günümüzdeki
gibi ilk oynayışta iki kare gidemez ve son sıraya ulaştığında da vezirden başka
bir taş alamaz. [33]
Satrancın
Atası Türk Zekâ Oyunlarıdır
Satrancın kökeni olarak söylenen
Hindistan oyunu Çaturanga’nın,ve Mısır kökeni olarak gösterilen Mısır oyunu
Senet’in, satranca benzemeyen başka oyunlar olduğu görülür. Satrancın Türk zekâ
oyunu olan Köçürme (Mangala) ile olan ortak yönleri, bu oyunlarla ortak
yönlerinden çok daha fazladır. Türk çocuk oyunları ve zekâ oyunlarının bazı
özellikleri birleşerek satrancı oluşturmuştur. Türkler göçebe avcılık döneminde
aşık ve taş oyunları oynarken zamanla oyunları geliştirerek satrancı bulmuştur.
Satranç oyununun öncülü denebilecek; dışarıda ve evde oynanabilen çocuk oyunları,
kuyu-taş-tahta oyunları, üçtaş, dokuztaş, kurt koyun, dama, mangala, kös
(tavla) gibi oyunlar Türkler arasında çok yaygındı. Şatra oyunu satrancın atası
olduğu muhakkak bir oyundur. Bu çocuk oyunları incelendiğinde satrancın hangi
oyunlarımızdan kaynaklanabileceği açıkça görülür. Bir çalışmamızda Satrançla
diğer Türk Zekâ Oyunlarının ilişkilerini incelemiştik. Söz konusu çalışmamızda
Köçürme(Mangala) oyununun Satrancın atası olan oyunlardan biri olduğunu
gösterdik ve satrancın hangi oyunlardan yararlanarak geliştiğini, evreleriyle
ortaya koymaya çalıştık. [34]
Burada görüleceği gibi Satranç, Türkçesiyle söylemek gerekirse Şıdıra veya
Şatra Oyunu, kendisinden önceki Türk Oyunlarının bir mürekkebidir. Satrancın
öncülü olan diğer oyunlarımıza bakmak bile satrancın kökenini göstermektedir. Han
Vezir / Şah Vezir oyunları satrancın öncülü olan oyunlardan sadece ikisidir.[35]
Satranç
ve Don Değiştirme (Kabulgan)
Satranç tahtasında, adım adım
ilerleyen satranç taşları olduğu gibi uçarak giden taşlar da bulunmaktadır. Bu
taşlar neden uçurularak oynanmakta veya belli bir konuma gelen piyon, niçin
kılık değiştirerek vezir veya başka bir oyuncu olabilmektedir? Türk kültüründeki
don değiştirme ve uçma konusu ile satrançtaki bu don değiştirmenin bir ilgisi
var mı? Bu Türk düşüncesinin çeşitli alanlardaki yansıması ve oyunlara bu
düşüncenin uygulanmasıdır. Türk Kültürü’nde Don Değiştirme, Uçarak Don
Değiştirme kavramı yansımaları yaygındır. Kavramın dayandığı inançlar çok
eskilere dayanmaktadır. Uçma ile şekil veya kılık değiştirme anlamındaki Don
Değiştirme olguları destanlarda, efsanelerde, tasavvufta, masallarda, halk
hikâyelerinde, çocuk oyunlarımızda, taş oyunlarımızda, zekâ oyunlarımızda ve
nihayet satrançta karşımıza çıkmaktadır. Köçürme (Mangala) oyununda da bazı
özel taşlar vardır; Sıradan bir taş iken özel taş konumuna geçer. Bu durum Dama
ve Satranç’ta sıradan taşların önemli taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır.
Türk Zekâ Oyunlarının (3 Taş, Dokuz Taş veya Dokurcun, 12 Taş oyunları ile
Mangala, Dama Satranç vb.) çok önemli bir ortaklığı ve benzerliği vardır. Üç
Taş’ın gelişmişi olan Dokuz Taş’da 3 taşı kalan oyuncunun üç taşı da uçabilme
özelliği kazanıp oyun tahtasının istediği yerine konabilmektedir. İşte bu kural
Türklerin buldukları dâhice bir kuraldır. Bu kural, Köçürme Oyununda
kuyulardaki taşlar belli bir sayıya ulaştırıldığında (3, 4, 5), kuyunun içine
farklı renkteki bir taşı, kemiği veya Tuzdık’ı koyabilme kuralına
benzemektedir. Bu taşın konduğu kuyu kapanır veya kuyuya düşen her taşı
alabilme imkânı doğar (Satrançtaki vezir gibi bir güç yüklenir). Kurt-Koyun
Oyununda koyunlar karşı kıyıya ulaştığında her yöne hareket edebilme kabiliyeti
kazanır. Kurt-Koyun oyununun gelişmişi olduğunu düşünülen Dama oyununda son
çizgiye ulaşan taşınız farklı bir özellik kazanır (Önünde taş yoksa uçabilir).
Tıpkı Satrançta olduğu gibi: Satrançta piyonunuzu son çizgiye ulaştırdığınızda
istediğiniz oyuncuya dönüşür. Mevcut bir oyuncunun veya savaşçının, oyunun veya
savaşın durumuna göre birdenbire farklı bir güç, ruhi bir destek kazanması
savaşın çehresini değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu taktik, savaş sanatını
iyi bilen Türkler tarafından sık sık kullanılmış olmalıdır. Yakından
bakıldığında Türklerin Üç Taş, Dokuz Taş, Oniki Taş, Mangala, Tavla, Dama,
Kurt- Koyun ve Satranç gibi oyunları şüphe yok ki birer savaş oyunudur. [36]
Satranç’ın
Öncülü: Şatra (Altay Satrancı)
Türkler birçok zekâ oyununa
sahiptiler. Ancak bu oyunların her birini kendi içinde zorluk derecelerine göre
çeşitlendirmişlerdi. Bunun için oyunlarında tektipleştirme (standardizasyon)
yapmıyorlardı. Bu yüzden birçok satranç çeşidine sahiptiler.
Altay Şatra Oyunları
Şatra, satrancın kadim zamanlarına
ait bir satrançtır. Dağlık Altay bölgesi Türklerince halen oynanmaktadır.
Askerlerin bulunduğu asıl alan dışında Hakan’ın bulunduğu bir alan
mevcuttur. Hakan, küçük bölümde ortadaki
oyuncudur. Diğer Oyuncular: Batır(Vezir), Asker ve Yedek’tir. Sahalar bu satranca
Sonor, Hakaslar Hazık diyorlar.[37] Satranç çok eski Türk
oyunudur. Oyunun bugünkünden daha ilkel birçok farklı çeşidi Türk ülkelerinde
oynanmaktadır. Tıva’da Satrançın öncülü olan oyunlar Şıdıra veya Şatıra adıyla,
Altay’da Şatra adıyla, halen, oynanmaktadır. Moğolistan’da satrancın adı
Şatar’dır.[38]
Tıva Oyunnar adlı kitabın yazarı İrgit Ungulçekoviç Sambu, Tuva Türklerinin
“höl-şıdıraa, buga-şıdıraa” gibi türlü isimlerle şıdıraa oyunlarını satrancı
çok eskiden beri oynadığından bahseder.[39]
Yedi
Yıl Satranç Oynayan Destan Kahramanları / Savaş
Sırasında Satranç
Altay Türklerinin Kan-Ceeren Attu
Kan-Altın Destanı'nda, destan kahramanı Kan Altın’a, yeraltına Erlik Biyi ile
savaşmaya gittiğinde yardıma gelen Cebelek, Kan Altın’a kendisine ve atı Kan
Ceeren’e bir zarar gelmemesi için onunla birlikte yeraltına indiğini; hedefine ulaşabilmesi
için boğa başlı sopayı verdiğini; Erlik Biy’in kızı Abram Moos’la yedi yıl
boyunca şatra(satranç) oynadığını anlatır.[40] Bu örnek destanlarımızla
sınırlı değildir ve geçen yüzyıla kadar örnekleri görülen bir hadisedir.
Satranç Oynarken Devleti ve Savaşı Unutmuş Medemim Han örneği 1855 yıllarındaki
Türkmenistan’dan: “Şonda Tekeler çozma uruşa girişýärler. Çar tarapdan «Çoz
Teke , ýa Allah!» diyşip, atly hem pyýadalar gylyç oýnadyp, naýza sanjyp, tüpeñ
atyşyp, her hilli hünärlerini ýerlikli ulanýarlar. Bularyñ şeýle
gahramançylykly söweşmekleri netijesinde Hiwa hanynyñ goşuny ýeñilip ýeliñ
ugruna gaçyp başlalaýar. Olaryñ bir toparlary tozan-topar boluşyp ýaraglaryny
taşlap,gollaryny galdyryp durýarlar. Ençeme bolsa ýaragyny taşlap çöke düşüp
oturýarlar. Tekelerniñ çalasyn nökerlerniñ bir topary Hiwa goşunynyñ 3-4
çakyrymdaky tuguna tarap gaçanlaryñ izindan ýetip, çapyp baryşlaryna Mädemin
Hanyñ çadyryna baranlarynada düýman galýarlar. Mädemin Han bolsa düýşeninden
bihabardy. Ol ýagly kişmişli palawdan doýup, şatranç(küşt) oýnap, humarly
başyny galdyrman, ýeñşe garaşýardy. Hanyñ tuguna baran çalasyn ýigitler şol
ýerde orta boýly, garaýagyzrak, hyýrsyz adama gözleri düşüp, derrow oña gylyç
salyp öldürýärler. Onuñ Mädemindigini soñra bilip galýarlar. Gowşut, Nurberdi
Han dagy bir näçe ýaşulular, sypaýylar bilen Mädeminiñ tuguna gelip görseler,
ol öldürlipdir. Onuñ öldürilmegine gaty gynanan hem gaharlanan Gowşut Han: -
Siz, Hanyñ, Patyşahnyñ düzgünini bilmeýän bir topar nadanlar muny kim öldürdi?
diýip, hälki ýigitlere käýäpdir.” Medemin Han (Mehmed Emin Han) 1846’da Hive
tahtına geçen II. Mehmed Emin Han, birçok cami, medrese ve sulama kanalları
yaptırır. Hive’deki Medemin / Mehmed Emin Medresesi şehirdeki en önemli
eserlerdendir. Biz burada ‘Savaşı satranç yüzünden unutması’ ile ilgiliyiz. [41]
J. F. Verbruggen’in kitabında Haçlı
savaşları sırasında Otağında Satranç Oynayan Musul Selçuklu Atabeyi Kerboğa
(kaynakta Kerbugha yazıyor) hakkında ayrıntılı bilgi vardır. Kerboğa satranç
düşkünlüğü yüzünden savaşı kaybetmiştir. [42]
Gerd Wilhelm Hörning / Gerhard
Josten. Schach zwischen Krieg und Kunst (Savaş ve sanat arasındaki
satranç), Edition Jung 2004 kitabın
kapağında bir Arapla çadır girişinde satranç oynayan bir batılının resmi
bulunmaktadır. Bu resim Avrupa’nın ilk satranç kitabından alınmıştır.
Biraz daha günümüze doğru gelelim
ve Trablusgarp Savaşı ve satranç ilişkisini şu ibretlik olayla görelim: 1 Nisan
1910’da Arnavutluk ayaklanması çıktı; 9 Mayıs 1910’da da Girid meclisi, Yunan
kralına bağlılık yemîni etti. Bu sırada, harbiye nâzırı olan Mahmûd Şevket
Paşa, Trablus’taki askeri Yemen’e sevk etmek, bir çok ihtarlara rağmen
mühimmâtı da İstanbul’a getirmek sûretiyle bu bölgeyi müdâfâdan mahrum bıraktı.
İtalyanların teşebbüsleri üzerine Trablusgarb vâli ve kumandanı Müşir İbrâhim
Paşa da, vazîfeden azledilerek bu vilâyet kumandansız ve vâlisiz bırakıldı.
Roma hükûmeti de bu vaziyetten istifâdeyle İttihat ve Terakkinin Trablusgarb ve
Bingâzi’deki halkı İtalyan aleyhinde tahrik etmesini ve Osmanlı vapurlarıyla
oralara asker ve mühimmât sevk olunduğunu iddiâ ile 23 Eylül 1911’de verdiği
bir ültimatomla Trablus ve Bingâzi’nin boşaltılmasını ve teslim edilmesini
istedi. Daha sonra da harb îlân etti. Ciddî bir tedbîr alınmadığı için
Trablusgarb’ın elden çıkmasına sebeb olundu. Harb îlânını bildiren ültimatom
geldiğinde, İttihatçıların hâriciye nâzırı, İtalyan sefîri ile satranç
oynamaktaydı.[43]
Satranç
Türkler Arasında Çok Yaygındır
Satranç bütün Türk topluluklarında,
eğitimli eğitimsiz her seviyedeki kişilerce çok yaygın olarak oynanan bir
oyundur. Mesela; Ankara’nın Çamlıdere ilçesine gidin kahvelerde satranç oynayan
köylüler görürsünüz. [44]1671’de Manisa’da durum
şudur: Akhisar Paşa (Sarı Ahmet Paşa) Camisinin girişi üzerinde yer alan
yazıtta, 1005 H. /1469 M. yılında Sarı Ahmet Paşa tarafından yaptırıldığı
yazılıdır. 1671 de Akhisar’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, “Paşa cami ve hamamı
önünde bir geniş meydanda ulu çınar ağaçların olduğunu, bunların altında 500
kişinin oturup kahve içtiklerini, tavla ve satranç oynadıklarını”
anlatmaktadır.[45]
Solda Anadolu Selçuklu
Devletinde, halkın en fazla ilgi gösterdiği oyunlardan bir tanesi de
satranç oyunuydu. Hz. Mevlana da satranç oynamıştır. Sağda Şems-i Tebrizî
satranç oynuyor.
|
Şems-i Tebrizî’nin satranç hikâyesi
meşhurdur: Mevlana oğlu Sultan Veled’e dedi ki, “Git Hz Şems’i getir”… Sultan
Veled atına atladı ve Şam’a gitti, Hz Şems’i herkese sordu, böyle bir derviş
tanıyor musunuz diye araştırdı… Falan yerdeki kahvede satranç oynar, gidip
orada bulabilirsin dediler. Hz Şems’in yanına geldiğinde hasırda oturmuş, bir
rahle üzerinde satranç oynuyorlardı. Hasırın kenarına gelince ayakkabılar
çıkarılır, hasıra öyle oturulurdu. Sultan Veled, tıpkı babası Hz Mevlâna gibi
çok şık kıyafetlerle kahveye gelmişti. O havanın atmosferinde çok yabancı
kaldı. Bir şehzade geliyor, ayakta duruyor, babası gibi elini kalbinin üzerine
koyup, başını sol omzuna doğru eğiyor Sultan Veled ve niye geldin sözüne bir
cevap olsun diye, Hz Şems’in ayakkabılarını alıyor, Konya’ya doğru çeviriyor.
Bu o kadar nazik bir hâdisedir ki… Babam bekliyor diyemiyor…[46]
Türklerde satranç oyunu çok
yaygındı. Her fırsatta satranç oynayanlara rastlanılabilirdi. Osman Hamdi Bey
bunu nefis bir yağlıboya tablo ile canlandırmıştır.
İlk
Kahvehane ve Satranç
Osmanlı’da İlk Kahvehane, 1554
yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında açılmış, sonra, bir çığ hızıyla
Osmanlı İmparatorluğu’nun muhtelif köşelerine yayılmıştır. Kahve o çağa kadar
sadece Araplar tarafından biliniyor ve kullanılıyordu. O devirde Araplar, Türk
imparatorluğunun tebaası idiler. Sık sık gidip gelen kervanlar, Doğu’nun bu
bilinmeyen lezzetli içkisini de İstanbul’a getirmişti. Peçevi Tarihi, ilk
kahvehanenin açılışını şöyle anlatır: 1554 yılında, Halebli Hakem ve Suriyeli
Şems adında iki şahıs, Tahtakale’de birer kebir dükkân açıp kahve-furuşluğa
başladılar. Keyfe müptelâ bazı yârân-ı safâ, hususiyle okuryazar makulesinden
nice zürefa toplanır oldu. Yirmişer, otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitap
okur, kimi tavla ve satrançla meşgul olur, kimi nevgüfte gazeller getirip
marifetten bahsolunurdu…
Osmanlı satranç takımları, Topkapı
Sarayı
Satranç, Osmanlı Sarayı’nda da
sevilerek oynanan bir oyundu. Topkapı Sarayından bir murassa satranç takımı. Ajur
ve firuzekârî tekniğiyle yapılmış çeşitli motiflerle bezenmiştir. Tepelerinde
altın yuvalı kabaşon yakut veya firuze taşlar vardır. Taşlardan dokuzunun
tepesi yakutlu, altısı firuzelidir. Satranç takımlarının 16. yüzyıldan günümüze
ulaşabilmiş küçük, zarif parçalarının birbirine benzeyenleriyle bir yarım set
oluşturulmuştur.[47]
Özellikle devletlerarası ilişkilerde, önemli kişilere satranç takımı hediye
edilirdi. 1672 yılında III. Sultan Ahmet tarafından Polonya hükümdarına,
satranç takımı hediye edilmişti. Bu takım Krakov müzesindedir.
Türklerin
En Eski Satranç Kitabı
Prof. Dr. Ahmet Bekmuradov’a göre,
X. yy.’da satranç ile yakından ilgilenen Türklerden büyük üstatlar yetişmiştir.
Yazara göre; Türklerin satranç tarihine ve teorisine ait en eski elyazması 1140
yılında yazılmıştır ve bu yazma İstanbul’da bulunmaktadır. Bu yazmanın adı
“Satranç Hakkında Kitap”tır. Al- Adlî’nin, As-Suli’nin ve diğerlerinin
eserlerinden seçmeler yer almaktadır. Satranç oyunu ile çok yakından ilgilenen
Türkler, Doğu Satrancı’nın en eski meselelerinden birisini “Atın karşısına Ruh
(Kale)” şeklinde adlandırmışlardır.[48] 1500 yıllarına ait başka el
yazması kitaplar da vardır. Bunlardan ilki, Kanuni Sultan Süleyman döneminde
Seferihisarlı İsmail Şaban'ın derlediği elyazmasıdır. Bu kitap, satrancın
yararları ve geçmişini anlatmaktadır. İkinci Kitap: Firdevsî-i Rûmî,
Satranç-nâme (1503) Üçüncü kitap da, 1680 yılında Kahire Mevlevihanesi Şeyhi
Vanlı Dede'nin Mısır Valisi Abdurrahman Paşa'ya gönderdiği kitaptır.[49]
Edebiyatımızda
Satranç: Firdevsî-i Rûmî, Satranç-nâme
Divan Şairi Firdevsî-i Rûmî,
(d.857/1453-ö.922’den sonra/1517’den sonra) Satranç-nâme’sini H. 909 (M.1503)
da Balıkesir’de yazmış ve II. Bâyezit’e takdim etmiştir. Kitap 95 varak,
manzum–mensur karışık bir eserdir. İçinde tecrübe edilmiş yetmiş yedi çeşit
satranç oyunu şekilleri vardır. Birinci nüshası Nûruosmâniye Kütüphanesi,
ikincisi Berlin ve üçüncüsü Münih’te bulunan bu eserin yurt dışında bulunması
önemini bir kat daha artırmaktadır. Satrancın sekiz hanesine uygun olarak,
eserini sekiz bölüme ayırmıştır: Satrancın doğuşunu, satranç ustaları
arasındaki meseleleri, satranç oynamanın şartlarını, edebini, zamanını ve
kaidelerini, satranç hanelerinin taksimin ilm-i geometri gereğince nasıl
olduğunu, satranç oyununun tertibini, tecrübe edilmiş meşhur yetmişyedi satranç
oyununun çizilmiş şekilleri ve oynanışını ve satranç oynamanın din ehline göre
haram mı helal mı olduğu, ayet, hadis ve fetvalarla ortaya konulmuştur.
Oyunların oynanışını anlatırken de “Açuk Türki” diliyle söylediğinden, elfaz,
ibârat ve terkip gözetmediğinden bahseder. Bu ifadelerinden dolayı Firdevsî-i
Rûmî’ye asrının Türkçecilik cereyanı savunucularından biri gözüyle bakılabilir.
Satranç-nâme Türk dili tarihinin ve Türkçe’nin güzide eserleri arasında
sayılabilir.[50]
Satranç konulu eserler tarihle
sınırlı değildir. Günümüz romanlarında da, mesela Yedi Kule romanında (Yazar
Erdal Küçükyalçın) Türk Satrancına rastlanmaktadır: “Romanlarda (Satranc-ı
Rumi) Anadolu’da 16. yüzyıla kadar satrancın biraz farklı biçimde oynandığını
biliyoruz. Sonra unutulmuş. 64 kareden oluşan klasik satranca karşın Satranc-ı
Rumi’de şahın bulunduğu sütunun arkasında da kareler var. Harem denilen bu bölümde
şah herhangi bir taş tarafından tehdit edilemez. Oyunda bir zar var ek olarak.
Şahın haremde kalma süresini belirliyor ve bir yerde kaderi temsil ediyor.
Oyunun klasik satrançtan bir farkı da, kalenin bulunduğu yerdeki taşın casus
özelliği göstermesi. Aldığı taşın hareketlerini yapabiliyor ve onun rengine
bürünüp karşı takımın alanından oyuna başlayabiliyor. - Satranca entrika
katılmış gibi.. -Evet öyle. Bir tür padişahlık oyunu...”[51] Küçükyalçın’ın verdiği
bilgi çok önemlidir. Bahsettiği Satranc-ı Rumî tıpkı Altay Şatra oyunu gibi bir
oyundur.
Gerek Halk Edebiyatında gerekse
Divan Edebiyatında satranç sık sık işlenmiştir. Konu ayrıntılı bir biçimde
işlendiğinden burada üzerinde durmayacağız. Türk Edebiyatı’nda satranç konulu
oldukça hacimli bir bibliyografyaya sahibiz.[52]
Hakanların
Hocaları Satranç Bilmeliydi
Türk Hakanları, Hakanların Oyunu
olarak bilinen Satrancı iyi derecede bilir, çok sever ve oynarlardı. Şehzadeler
eğitimleri sırasında satranç öğrenirdi. Danışmanları da mutlaka satranç bilen
insanlardan olurdu. Göktürkler’de, Selçuklular’da Memlüklüler’de, Osmanlılar’da
durum değişmezdi. Osman Turan'ın Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar
makalesinden aktarılan bilgiye göre Anadolu Selçuk Sultanları boş vakitlerini
av vs. yanında satranç oynayarak geçirirdi. • Türk hakanlarının, padişahların
hocalarının satranç bilmeleri bir mecburiyetti. Hakanların danışmanı olabilmek
için de satranç bilmek gerekliydi. Böyle hocalar elinde yetişen Türk hakanları,
devlet adamları, aydınları, sanatçıları, önemli insanları, Satranç bilir ve
oynardı. Timur, Babür, Kanuni, Yavuz, Atatürk, İnönü iyi oyunculardı.
Kutadgu
Bilig’de Satranç
Tarihî kaynaklar eski zamanlarda
Türklerin satranç oyunu ile çok yakından ilgilendiğini göstermektedir. Bunun
bir örneği olarak Kutadgu Bilig eserini (Yusuf Has Hacip 1017-1077) gösterebiliriz.
“Kitablar okır hem bilir erse söz, Ukar erse şiir, koşar erse öz, Yana nerd-ü
şatranç bilir erse ked, Harfleri andın ulır erse ked.”[55] Burada, insan eğitiminde
sözün, şiirin, satrancın büyük bir öneminin, faydasının olduğu anlaşılmaktadır.
İlk
Dünya Satranç Şampiyonu Sûlî
Sûlî, Ebû Bekir (Ebû Bekr Muhammed
b. Yahyâ b. Abdillâh b. Abbâs b. Muhammed b. Sûl-Tegin el-Bağdâdî eş-Şatrancî
es-Sûlî adıyla bilinir. Türk asıllı tarihçi, edip ve şairdir. (869-71/946) İlk
dünya satranç şampiyonu kabul edilir. Bağdat’ta doğdu. Satrançta devrin en usta
oyuncusu olması dolayısıyla “Şatrancî” ve ilk İslâm fetihleri sırasında
Cürcân’ın Türk hâkimi olan Sûl-Tegin’in soyundan geldiği için Sûlî nisbesiyle
tanınır. Sûl-Tegin’in oğlu Ebû Umâre Muhammed, Abbâsî ihtilâlinin önde gelen
dâîlerindendi. İlk Abbâsî halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffâh tarafından Musul ve
Azerbaycan valiliğine tayin edilmişti. Sûl-Tegin’in diğer oğlu Said’den olan
torunu Ebû Amr Mes‘ade, Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr zamanında hâcib olarak
görev yapmış, oğlu Amr b. Mes‘ade es-Sûlî de Halife Me’mûn devrinde önemli
görevler üstlenmiştir. İbrâhim b. Abbas es-Sûlî ve Abdullah b. Abbas es-Sûlî de
Abbâsîler döneminin önde gelen edip, şair ve kâtiplerindendir. Devrin meşhur
âlim ve ediplerinden ders alan Ebû Bekir es-Sûlî Mu‘tazıd-Billâh,
Müktefî-Billâh, Muktedir-Billâh ve Râzî-Billâh dönemlerinde sarayda nedim
olarak bulundu. Râzî-Billâh’ın muallimlik ve mürebbiliğini yaptı. Satrançta
devrin ustası olan Muhammed b. Ahmed el-Mâverdî’yi yenmesi kendisine büyük
itibar kazandırdı.[56] Sûlî’nin ataları Bağdat’a
Türkmenistan’dan gitmiştir. [57]
Emir
Timur (1336 – 1405) ve Timur Satrancı
Büyük Türk Hakanı Emir Timur, Çok
zeki bir hakandı. Savaşlardaki başarısını bu müthiş zekâsına borçlu olduğu
söylenir. Satrancı çok severdi. Hüküm sürdüğü 35 yıl boyunca ordusuyla
katıldığı savaşlarda yenilgi yüzü görmemiş olan Timur (Demir), satranç oyununda
da ustaydı. Dönemin tarihçisi Ahmet İbni Arapşah’tan öğrendiğimize göre, o
devrin en büyük usta oyuncularını yenmiştir. Arapşah, Timur’u şöyle
tanımlamaktadır: “Zekâsını bilemek için düzenli olarak satranç oynardı. Fakat
bildik satrancı kibrine yediremediği için, bunun yerine büyük satranç oyununu
oynardı. Bunun tahtası, 10×11 kareden oluşur; iki deve, iki zürafa, iki bekçi,
iki kale, bir vezir ve birkaç fazla taş daha ilave edilirdi. En zor oyunlardan
biri olan bu oyun, Timurlenk satrancı olarak bilinirdi.” İcat ettiği satrancı
at üstünde (Körleme) oynadığı rivayet edilmiştir. Bugün geçer piyon olarak
bildiğimiz hareket de büyük olasılıkla Timur satrancındaki Yalın Er’in özel bir
hareketinden uyarlanmıştır. Söylenen odur ki, Timur yine bir gün oyunu oynarken
rakibine Şah-Ruh yaptığı sırada Timur’a iki müjde getirilmiştir. Bunlardan
birincisi bir erkek çocuk sâhibi olduğu, ikincisi de Ceyhun nehrinin Hıta
tarafındaki kıyısına inşa ettirmekte olduğu şehrin tamamlandığı idi. Bunun
üzerine Timur oğluna Şahruh, şehre ise Şahruhiyye adını vermiştir. Timurlular
döneminde (1370-1507) eğer bilge biri olmak isteniyorsa, satranç oynamayı
bilmek gerekirdi.
Örneğin, bu dönemin en büyük şairlerinden Ali Şir Nevai (1441- 1501) satranç
oyununa tutkun ve iyi bir oyuncu olarak bilinirdi. Timur satranç oynamayı çok
sever ve çok sinirlendiği zamanlarda da bu oyunu oynayarak rahatlardı. Satrancı
mükemmel bir şekilde oynadığı için çok az kimsenin kendisiyle satranç oynamaya
cesaret edebildiği Timur, normal satranç ile oynamayı aşmış ve büyük satrançla
oynamaya başlamıştı. Yani satranç tahtasını ona onbire çıkarmış ve taşlara iki
deve, iki zürafa, iki boğa, iki aslan, iki debbâbe, iki öncü, bir vezir, bir
gözcü ve diğer bazı taşları eklemiştir. Timur’un satranççıları arasında
Muhammed b. el-Akîl el-Haymî, Zeyneddin el-Yezdî ve başka kimseler vardı. Ama
satrançılarının pîri aynı zamanda fakih ve muhaddis olan Alâeddin et-Tebrizî
idi. Alâeddin et-Tebrizî ile büyük satranç oynayan Timur’un, satranç oyununun
konumları ile hamleleri hakkında da şerhleri vardır. İbn-i Arabşah, Timur ile
Alâeddin et-Tebrizi’nin yanlarında ayrıca bir yuvarlak bir de uzun satranç
gördüğünü ifade etmektedir.[58] Türk Hakanlarının
Satrançtaki ustalıkları o derece fazla idi ki mevcut satranç oyunu kendisine
zevk vermeyince yeni bir satranç şekli icat eden Timur gibi Türk Hakanları
mevcuttu. Timur Satrancı bugün hâlâ yeterince çözülebilmiş değildir. Solda
İbn-i Arabşah metni görülüyor.
Emir Timur Satrancı
Osmanlı
Padişahları ve Satranç
II. Mustafa besteci, şair, hattat,
mühür kazıcı ve usta bir satranççı idi. Dördüncü Muratla ilgili bir iddia
şöyledir: Osmanlı padişahı Dördüncü Murat kendisini satrançta yeniyor diye bir
hekimin öldürtmüştür. Söylendiğine göre öldürttüğü hekimi Murat’ın hastalığı
konusunda çok iyi bir ilerleme kaydetmiş bu da yetmezmiş gibi hastalığına
tedavi bulmasına ramak kalmıştır • İçkiyi ve afyonu yasaklamasıyla ünlü
Dördüncü Murat, Hekimbaşı Emir Çelebi ile satranç oynamayı çok severdi. Afyon
bağımlısı olan Hekimbaşı’nın padişah ile arasını bozmak isteyen meslektaşları
Emir Çelebi’yi Dördüncü Murat’a ihbar ettiler. Dördüncü Murat, satranç oynamaya
davet ettiği Hekimbaşı’yı korkutarak elbisesinde sakladığı bir torba afyonu
çıkarttırdı ve “Sultanım hepsini yutarsam ölürüm” demesine aldırmadan hepsini
yutturdu. Yanından ayrılıp panzehir almasın diye de üst üste üç kez satranç
oynamaya zorladı ve Hekimbaşı afyon zehirlemesi sonucu öldü. Hamleler
yazılmadığı için oyunları kimin kazandığı bugün bilinmiyor ama Emir Çelebi’nin
son hamlesi Dördüncü Murat’ın ölümüne neden oldu. Çünkü Hekimbaşı, padişahın
hastalığı için hazırladığı ilacı yok etti ve bu ilaçtan da başka kimsede yoktu.
Dördüncü Murat da bir süre sonra öldü. Hastalığı sirozdu. Herkese yasakladığı
içkiyi kendisi de sürekli olarak ve ölçüsüne dikkat etmeden içiyordu.[59]
Kadın
şairlerin şiirlerinde satranç
XII yy. Türk kadın şairlerinden
Menice Mehesti de satranç oyununu iyi bilenlerden birisidir. Onun yazdığı
şiirler satranç oyunu hakkında derin bir bilgisi olduğuna şahitlik etmektedir.
“Ruhu karşı koyamam Emir ruhuna, Ordu çıkmaz filin ayak astındın, Böyle bir ruh
katsaydım onun ruhuna, Hakana çıkış yok, ferz destindin, Mat olsam ne olur
aydın siz bana, Ben Senin ruhuna kurban olayın, Bakayın mı oyuna ya da onun
ruhuna, O şahı ağdardı atın üstünden”[60]
Kadı
Burhanettin’in Şiirlerinde Satranç
Satranç taşlarından esinlenerek
şiirler yazan Türk şairlerinden biri de 1345-1398 yılları arasında yaşamış olan
Kadı Burhaneddin’dir: “Şah yoluna saldım atım eve ben, Vuram ruhunu ruhuna
fikir edemem, Ruh ruhuna ger vuraydım şah ile, At bolsa-yu ki tutardım mat ine”
Bir
Şiir Türü
Satranç medeniyetimizin o kadar
içindedir ki sadece büyük üstadların, hakan şairlerin yazabildiği bir şiir türü
olarak karşımıza çıkmaktadır. Satranç, örneği az olan Aruz kalıplı bir şiir
türümüzdür. Soldan sağa, yukarıdan aşağıya okunduğunda da kelimeler değişmez.[61]
Satranç
Ustası Babür
Türk Edebiyatında bu tip şiir
örneklerinin ilkine hükümdar şair Babür'ün divanında rastlıyoruz. Babür'ün tek
dörtlük olarak yazdığı ve her mısraı ayrı kalıpta olan şiir şöyledir: I. - -. /
.- -. / .- - - / - II. - -. / .- -. / .- - - / - III. - -. / .- -. / .- - - /
-- IV. .- -. / .- -. / .- -. / .- I. Yitti mini öltürgeli âhır hicrân II.
Öltürgeli koyma mini kutkar iy cân III. Ahır mini kutkar bu firâk asru yaman
IV. Hicrân i(y) cân asru yaman âh u figân (Hicran, sonunda beni öldürmek üzere
ulaştı. Ey can (sevgili) beni ölmeye bırakma kurtar. Bu ayrılık çok yaman,
artık beni kurtar. Ey can (sevgili) ayrılık ah ve figan, çok yaman.) Böyle
şiirlere satranç denilmesinin sebebi, meşhur satranç oyununun tahtasındaki
şekil gibi, sözlerin soldan sağa-yukarıdan aşağıya okunabilecek şekilde
dizilmiş olmasının benzerliğidir.[62]
Halkbilim
Verileri
Meşhur hikâyeye göre satrancı bir
Brahman'ın bulmuş ve Şah'a armağan etmiştir. Şah, buna karşılık Brahman'a
"Ne istediğin varsa kabul edeceğim." der. O da, Şah'tan 64 kareli
satranç tahtasının ilk karesine bir, ikinci karesine iki, üçüncü karesine dört,
yani her kareye bir öncekinin iki katı buğday koyarak doldurmasını ister. Şah,
Brahman'ın alçak gönüllülüğüne hayran kalarak isteğinin yerine getirilmesini
emreder. Brahman'ın isteği yerine getirilmeye başlanırken ülkedeki buğdayların
yetmeyeceği anlaşılır. O zaman yapılan hesaplar sonunda, Brahman'ın Şah' tan
18.446.744.373.709.551.615 tane buğday istediği ortaya çıkar. Bu kadar buğdayı
yetiştirmek için, dünyanın 64 misli büyüklüğünde bir kara parçasına ihtiyaç
olduğunu görülünce, Şah Brahman'ı tebrik eder…[63] Kaynaklarda gerçek bir
olaymış gibi anlatılan bu şehir efsanesinde satrancı icat eden Brahman Hintli,
satrancın hediye edildiği kişi de İran Şahıdır. Ancak, Kırgızistan’da anlatılan
bir hikâyeye göre bu hadiseyle ilgili adı geçen Hükümdar, Hakan, Babür Han’dır.
Bişkek’te yaşayan Eldar Orazaliyev, hikâyeyi dedesinden dinlediğini bize
aktarmıştır. Buna göre, satrancı icat etmesinin karşılığı olarak, her kare için
katlamalı buğday tanesi istenen Han, “Babür Han” dır.[64]
Yavuz
/ Şah İsmail Karşılaşması
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı
İmparatorluğunun sınırlarını doğuda genişleterek, hem doğuda bir birlik
sağlamayı düşünüyor, hem de Osmanlı'ya gelebilecek tehlikeli gelişmelerin önünü
kesmeyi planlıyordu. İran Şahı İsmail, satranca düşkün olduğundan ve
ülkesindeki herkesi yendiğinden Yavuz Sultan Selim, kendisi ile temasa
geçebilmek için kıyafet değiştirerek, derviş kılığında İran topraklarında
herkesle satranç oynayıp, herkesi de yenerek bir üne kavuşur. Sonunda Şah
İsmail de bu kişi ile satranç oynamak ister. İki ünlü komutan ve devlet adamı
karşılıklı çetin bir satranç oyunu oynarlar. Sonuçta, Çaldıran savaşında da
olacağı gibi Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’e karşı, galip gelir. Şah İsmail,
tanımadığı sıradan bu kişiye yenilmeye dayanamaz, sinirlenir. Bir avuç altını
Yavuz Sultan Selim’in suratına fırlatır. Sultan bu şiiri orada Şah İsmail’e
söyler. Yavuz Sultan Selim altınları, kimseye gözükmeden, sarayın bahçesinde
bir yere gömer. Daha sonra İran'ı fethedince de, bu altınları çıkarıp,
fakirlere dağıtır.[65]
Yavuz
Sultan Selim ve Satranç Usulü Şiiri
“Sanma şahım herkesi sen sadıkane yâr olur / Herkesi
sen dost mu sandın belki ol ağyar olur / Sadıkane belki ol alemde serdar olur / Yar olur ağyar olur serdar olur didar olur”
Yavuz Sultan Selim'in bu şiirinde aşağıda açıklandığı üzere şiir soldan sağa
okunduğu gibi, sırasıyla birinci mısradan itibaren bölünmüş kelimeleri alt alta
getirdiğimizde yine anlam bütünlüğü bozulmadan şiir bütünlük içinde yukardan
aşağı da sırasıyla aynen okunmuş olur. Şimdi yukardan aşağıya okunur durumuna
bakalım: 1. Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur 2. Herkesi sen /
dost mu sandın / belki ol / ağyar olur 3. Sadıkane / belki ol / alemde / serdar
olur 4.Yar olur / ağyar olur / serdar olur / dildar olur.
Semâi’de
satranç
Semâî saz şairlerinin koşmadan
sonra en çok kullandıkları nazım biçimidir. Kendine özgü bir ezgi eşliğinde
söylenir. Semai çeşitlerinden biri Ayaklı (yedekli) semâidir: Aruz ölçüsünün
dört “mefâîlün” kalıbıyla yazılmış semâilerin her mısraından sonra “me-fâîlün /
faûlün” veya “mefâîlün / mefâîlün” kalıbına uygun parçalar eklenmek suretiyle
söylenen semâilerdir. Ayaklı semâiler klasik Türk edebiyatındaki müstezad gazel
örnek alınarak söylenmiştir: “Hayâl-i gül ruhunla bekledim ben bunca gülzârı /
Edip bülbül gibi zârı / Bana göstermedi bahtım medet ol subh-i dîdârı / Edip
hasret giriftârı” (Beşiktaşlı Gedâyî). Ayaklı semâilerin bir kısmı da, “Efendim
gel bana bildir bu istiğnâ ne âdettir / Bana bildir bu istiğnâ ne âdettir
adâlettir / Bu istiğnâ ne âdettir adâlettir halâvettir / Ne âdettir adâlettir
halâvettir nezâkettir” (Hengâmî) şeklinde olup saz şairlerinin şiirde
ustalıklarını göstermek için söyledikleri satranç nazım biçimi gibi mısralar
hem soldan sağa hem yukarıdan aşağıya doğru dört eşit parçaya ayrılıp
okunabilir.[66]
Saz
Şairlerinde Satranç Usulü
Saz şairleri tarafından aruzun
müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün kalıbıyla ve musammat gazel şeklinde yazılan
şiirler. Musammat beyitlerden oluştuğu için, her mısra kafiyeli iki eşit
parçaya bölünür. Bu parçalar alt alta yazıldıklarında dörtlüklerden meydana
gelen yeni bir şekil ortaya çıkar. Bu şeklin kafiye şeması şöyledir: abab cccb
dddb… Örnek: /Sevdi gönül bir püsteri / Sanatı terzi güzeli/Hüsnünü bir
muhtasarı / Şerh ederek söylemeli/Matlanın fâikını / Sohbetinin lâyıkını/Ben
gibi bir âşıkını / Eylemiş aşkıyle deli/Düştü gönül çâresine / Kaşlarının
karesine/Çehre-i menâresine / Yandı derûnum göreli/Vardı ellerim eline /
Tutuldu dilim diline/Kâkülünün bir teline / Bağladı bu cân ü dili/Emrahî [67]
Aşık
Musikisinde Satranç
Âşık mûsikisinin bugün görülen bazı
önemli tür ve biçimleri şunlardır: Ağıt, başayak, destan, divan, lebdeğmez,
duvak kapma, geraylı, güzelleme, hiciv, herbe zorba, hurufat, kalenderî, kıta,
koçaklama, koşma, muamma, mühemmes (veya muhammes), satranç, selîs, semâi,
tekellüm (veya tekerleme), taşlama, tecnis, üstadnâme, varsağı, vezn-i âher,
vücutnâme, yanıltma, yıldız. Kars-Erzurum ve yöresi âşık havalarının belli
başlıları şunlardır: Divanî güzelleme, tecnis, Kerem havaları, muhammes, satranç,
nasihat, yanıltma, taşlama, tekellüm, destan, deyiş, koçaklama, derbeder, hoş
damak, zarıncı, civan öldüren, garibî, Sümmânî, erdiş, geraylı, cenkleme,
yedekleme, şikeste, üç kollu, beg usulü, çakışdırma, keşişoğlu, dûbeyt,
zencirleme, dudak değmez, durnalar, semâyi, Köroğlu, Köroğlu güzellemesi,
Köroğlu koçaklaması, yar havası, maya, sarı yıldız ve Türkmanî.[68]
Satranç
Usulü Tarih Düşürme
Serhan Alkan İspirli’nin
belirttiğine göre Türk Edebiyatında çeşitli tarih düşürme usulleri vardır.
Bunlardan biri de Satranç Usulü Tarih (Vefk Usulü Tarih) düşürmedir: Kareler
içine yerleştirilen beyitlerin yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, soldan
sağa, sağdan sola veya çapraz olarak hesaplandığında aynı tarihi vermesidir.
Hayli güç bir tarihleme türüdür.[69]
Hat
Sanatında Satranç Usulü
İnsan elinin yazmak hususunda âciz
kalacağı derecede iri olan celî hatlar, önce küçük nisbette yazılır, sonra
satranç usûlü ile istenilen eb'âda getirilir. Hepimizin talebelik zamanımızda
resim ve harita büyütmek için kullandığımız bu kareleme (terbî') usûlüne göre,
küçük olarak yazılan hat nümûnesinin her tarafı karelere (murabbalara) bölünür
(karelere bölünmüşlük, satranç tahtasını hatırlattığından, bu isim Osmanlı
devrinde verilmiştir). Yazı ne büyüklükte olacaksa, o kadar misli büyük karelere
ayrılmış bir başka kâğıda- karelerin mukabili bulunarak- harf ve işaretlerin
kıyılarından ince ve düzgün bir şekilde çizilmek suretiyle aktarılır. … Aslı
küçük eb'âdda yazılıp satranç usûlü ile büyütülerek kubbeye varak altınla
işlenen bu âyet bölümü (Kur'ân-ı Kerîm, XXIV "NNr", 35), İstanbul'da
Hırka-ı Şerîf, Büyük Kasımpaşa, Sinan Paşa Yahyâ Efendi câmilerine de -
kubbenin eb'âdına göre aynı usûlle farklı boylara getirilerek- işlenmiştir.[70]
Kitabelerde
Satranç Usulü
Hatay Ulu Cami minaresinin gövdesine
yerleştirilen satranc usulü kitabe yapının tarihi açısından dikkat çekicidir.
Bu kitabe onaltı kareye bölünmüş bir panodur:
1. sırada; tı, ye, ha, mim/ 2.sırada; ha, mim, tı, ye / 3.sırada; mim,
ha, ye, tı /4.sırada; ye, tı, mim, ha. Burada sıralanan harflerin rakamsal
karşılığı şudur: 1. Sıra; 9, 10, 8, 40 /
2. Sıra; 8, 40, 9, 10 / 3.Sıra; 40, 8,
10, 9 / 4. Sıra; 10, 9, 40, 8. Kitabede
her sıra 67 sayısına eşit olup 10 adet 67 sayısı bulunmaktadır. Bunu on ile
çarpımı 670 hicri tarihini vermektedir. H. 670 tarihi miladi 1271 tarihine
tekabül etmektedir. Bu kitabe; Baybars’ın 1268 yılında Antakya’yı feth
etmesinden sonra yaptırdığı caminin inşasına işaret etmektedir.[71]
Mimarîde
Satranç
Konu tam da buraya gelmişken, doğu
şehirlerinin gizemli ve daracık, şaşırtıp ayartan sürpriz beklentisi içinde
insanı heyecanlandıran, tanımak için zamana ihtiyaç duyduran, kendini her
tekrarda yenileyen, her hatırlamada ayrılaştıran dişi şehirleri ile satranç
tahtası kesinliğinde bölünmüş, sürprizlere yer bırakmayacak kadar açık ve net,
keskin ve köşeli mimarisi ile bezenmiş batı kentleri arasındaki farka
dikkatlerinizi çekmek isterim. Ancak Türk Şehir Mimarisinde de satranç usulü
kullanılmaktadır. Satranç usulü şehir mimarisine en güzel örnek Kapalıçarşı’dır.
Halil İnalcık’ın verdiği bilgilere göre Türk şehirleri, özellikle çarşıları,
arastaları kareli sokaklara ayrılır: Fatih Sultan Mehmed, 878'den (1473) önce.
Büyük Çarşı'nın güneydoğu köşesinde ipek ticareti için yeni bir bedesten
(Darü'l-bezzaziye el-cedlde) inşa ettirdi. (bugün açık arttırma yeri). Daha
sonra Sandal Bedesteni denilen bu bina devletin en büyük bedesteni olup içinde
124 sandık, dışında ise yetmiş iki dükkân vardı. İstanbul’un fethinden önce
kurulan diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi, bedestenin dört kapısından kan
dört ana yol ve onlara paralel satranç tahtası düzenindeki sokaklarda esnaf
için çarşılar inşa edilmişti. 894 (1489) yılı vakıf kayıt defterine göre 641 dükkân
vardı. Müslüman. Ermeni, Yahudi ve Rumlar'ın dükkânları aynı sokakta idi. Büyük
Çarşı zamanla genişletilerek nihayet 1000 dükkâna ulaşmış, üzerine çatı
yapılarak on iki büyük ve yirmi küçük kapısı olan Kapalı Çarşı haline
getirilmiştir.[72]
Türk
Bahçeciliğinde Satranç
Hayatın çeşitli alanlarında kullanılan
satranç usulüne bir örnek de bahçeciliğimizden: Kayısı yetiştiriciliğinde bahçe
işlerinin kolay ve seri yapılabilmesi için fidanların toprağa muntazam bir
şekilde dikilmeleri gerekir. Bahçe tesisinde kullanılan dikim sistemleri
şunlardır: Kare usulü bahçe tesisi, Dikdörtgen usulü bahçe tesisi, Üçgen usulü
bahçe tesisi, Satranç usulü bahçe tesisi.[73]
Dokumacılıkta
Satranç
Anamur’da dokumalar arasında Çul
dokumacılığı önemli bir yer tutar. Anamur’da dokunan çulları birkaç çeşide
ayırmak mümkündür. Bunları zeminlerine göre, kenarsularına göre ayırmak
mümkündür. Zeminlerine göre olan çullarda Anamur yöresinde dokunan çulun ismi
“tırnak zeminli çul” olarak söylenir. Bunlar zeminleri itibari ile girilen
desenlerle(bıçkılarla) karelere veya eşkenar dörtgenlere bölünmüştür. Bu dörtgenlerin
orta yerinde “satranç” adı verilen kare nakışlar (yanış) bulunur. Yine
zeminlerine göre çullarda Anamur’da kare veya eşkenar dörtgenlerin nakışlar
şeklinde oluşturulduğu çullara rastlanır. Bunlara satranç denilir ve satranç
çul diye söylenir.[74] Uşak Karahallı’da tekstil
üretimi Osmanlı İmparatorluğu döneminde el tezgâhları ile başlamıştır. 1940''lı
yılların sonlarına kadar daha çok beyaz mal yani astar ve kaput dokunurdu. O
dönemde renkli dokumalar da yapılıyordu. Kareli bez dokunurdu. Buna satranç
tablasına benzediği için satranç da denirdi.[75] Satranç bir dokuma desenidir.
Malatya Arapgir’de dokunan “Manusa” ya da “Arapgir Alacası” denilen pamuklu(az
da olsa ipekli) kumaş dokumalarına adını veren desenler Kemha, Arap dudağı,
Kırmızı çiçekli, Lacivert çiçekli, Simsimi, Dimi, Kareli, Yılan eğrisi,
Sandıklı, Kuş gözü, Muş çiçek, badem, Dal çiçek, Altı parmak, Peş parmak, Top
çiçek, Üç Çiçek, Tabura Çiçek, Germesut, Sıçan dişi, Satranç ... dır.[76]
Mendilden
Satranç Tahtası Tahtadan Satranç Taşları
Türkler arasında her yerde, her
zaman oynanan zekâ oyunları ve satranç çok yaygındı. Yanlarında satrançlı
(kareli) mendil taşıyorlar veya yere çizgilerini çekiveriyorlardı. Satranç
taşlarını yanlarında taşımıyor, tıpkı Köçürme (Mangala) oyununda yerdeki
taşlardan yararlanıldığı gibi, tabiattaki nesnelerden satranç taşı
yapıyorlardı. Mesela bir dal parçasını düzeltip, satranç taşları yapıyorlardı.
Soyutlamanın kökeni bu kolaycılığa dayanır. Türklerin en fazla ilgi gösterdiği
oyunlardan biri de satranç oyunuydu. Sadece Anadolu’da değil Orta Asya Türk
topluluklarında da satranç yaygın olarak oynanan bir oyundu. Fransız gezgin H.
Blocgueville 1860 yıllarında o bölgeleri gezmiş. Orada edindiği izlenimlerini
“Türkmenler Arasında” adlı bir kitapta toplamıştır. Bu anılara göre, “Türkmenlerin,
boş zamanlarında en çok sevdikleri şey satranç oynamaktı. Üzerinde satranç
oynadıkları şey siyahlı beyazlı karelere boyanmış mendil, taşlar da tahtadan
oyulmuştu. Türkmenler bunu daima yanlarında taşırlardı.”[77]
Satrancı
Urefa
Satranç ile Türk sosyal hayatı o
kadar iç içedir ki tasavvufi terbiye metodu olarak satranç benzeri bir oyun
kullanmış, adına da Satrancı Urefa (Ariflerin Satrancı) demişler. Her evde
varmış. • Atılan zara göre oyun tahtasında kare kare piyonunuzu ilerlettiğiniz,
her karede bir kelime olan, geldiğiniz karenin kelimesini açıklamaya
çalıştığınız oyundur. Oyun tahtasında başı bir kareye, kuyruğu bir kareye gelen
yılanlar, oklar vardır. 10x10 101 tane kare bulunan bu oyunda amaç son kareye
yani "visale" ulaşmaktır.
Türkmen
Masallarında Satranç
Türkmen Ertekilerinden(masallarından)
Ýüz tylla(Yüz altın)’da satranç bilmenin önemi anlatılmıştır. Türkmen
edebiyatında halkı dolandıran ve satrançta kimseye yenilmeyen Padişahın kızını
satrançta yenen Mämmet’in hikâyesi anlatılır:
“… - Siziň ýurduňyzy kim
dolandyrýar? - diýip, Mämmet ondan soran.
Söwdegäriň ogly: - Patyşanyň gyzy dolandyrýar. Ol ýaňy-ýakynda: “Meni
küştde kim utsa, şoňa ere barjak?” diýip, bütin halkyň arasynda jar çekdirdi -
diýipdir. Mämmet: - Onuň köşgüne nädip baryp bolar? - diýip
soran. Söwdegäriň ogly: - Ýok, dost, sen oňa gitjek bolup hyýalam etme, ony
utmak kyn, eýýäm birnäçe adam janyny gurban etdi, çünki kim utulsa, ol gyz ony
öldürdýär, küştde ol gyzy hiç bir utup bilen ýok - diýen. …”[78]
Satranç ve Sevgili
Satranç Türk hayatında çok önemli
bir yere sahiptir ve çok çeşitli alanlarda karşımıza çıkmaktadır. Divan
şairleri, şiirlerinde “satranç, nat’, şah, vezir, kale, mât, mât etmek,
mansûbe, ruh, ferzin, kec-rev, esb, pîl, piyade, lu’b, açmaz, Leclâc, beydak,
fil, taş sürmek” gibi satrançla ilgili kelimeleri çeşitli anlamlar içerisinde
birtakım edebî sanatlarla sıkça kullanmışlardır. Divan şiirinde satrançla
ilgili sıkça kullanılan bazı kelimelerle bunların çeşitli teşbih, mecaz ve
tasavvurlarla kullanıldığının örnekleri çoktur. Şah, satranç oyunundaki en
önemli taştır. Padişah anlamındaki bu kelime, divan şiirinde satranç oyununun
söz konusu edildiği beyitlerde şairler tarafından genellikle tevriyeli olarak
sevgili anlamında kullanılır. Satranç oyunundaki şahtan sonra en önemli taş,
vezirdir. “Ferz, ferzîn, ferzâne” olarak da adlandırılan bu taş, şah olan
sevgilinin yanında genellikle âşığı temsil eder. Beyitlerde piyâde olarak da karşımıza çıkan beydak,
satrançta en değersiz taştır. Siyah rengi ve küçüklüğünden dolayı sevgilinin
yanağındaki benler, bu taşa benzetilir. Yanak
anlamına gelen ruh kelimesi, satranç oyununda kale anlamında kullanılır.
Satranç tahtasının iki köşesinde bulunduğu için yine sevgilinin iki yanağındaki
benlere benzetilir.[79]
Satranç ve Dil
Satranç
Adları
“Satranç” adı nereden gelmiştir? Dünyanın
çeşitli ülkelerinde satranç hangi adlarla biliniyor? Bu adlar nasıl bir
değişime uğrayarak o şekilde kullanılır olmuştur? Bilindiği gibi bir kelimenin
değişik dillerdeki yazılış ve okunuşlarına internetten ulaşmak mümkündür. Biz
de aynı yolu takip edebiliriz. Bu kelimelerin anlamlarına, köküne, ekine
bakmadan sadece okunuşlarını dinlemek bile Satrancın kökeni hakkında bir fikir
verecektir. Dünyada satranca verilen adlar satrancın yayılma yolunu da ortaya
koymaktadır. Google Çeviri yardımıyla kolayca elde edilecek Satrançla ilgili
okunuşların, telaffuzun benzerliğinden yola çıkılarak Satranç’ın takip ettiği
yol hakkında görüş ileri sürmek gerekirse, mevcut iddiaların aksine Satranç Turan’da
doğmuştur. Hindistan’a inmiştir. Oradan İran yoluyla Araplara geçmiş,
sonrasında Avrupa ilk olarak Harun Reşid zamanında Şharlamaigne’ye hediye
edilen Satranç vesilesiyle tanışmış ve nihayet Satranç Endülüs yoluyla İspanya
üzerinden Avrupa’ya girerek yaygınlaşmıştır.[80]
Türkçe
ile Satranç Oyununun Ortak Kuralları
Türkmenistanlı Prof. Dr. Berdi
Sarıyev, dilin modern teori terazisinin bir kefesine en eski dillerden biri
olan Türk dilinin kurallarını, ikinci bir kefesine de bütün dünyada bilinen
Satranç oyununun kurallarını koyarak karşılaştırma yaptığı araştırmasında; ses
bilgisi, şekil bilgisi ve söz dizimi açısından Türkçe ile Satranç arasında
olağanüstü ortaklıklar tespit etmiştir.[81]
Türkçedeki
“Ç”-“S” Dönüşmesi
Hindistan’dan İran’a geçerken
Şatarang adını almış olan satranç’ın, Türkçedeki “Ç”-“S” dönüşmesi ile bir
ilgisi olabilir mi? Bu soruyu Türkçemizdeki ilginç bir kelime ile
örneklendirmek isterim. Bu kelime, Satma’dır. Satma kelimesinin aslı Çatma’dır.
Tarla ve bağ bekçilerinin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe
yaptıkları kulübe veya çardağa bazı yerlerde verilen isimdir. İster Türkçedeki
Çat sözü isterse ç-s dönüşümünden kaynaklanan Sat sözü ile ilgili olsun,
Satranç sözünün Türkçe bir kelime olması düşünülmelidir. Bizi bu düşünceye
getiren kelimelerden biri de Kırgızistan’da bugün kullanılan ve tıpkı Satranç
tahtasına benzeyen Kareli defter anlamındaki Çatıraş kelimesidir. Çatıraş’ın
kareli defter için kullanılması, satranç tahtasının da kareli deftere benzemesi
çok önemlidir.
Çaturanga
Sözü Nereden Geliyor?
Sözcüklerin kökenbilimi konusunda
uzman Adnan Atabek'in yaptığı çözümleme şöyle: Satranç sözü için batı
dilcileri, Sanskritçe "çaturanga" sözünü köken olarak gösterirler ve
Hint-Arap-Avrupa trafiğini öne sürerler. Ben de buna bir koşulla katılıyorum.
Satrancın, nesnel kökeni damadır. Yani 8x8 kutulardan oluşan bir çizgi ızgarası
üzerinde oynanan oyun. Taşlar (aşık kemikleri) önceleri tek tip iken sonra
çeşitlendirilmiş. Taşlar, çizgilerin kesim noktalarına konulurken (9x9), kutu
içine konmaya başlamış. Dokuz taşla oynanırken, sayı değişmiş. 'Dokuztaş',
'üçtaş' gibi oyunlarımızın kökü de aynı. Değişmeyen tek şey, kutulardan oluşan
ızgara olmuş. Türkler, kesişen çizgilerden oluşan elek, kalbur gibi nesnelere,
damaya, ızgaraya, "çatura", "şadra", "şedre"
diyorlar. Sakalardan tut, Anadoluya kadar bu deyimler var.[82]
Çaturanga
/ Çatmalı / Kareli / Satrançlı (Kareli)
Çatıraş: Kırgısiztan’da
kareli defter için “Çatıraş” kelimesi kullanılmaktadır. Satrancın doğduğu
topraklarda satranç kelimesi için “Şatra”, “Şatıra”, “Şıdıra” veya “Şator”
kelimeleri kullanılmaktadır.
çatlaş: çapraz (Tatar ağzı, Türk Lehçeleri Sözl.,Kültür Bak.)
çatmak:
damalı (DS) Satranç: Satranç tahtası gibi
haneli (TDK. Türkçe Sözlük. TTK Basımevi. Ankara. 1969. 5. bsk. sf. 643) Satrançlı: Satranç tahtası gibi dördüllere
ayrılmış bir şekilde basılmış olan: Satrançlı kumaş (TDK. Türkçe Sözlük. TTK
Basımevi. Ankara. 1969. 5. bs. sf. 643) Satrançlı: Satranç tahtası gibi
karelere ayrılmış bir şekilde yapılmış veya çizilmiş olan: Satrançlı kumaş,
satrançlı mendil. (Sabah Meydan Larausso. 17.c, 353.sf.) satraslı: aykırı (Kazak ağzı, Türk
Lehçeleri Sözl.,Kültür Bak.) siede:
elek, kalbur (Sakaca, Vasiliev) siit: elek (Teleüt Ağzı Sözlüğü, TDK) şedre: iri gözlü kalbur (DS: Derleme Sözlüğü) şadara: kalbur (Azeri ağzı, Türk Lehçeleri
Sözl.,Kültür Bak.) şatra:
dama (Altay ağzı, Altayca Türkçe Sözlük,TDK) şatıraş:
dama, satranç (Kazak ağzı, Türk Lehçeleri Sözl., Kültür Bak.) Şatraşlı:
Tatarca’da “Şatraşlı” sözü kareli anlamında kullanılmaktadır.
Bir gün birisi tutmuş, damanın
taşlarına kimlik kazandırmış. 'Fil', 'at' diye (çok büyük olasılıkla, bu
hayvanların aşıkları kullanılıyordu ve farklı ilerleme kurallarına sahiptiler).
'Çatura' olan adı da 'çatura anga' olmuş. Yani 'hayvan daması' veya 'hayvanlı
dama'. Ang: yaban hayvan, geyik, karaca (Altay ağzı, aynı sözlük) Bu söz,
güneye, 'İndus' bölgesine indi. Sanskrit'leşti. Araplar da kendi söyleyişlerine
uydurdular. Bizim Orta Asya kırsal alanındaki şatıraş'ı, Horasan Harzemdeki
çatranga'yı aydınlarımız komşu dillerdeki satranç ile değiştirmişler.[83]
Çat
/ Sat / Şıdıra / Şadıra / Şedire / Satranç
Türkçemizde çatmak fiilinden gelen
yüzlerce sözcük vardır. Biz bir çalışmamızda bu sözleri tespit etmeye çalıştık.
Hepsinde de çatma, çatılma, karşılaşma, çatışma gibi anlamlar bulunmaktadır.
Çat, sat, çatır, çatıra, çatıraş, sataş, satır, şatıra, şadıraa gibi kelimelere
bakıldığında Satranç’ın da Türkçe bir kelime olduğu düşünülmektedir. İlk
satranç adı olduğu söylenen Çaturanga kelimesi de çatmak fiilinden Satranç adı
ise satranç tahtasının şedireli (kareli) oluşundan; oyunun kareli bir zemin
üzerinde oynanmasından ileri gelmektedir.[84]
Bütün
zekâ oyunları: Şatra
Altay’da bütün zekâ oyunlarına
Şatra denmektedir. Tuva’da Şıdıra denildiği gibi. Altay Türkleri’nin
"Şatra" adıyla oynadıkları ve "Satranç"ın öncülü olan iki
tür oyun gördük. Anlaşılan, tüm bu zekâ oyunlarına, Altay Türklerinin
"Şatra", Tuva Türklerinin "Şıdıra, Şatıra" demesinin
nedeni, bu oyunların damalı, ızgaralı tabanlarda oynanmalarından
kaynaklanmaktadır. Türkmenistan’da kareli tabanlar üzerinde oynanan oyunlara
umumi olarak Düzzüm denilir. Tıpkı Hindistan'da kareli taban üzerinde oynanan her
iki oyuna da çaturanga denmesinde olduğu gibi.
Satranç Taşlarının Tasarımı, Biçimi,
Süslemeleri ve Derin Görüntüleri (Sembolleri)
Satranç taşları ile meselâ Türk
Balballarının; Çadır geleneği veya Kümbet mimarisinin bir ilgisi olabilir mi?
Çünkü bu taşların biçimi ve tasarımı mutlaka bir “şey”den esinlenmeli. Mutlaka
bir “şey”e benzemeli; ya somut, ya da soyut bir nesneye, eşyaya dayanıyor
olmalı... Peki, satranç tahtası? Bu biçim ve şekiller nereden geliyor?
Pazırık İskit Kurgan Halısı (Kareli
/ Satrançvari düzen) M.Ö. 252-238. İskit Türk halısı. Dünyanın en eski halısının
motifleri satranç tahtasını hatırlatan kare dilimler şeklindedir.
Memlüklü kumaş parçası Türk
Memluklu Kumaş Parçası ve Çarkıfelek İkonogrfisi 14.yy.
Satranç
Taşları Tasarımları / Çintemani
Avrupa'da bulunan birçok soyut
satranç takımları Müslüman imalatıdır. Batılıların kabulüne göre Soyut satranç
taşı tasarımı Müslüman tasarımından ilham almıştır.[85] Müslüman tasarımı de denilen
bu tasarım da Türklerin tasarımı olup Türkler ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya
taşınmıştır. (Büyük Selçuklu Dönemi satranç taşları tasarımı) Günümüz satranç
taşları biçimini ortaçağ soyut Türk Satranç taşlarından almıştır. Satranç
taşlarının biçimini, soyut ve somut olarak ikiye ayırmak mümkündür. En eski
somut biçimli satranç taşları 5-6. yy.a ait Afrasiyap taşlarıdır; Semerkant’ta
bulunmuştur. Soyut satranç taşlarına ait ilk buluntular ise Nişapur’da
bulunmuştur. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde Nişapur’da bulunan satranç taşlarına
(neredeyse eksiksiz korunabilmiş olan 12.yy.’a ait Selçuklu satranç takımına)
benzer satranç taşları bulunmuştur. Bu soyut ve somut satranç takımı ve Türk
Satranç taşı biçimi, yüzyıllarca korunmuş, yeni biçimlere buradan geçiş
yapılmıştır. (Batılılar bu tarzı Mozarab, Arap tarzı veya İslâm tarzı olarak
adlandırmıştır.) Satranç taşları ve
tahtasının biçim ve tasarımı ile süslemelerine baktığımızda Somut ve soyut
Satranç Taşları ile satranç tahtası, Türk medeniyetindeki çadır, güneş, balbal,
kümbet, mezar taşı, at ve eğer kültürünün izlerini taşıdığı görülmektedir. Bu
da satrancın Hindistan kökenli değil Türkistan kökenli olduğunun belgesidir. [86] Hun, Göktürk, Etrüks kaya
resimlerindeki güneş şeklindeki sembol veya süsleme daha sonra Göktürk
Alfabesindeki bir harfe dönüşmüştür. Bu süslemeye (güneş) ilk satranç
buluntularında da tesadüf edilmektedir. Çok farklı yerlerde bulunan Satranç
taşlarının bu süsleme ile süslendiği görülmüştür. Batıda bulunan ilk satranç
taşlarının süslemelerinde çadır, kümbet, balbal, kilim, eğer süslemelerinden
yararlanılmıştır. Bu konuda bir sunum hazırlamıştık. İlgilenenler oradan
görebilir.[87]Biz
burada sadece Çintemani denilen süsleme için örnekler vereceğiz:
Solda Hindistan Delhi Türk Sultanı
İltutmuş Kağan dönemine ait para. Elinde Türk gelenek ve ikonografisine uygun
Topuz tutar ve atının kuyruğu Türk usulü düğümlüdür. 1217-1220. Ortada Timur’un
Ağustos 1403’de Gortin Kalesi’ni kuşatması. Hakanın üstünde tutulan şemsiye
Türk Hakanlarının hakimiyet sembolüdür ve adı Çetr’dir. (Çadır) Solda Hakanın
arkasındaki süsleme çadır duvarı gibi karelider. Altta sağda günümüz bir Kırgız
çadırı (Boz üyü, evi); çadır duvarı karelidir. Ortada Kırgızistan şedireli,
kareli ve dört yön sembolizmini de gösteren halı kilimleri. En sağda ise
Selçuklu’da şedireli, kareli, çadır duvarı şeklindeki duvar süslemesi.
The Turk
Türkler çok iyi satranç
oynuyorlardı. İlk dünya şampiyonu bir Türk’tü. (Suli) Avrupalılar satrancı bir
Türk oyunu olarak tanıdı. O kadarki icat ettikleri bir satranç otamatına,
makinasına “The Turk / Great Turk” adını verdiler. Batı’da yapılan ve hakkında
çeşitli hikâyeler anlatılan ilk satranç makinesinin adının “The Turk” olması da
satrancı Türklerin dünyaya yaydığını göstermektedir. Satranç bir Türk Zekâ
oyunu olarak bilindiği ve tanındığı için Karl Gottlieb von Windisch’in
kitabında bildirdiği ve Baron Kempelen tarafından 1770’de Avrupa’da icat edilen
ve başına bir Türk kıyafetli mankenin oturtulduğu ilk Satranç otomatına veya
makinasına “The Turk” adı verilmiştir.[90] Bize satrançın kökeninin
Türler olduğu bilgisini açıkça vermektedir. Avrupa’da oyunun kökeninin Türkler
olduğu bilgisi o kadar yaygındır ki oyunun makinası icat edilirken adına Türk
denilmiştir. Bu derin görüntü (imaj) yerleşik bir derin görüntüdür:
Solda The Turk otomatı. Sağda
oyunun Türklerle ilgili derin görüntüsünün(imajının) yaygınlığının örneği: Oyuncu
François-André Philidor 1780’lerde Londra Parsloe’s Satranç kulübünde Satrancın
sahibi olan milletin bir ferdinin gözetiminde satranç oynuyor. (Yazan: Courtesy
Edward Winter). [91]
Hindistan’daki Türk Büyük Satrancı
Değerlendirme ve Sonuç
Satrancın
Kökeni ile İlgili İddialar
Satrancın kökeniyle ilgili çeşitli
iddialar mevcuttur. Her iddia için ayrı ayrı şu soruları sormamız gerekir:
Belirtilen köken hakkında somut bilgi, belge var mı? Çeşitli bilimlerce bu
bilgiler destekleniyor mu? Bu savaş oyununu nasıl, hangi zamanda meydana
getirmişler? Değişik şekilleri o milletlerde, ülkelerde, bölgelerde halen
yaşıyor mu? Bugün ne kadar yaygın? Satranca benzer başka oyunları var mı?
Satrancı icat eden millet savaşçı bir millet mi? Savaş taktiklerinden haberdar
mı? Bu kültürü oluşturabilme şartları nedir?
Hindistan
Kökeni İddiası
Mahatma Gandi şöyle demiştir:
“Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Türkler diğeri ise
Hintlilerdir”. Türkler Hindistan'a girmeden çok çok zaman önce bile
Hindistan'da yaşayan çeşit çeşit ırklar ve topluluklar vardı. Gandi'nin
"Hintliler" dediği, bunların tümü olsa gerek. Ancak, MÖ 3000'lerde
Hindistan'ın kuzeybatısındaki İndüs (Sind) Irmağı bölgesinde görülen Türk
uygarlığına kadar, Hindistan'da kayda değer hiçbir uygarlık yapıtı görülmemiştir.
Bir birlikleri, bir başkentleri, belli bir coğrafi merkezleri bile yoktu.
Hindistan'daki bu Türk uygarlığı, Sümerlilerle aynı dönemdedir ve iki uygarlık,
heykellerinde görülen insanlara, ilahlara, tartılarına kadar aynıdır. Batılılar
tıpkı Sümerlilere Türk demekten kaçındıkları gibi, Orta Asya'dan geldiği kesin
olanların Hindistan'da kurduğu bu uygarlığa da Türk demekten kaçınır. Türk
demek yerine, "Sümerliler Hindistan'a da gitmiş" derler. Türklerin
Hindistan'a bildiğimiz ilk girişi budur. Daha sonra da sürekli girmişlerdir. Satranç’ın
kökeni ile ilgili temel iddialardan biri olan bu iddiayı ispatlamaya yetecek
kadar bilgi ve belge yoktur. Miladın ilk yüzyıllarından beri, yani satrancın
bulunuş tarihi olarak verilen tarihten asırlar önce, Türk Hanedanları
Hindistan’a akınlar yapmış, devlet kurarak hâkimiyet sürmüşlerdir.
Savaşçılıktan uzak bir milletin bu oyunu meydana getirmesi bir yana Türklerden
öğrenmiş olmaları daha akla yatkın gözükmektedir. Çünkü tam bir savaş oyunu
olan bu oyunu vücuda getirmeleri sosyolojik, psikolojik ve dini sebeplerle
imkânsız gözükmektedir.
Satranç’ın
İran’dan kaynaklandığı iddiası
Resimdeki satranç oynayan
Ardişir’in seyircileri Türk’tür.
Satranç’ın
Eski Mısırdan kaynaklandığı iddiası
İddianın sahipleri Piramitlerde
bulunan Senet oyunu tahtası ve taşları ile bu oyunu oynayanların resimlerini
iddialarına kanıt olarak göstermektedir. Satranç, Senet oyunundan gelişti,
demektedirler. Hâlbuki bu oyun, mantığı ve oynanışı tamamen farklı bir oyun
olup, satranç oyununa taşlarının şekli ve oyun tahtasının ikili sıra kareli
oluşu dışında bir benzerliği yoktur. Bir oyunun geliştiği söylenen oyuna benzer
bir gelişim göstermesi gerekmez mi? Senet oyunu satrancın öncülü değildir.
Başka bir oyundur. Az çok nasıl oynandığı bilinmektedir. Buna karşılık Satranç,
4000 yıllık bir Türk oyunu olan Mangala’ya birçok bakımdan benzemektedir.
Satranç’ın
Çin ve Truva kökenli olduğu iddiaları
Çin kökenli olduğu iddiasının
Çin’in Türklerle savaşan bir millet olması ve iç savaşlar dolayısıyla savaş
kültürünün bulunması sebebiyle akla gelmiş olacağı düşünülebilir. Yayılma
alanlarına bakıldığında Çin’le ilgisi olmadığı açıkça görülmektedir. Eski Yunan
veya Truva kökenli olduğu iddiasının da Eski Yunan Medeniyeti’ne Avrupa’nın
duyduğu hayranlıktan doğduğu ve Avrupalıların bu oyunu da her şey gibi
Yunanlılara maledivermek düşüncesinden kaynaklandığı söylenebilir.
Satrancın
Kökeni
Satrancın Kökeninin Hindistan,
Kuşhanlar, İran, Mısır, Çin, Arap, Truva, Roma, Arnavutluk olduğu iddiaları
vardır. Bu iddiaların en güçlüsü Hindistan ve Kuşhanlar’dır. Hindistan Milattan
önceki asırlardan beri kadim bir Türk Yurdudur. Kuşhanlar Türk Devletidir.
Kanaatimizce satranç Kuşhanlar’a onlardan önce Türkistan’da kurulan önceki Türk
Devletlerinden geçmiştir. Satranç taşlarının ve tahtasının biçim ve
tasarımındaki benzerlikler, Satrancın kökeninin Türkler olduğunu
göstermektedir.
“Satrancın Hindistan kökenli olduğu iddiası”
ancak mevcut olduğu söylenilen belgelerin ortaya konmasıyla ispatlanabilir. Bu
belgeler bulununcaya kadar, yukarıdaki kanıtlarımıza dayanarak, Satranç’ın Türk
kökenli olduğunu iftiharla söyleme hakkına sahibiz.
Hayır, böyle önemli bir oyunu
Türkler nasıl bulmuş olabilir, onlar göçebeydi, denilebilir; Bu takdirde satranca
benzeyen tarihteki en eski oyun setinden de bahsetmeliyiz: Tarihteki İlk Oyun
(İlk Satranç?) da Türkiye’dedir! Siirt teki Başur Höyük kazısında Erken Tunç
Çağ’a tarihlenen mezarlar içerisinde satrancın atası olabilecek buluntular
bulduk. Bunların karbon-14 tarihlemeleri M.Ö. 3100-2900 tarihleri arasını
vermekte, bu buluntulardan daha erkene tarihlenen figüratif oyun seti şimdilik
yok. Bunlar Mezopotamya’da M.Ö. 4. bin yılın sonunda yazının bulunması veya
yazı ile birlikte kullanılan, yazının dışında objeler olmalılar, yani önce oyun
vardı galiba, kültür oyunun etrafında gelişti gibi görünüyor. Bulunan mezarın
içerisinden iki çocuk bir yetişkin iskeletinin bulunmuş olması nedeniyle oyun
taşlarının çocukların eğitiminin bir parçası, strateji oyunu olduğunu
düşünmekteyiz.[93]
5000 yıllık bu oyun parçaları
farklı şekillerde heykel ve yeşil, kırmızı, mavi, siyah ve beyaz boyalı 49
küçük taştan oluşuyor. Bazılarında, domuzlar, köpekler ve piramitler tasvir
edilmiş, diğerlerinde yuvarlak ve mermi gibi şekiller bulunuyor.
Kaynaklar
ALBAYRAK, Nurettin.
Semâi, TDA. cilt: 36; sayfa: 460
ALTINDİŞ, İskender; Satrancı
Türklerin Yarattığına İki Gösterge http://forum.satranc.biz/archive/index.php?thread-3727.html
AND, Metin (2007). Oyun
ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
http://ocw.metu.edu.tr/pluginfile.php/2338/mod_resource/content/0/ceit706/week2/MetinAnd_oyun_bugu.pdf
ARAT, R. R. (1991).
Kutadgu Bilig. I Metin. Ankara. 3.Baskı.
ARSLAN, Mehmet (2000).
“Divan Şiirinde Satranç ve Satranç Istılahları” Osmanlı Edebiyat-Tarih Kültür
Makaleleri, İstanbul: Kitabevi Yayınları, s. 1-25.
ATEŞ, Ahmed (1954), Şâh-nâme’nin
Yazılış Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdığı Hicviye Meselesi
Hakkında‛, Türk Tarih Kurumu-Belleten, XVIII:LXX:159-168.
BEKMURADOV, A. (1990).
Sadrançnama, Aşgabat.
BEKMURADOV, A. (1993).
Edebi Miras-Ebedi Miras, Aşgabat.
BİÇER, Bekir. (2005) T.C.
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ
Tarihi Bilim Dalı Firdevsî-i Rûmî ve Tarihçiliği, Doktora Tezi, Danışman Doç.
Dr. İlhan Erdem, Konya, Sf. 60-61
BİLGİLİ, Nuray (2014)
Türklerin Kozmik Sembolleri Tamgalar, İstanbul, Hermes
Yayınları, 132 s. ISBN : 9789756130537
CHOTCHO, Koeniglich
Preussische Turfan-Expeditionen, Verlag Dietrich Reimer, Berlin, 1913, s 218
CİVELEK, Yasemin An’dan
Lâ Zaman’a, Ari’den Karmaşığa, Saf’tan Meleze, Kutsal Mekândan Lâ Mekân’a Mimarinin
Yolculuğu. http://okuyoruzz.blogspot.com.tr/2011/10/normal-0-21-false-false-false-tr-x-none.html
DALKIRAN, H. S.,
(1995). Satranç Eğitim Metodu, İstanbul.
EKER, Süer. (2012) ‘Orta
Asya’nın Gizemli Halkı’: Soğdlular Soğd ve Soğdca, Türkbilig, S. 24, SF. 77-92.
EYDURAN, Aysun (2010)
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 5/3 Summer, sf. 190
http://turkishstudies.net/Makaleler/158038256_8eyduran_aysun.pdf
İSPİRLİ, Serhan Alkan.
(2000) Türk Edebiyatında Tarih Düşürme Geleneği. Erzurum, Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.14, sf. 88
KAPLAN,
Yunus-POYRAZ, Yakup. Divan Şiirine Kaynaklık Etmesi Bakımından Oyunlar,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume: 3, Issue: 15 Klâsik Türk
Edebiyatının Kaynakları Özel Sayısı -Prof. Dr. Turgut KARABEY Armağanı- http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3/sayi15pdf/kaplan_yunus_yakuppoyraz.pdf
KARA, Abdulvahap (2007)
Dört Bin Yıllık Zekâ Ve Strateji Oyunu Dokuz Kumalak (Dokuz Taş).Türk Dünyası
Tarih Dergisi, Eylül 2007
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan
(2010) Satrancın Atası Türk Zekâ Oyunu Mangala (Günümüzde Çocuk Oyunlarında ve
Oyuncaklarında Yaşanan Değişimler Sempozyumu, 9-10 Aralık 2010, Ankara /
Türkiye) https://www.academia.edu/4457887/Satran%C3%A7%C4%B1n_Atas%C4%B1_Olan_T%C3%BCrk_Zek%C3%A2_Oyunu_Mangala
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan
(2012) Satrancın Tarihi ve Kökeni
Üzerine http://arslanevi.blogspot.com.tr/2013/09/satrancn-tarihi-ve-kokeni-uzerine.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan
(2013) Çadırdan Satranca http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/06/cadrdan-
satranca.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan
(2014). Satranç ve Don Değiştirme (Kabulgan) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/12/satrancve-don-
degistirme-kabulgan.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan.
Satranç Bir Türk Zekâ Oyunudur (2014) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/05/satranc-bir-turk-zeka-oyunudur.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan.
Satranç Tarihine Halkbilim Katkısı (2011) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2011/02/satranc-tarihine-halkbilim-katkisi.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan. Satranç
Taşlarında Güneş (2014) https://www.academia.edu/9419654/Satran%C3%A7_Ta%C5%9Flar%C4%B1nda_G%C3%BCne%C5%9F
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan.
Satranç Taşlarının Biçim ve Tasarımı Üzerine Düşünceler (2014) https://www.academia.edu/Documents/in/Satranc_Taslari_ve_Tahtasinin_Bicim_ve_Tasarimi
ÖZHAN, Mevlüt - MURADOĞLU
(1997) Malik. Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk Oyunları, Ankara, Kültür Bakanlığı,
1997, 143 Sf.
SAMBU, İ., (1992). Tıva
Oyunnar, Kızıl. Sf. 43-58
SOMUNCUOĞLU, Servet
(2008) Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, İstanbul, Meritlife, 2008 543
sf.
ŞANCI, Fuat (2006) Hatay
İlinde Türk Mimarisi I. (Doktora Tezi) Tez Danışmanı Prof. Doç. Dr. Nusret Çam,
Ankara
ŞENEL, Süleyman. Âşık
Mûsıkîsi, TDA cilt: 3; sayfa: 554
ŞİŞMAN, Bekir ve KUZUBAŞ,
Muhammet (2007). Şehnâme’nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, İstanbul:
Ötüken Yayınları.
ULUĞTEKĠN, Murat (1994).
Eski Türk Edebiyatında Satranç ve Tavla, Ankara: GÜSBE Yüksek Lisans Tezi.
VERBRUGGEN, J. F. The Art
of Warfare in Western Europe During the Middle Ages: From the Eighth, Sf. 227
YAKIT, İsmail (1992) Türk
İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul, s. 374
Yeni Türk Ansiklopedisi,
sf. 1300
ZALOĞLU, Pınar (2011)
Orta Asya ve Sibirya Türklerinin Kahramanlık Destanlarında Kahramanlara
Yardımcı Tipler, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir, 318 sf.
[2] Turan coğrafi bir terimdir. Batıda
Hazar Deniziyle doğuda Orta Asya Dağlarının batı sıraları, güneyde İran ve
Afganistan’ın kuzey dağlarıyla kuzeyde Kırgız Stepleri arasında bulunan geniş
sahadır. Turan ülkesinin özelliği, Ural-Altay dil grubuna bağlı büyük
toplulukların anavatanı oluşudur. Turan’ın diğer ismi de "Aral-Hazar
Havzası"dır. Fakat bu isim Avrupa’nın Volga ve Ural nehirlerinin Hazar’a
dökülmeden önce geçtikleri sahaları da içine alır. Bu itibarla geniş manalıdır.
Fakat dar manada ise, Amuderya ve Sirderya (Seyhun ve Ceyhun) nehirlerinin
geçtiği çukur alanlarla, döküldükleri Aral Gölü havzasından ibarettir.
[6] Hindistan,Yeni Türk Ansiklopedisi,
sf. 1300
[16] Abdulvahap Kara. Dört Bin Yıllık
Zekâ Ve Strateji Oyunu Dokuz Kumalak (Dokuz Taş).Türk Dünyası Tarih Dergisi,
Eylül 2007
[18]
http://history.chess.free.fr/images/pers...in%202.jpg ve http://history.chess.free.fr/images/pers...verzin.jpg Rusların ünlü satranç dergisi 64'ün Kasım 1991
sayısında da, bu satranç taşlarına değinilmiştir.
[23] http://history.chess.free.fr/images/persian/Afghan-elephant2-a.jpg
Aynı şekilde uğrulanan taşlardan biri de şurada: http://history.chess.free.fr/images/pers...ant2-a.jpg.
[24] http://history.chess.free.fr/images/pers...hariot.jpg. Afrasiab parçaları gibi olan bazı taşlar
Albert von Le Coq tarafından ortaya çıkarıldı. Aşağıdaki parça, İpek Yolu'nun
Taklamakan çölünde Turfan yakınında bir vahada bulundu. 1902/1903 (CHOTCHO,
Koeniglich Preussische Turfan-Expeditionen, Verlag Dietrich Reimer, Berlin
1913, s 218 bakınız)
[25] Bugünkü İran sınırları içinde
kalan Nişabur, Türklerin hep yoğunlukta olageldiği önemli bir şehirdir.
Altındiş, Nişabur adındaki “bur” ekine dikkatinizi çeker, “Burg” ve “Burç”
sözcüklerinin atası olan Türkçe “Bur” köküne dikkat çekmektedir.
[31] Servet Somuncuoğlu, Sibirya’dan
Anadolu’ya Taştaki Türkler, İstanbul, Meritlife, 2008, sf.182-167
[33] Aysun Eyduran.
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 5/3 Summer 2010, sf. 190 http://turkishstudies.net/Makaleler/158038256_8eyduran_aysun.pdf
[34] Satrancın Atası Olan Türk Zekâ
Oyunu: Mangala makalemiz.
[35] Özhan- Muradoğlu, 1997: 27-28, 34
[37] Google’a Shatra yazıp Altay
Satrancı Şatra hakkında bilgi bulmak isterseniz karşınıza çeşitli çadır
resimleri çıkar. Bu da Şatra’nın çadır’dan, çatma’dan, çatışmadan geldiğini
gösteren bir delildir. Bkz:
[39] İrgit Ungulçekoviç Sambu, Tıva
Oyunnar, Kızıl, 1992, Sf. 43-58
[40] Pınar Zaloğlu, Orta Asya ve
Sibirya Türklerinin Kahramanlık Destanlarında Kahramanlara Yardımcı Tipler,
Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir, 2011. 318 sf. (Sf. 183-186) https://www.yumpu.com/tr/document/fullscreen/16734319/orta-asya-ve-guney-sibirya-turklerinin-kahramanlk-destanlarnda-
[42] J. F. Verbruggen. The Art of
Warfare in Western Europe During the Middle Ages: From the Eighth, Sf. 227
[48] Bekmuradov 1990; 1993: 34-49
[49] W. R. Reinfeld, Gün Yayıncılık,
A’dan Z’ye Satranç Öğreniyoruz. Orhan Tuncay’ın önsözü https://books.google.com.tr/books?id=uBT-BwAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q&f=false
[50] T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Firdevsî-i
Rûmî ve Tarihçiliği, Doktora Tezi, Danışman Doç. Dr. İlhan Erdem, Hazırlayan
Bekir Biçer, Konya, 2005, Sf. 60-61’den
[51] Yazar Erdal Küçükyalçın’la
söyleşi’den: http://www.aksam.com.tr/cumartesi/osmanli-tarihi-satranc-i-rumi-oyunu-gibidir-/haber-163503
[52] Eski Türk Edebiyatında Satranç ve
Tavla – Murat Uluğtekin Gazi Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi’nden derlenmiştir:
http://satrancim.com/turk-edebiyati-eserlerinde-satranc-bibliyografyasi/
[53]
http://en.wikipedia.org/wiki/Shatranj
[55] Arat-KB 1991: 276.
[60] Bekmuradov 1993: 34-49.
[64] http://arslanevi.blogspot.com.tr/2011/02/satranc-tarihine-halkbilim-
katkisi.html (Eldar
Orazaliyev, Talas, 1986 doğ.)
Nurettin
Albayrak. Semâi TDA cilt: 36; sayfa: 460
[68] Süleyman Şenel. Âşık Mûsikisi, TDA
cilt: 3; sayfa: 554 http://www.tdvislamansiklopedisi.org/dia/ayrmetin.php?idno=d030554
[69] Serhan Alkan İspirli. Türk
Edebiyatında Tarih Düşürme Geleneği. Erzurum, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, S.14, 2000, sf. 88
[70] Türk Hat Sanatında
"Celî" Kavramı / Prof. h.c. M. Uğur Derman http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=384318
[71] Hatay İlinde Türk Mimarisi I. (Doktora
Tezi) Fuat Şancı Tez Danışmanı Prof. Doç. Dr. Nusret Çam, Ankara, 2006 Satranc
usulü tarih düşürme için ayrıca bkz: Yakıt, İsmail; Türk İslam Kültüründe Ebced
Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul, 1992, s. 374
[72] Yasemin Civelek. An’dan Lâ
Zaman’a, Ari’den Karmaşığa, Saf’tan Meleze, Kutsal Mekândan Lâ Mekân’a…
Mimarinin Yolculuğu. http://okuyoruzz.blogspot.com.tr/2011/10/normal-0-21-false-false-false-tr-x-none.html
[76] Bu makale IV. Milletlerarası Türk
Halk Kültürü Kongresi, "Medya ve Geleneksel Kültür" oturumunda
bildiri olarak (Kültür Bakanlığı, Ankara 2002,
s.178-192) sunulmuştur. http://www.antropoloji.net/index.php?option=com_content&view=article&id=385:arapgir-postasi&catid=81:calisma-defteri&Itemid=476
[79] Yunus Kaplan-Yakup Poyraz. Dvan
Şiirine Kaynaklık Etmes Bakımından Oyunlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Volume: 3, Issue: 15 Klâsik Türk Edebiyatının Kaynakları Özel Sayısı
-Prof. Dr. Turgut KARABEY Armağanı- http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3/sayi15pdf/kaplan_yunus_yakuppoyraz.pdf
[86]
http://www.slideshare.net/arslankucukyildiz/satranc-
talar-ve-tahtasnn-biim-ve-tasarm-zerine- dnceler
[88] Ayrıca bkz. Arslan Küçükyıldız.
Satranç Taşlarında Güneş: https://www.academia.edu/9419654/Satran%C3%A7_Ta%C5%9Flar%C4%B1nda_G%C3%BCne%C5%9F
[90] Konuyla ilgili
Vikipedya ve Youtuba bakınız: http://www.youtube.com/watch?v=lfDDcaewlZU http://www.youtube.com/watch?v=RdT4yG8wczQ http://www.youtube.com/watch?v=R7tb6EfE1gw http://www.youtube.com/watch?v=I9qTypcVGrw
[91]
http://www.blindfoldchess.net/introduction/
[92]
http://www.chessvariants.org/historic.di...angr1.html