24 Mayıs 2016 Salı

BİR TÜRK ZEKÂ OYUNU OLARAK SATRANÇ 
SATRANCIN KÖKENİ
Arslan Küçükyıldız[1]

Özet
Satranç, hiç şüphesiz dünyanın şansa yer olmayan, akla ve mantığa dayanan en önemli zekâ oyunudur. Yüzyıllar boyuncu Türkler tarafından sevilerek oynanan bu oyun çevresinde zengin bir miras oluşmuştur. Dünyadaki satranç araştırmalarının yoğunluğunun aksine Türkiye'de satranç konusunda yeterli bilimsel çalışma yapılmamış; satrancın tarihi, kökeni, gelişmesi üzerinde durulmamıştır. Bu çalışmada satrançla ilgili olarak sahip olduğumuz zengin mirastan hareketle satrancın kökeni ve hayatımızdaki yeri üzerinde bir değerlendirme yapılacaktır. İlk satranç taşı Kuşhan Türkleri dönemine aittir. İlk satranç taşları Semerkant'ta Afrasiyap kazılarında bulunmuştur. İlk soyut satranç takımı Büyük Selçuklu Satranç takımıdır. Avrupa buluntuları da bu soyut satranç takımı şeklindedir. Satranç Türk hayatının her bölümüne girmiştir: Destanlardan başlayarak şiirden mimariye, hat sanatından dokumalara kadar... İlk satranç buluntularından günümüze kadar satrançla ilgili birikimlerimizin, araştırmacılara bu konuda rahatça konuşabilmek için oldukça fazla malzeme verdiği görülmektedir. Bu malzemeler ışığında, makalede, Satrancın kökeni ile ilgili tezler incelenmiş ve yeni bir tez olan “Turan Tezi” açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Satranç, Şıdıra, Şatıra, Türk Satranç Kültürü

Giriş
Bilindiği gibi satranç, dünyada şansa yer olmayan en önemli oyundur. Bu yönüyle zekâ oyunları içinde sivrilmiş ve büyük ilgi görmüştür. Dünyada satrançla ilgili çok çeşitli çalışmalar yapılmış, oyuncular yetiştirilmiş, yardımcı ders malzemesi olarak kullanılmıştır. Tarihçesi, nasıl oynandığı hakkında kitaplar, makaleler yazılmış, web siteleri kurulmuş, bilgisayarla oynanabilen hale getirilmiş, yeni türleri icat edilmiş, satranç tahtası ve taşlarının yeni tasarımları yapılmıştır. Ülkemizde yapılan yayınlarda genellikle satrancın nasıl oynandığı üzerinde durulmuştur. Nasıl bulunduğu, kökeni araştırılmamıştır.
Buluş ya da icat, daha önce bulunmayan bir ürünün insan çabası sonucu ortaya çıkmasıdır. Yeni bir düşünce, yöntem ya da aygıt üretmektir. Yeni bir düşünceyle, bir soruna çözüm bulunabilir ya da bulunmuş çözüm daha da geliştirilebilir. Her buluş düşünmekle başlar. Buluş yapmak için yeni bir düşünceye ihtiyaç vardır ama düşünceler gökten elma gibi düşmez. Bir düşünce geliştirmek için belirli bir yöntem izlemek gerekir. Buluş yapmak için işe koyulduğunuzda bir sorun bulmak zordur. Buluş yapmanın ikinci adımı ise, soruna çözüm yolları bulmaktır. Bir düşünce yakalamak… Ancak, yakaladıktan sonra bu düşünceyi geliştirmek daha kolaydır.
Buluşun nasıl oluştuğuna bakalım: Şans eseri ortaya çıkan icatların sayısı azdır. Çoğu icat önceden var olan ürünlerin bazı teknolojilerle veya emek harcanarak ilerletilmiş halidir. Bu yeni ürün, belirli bir ihtiyacı karşılama çabası sonucunda, mucidin bir işi daha çabuk ya da verimli yapma isteğiyle, hatta rastlantıyla ortaya çıkmış olabilir. Bireysel çalışmanın bir sonucu olabileceği gibi, ekip çalışmasıyla da gerçekleştirilmiş olabilir. Zaman zaman icatların dünyanın farklı kesimlerinde aynı sıralarda, ama birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktıkları da görülür.
Satrancın Hindistan’da ve başka birtakım yerlerde bulunduğuna dair tezler vardır. Ancak Satrancın kökeni üzerinde yapılan çalışmalar henüz tamamlanmış değildir. İddialar kesinlik kazanmamıştır. Eksik belgeler, zorlama yorumlarla sunulmuştur. Mevcut bilgiler ve tezler yeterince tartışılmamıştır. Oyunun kökeni konusundaki çelişkili anlatımları ortadan kaldırarak Satrancın hangi millet tarafından geliştirildiğinin bulunması gerekir. 
Satranç nerede bulundu sorusunun cevabını bulmak için mevcut bilgilerden geriye doğru gidilmesi gerekir. Şu bilgiler sabittir: “Satranç, Araplar aracılığıyla IX. yy. ’da Batı dünyasına tanıtılmıştır. Bu durum Halife Harun Reşid’in Charlemagne’a hediye ettiği Satranç takımıyla çarpıcı bir biçimde belgelenmiştir.” Tarafsız bir araştırmacı, Satrancın Avrupa’da yayılmasına Arapların sebep olduğunu öğrendiğinde, Arapların bunu nereden bildiklerini, kendi icatları olup olmadığını sorar. Sorularına, Satrancın nereden peyda olduğunu gösteren bilgiye ve bu bilginin kaynağına ulaşıncaya kadar devam etmiş olmalıdır. Sonra bu icadı yapan milletin, bu icada gelinceye kadar hangi benzer oyunlara sahip olduğunu araştırır. İcadın nasıl doğduğunu, felsefesini anladıktan sonra da bu icadın nasıl geliştirildiğini, taşıyıcıların kimler olduğunu, taşıyanların icada ne gibi katkılar yaptığını öğrenmeye çalışır. Herhangi bir araştırmacımızın da uygulaması gereken yöntem aşağı yukarı budur. Ne yazık ki kaynaklarımız eksik, yanlış, müphem bilgiler vermektedir. Muhtemelen Satranç Tarihi ile ilgilenen Avrupalıların verdikleri bilgilerde de netlik olmadığı için yazdıkları eserlerde bazı hususları belirsiz ve karanlık bırakılmıştır. Çünkü onlar eserlerinde Satrançla ilgili olarak sadece kendi ilave ve katkılarını ayrıntılı olarak aktarmış, ötesini yazmamış, eşeğin aklına ot düşürmemek için, köken konusunu karanlıkta bırakmıştır. Bizim kaynaklarımız da bu belirsizliği, eksik ve yanlış bilgileri olduğu gibi aktararak, bir ezbere dönüştürmüşlerdir. Peki, biz bugün Satranç Tarihi’ni nasıl araştırabiliriz? Elbette Satrancın kaynağı olarak gösterilen bölgelerle ilgili çok çeşitli alanlardaki bilgileri gözden geçirerek; bu bölgeler gerçekten satranca kaynaklık edebilecek durumda mı, değil mi araştırarak!

Satrancın Kökeni 
Satranç Nerede Doğdu?
“Satranç nerede doğdu?” sorusuna verilen cevap, genellikle “Satrancın Dünyaya Yayıldığı Merkezler” olmuştur: (Elbette bunlar farklı konulardır.) Bu konuda yedi temel iddia vardır sonuncusu bize aittir): 1. Mısır’dan dünyaya yayılmıştır. 2. Hindistan’dan İran yoluyla Arabistan’a, oradan da dünyaya yayılmıştır. 3. İran’dan Arabistan yoluyla dünyaya yayılmıştır. 4. Çin’den dünyaya yayılmıştır. 5. Truva’dan; bugünkü Türkiye topraklarından dünyaya yayılmıştır. 6. Kuşhan Türk Devleti zamanında Hindistan’dan. 7. Turan’dan (Türkistan’dan, Altay bölgesinden) dünyaya yayılmıştır.[2]
Bu temel iddialara ilave başka birtakım iddialar da vardır. Bunlardan biri de (8. İddia) Arnavutluk’tan dünyaya yayıldığı tezidir. Bu tez hakkında küçük bir bilgi verelim:  İngiliz Arkeologlar 2002 Temmuzu sonunda, yaptıkları bir araştırmanın şaşırtıcı bildirgesini sunmuştur. Güney Arnavutluk'taki Butrinti bölgesinde eski bir Bizans Sarayı kazısında çok değerli, az hasarlı fildişi bir satranç taşı bulunmuştur. Güney Avrupa (Balkan) kiliselerinin çatısını anımsatmaktadır. Araştırmacılardan Prof. Richard Hodges, taş hakkında "bizce bu bir kral veya kraliçe çünkü üzerinde bir küçük haç var ama tama emin değiliz. " şeklinde bir açıklama yapmıştır.[3] Bu buluntu satrancın kökenini Avrupa’da göstermek için dayanak yapılmıştır. Satranç araştırmacısı İskender Altındiş bu taşın bulunmasıyla yapılan zorlama yorumlar için şunları söylüyor: “Avrupa’daki en eski satranç buluntusu Arnavutluk’ta bulunan, MS 465 yılına tarihlenen ve satranç taşı olduğundan kuşkulanılıyor. Yanında diğer taşlar bulunmadığı için, bu bir satranç taşı mıdır yoksa bir süs eşyası mı, emin olunamıyor. Eğer bu taşın satranç taşı olduğu anlaşılırsa, bu, Balkanlar’da Hindistan’dan önce satranç oynanıyordu anlamına gelecek. Hiç kuşkum yok ki ileride Avrupa’daki kazılardan başka buluntular da kesinlikle çıkacaktır. Belki zaten çıkmıştır bile. Arnavutluk’ta bulunmuş satranç taşından haberdar olmamızın bana göre tek nedeni, bir Bizans sarayında bulunmuş olmasıdır. Böylelikle, ‘Bizans’ta zaten satranç vardı’ diyorlar. Ama bunu yarım yamalak söyleyebiliyorlar, çünkü satrancın yaratıcısı olarak Avrupalıları ortaya koymak, satranç tarihi ve genel Tarih çizgileri içerisinde öyle kolay değil. Yapabildikleri kadarını zaten yapıyorlar: Satrancı Doğu’ya İskender’in yaydığını öne sürüyorlar. Ancak, ne üsteleyebiliyorlar ne ikna ediciliğe yaklaşabiliyorlar.”[4]
Resimde Arnavutluk Butrinti bölgesinde bulunan satranç taşı olduğundan kuşkulanılan taş görülüyor.
Tezlerin Kaynakları
Çeşitli bilim adamları satranç için çeşitli kökenler buldular:  Rus satranç tarihçi Pavle Bidev, “Satranç Çin’den geliyor." dedi.  Myron J. Samsin, Satrancın Doğu ve M.S. 180 sıralarında Baktriya sonrası İskender dönemi Batı oyunların melezleşmesi olduğunu işaret etti. Gerhard Josten ise coğrafi olarak ikisi arasında, Kuşan İmparatorluğu tarafından M.S. 50 – 200 arasında bulunduğunu söyledi.  Ancak, muhtemelen güçlü - ya da belki en şamatacı - gerekçeler satranç M.S. 600 sıralarında Hint yarımadasında doğmuş olduğunu düşünenlerden geldi. Bu görüş 1694’de Hyde, 1913 yılında Murray ve Antonius van der Linde (1833-1897) tarafından geliştirildi ve sonradan 20. yüzyıl başlarında Yuri Averbak tarafından desteklendi. (Averbak’ın kitabı 1993’de yayınlandı.)
Hindistan kökeni tezinin öncüsü Thomas Hyde’dır. 1600’lerde yaşamış, İngiliz sömürüsü altındaki Hindistan’da çeşitli araştırmalar yapmış, ulusal amaçlarla satrancı Hindistan’a ilk olarak dayandıran İngiliz’dir. Hindistan’da İngiliz sömürgeciliği 1600 yıllarında Doğu Hindistan Şirketi ile başlar. Araştırmacılar bu sürece kendi açılarından yardımcı olmuşlardır. Thomas Hyde 1694 yılında satranç tarihinin ilk ciddi kitabı olan "Mandragorias, Seu Historia Sahiludii" yayınladı. Kitabının önsözünde satrancın Doğu Hindistan kökenli olduğunu açıkladı. Hyde’a göre, satranç yaklaşık 1000 yıl önce ortaya çıktı. Bu görüş günün önde gelen aydınları tarafından kabul edildi. Ağırlıklı olarak etimoloji üzerindeki düşüncelere dayanıyordu. Hyde, kitabını yazdığında Doğu Hindistan Şirketi az yüz yaşındaydı ve İngilizler Hindistan sömürgesinde önemli başarılar sağlamıştı. Ellerini uzattığı her şey altındı ve bir gün vakit daralabilirdi. Hindistan'ın büyük parçaları İngilizlere aitti ve Hint olan bir şey, aynı zamanda İngiliz idi. Kitap, 94 yılda toplanan ve içlerinde Hint hazineleri de bulunan çok sayıda parçadan oluşmuştu. Yalnız Hint hazinesi değildi, böylece başka bir hazine eklemek doğal oldu. Bu sözde hazine çok sayıda diğer hazineler arasında dikkat çekmiyordu. Hyde bir sömürgeci araştırmacısıydı. Hindistan kökeni tezi abartılıydı. Onun eksikliklerini H.J.R. Murray yazdığı hacimli bir kitapla gidermeye çalıştı: İngiliz sömürge dönemi bitmek üzere iken; 1913 yılında satrancın Hint kökenli olduğunu iddia eden son büyük İngiliz girişimi ortaya çıktı: H.J R Murray, hâlâ Hindistan’da yaygın olan "Doğru ya da yanlış, her zaman ülkem" sloganına göre oyunun kesin sahibi olarak Hindistan’ı göstermeye çalışan "Satranç Tarihi" kitabını yayınladı. Sömürgeci mantığıyla yazılmış bu kitap kendinden sonraki araştırmacılara çok kötü bir miras oldu. “İngiliz sömürgeciliğinin kötü mirası”, “Hak edilmemiş bir miras” yargılarının sahibi Gerhard Josten’dir ve “Satrancın kökeni Kuşhanlardır” tezinin de sahibidir.
Tezler / İddialar
Makedonya satranç taşı iddiası Batılıların ilmi olmayan, romantik bir zorlamasından ibarettir ve üzerinde durmak bile gereksizdir. Biz iki çalışmamızda diğer iddialar üzerinde durmuştuk.[5] Burada Hindistan kökeni ile ilgili tez ve dolayısıyla Hindistan üzerinde biraz durmak istiyoruz:
Hindistan’da Satrancın doğduğu söylenen dönem, Türk hâkimiyet dönemidir. Türk hâkimiyeti M.Ö. 400 yıllarında başlar ve 20.yy.a kadar uzanır. Ayrıca Türk anlayışında da dört yön sembolizmi vardır. Hindistan, milattan önce ve sonra birçok Türk akınına ve Türk hanedanının yönetimine sahne olmuş bir bölgedir. Satrancın Hindistan’a tacirler veya Türk fatihler eliyle götürülmesi çok mümkündür. Hintlilerin Türklerle ilişkileri çok eski tarihlere dayanmaktadır. M.Ö. 1000’li yıllarda Hintliler demiri kullanmaya başlarlar. Hindistan’a demiri o dönemlerde Orta Asya Türklerinin getirdiği yönünde kayıtlar mevcuttur. Hatta Hindistan’daki yerli dillerde birçok Türkçe kelime vardır. Bunların M.Ö.2500-1500 yılları arasında yayılmış olabileceği yönünde görüşler tebliğ edilmiştir. Hindistan’a en çok tesir eden topluluk Türklerdir.
Hindistan’daki Türk Devletlerine kısaca bakalım: Kuşanlar, Akhunlar, Gazneliler (1001-1187) Gaznelilerden sonra çeşitli hanedanlardan Türk padişahları, Hindistan İmparatoru olarak XIX. asra kadar tahtta kalmışlardır. Bu devlete Delhi Sultanları, Hindistan Padişahları da denir. Hanedanlar şunlandır: Gurlular (1187-1206), Memlüklüler (1206-1290), Halaçlar (1296-1320), Tuğluklar (1320-1414), Seyyidler (1414-1451), Lûdîler (1451-1526), Sûrîler (1540-1555), Timuroğulları (1526-1540 + 1555-1858)[6]
Hindistan’da Kuşan dönemi M.S. I- IV. yy. arasıdır. VI. yy.a kadar bu bölgede etkin olan Kuşanlar’dır. Bunlar Türkistan kökenlidirler. Bu dönemde heykellerde Türk süvarilere ait elbiseler ve paralar üzerinde Türkçe güzel anlamına gelen Kucula gibi unvanlar vardır. Hatta Budizm, Kuşanlar sayesinde cihanşümul bir din haline gelmiştir. Tamamen Türk adı olan Manas kelimesi de bu dönemde Brahmaputra nehrinin bir koluna ad olarak verilmiştir. Kuşanlardan sonra Akhunlar (Hünaslar) dönemi gelir. Akhunlar daha sonra Gazneliler, Gurlular, Temürlüler’in de yaptığı gibi Afganistan’ı Hindistan’a bağlayan yol güzergâhında bulunan Gazne şehrinden hareket ederek Orta Asya’dan daha verimli olan ve daha fazla yağmur alan Pencap bölgesine doğru akınlar başlatırlar. Toraman ve daha sonra Mihrakula başkanlığında (515-550) Kuzey Hindistan’ı tamamen ele geçirirler. 557’de Batı Göktürk ve Sasani ittifakı sonucu Afganistan’da iktidarı kaybeden Akhunlar Hindistan’da da gerileme dönemine girerler. VII. yy başında ise Hintli racalar tarafından ortadan kaldırılırlar. Böylece İran- Afganistan ve Kuzey Hindistan’dan geçen ticaret yolu Akhunlar’ın elinden çıkar. Ancak burada bir gurup Türk Şahiler 870 yılına kadar Afganistan-Hindistan sınırındaki Ohint’de varlıklarını sürdürürler. Daha sonra bunlar Gazneli Mahmud’un Hint seferlerinde önemli rol oynar; hem Hindistan’da kurulacak Türk hâkimiyeti için temel teşkil ederler ve hem de bugünkü Pakistan’ın ortaya çıkmasını sağlarlar.
Hindistan milat öncesinden beri Türklerin hâkimiyetinde bir coğrafyadır. M.Ö. IV asrın sonunda, Makedonyalılar (Büyük İskender), Hindistan’ın batısını istila etmişlerdir. Daha sonra Türk İskitler gelmişlerdir. Onların dışında, Hindistan’ın kuzeyinin büyük kısmını, Orta Asya’daki büyük topraklarla beraber hâkimiyetlerine alan ilk Türk kavimleri, hemen Milat asırlarında Akhunlar ve Kuşanlardır. Bu iki Türk İmparatorluğu, beraberinde gelen Türkler Hind kavimleri içinde erimiştir. 711 yılında Emevi kumandanı Muhammed İbni’l-Kasım, Hind bölgesini fethetmiştir. Böylece İslam dini, ülkenin batısına girmiştir. Fakat bütün Hindistan’da İslam dinini yayan ve bütün kıtayı Müslüman hâkimiyetine alan Gazneliler ile başlayan Türk hanedanlarıdır. Hindistan fatihi, bilhassa Ganj bölgesi ile Gücerat’ı ve daha Kuzey ile batıdaki ülkeleri fetheden (Satrancın Hindistan’dan geldiğini söyleyen Firdevsi’nin Şehnameyi yazmasına vesile olan) Gazneli Sultan Mahmud’dur.
Bu asıl Hindistan Türk İmparatorluğu dışında Hindistan’da birçok Türk Devleti kurulmuştur. 1347–1686 arasında Güney Hindistan’da da bir Türk Devleti kurulmuş, 1525’e kadar Behmenî ve bu tarihten sonra Âdil-Şâhlar hanedanlarının idaresinde muhteşem devletler olmuştur. Haydarâbâd Nizâmlarının da menşei Türk’tür. Türkler ülkeyi emsalsiz mimari eserleriyle donatmışlardır. Hindistan’ın Kuzey, hatta orta kesiminde ne kadar muhteşem abide varsa çoğunlukla Türklerin eserleridir, az bir kısmı da İngilizlerden kalmadır. Hindulardan kalan şeyler azdır ve güneyde yoğunlaşır. Bilhassa Hindistan Timuroğulları, ülkeye bütün tarihlerinin, hatta bugün cihan tarihinin en kudretli ve muhteşem dönemlerinden birini yaşatmışlardır. Görüldüğü gibi Hindistan milat öncesinden beri bir Türk yurdudur.  Ancak İngiliz hâkimiyetinden sonra Türkler ve bıraktıkları eserler unutturulmuştur. Bu bilgilerden yola çıkılırsa, Satrancın kökeni ve Hindistan deyince akla Hintlilerden hemen sonra Türklerin gelmesi gerekirdi. Ancak öyle olmamış, İngilizler, Hindistan’dan kovulmadan önce ve sonrasında, büyük bir maharetle, Türklerin Hindistan’daki izlerini ve etkilerini görünmez kılmışlardır. İngilizler ve Avrupalılar bunu hep yapmaktadır.
Solda Satrancın Hindistan kökeni ile ilgili en eski belge, Krishna ve Radha’yı chaturanga oynarken gösteren bu resimdir! Ashtapada veya Pachisi (Peçiç) oyununa benzeyen bu oyun resminin kaynağı ve hangi yüzyılda çizildiği belirtilmemiştir.[7] Oyun Çaturanga’dan çok Ashtapada oyununa benziyor! Alttaki resimlerde solda Satranç oyununun kökeni olarak gösterilen Çaturanga oyununun tahtası, ortada Ashtapada oyununun, sağda da peçiç oyun tahtası görülüyor. [8] [9]
Dört Unsur / Dört Yön Sembolizmi
Kaynaklarda Satranç kelimesinin aslının Sanskritçe catur anga (dört unsur) olduğu, bunun Farsça’ya çet- reng ve oradan Arapça’ya şatranc şeklinde geçtiği söylenmektedir. “Hintliler’e göre bu dört unsur atlar, filler, savaş arabası ve piyadelerdir. Buna göre savaş taktiklerinin teorik biçimde tahta üzerinde uygulandığı bir oyun olan satrancın esasen dört bölümden oluşan Hint ordusunu temsil ettiği anlaşılmaktadır. Kral ordunun üstünde ve karar verici konumunda bulunduğu, vezir de onun yardımcısı olduğu için oyunda bunlar ordudan sayılmaz.” denilmektedir. (Bu ordu sistemi Hindistan’da satrancın bulunduğu söylenen tarihten bin yıl önce kullanılmış, terk edilmiştir.) Ayrıca Türklerde de tarih öncesinden beri dört unsur anlayışı vardır: Dört unsur anlayışı Hintlilerde var diye oyunu illa oraya bağlamanın bir anlamı var mı?[10]
  
Solda Türk Memlüklü Minyatürü(13. yy.) ve sağda Selçuklu halısı
Nuray Bilgili’nin verdiği bilgilere göre Türklerde Kozmoloji ile Bağlantılı Dört Yön Sembolizmi vardır. Türkler kutup yıldızının etrafında dönen takımyıldızlarını At olarak düşünmüşlerdir. Dört yön sembolizminde kullanılan renkler ve atların renkleri birbiriyle örtüşür. Güney yönü Kırmızı At ile, kuzey Alaca At ya da Siyah At ile, doğu Mavi At ile, batı ise Beyaz At ile sembolize edilir. Ortadaki yuvarlak sembolizm, evren tasavvurudur ve içindeki su ak ananın çıktığı ve Ülgen'e yaratma ilhamını verdiği Sonsuz Suları sembolize eder. "Sonsuz Su" arketipi hemen her toplumun yaratılış ile ilgili, mitolojik ve dini söylencelerinde vardır. Aslında Sonsuz Sular evrenin Kaos Süreci’dir. Türklerde Kraliyet Yıldızları ve bu yıldızların bulunduğu Takımyıldızlar, yönler ve renkler ile ilişkilendirilmiştir. Alderaban, Regulus, Anteres ve Formalhaut. Türklerde bu Kraliyet Yıldızları dört ana yöne yerleştirilen, Kaplan Takımyıldızı, Kızılsaksağan Takımyıldızı, Ejderha Takımyıldızı ve Kaplumbağa-Yılan Takımyıldızı'nın içinde yer alır. Elbette Türkler kendilerini, bu takımyıldızların İçinde en çok Ejderha Takımyıldızı ve bu burcun Kraliyet Yıldızı Anteres ile ilişkilendirmişlerdir. Antares, kadim toplumlarda ve Türklerde Mars ile ilişkilendirilen ve onun gibi zafer ve savaş gezegeni olan bir yıldızdı. Günümüz astrolojisinde Ejderha Takımyıldızı Akrep Takımyıldızı’dır ve gezegeni Mars, Kraliyet Yıldızı Antares'tir. Akrep, Mars ve Antares, Türklerin Mitolojilerinde ve Sembolizminde inanılmaz bir yere sahiptir.
Hindistan tezini inceleyen İskender Altındiş şu sonuçlara varmıştır:
“1) En eski yazılı belge olarak kabul edilen, 625-640 yılları arasına tarihli bir şair kitabı, Çaturanga’dan söz ediyor, ama hangi Çaturanga’dan söz ettiği belli değil. Ve aynı tarihlerde, İran coğrafyasında çatrang'ın adını anan kitaplar var. Bir tanesi, 620 tarihli. Yani Hindistan'daki kitap, diyelim ki bildiğimiz satrançtan söz etse bile, satrançtan söz eden ilk kitap değil. Dahası, aslında Hindistan'da bile Çaturanga'dan söz eden ilk kitap değil. Çaturanga adını anan ilk kaynak, Mahabarata adlı, Sanskırit dilinde yazılmış destandır. Tarihi, MÖ 500 dolayı olarak verilir.                    2) Hindistan'da, 1500'lü yılların sonuna kadar satranç taşı olduğundan emin olunan hiçbir buluntu yoktur.                                                                                                                                                          3) Satranç kurallarından söz eden, bilinen ilk kitaplar 850 yılından başlıyor ve Arapça.                        4) 11. yüzyıl öncesine ait, daha önce sözünü ettiğim iki Farsça kitap, satrancın Hint'ten geldiğini yazıyor. Ama söylenen o ki İran'da 11. yüzyılın sonuna kadar Hint ile kastedilen coğrafya, Hindistan yarımadası değil, bugünkü Pakistan çevresi. Yani satranç İran coğrafyasına, ilk satranç taşlarının bulunduğu bölge dolaylarından girmiş.                                                                                                     
Anlayacağınız, satrancın Hindistan'da doğması şöyle dursun, Hindistan'da geç yıllara kadar gerçekte, bildiğimiz satrancın oynandığını gösteren bir belge bile yok. 400'lü yılların başlarında Hindistan'ı dolaşan ve epey kapsamlı bilgiler verdiği söylenen Çinli bir Budist rahibin, satrançtan veya çaturangadan hiç söz etmemiş olması da ayrıca ilginçtir. Belli ki Batılılar, Çaturanga'nın (veya Çatrang'ın) kurallarını, 850’den sonraki Arapça satranç kitaplarından alıntıladıktan sonra, hangi Çaturanga’dan söz ettiği belli olmayan bir şair kitabını işaret ederek, satrancın Hindistan'da, 600'lerde doğduğunu öne sürmüş. Yine Çaturanga adından söz eden MÖ 500 dolayındakine ise uzak durmayı yeğlemişler. Herkes de bunu bilimsel yorum olarak kabul ediyor. Bu yalanın Hindistan’ı sömürmeye başlayan İngilizler tarafından nasıl ve neden uydurulduğu, şu bağlantıdan okunabilir:[11] Peki bugün bile Hindistan’da diretmek neden? Bunun gerçek yanıtı, asılsız bir kurama olan heveste yatmaktadır: ‘Hint- Avrupa’ kuramı.”[12]

Gerhard Josten’in Tezi, “Yaşayan Fosil Satranç”
Satrançla ilgili çeşitli araştırma ve yayınları olan Gerhard Josten, 2001 yılında Köln’de Chess - a living fossil (Satranç, Yaşayan Fosil) adlı bir çalışma yayınladı. Bu çalışmasında Satrancın Kuşhanlar tarafından bulunduğunu ortaya koydu. Gerhard Josten’in bir başka kitabı İpek Yolu üzerinde Satranç adını taşımaktadır. Gerhard Josten, (Köln, 2001) Akademik araştırmaların sadece edebi kaynaklar ve heykel incelemesi ölçütleriyle sınırlı kaldığını, 1962de Joseph Needham’ın ve 1994’de Hans Hollander’in oyunun yapısının incelenmesi gerektiğini söylediğini, kendisinin de bu yöntemi uyguladığını söyler. 1975’de Isaak Lindner’in Hindistan ve Çin ile de ilişkileri olan Kuşhan İmparatorluğuna; oyunun oluşumu için gerekli olan motiflerin, çeşitli kültürlerin, sanatsal geleneklerin unsurlarının mükemmel koşullarda uyumlu bir bileşimine dikkat çektiğini belirtir ve tezinin de buradan doğduğunu söyler: “Askeri, hayali, matematiksel veya diğer teorilerle satranç oluşturmadık, bu teoriler satranç oyununu izledi. Aksine, Kuşan İmparatorluğundaki sofistike oyun kavramlarının sistematik kombinasyonu bu oyunun başlangıcı idi, Kuşhan İmparatorluğu (1-3.yy) konusunu edebi eserler ve arkeolojik bulgularla desteklemek kimsenin aklına gelmedi” der ve şunları ilave eder: “Satranç; Çin, Hindistan veya Ortadoğu bölgelerinden birinde doğup diğer iki bölgeye girmemiştir. Bu oyun, önceki oyunlardan, her biri bu bölgelerden birine özgü olan birer özellik almıştır. Satrancı yaratanlar, bu üç özelliği bileştirmiş ve söz konusu üç bölgeye de buradan yayılmıştır. Peki bunu kim yapmış olabilir: Her üç bölgeyle de bağlantısı olanlar. Bunlar kimler olabilir: İpek Yolu’ndakiler. Oyunların evrimine bakıldığında, hangi tarihte, kimdir bunlar: MÖ 50 ile MS 200 arasında, Kuşhanlar. Kazıbilimdeki ilk buluntuların hep bu dolaylarda çıkmış olması da bu düşünceyi güçlendiriyor.” “Kuşhanların kademeli parçalanmasının ardından, galip komşu devletlerin her biri, satrancın zihinsel yaratıcılarının kendileri olduğunu savladı. Kimse, yenilen Kuşhanlardan söz etmedi. Kuşhanların yıkılması, birçok gerçeğin neden kaybolduğunun ve neden satrancın kökenine ilişkin, inandırıcılıktan uzak bu kadar çok söylencenin ortaya çıktığının asıl nedeni olabilir. Kuşhanlar’ın zihinsel yapıtı, yerini çeşitli söylencelere bıraktı.”
  
Solda Satrancın Kuşanlar’dan yayılmasını gösteren harita, sağda Kuşhanlar Türk Devletinin Haritası
Josten’in Kuşhanlar Kökeni Tezinin özeti şudur:  Who? ►The Kushans / Where? ►In Central Asia / When? ►Between 50 BC and 200 AD / How? ►By systematic combination of three sophisticated game concepts /  Why? ►Because of the Kushan syncretism[13]
Satranç araştırmacısı İskender Altındiş, Josten’in Kuşhanlar tezi için diyor ki: “Birçok gerçeğin kaybolduğu”ndan söz eden Yostın’ın, tezinde geçen iki ifadesine dikkat çekeceğim: Kuşhanlar’dan söz ederken, bir ara ayraç içinde, “Yoksa Tomıs Hayd, araştırmaları sırasında, gizlenmiş bir belirti mi buldu?” biçiminde bir ifade kullanıp, Viktır Kits’in satranca ilişkin bir kitabına gönderme yapmış (Victor Keats - Chess, Its Origin) …Yostın, düşüncelerini geliştirerek(!) dolaylı yoldan demiş ki: ‘Satranç, belli bir coğrafyaya özgü bir oyun değildir, İpek Yolu’nun merkezindeki Kuşhan ülkesinde, farklı farklı kültürler, farklı oyun yapılarını birleştirerek satrancı yaratmıştır. Satrancı tek bir ulusun yarattığını düşünmeyelim. Satrancı Çin, Hint, Ortadoğu veya başkası yarattı diye kavga edeceğimize, herkesin katkıda bulunduğu bir bileşim olarak görelim. ‘ Yostın’ın bu iki ifadesi, burnuma bazı tanıdık kokular getiriyor: Anlaşılan o ki Gerhard Yostın adlı Alman, kuramının, satrancın yaratıcısı olarak Türkleri işaret ettiğinin gayet farkında. Hatta satrancın yaratıcısı olarak Türkleri söyleyen bir belgeden haberdar bile olabilir. Bu belge, örneğin Tomıs Hayd’ın gizlediği bir belge olabilir. Satrancı Türklerin yarattığını başkalarının da öğrenmesi arifesinde, bu oyunun sahipliğini tek bir ulustan (yani Türklerden) alıp, bütün dünyaya yamamaya çalışıyormuş izlenimi uyandırıyor. Ne zaman önemli bir değerin yaratıcı sahibinin Türkler olduğu anlaşılsa, hemen o sahipliğin “önemi yoksanarak”, bütün dünyaya mal edilmeye çalışılır ve şöyle bitirilir: “Böylesine bir kardeşlik, daha güzel bir tablo değil mi?” Gerçeklerin üzeri “güzellikle” örtülür… Türk tarihini inceleyenler, buna benzer yığınla örnek bilir. Kuşhanların tarihini incelemiş olmasına rağmen, Yostın’ın Türk adını hiç anmaması ve Kuşhanlar’ı “kayıp uygarlık” tadında tanımlaması, bu açıdan özellikle dikkate değerdir. Gerhard Yostın (Gerhard Josten) ve Ayzek Lindır (Isaak Linder) adlı satranç tarihçileri, oyunun evrim ve çeşitliliğine bakarak, satrancın ilk izlerinin, bir Türk devleti olan Kuşhanlara kadar takip edilebildiğini belirtip, tarih olarak da MÖ 50 ile MS 200 yılları arasını verir. Özellikle Yostın, satrancın Kuşhan kaynaklı olduğu iddiasındadır. Yostın, satrancın, Kuşhan Türkleri döneminde, Kaşgar dolaylarında doğduğunu öne sürüyor Ama diğerleri gibi O da Kuşhanların Türk olduğuna değinip de "satrancı Türkler yaratmıştır" demez.”[14]
Araştırmacı Horst Remus de şunları söylüyor: “Ne yazık ki, satranç veya onun gelişimine dair yazılı kaynak olarak yaklaşık MS.600 yıllarına ait iki Farsça kayıtlarından öncesi henüz bulunamamıştır. Bu Satranç, neredeyse bugün oynanan satranç gibi, aniden bir kişi tarafından icat edilerek ortaya çıkması çok düşük ihtimaldir... Köken alanı olarak özellikle Kuşan alanı görülmektedir. Çünkü Kuşan İmparatorluğu bölgede bulundu, ikinci yüzyıldan itibaren iki kazıdan çıkan ve tartışılan parçaların, satranç taşı olması son derece mümkündür. Benim düşünceme göre, tartışılmakta olan Çin menşei muhtemelen zayıf ihtimallerden biridir. Jøsten hipotezi çok ilginç ama yine de biraz daha çalışılması gerekiyor. Hindistan’ın asıl ülke olması konusundaki teori şimdilik en geçerli teori gibi görünüyor ama MS 600 den sonraki 500 yıl boyunca Hindistan içinde konunun takibi konusundaki çalışmaların eksikliği, bir başka teoriye geçit vermek zorunda kalacaktır.”[15] Anlaşılan dünyada da Turan Tezi gibi daha kapsayıcı bir teze ihtiyaç duyulmaktadır. Bizim de tezimizi ileri sürme vaktimiz gelmiştir.

Satrancın Kökeni Hakkında Yeni Bir Tez
“Satrancın Kökeni Turan’dır.”
“Satranç, Turan’dan (Türkistan’dan, Altay bölgesinden) dünyaya yayılmıştır.” tezi yeni bir tezdir.  Tezin ileri sürülmesinin sebebi, mevcut açık bulgulara rağmen şimdiye kadar böyle bir iddianın maalesef ortaya atılmamış olmasıdır. Bu yüzden tezimizi ortaya koyduk. Amacımız sadece ilmi gerçeklerin ortaya çıkmasıdır. Çok yenidir; henüz kaynaklarda, ansiklopedilerde, ders kitaplarında... yer almamıştır. Tezin sahibi de biziz. İlk olarak 2010’da yazdığımız bir makalemizde ileri sürdüğümüz bu tezin tartışılmasına vesile olan Sayın İskender Altındiş’in konuyla ilgili araştırmalarının önemi ayrıca vurgulanmalıdır; çalışmamızda sık sık bulgu ve görüşlerine başvurduk. Bildirinin hacmi açısından elimizdeki bütün verileri de kullanamadığımızı belirtmek isterim. Benim tezime göre oyunun erken hali Kuşanlar’a önceki Türk devletlerinden intikal etmiştir.
Turan Tezi’nin Gerekçesi
Satranç’tan söz edilirken, Satrancın Turan kökenli olabileceğine dair mevcut bilgiler unutulmuş, unutturulmuş, göz ardı edilmiştir. Adeta Satrancın doğduğu ve yayıldığı başka bölge ve yollar da olabileceğinin düşünülmesi istenmemiştir. Mesela Hindistan, milattan önce ve sonra birçok Türk akınına ve Türk hanedanının yönetimine sahne olmuş bir bölgedir. Satrancın tacirler veya Türk fatihler eliyle Hindistan’a götürülmesi çok mümkündür. Bu konudaki bilgiler ise açıktır. İpek yolu gerçeği vardır. Avrupa’ya Kuzeyden gelmiş olabileceği üzerinde de durulmamıştır.
Zekâ oyunlarına sahip olmak çok önemlidir.[16] Türkler, Satranç gibi bir savaş oyununu icat edebilecek yeteneğe sahiptir; atı evcilleştirmeleri, dünyadaki ilk savaş taktiklerinin sahibi olmaları, Çin’e Çin Seddi’ni yaptırmaları gibi hususlar bunu göstermektedir. Türkler Satranç’a benzer (taşla oynanan) başka zekâ oyunlarına da -bol miktarda-sahiptir. Oyunların çoğu kendi içinde çeşitli zorluk derecelerine sahiptir. Oyunların bazı özelliklerini birleştirerek, zorluk derecesi yüksek bir oyun olan satrancı bulmuş olmaları yüksek ihtimaldir. Bilindiği üzere Satranç’ta da çeşitli zorluk dereceleri oluşturmuşlardır; Timur Satrancı buna örnektir. Bir Hint satranç çeşidi olduğu söylenen “Türk Büyük Satrancı” buna bir başka örnektir. Benim görüşüme göre bir buluştaki daha üst seviyedeki değişimi, öncelikle o buluşun sahipleri gerçekleştirebilir.
Avrupa'nın ve Asya’nın çeşitli yerlerinde birçok Ortaçağ satranç setleri veya müstakil satranç taşları bulunmuştur: İspanya, Katalonya, Fransa, İtalya, Floransa, Sicilya, Polonya, İngiltere, Almanya, Hollanda, Norveç, Danimarka, İskandinavya, Arnavutluk, Rusya, Özbekistan, İran, Afganistan, Türkiye’dir. Müzelerdeki bazı eserlerin bulundukları yerler belirsizdir. Bazı eserler de sadece bir heykelcikten ibarettir. (Bunların Satranç taşı olduğu tartışmalıdır.) Bu satranç takımı ve taşları buluntuları, 9 ila 14.yy. arasında tarihlendirilmiştir.[17]

Turan Tezi’nin Dayanakları
Turan Tezi’nin dayanakları şunlardır: 1. Arkeolojik buluntular 2. Edebi eserler 3. Seyahatnameler 4. Türk Sanatı 5. Halkbilim 6. Türk Medeniyeti 7. Sosyal hayat 9. Diğer bilimsel veriler
Arkeolojik Buluntular
Dünyanın En Eski Satranç Taşları, En Eski Satranç Takımı ve En Eski Eksiksiz Satranç Takımı Türklere Aittir:
Asya ve Avrupa’da yapılan kazılarda birçok soyut ve somut satranç taşları ve satranç takımları bulundu: Somut satranç taşı olarak tahmin edilen taşların en eskisinin M.S. 2. yüzyıla, soyut satranç taşı olduğu tahmin edilen en eskisinin M.S. 8. yüzyıla ait olduğu kabul ediliyor. Taşları tamam satranç takımlarına bakılarak öncekilerin durumu tayin edilebiliyor. Bu takımlar da; Somut satranç takımının en eskisi Özbekistan sınırları içindeki Semerkant’ta; destanlarımızda Alp Er Tunga olarak geçen Afrasiyab’ın kalesinde yapılan kazılarda bulundu. M.S. 7. yüzyıla ait. Soyut satranç takımlarının en eskisi de İran / Nişabur’da bulundu; 11. yüzyıla, Büyük Selçuklu Devleti dönemine ait. Tarihin ilk satranç taşları, Özbekistan'daki Delverzin Tepe kazılarında bulunmuştur. MS 100'lü yıllara tarihlidir. Yani Hintlilerin Çaturangasının başlatıldığından 500 yıl öncesine ait bu satranç taşları Türk coğrafyasında bulunmuştur. Satranç tarihi uzmanı Linder, bunların satranç taşları olmayabileceğini ancak satrancın öncüsü olabileceğini söyler. Bu buluntu satrancın tarihini kabul edilenden daha öne çekmektedir. Her ne kadar bu iki taşın satranç taşı olduğu konusunda kuşkular varsa da, yaygın kanı, bunların satranç taşları olduğu biçimindedir. Irak’ta ve Hindistan’ın kuzeyinde, satranç taşı olduğundan kuşkulanılan başka buluntular da vardır, ama içlerinden en eski bilineni budur.[18]

Tarihin ilk satranç taşları, Özbekistan'da Delverzin Tepe kazıları MS 100'lü yıllara tarihlenmiştir. (Kuşhanlar M.S. 1.-2. yy.)[1]

                                      
Tirmiz’e 60 km uzaklıktaki antik kale Dalverzintepe’de 1972 de bulunup Özbekistan Arkeoloji Müzesine gelen taşlar, Afrasiab taşları olarak bilinen satranç taşlarına çok benzer. Kuşan Türk Devleti dönemine ait bu iki parça, Satranç Tarihi için çok önemlidir: Dünyanın ilk satranç taşlarıdır. (2.yy) Delverzin Tepe, Hindistan’ı fetheden Kuşhan Türklerinin başkentidir.
Satranç arkeolojisine göre ilk arkeolojik kanıtlar; en eski açıkça tanınabilir satranç taşları, iddia edilenin aksine satrancın kökeni gösterilen Hindistan’da değil, -Hind kültür alanlarında satranç taşlarının bulunmamasına tezat- eski Afrasiyab (antik Semerkand) kazılarında bulunmuştur! Semerkant bir Türk Yurdudur. Afrasiyap (Alper Tunga) bir Türk Hakanıdır.Afrasiab 712. beri senin İslâm egemenliği altında idi. Sonraki Satranç taşları (üç figürler ki bunlar soyut satranç taşlarıdır) Nişabur’dan geliyor ve sonraki zamanlarda, 9. veya 10. yüzyıla ait olsa da 11. yy.a ait başka bir fildişi takım keşfedildi. Selçuklu satranç takımı dediğimiz bu takım öncekilerin de satranç takımı parçası olduğunun ispatı oldu.



1977 yılında arkeolog ve tarihçi Prof Jurij F. Burjakov tarafından Özbekistan Semerkant yakınlarındaki Afrasiyab kazılarında bulunan, Dünyanın bilinen en eski satranç takımı; 7 parça satranç seti, Semerkant, Afrasiyap kazıları, M.S. 762

Afrâsiyâb İran millî destanında İran düşmanı olarak gösterilen Turan hükümdarıdır. Adı Eski Farsça (Avesta dili) metinlerde Frangrasyan, Orta Farsça’da (Pehlevî dili) Frasyav, Frasiyâk, Frangrasyâk; Arapça kaynaklardan Taberî’de (Târîh, I, 339, 453) Frâsiyâb ve Frâsyât, Mes‘ûdî (Mürûcü’z-zeheb, II, 117) ve Bîrûnî’de (Âsârü’l-bâkıye, s. 104) Ferâsiyâb, Seâlibî’de (Gurer, s. 15, 106-108, 111-137 vd.) ve İran millî destanı Firdevsî’nin Şahnâme’sinde (I, 197) Efrâsiyâb (Afrâsiyâb) olarak geçer.[19]
Şehname Sultan Mahmut döneminde, onun himayesinde yazılmıştır. Sultan Mahmud 23 Rebîülâhir 421’de (30 Nisan 1030) Gazne’de vefat etti. İdarî kabiliyeti, siyaseti ve muazzam fütühatı ile Türk-İslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Mahmud hayatının büyük kısmını savaş meydanlarında geçirmiştir. Hindistan’a 17 seferi olmuş. Fetihler yapmıştır. Öldüğü zaman Gazneli Devleti batıda Azerbaycan topraklarından doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj vadisine, kuzeyde Hârizm’den güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahayı içine alıyordu. Mahmud dindar, zeki, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı. Bugün Afganistan adıyla bilinen topraklar Güney Türkistan’dır ve Gazneli Mahmut’un hüküm sürdüğü topraklardır. Murray, Hyde gibi İngilizlerin Satrancın kökeni Hindistan’dır tezine dayanak yaptıkları Firdevsi’nin Şehnamesi, her türlü bilgiyi aktarması açısından Mevlana’nın Mesnevi’sine benzer. Birtakım hikâyeler biraz da abartılarak anlatılmıştır. Satrançla ilgili ilk efsane de bu abartılardan biridir. Kahraman Efrasiyab, korkak birisi olarak, 296 yaşında gösterilmiştir. Maddi sıkıntı içindeki Firdevsi Türk Hakanı Gazneli Mahmut’tan daha çok para alabilmek için eserinde her duyduğunu, doğruluğunu araştırmadan anlatmış olmalıdır. [20]





Şah Tasmab’ın Şehnamesi 1530 -35 yıllarında Abdülvahhap tarafından çizilmiş bir resim.[21]

    
Solda Afganistan’da bulunan MS 500'lü yılların başına tarihli Satranç taşı ve ortada Kuzey Afganistan'da bulunan, 500-700'lü yıllar arasında tarihli bir satranç takımı[22] Sağdaki buluntunun hikâyesi ilginç: Amerika’da birisi, çok eskilere ait satranç taşı buluntularını, bir koleksiyoncuya satmış. Bu taşların bu Amerikalıya ve Amerika’ya nasıl gittiği belli değil. Taşların tarihi hakkında da bilgi yok. Satıcının yalnızca, bu taşların Afganistan’ın kuzeyinde bulunduğunu belirttiği biliniyor. Buna rağmen, birisi çıkıp bunları satın almış ve bu taşlar, şimdi özel bir koleksiyonun parçasıymış.[23]
Satranç taşı olduğundan kuşkulanılan şu taş, Doğu Türkistan’da; bugün Çin sınırları içindeki  Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Turfan'ın 30 kilometre güneydoğusunda, İpek Yolu üzerindeki eski bir vaha şehri olan Karahoca’da bulunmuştur.[24] Tarihi bilinmiyor.
Rusya’nın çeşitli yerlerinde Türk medeniyetine dair yerleşim yerlerinde satranç taşları bulunmuştur. Ruslar bu taşların ve satrancın Hazar Volga boyu yolu ile geldiğini söylemektedir. Bu taşlar Afrasiyap taşlarıyla benzerlik arz etmektedir.
 
Soldan itibaren sırasıyla: Kraliçe, fildişi, 12. c Lukoml, Beyaz Rusya, Belarus Devlet Müzesi; Kral, fildişi, 12. c Slutsk, Belarus Bilimler Akademisi Bielorussian, Minsk; 8. yy-10.yy arasında tarihlenen sağdaki buluntu, Karadeniz'in kuzeyinde, Ten (Don) ırmağı çevresinde bulunmuştur: O dönemler, bu bölge, Türklerin yurduydu. Bunların en başında da Hazarlar ve Kumanlar (Kıpçaklar) gelir. Fil fildişi, Sarkel arasında ancint Khazar kalesinde bulunan taş. Satrancın Hazar-Volga yolla Rusya'da geldiğini kanıtlıyor. Ermitage, St Petersburg, Rusya.
Nişabur / 11-12.yy. Selçuklu Satranç Seti Metropoltan Müzesi
Nişabur’da bulun Dünyanın en eski ve neredeyse tamamı korunmuş (bir taşı yoktur) satranç takımı da Türklere aittir. Selçuklu Satranç Takımı olarak kayıtlara geçmiştir. Bugünkü İran’da Nişabur’da bulunmuştur. 12.yy. a aittir. Büyük Selçukluların 1092’deki en geniş sınırları içinde... Büyük Selçuklu Devleti dönemine ait muhteşem soyut satranç takımı Asya, Avrupa ve Afrika’da bulunan bazı parçaların; kendinden önceki buluntuların bir satranç takımı parçası olduğunu doğrulamaktadır. Bu satranç takımı satranç tarihinde ve Türk satranç tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.[25]
Satrancın Kökeni ve Yayılması
Satranç tartışmalı bu rivayetlere göre Hindistan’da doğmuştur. Hâlbuki satrançla ilgili ilk somut bulgular; ilk satranç taşları (Afrasiyap, M.S. 760) ve ilk satranç takımı (Nişapur) Türkistan’da bulunmuştur. Satranç taşına benzer taşlar M.S.100. yıl Kuşhan Devleti başkenti Dervazintepe’de bulunmuştur. Tarafsız kaynaklar satrancın Hindistan’a Kuşhan Türklerince getirildiğini bildirmektedir. Asya’dan İran, Arabistan, İspanya / İtalya üzerinden Avrupa’ya gitmiştir. Kuzey Avrupa ve Bizans üzerinden gittiğine dair rivayetler de bulunmakla beraber, kesin olan satrancın Türkistan coğrafyasından Avrupa’ya taşındığıdır. Satranç 800 yıllarında Emevi Devleti döneminde Araplar tarafından İspanya'ya taşındı. Avrupa’ya buradan yayıldı. Aynı dönemlerde İtalya yolu ile de yayılmalar mevcut. Arnavutluk taşına istinaden Bizans üzerinden yayıldığına dair tahminler de vardır. Kaynaklar Avrupa’daki ilk satranç takımının Halife Harun Reşid tarafından Fransa Kralı Charlemagne'ye hediye edilen satranç takımı olduğunu kaydetmektedir. (Nedense kaynaklarda satrancın Avrupa’ya Kuzey Avrupa yolu ile de gelmiş olabileceği üzerinde fazla durulmamıştır.)[26]
Satrancın Yayılma Güzergâhları
Satrancın kaynağı gösterilen veya yayılma güzergâhı olarak adı geçen bütün ülkelerin Türklerin komşularıdır. İpek yolu ise en önemli taşıyıcı yoldur.[27] İpek Yolu aynı zamanda satranç yoludur. Bir kaynakta şunlar yazıyor: “Satrancı kimin yarattığına ilişkin hangi kuram doğru olursa olsun, oyunun yayılmasında İpek Yolu’nun önemi tartışılmaz”. “Satrancın doğduğu iddia edilen bütün coğrafyalardaki ortak ve belirleyici nokta, Türklerdir” dememişler de “Satranç, İpek Yolu’yla yayıldı” demişler. İpek Yolu’nun haritasına şöyle bir bakmak bile, bu yolun Türklerin denetiminde bir ticaret, düşünce ve kültür yolu olduğunu anlamaya yeter: Tarihsel gerçek de budur. Yani oyunun yayılmasında “Türklerin önemi” dememişler de “İpek Yolu’nun önemi” demişler. Bu arada, kendilerine sormak gerekir: “Madem satranç İpek Yolu’yla her yere yayıldı, öyleyse satrancın Avrupa’daki yayılışını Endülüs zamanındaki Araplara bağlamak niye? Yani satranç, İpek Yolu’yla her köşeye girmeyi başardı da bir tek Avrupa’ya mı girmeyi başaramadı?”[28] M. Ali Doğan’ın belirttiğine göre Haçlılar bu savaşlar sırasında Müslümanlardan öğrendikleri diğer şeylerin yanında ‘satranç’ oyununu da Batı’ya taşıyıp tanıttılar.[29] Satranç hem Araplar üzerinden Avrupa’ya ulaşmış, hem de bugünkü Türkiye ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya ulaşmıştır. Doğu Avrupa’da bulunan ve satranç taşına benzeyen buluntuların varlığı, Avrupa’da Vezir’in Kraliçe’ye dönüşümü ve Şah’a veya Kral’a göre konumu bu görüşü desteklemektedir.
Satranç Taşları Batıya Türkiye Üzerinden Gitti
Bodrum Serçe Limanı Cam Batığı buluntusu Türk tipi satranç seti, satranç setlerinin yalnız Araplar üzerinden değil doğrudan Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçtiğini göstermektedir. Serçe Limanı Cam Batığı Kazısı, Türkiye / 11.yy, Satranç seti parçaları gemi batığında bulundu. Satranç Setleri kara veya deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşıyordu.  Türkiye Bir gemi batığında, geminin kıç bölgesinde bir tavla zarı ile birlikte bulundu.        
 Cam Batığı, Bodrum                                                                        
Avrupa Satranç Setleri
Avrupa'nın çeşitli yerlerinde; İspanya, Katalonya, Fransa, İtalya, Floransa, Sicilya, Polonya, İngiltere, Almanya, Hollanda, Norveç, Danimarka, İskandinavya’da birçok Ortaçağ satranç setleri veya müstakil satranç taşları bulundu. Müzelerdeki bazı eserlerin bulundukları yerler belirsizdir. Buluntular 9-14.yy. arasında tarihlendirilmiştir. Aşağıdaki resimde görülen ve Avrupa’da bulunan soyut satranç setleri veya taşlarının büyük bir kısmı bu Selçuklu satranç seti ve taşlarına benzemektedir: Aşağıda Avrupa’da bulunan ve Selçuklu takımına benzeyen taşlardan örnekler:

 1 2
 3  4
1. Araplardan alındığı için Mozarab (Mustarip)adı verilen kristal takım, Museu de Leida Diocesa, İspanya,  9-11. Asra tarihlendiriliyor. 2. Sandomierz Takımı, 11t-12. asır, Disctric Museum, Sandormiertz, Polanya 3. İskandinav Takımı,  Nuremberg, Germanisches Nationalmuseum, 11-12 asır. 4. Venafro buluntuları, Venafro, Campania, İtalya, 10 asır sonları.[30]
Görüldüğü gibi en eski satranç taşı, taşları, takımı Türkistan’da bulunmuştur. Dünyanın başka taraflarında bulunan somut veya soyut satranç takımları da ipek yolu üzerinden taşınmıştır. Türkistan’da birçok iç ve dış istilaların, savaşların olduğunu, bu savaş ve işgaller sonucu Turan Medeniyeti’ne dair birçok eserin yok edildiğini biliyoruz. Yine de mevcut arkeolojik bulgular, maddi delil bakımından satrancın kökeninin Turan olduğu iddiasına yeterince ispat gücü vermektedir: Günümüze kadar bulunan en eski satranç taşı, somut satranç taşıdır ve Dervazintepe’de, Güney Türkistan’da bulunmuştur. En eski satranç taşları somut satranç taşlarıdır ve Afrasiyab’da, Semerkant’ta, Özbekistan’da bulunmuştur. En eski satranç takımı Büyük Selçuklu dönemine ait olup İran’da bulunmuştur ve soyut satranç takımıdır. İlk satranç taşları, takımları somut taşlar ve takımlardır. Moğolistan Uluslararası Entelektüel Satranç Müzesi sahibi, satranç uzmanı Tümen Ulzii Zandraa’nın verdiği bilgilere göre Moğolistan’da 2000 yıllık bir somut satranç takımı, tahtası yıpranmış ama taşları bozulmamış bir halde bir Hun mezarında bulunmuştur. Moğol tarihçi Baljinyam konuyla ilgili bilgileri kitabının 3. Cildinde vermektedir. Biz kitabı ve buluntunun resmini görme imkânı bulamadık. Ancak Tümen Beyin verdiği bilgiler doğruysa satrancın tarihi 2000 yıl öncesine gidecek ve Türk kökeni kesin olarak ortaya konulmuş olacaktır. Yüzey araştırmacısı Servet Somuncuoğlu Taştaki Türkler adlı ölümsüz eserinde Moğolistan’da Hun-Göktürk dönemine ait bir Şatırçulu (Satranç Taşı) adlı mezarlık bulmuş ve eserinde yayınlamıştır:
        [31]
Yazılı Belgeler
Satrancın 600'lü yılların başında Çaturanga olarak Hindistan'da ortaya çıktığı savı, Hindistan'da Bina adlı bir şairin, 625-640 yılları arasında yazdığı kitabında, Çaturanga'dan söz etmesine dayanıyor. Hindistan'da bildiğimiz satranç anlamındaki Çaturanga'dan söz ettiği söylenen en eski kaynak, bu. • Satrancın İran kaynaklı olduğunu savlayanlar, "çatrang"tan söz eden ve 600'lü yılların ilk yarısına tarihlendirilmiş üç farklı Farsça kaynaktan bahseder. Bunlardan biri 620 yılına tarihlidir. Yani Hindistan'dakinden birkaç yıl eski. Bu kaynak, uydurma bir satranç hikâyesi verir. Hikâye uydurmadır ama satrancın İran'a Hint'ten geldiğini belirtmesi açısından dikkat çekicidir. 10. yüzyılda yaşamış Firdevsi de Şehname’sinde, satrancın İran'a Hint üzerinden geldiğini anlatır. Satrancın İran'da doğduğunu savlayanlar ise bu konuda, "İran'ın tarihsel kaynaklarında Hint adı, 11. yüzyılın sonuna kadar Hindistan yarımadası için değil, İran'ın bugünkü Pakistan sınırı için kullanılmıştır" der. Sınırın öte yanı, Sind (İndüs) ırmağı bölgesidir. Aynı bilgileri, Biritanyalı satranç araştırmacısı Kenneth Whyld da vermiş. Bu Farsça kaynaklar arasından en eskiye gönderme yapanı, Sasaniler döneminde (MS 226-651) yazılmış bir kitaptır. Bu kitapta, Sasani devletini kurmuş olan Ardişir’in, çevgan ve çatrang oyunlarında herkesten üstün olduğu yazılıdır. Bu da Hindistan’daki kitabın belirttiğinden 400 yıl öncesi demektir.[32] Görüldüğü gibi yazılı belgeler konusu tartışmaya açık bir konudur. Yine yazılı belgelerde geçen satranç taşı Beydak (Piyâde) adı Türkçedir. Bugün “piyon” veya “er” denilen satranç taşının adıdır. Eski metinlerde daha çok “piyâde” olarak geçer. Ayrıca “yayak” veya “yaya” diye de adlandırılır. Eski satrançta, beydak (piyon) günümüzdeki gibi ilk oynayışta iki kare gidemez ve son sıraya ulaştığında da vezirden başka bir taş alamaz. [33]
Satrancın Atası Türk Zekâ Oyunlarıdır
Satrancın kökeni olarak söylenen Hindistan oyunu Çaturanga’nın,ve Mısır kökeni olarak gösterilen Mısır oyunu Senet’in, satranca benzemeyen başka oyunlar olduğu görülür. Satrancın Türk zekâ oyunu olan Köçürme (Mangala) ile olan ortak yönleri, bu oyunlarla ortak yönlerinden çok daha fazladır. Türk çocuk oyunları ve zekâ oyunlarının bazı özellikleri birleşerek satrancı oluşturmuştur. Türkler göçebe avcılık döneminde aşık ve taş oyunları oynarken zamanla oyunları geliştirerek satrancı bulmuştur. Satranç oyununun öncülü denebilecek; dışarıda ve evde oynanabilen çocuk oyunları, kuyu-taş-tahta oyunları, üçtaş, dokuztaş, kurt koyun, dama, mangala, kös (tavla) gibi oyunlar Türkler arasında çok yaygındı. Şatra oyunu satrancın atası olduğu muhakkak bir oyundur. Bu çocuk oyunları incelendiğinde satrancın hangi oyunlarımızdan kaynaklanabileceği açıkça görülür. Bir çalışmamızda Satrançla diğer Türk Zekâ Oyunlarının ilişkilerini incelemiştik. Söz konusu çalışmamızda Köçürme(Mangala) oyununun Satrancın atası olan oyunlardan biri olduğunu gösterdik ve satrancın hangi oyunlardan yararlanarak geliştiğini, evreleriyle ortaya koymaya çalıştık. [34] Burada görüleceği gibi Satranç, Türkçesiyle söylemek gerekirse Şıdıra veya Şatra Oyunu, kendisinden önceki Türk Oyunlarının bir mürekkebidir. Satrancın öncülü olan diğer oyunlarımıza bakmak bile satrancın kökenini göstermektedir. Han Vezir / Şah Vezir oyunları satrancın öncülü olan oyunlardan sadece ikisidir.[35]  
Satranç ve Don Değiştirme (Kabulgan)
Satranç tahtasında, adım adım ilerleyen satranç taşları olduğu gibi uçarak giden taşlar da bulunmaktadır. Bu taşlar neden uçurularak oynanmakta veya belli bir konuma gelen piyon, niçin kılık değiştirerek vezir veya başka bir oyuncu olabilmektedir? Türk kültüründeki don değiştirme ve uçma konusu ile satrançtaki bu don değiştirmenin bir ilgisi var mı? Bu Türk düşüncesinin çeşitli alanlardaki yansıması ve oyunlara bu düşüncenin uygulanmasıdır. Türk Kültürü’nde Don Değiştirme, Uçarak Don Değiştirme kavramı yansımaları yaygındır. Kavramın dayandığı inançlar çok eskilere dayanmaktadır. Uçma ile şekil veya kılık değiştirme anlamındaki Don Değiştirme olguları destanlarda, efsanelerde, tasavvufta, masallarda, halk hikâyelerinde, çocuk oyunlarımızda, taş oyunlarımızda, zekâ oyunlarımızda ve nihayet satrançta karşımıza çıkmaktadır. Köçürme (Mangala) oyununda da bazı özel taşlar vardır; Sıradan bir taş iken özel taş konumuna geçer. Bu durum Dama ve Satranç’ta sıradan taşların önemli taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır. Türk Zekâ Oyunlarının (3 Taş, Dokuz Taş veya Dokurcun, 12 Taş oyunları ile Mangala, Dama Satranç vb.) çok önemli bir ortaklığı ve benzerliği vardır. Üç Taş’ın gelişmişi olan Dokuz Taş’da 3 taşı kalan oyuncunun üç taşı da uçabilme özelliği kazanıp oyun tahtasının istediği yerine konabilmektedir. İşte bu kural Türklerin buldukları dâhice bir kuraldır. Bu kural, Köçürme Oyununda kuyulardaki taşlar belli bir sayıya ulaştırıldığında (3, 4, 5), kuyunun içine farklı renkteki bir taşı, kemiği veya Tuzdık’ı koyabilme kuralına benzemektedir. Bu taşın konduğu kuyu kapanır veya kuyuya düşen her taşı alabilme imkânı doğar (Satrançtaki vezir gibi bir güç yüklenir). Kurt-Koyun Oyununda koyunlar karşı kıyıya ulaştığında her yöne hareket edebilme kabiliyeti kazanır. Kurt-Koyun oyununun gelişmişi olduğunu düşünülen Dama oyununda son çizgiye ulaşan taşınız farklı bir özellik kazanır (Önünde taş yoksa uçabilir). Tıpkı Satrançta olduğu gibi: Satrançta piyonunuzu son çizgiye ulaştırdığınızda istediğiniz oyuncuya dönüşür. Mevcut bir oyuncunun veya savaşçının, oyunun veya savaşın durumuna göre birdenbire farklı bir güç, ruhi bir destek kazanması savaşın çehresini değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu taktik, savaş sanatını iyi bilen Türkler tarafından sık sık kullanılmış olmalıdır. Yakından bakıldığında Türklerin Üç Taş, Dokuz Taş, Oniki Taş, Mangala, Tavla, Dama, Kurt- Koyun ve Satranç gibi oyunları şüphe yok ki birer savaş oyunudur. [36]
Satranç’ın Öncülü: Şatra (Altay Satrancı)
Türkler birçok zekâ oyununa sahiptiler. Ancak bu oyunların her birini kendi içinde zorluk derecelerine göre çeşitlendirmişlerdi. Bunun için oyunlarında tektipleştirme (standardizasyon) yapmıyorlardı. Bu yüzden birçok satranç çeşidine sahiptiler.
Altay Şatra Oyunları
Şatra, satrancın kadim zamanlarına ait bir satrançtır. Dağlık Altay bölgesi Türklerince halen oynanmaktadır. Askerlerin bulunduğu asıl alan dışında Hakan’ın bulunduğu bir alan mevcuttur.  Hakan, küçük bölümde ortadaki oyuncudur. Diğer Oyuncular: Batır(Vezir), Asker ve Yedek’tir. Sahalar bu satranca Sonor, Hakaslar Hazık diyorlar.[37] Satranç çok eski Türk oyunudur. Oyunun bugünkünden daha ilkel birçok farklı çeşidi Türk ülkelerinde oynanmaktadır. Tıva’da Satrançın öncülü olan oyunlar Şıdıra veya Şatıra adıyla, Altay’da Şatra adıyla, halen, oynanmaktadır. Moğolistan’da satrancın adı Şatar’dır.[38] Tıva Oyunnar adlı kitabın yazarı İrgit Ungulçekoviç Sambu, Tuva Türklerinin “höl-şıdıraa, buga-şıdıraa” gibi türlü isimlerle şıdıraa oyunlarını satrancı çok eskiden beri oynadığından bahseder.[39]
Yedi Yıl Satranç Oynayan Destan Kahramanları / Savaş Sırasında Satranç
Altay Türklerinin Kan-Ceeren Attu Kan-Altın Destanı'nda, destan kahramanı Kan Altın’a, yeraltına Erlik Biyi ile savaşmaya gittiğinde yardıma gelen Cebelek, Kan Altın’a kendisine ve atı Kan Ceeren’e bir zarar gelmemesi için onunla birlikte yeraltına indiğini; hedefine ulaşabilmesi için boğa başlı sopayı verdiğini; Erlik Biy’in kızı Abram Moos’la yedi yıl boyunca şatra(satranç) oynadığını anlatır.[40] Bu örnek destanlarımızla sınırlı değildir ve geçen yüzyıla kadar örnekleri görülen bir hadisedir. Satranç Oynarken Devleti ve Savaşı Unutmuş Medemim Han örneği 1855 yıllarındaki Türkmenistan’dan: “Şonda Tekeler çozma uruşa girişýärler. Çar tarapdan «Çoz Teke , ýa Allah!» diyşip, atly hem pyýadalar gylyç oýnadyp, naýza sanjyp, tüpeñ atyşyp, her hilli hünärlerini ýerlikli ulanýarlar. Bularyñ şeýle gahramançylykly söweşmekleri netijesinde Hiwa hanynyñ goşuny ýeñilip ýeliñ ugruna gaçyp başlalaýar. Olaryñ bir toparlary tozan-topar boluşyp ýaraglaryny taşlap,gollaryny galdyryp durýarlar. Ençeme bolsa ýaragyny taşlap çöke düşüp oturýarlar. Tekelerniñ çalasyn nökerlerniñ bir topary Hiwa goşunynyñ 3-4 çakyrymdaky tuguna tarap gaçanlaryñ izindan ýetip, çapyp baryşlaryna Mädemin Hanyñ çadyryna baranlarynada düýman galýarlar. Mädemin Han bolsa düýşeninden bihabardy. Ol ýagly kişmişli palawdan doýup, şatranç(küşt) oýnap, humarly başyny galdyrman, ýeñşe garaşýardy. Hanyñ tuguna baran çalasyn ýigitler şol ýerde orta boýly, garaýagyzrak, hyýrsyz adama gözleri düşüp, derrow oña gylyç salyp öldürýärler. Onuñ Mädemindigini soñra bilip galýarlar. Gowşut, Nurberdi Han dagy bir näçe ýaşulular, sypaýylar bilen Mädeminiñ tuguna gelip görseler, ol öldürlipdir. Onuñ öldürilmegine gaty gynanan hem gaharlanan Gowşut Han: - Siz, Hanyñ, Patyşahnyñ düzgünini bilmeýän bir topar nadanlar muny kim öldürdi? diýip, hälki ýigitlere käýäpdir.” Medemin Han (Mehmed Emin Han) 1846’da Hive tahtına geçen II. Mehmed Emin Han, birçok cami, medrese ve sulama kanalları yaptırır. Hive’deki Medemin / Mehmed Emin Medresesi şehirdeki en önemli eserlerdendir. Biz burada ‘Savaşı satranç yüzünden unutması’ ile ilgiliyiz. [41]
J. F. Verbruggen’in kitabında Haçlı savaşları sırasında Otağında Satranç Oynayan Musul Selçuklu Atabeyi Kerboğa (kaynakta Kerbugha yazıyor) hakkında ayrıntılı bilgi vardır. Kerboğa satranç düşkünlüğü yüzünden savaşı kaybetmiştir. [42]
 



Gerd Wilhelm Hörning / Gerhard Josten. Schach zwischen Krieg und Kunst (Savaş ve sanat arasındaki satranç),  Edition Jung 2004 kitabın kapağında bir Arapla çadır girişinde satranç oynayan bir batılının resmi bulunmaktadır. Bu resim Avrupa’nın ilk satranç kitabından alınmıştır.
Biraz daha günümüze doğru gelelim ve Trablusgarp Savaşı ve satranç ilişkisini şu ibretlik olayla görelim: 1 Nisan 1910’da Arnavutluk ayaklanması çıktı; 9 Mayıs 1910’da da Girid meclisi, Yunan kralına bağlılık yemîni etti. Bu sırada, harbiye nâzırı olan Mahmûd Şevket Paşa, Trablus’taki askeri Yemen’e sevk etmek, bir çok ihtarlara rağmen mühimmâtı da İstanbul’a getirmek sûretiyle bu bölgeyi müdâfâdan mahrum bıraktı. İtalyanların teşebbüsleri üzerine Trablusgarb vâli ve kumandanı Müşir İbrâhim Paşa da, vazîfeden azledilerek bu vilâyet kumandansız ve vâlisiz bırakıldı. Roma hükûmeti de bu vaziyetten istifâdeyle İttihat ve Terakkinin Trablusgarb ve Bingâzi’deki halkı İtalyan aleyhinde tahrik etmesini ve Osmanlı vapurlarıyla oralara asker ve mühimmât sevk olunduğunu iddiâ ile 23 Eylül 1911’de verdiği bir ültimatomla Trablus ve Bingâzi’nin boşaltılmasını ve teslim edilmesini istedi. Daha sonra da harb îlân etti. Ciddî bir tedbîr alınmadığı için Trablusgarb’ın elden çıkmasına sebeb olundu. Harb îlânını bildiren ültimatom geldiğinde, İttihatçıların hâriciye nâzırı, İtalyan sefîri ile satranç oynamaktaydı.[43]
Satranç Türkler Arasında Çok Yaygındır
Satranç bütün Türk topluluklarında, eğitimli eğitimsiz her seviyedeki kişilerce çok yaygın olarak oynanan bir oyundur. Mesela; Ankara’nın Çamlıdere ilçesine gidin kahvelerde satranç oynayan köylüler görürsünüz. [44]1671’de Manisa’da durum şudur: Akhisar Paşa (Sarı Ahmet Paşa) Camisinin girişi üzerinde yer alan yazıtta, 1005 H. /1469 M. yılında Sarı Ahmet Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. 1671 de Akhisar’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, “Paşa cami ve hamamı önünde bir geniş meydanda ulu çınar ağaçların olduğunu, bunların altında 500 kişinin oturup kahve içtiklerini, tavla ve satranç oynadıklarını” anlatmaktadır.[45]

Solda Anadolu Selçuklu Devletinde, halkın en fazla ilgi gösterdiği oyunlardan bir tanesi de satranç oyunuydu. Hz. Mevlana da satranç oynamıştır. Sağda Şems-i Tebrizî satranç oynuyor.

   
Şems-i Tebrizî’nin satranç hikâyesi meşhurdur: Mevlana oğlu Sultan Veled’e dedi ki, “Git Hz Şems’i getir”… Sultan Veled atına atladı ve Şam’a gitti, Hz Şems’i herkese sordu, böyle bir derviş tanıyor musunuz diye araştırdı… Falan yerdeki kahvede satranç oynar, gidip orada bulabilirsin dediler. Hz Şems’in yanına geldiğinde hasırda oturmuş, bir rahle üzerinde satranç oynuyorlardı. Hasırın kenarına gelince ayakkabılar çıkarılır, hasıra öyle oturulurdu. Sultan Veled, tıpkı babası Hz Mevlâna gibi çok şık kıyafetlerle kahveye gelmişti. O havanın atmosferinde çok yabancı kaldı. Bir şehzade geliyor, ayakta duruyor, babası gibi elini kalbinin üzerine koyup, başını sol omzuna doğru eğiyor Sultan Veled ve niye geldin sözüne bir cevap olsun diye, Hz Şems’in ayakkabılarını alıyor, Konya’ya doğru çeviriyor. Bu o kadar nazik bir hâdisedir ki… Babam bekliyor diyemiyor…[46]
 





Türklerde satranç oyunu çok yaygındı. Her fırsatta satranç oynayanlara rastlanılabilirdi. Osman Hamdi Bey bunu nefis bir yağlıboya tablo ile canlandırmıştır.
İlk Kahvehane ve Satranç
Osmanlı’da İlk Kahvehane, 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında açılmış, sonra, bir çığ hızıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun muhtelif köşelerine yayılmıştır. Kahve o çağa kadar sadece Araplar tarafından biliniyor ve kullanılıyordu. O devirde Araplar, Türk imparatorluğunun tebaası idiler. Sık sık gidip gelen kervanlar, Doğu’nun bu bilinmeyen lezzetli içkisini de İstanbul’a getirmişti. Peçevi Tarihi, ilk kahvehanenin açılışını şöyle anlatır: 1554 yılında, Halebli Hakem ve Suriyeli Şems adında iki şahıs, Tahtakale’de birer kebir dükkân açıp kahve-furuşluğa başladılar. Keyfe müptelâ bazı yârân-ı safâ, hususiyle okuryazar makulesinden nice zürefa toplanır oldu. Yirmişer, otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitap okur, kimi tavla ve satrançla meşgul olur, kimi nevgüfte gazeller getirip marifetten bahsolunurdu…
Osmanlı satranç takımları, Topkapı Sarayı
Satranç, Osmanlı Sarayı’nda da sevilerek oynanan bir oyundu. Topkapı Sarayından bir murassa satranç takımı. Ajur ve firuzekârî tekniğiyle yapılmış çeşitli motiflerle bezenmiştir. Tepelerinde altın yuvalı kabaşon yakut veya firuze taşlar vardır. Taşlardan dokuzunun tepesi yakutlu, altısı firuzelidir. Satranç takımlarının 16. yüzyıldan günümüze ulaşabilmiş küçük, zarif parçalarının birbirine benzeyenleriyle bir yarım set oluşturulmuştur.[47] Özellikle devletlerarası ilişkilerde, önemli kişilere satranç takımı hediye edilirdi. 1672 yılında III. Sultan Ahmet tarafından Polonya hükümdarına, satranç takımı hediye edilmişti. Bu takım Krakov müzesindedir.
Türklerin En Eski Satranç Kitabı  
Prof. Dr. Ahmet Bekmuradov’a göre, X. yy.’da satranç ile yakından ilgilenen Türklerden büyük üstatlar yetişmiştir. Yazara göre; Türklerin satranç tarihine ve teorisine ait en eski elyazması 1140 yılında yazılmıştır ve bu yazma İstanbul’da bulunmaktadır. Bu yazmanın adı “Satranç Hakkında Kitap”tır. Al- Adlî’nin, As-Suli’nin ve diğerlerinin eserlerinden seçmeler yer almaktadır. Satranç oyunu ile çok yakından ilgilenen Türkler, Doğu Satrancı’nın en eski meselelerinden birisini “Atın karşısına Ruh (Kale)” şeklinde adlandırmışlardır.[48] 1500 yıllarına ait başka el yazması kitaplar da vardır. Bunlardan ilki, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Seferihisarlı İsmail Şaban'ın derlediği elyazmasıdır. Bu kitap, satrancın yararları ve geçmişini anlatmaktadır. İkinci Kitap: Firdevsî-i Rûmî, Satranç-nâme (1503) Üçüncü kitap da, 1680 yılında Kahire Mevlevihanesi Şeyhi Vanlı Dede'nin Mısır Valisi Abdurrahman Paşa'ya gönderdiği kitaptır.[49]
Edebiyatımızda Satranç: Firdevsî-i Rûmî, Satranç-nâme
Divan Şairi Firdevsî-i Rûmî, (d.857/1453-ö.922’den sonra/1517’den sonra) Satranç-nâme’sini H. 909 (M.1503) da Balıkesir’de yazmış ve II. Bâyezit’e takdim etmiştir. Kitap 95 varak, manzum–mensur karışık bir eserdir. İçinde tecrübe edilmiş yetmiş yedi çeşit satranç oyunu şekilleri vardır. Birinci nüshası Nûruosmâniye Kütüphanesi, ikincisi Berlin ve üçüncüsü Münih’te bulunan bu eserin yurt dışında bulunması önemini bir kat daha artırmaktadır. Satrancın sekiz hanesine uygun olarak, eserini sekiz bölüme ayırmıştır: Satrancın doğuşunu, satranç ustaları arasındaki meseleleri, satranç oynamanın şartlarını, edebini, zamanını ve kaidelerini, satranç hanelerinin taksimin ilm-i geometri gereğince nasıl olduğunu, satranç oyununun tertibini, tecrübe edilmiş meşhur yetmişyedi satranç oyununun çizilmiş şekilleri ve oynanışını ve satranç oynamanın din ehline göre haram mı helal mı olduğu, ayet, hadis ve fetvalarla ortaya konulmuştur. Oyunların oynanışını anlatırken de “Açuk Türki” diliyle söylediğinden, elfaz, ibârat ve terkip gözetmediğinden bahseder. Bu ifadelerinden dolayı Firdevsî-i Rûmî’ye asrının Türkçecilik cereyanı savunucularından biri gözüyle bakılabilir. Satranç-nâme Türk dili tarihinin ve Türkçe’nin güzide eserleri arasında sayılabilir.[50]
Satranç konulu eserler tarihle sınırlı değildir. Günümüz romanlarında da, mesela Yedi Kule romanında (Yazar Erdal Küçükyalçın) Türk Satrancına rastlanmaktadır: “Romanlarda (Satranc-ı Rumi) Anadolu’da 16. yüzyıla kadar satrancın biraz farklı biçimde oynandığını biliyoruz. Sonra unutulmuş. 64 kareden oluşan klasik satranca karşın Satranc-ı Rumi’de şahın bulunduğu sütunun arkasında da kareler var. Harem denilen bu bölümde şah herhangi bir taş tarafından tehdit edilemez. Oyunda bir zar var ek olarak. Şahın haremde kalma süresini belirliyor ve bir yerde kaderi temsil ediyor. Oyunun klasik satrançtan bir farkı da, kalenin bulunduğu yerdeki taşın casus özelliği göstermesi. Aldığı taşın hareketlerini yapabiliyor ve onun rengine bürünüp karşı takımın alanından oyuna başlayabiliyor. - Satranca entrika katılmış gibi.. -Evet öyle. Bir tür padişahlık oyunu...”[51] Küçükyalçın’ın verdiği bilgi çok önemlidir. Bahsettiği Satranc-ı Rumî tıpkı Altay Şatra oyunu gibi bir oyundur.
Gerek Halk Edebiyatında gerekse Divan Edebiyatında satranç sık sık işlenmiştir. Konu ayrıntılı bir biçimde işlendiğinden burada üzerinde durmayacağız. Türk Edebiyatı’nda satranç konulu oldukça hacimli bir bibliyografyaya sahibiz.[52]
   [53]
Hakanların Hocaları Satranç Bilmeliydi
Türk Hakanları, Hakanların Oyunu olarak bilinen Satrancı iyi derecede bilir, çok sever ve oynarlardı. Şehzadeler eğitimleri sırasında satranç öğrenirdi. Danışmanları da mutlaka satranç bilen insanlardan olurdu. Göktürkler’de, Selçuklular’da Memlüklüler’de, Osmanlılar’da durum değişmezdi. Osman Turan'ın Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar makalesinden aktarılan bilgiye göre Anadolu Selçuk Sultanları boş vakitlerini av vs. yanında satranç oynayarak geçirirdi. • Türk hakanlarının, padişahların hocalarının satranç bilmeleri bir mecburiyetti. Hakanların danışmanı olabilmek için de satranç bilmek gerekliydi. Böyle hocalar elinde yetişen Türk hakanları, devlet adamları, aydınları, sanatçıları, önemli insanları, Satranç bilir ve oynardı. Timur, Babür, Kanuni, Yavuz, Atatürk, İnönü iyi oyunculardı.
“Persian manuscript from the 14th century describing how an ambassador from India brought chess to the Persian court.” notuyla takdim edilen bu minyatür, bize göre bir Pers Sultanı – Hint Elçisi karşılaşması değil, bir Türk Hakanının bir satranç müsabakasını seyrettiğini göstermektedir.[54] Başlarındaki şapkalara dikkat!
Kutadgu Bilig’de Satranç
Tarihî kaynaklar eski zamanlarda Türklerin satranç oyunu ile çok yakından ilgilendiğini göstermektedir. Bunun bir örneği olarak Kutadgu Bilig eserini (Yusuf Has Hacip 1017-1077) gösterebiliriz. “Kitablar okır hem bilir erse söz, Ukar erse şiir, koşar erse öz, Yana nerd-ü şatranç bilir erse ked, Harfleri andın ulır erse ked.”[55] Burada, insan eğitiminde sözün, şiirin, satrancın büyük bir öneminin, faydasının olduğu anlaşılmaktadır.
İlk Dünya Satranç Şampiyonu Sûlî
Sûlî, Ebû Bekir (Ebû Bekr Muhammed b. Yahyâ b. Abdillâh b. Abbâs b. Muhammed b. Sûl-Tegin el-Bağdâdî eş-Şatrancî es-Sûlî adıyla bilinir. Türk asıllı tarihçi, edip ve şairdir. (869-71/946) İlk dünya satranç şampiyonu kabul edilir. Bağdat’ta doğdu. Satrançta devrin en usta oyuncusu olması dolayısıyla “Şatrancî” ve ilk İslâm fetihleri sırasında Cürcân’ın Türk hâkimi olan Sûl-Tegin’in soyundan geldiği için Sûlî nisbesiyle tanınır. Sûl-Tegin’in oğlu Ebû Umâre Muhammed, Abbâsî ihtilâlinin önde gelen dâîlerindendi. İlk Abbâsî halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffâh tarafından Musul ve Azerbaycan valiliğine tayin edilmişti. Sûl-Tegin’in diğer oğlu Said’den olan torunu Ebû Amr Mes‘ade, Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr zamanında hâcib olarak görev yapmış, oğlu Amr b. Mes‘ade es-Sûlî de Halife Me’mûn devrinde önemli görevler üstlenmiştir. İbrâhim b. Abbas es-Sûlî ve Abdullah b. Abbas es-Sûlî de Abbâsîler döneminin önde gelen edip, şair ve kâtiplerindendir. Devrin meşhur âlim ve ediplerinden ders alan Ebû Bekir es-Sûlî Mu‘tazıd-Billâh, Müktefî-Billâh, Muktedir-Billâh ve Râzî-Billâh dönemlerinde sarayda nedim olarak bulundu. Râzî-Billâh’ın muallimlik ve mürebbiliğini yaptı. Satrançta devrin ustası olan Muhammed b. Ahmed el-Mâverdî’yi yenmesi kendisine büyük itibar kazandırdı.[56] Sûlî’nin ataları Bağdat’a Türkmenistan’dan gitmiştir. [57]
Emir Timur (1336 – 1405) ve Timur Satrancı
Büyük Türk Hakanı Emir Timur, Çok zeki bir hakandı. Savaşlardaki başarısını bu müthiş zekâsına borçlu olduğu söylenir. Satrancı çok severdi. Hüküm sürdüğü 35 yıl boyunca ordusuyla katıldığı savaşlarda yenilgi yüzü görmemiş olan Timur (Demir), satranç oyununda da ustaydı. Dönemin tarihçisi Ahmet İbni Arapşah’tan öğrendiğimize göre, o devrin en büyük usta oyuncularını yenmiştir. Arapşah, Timur’u şöyle tanımlamaktadır: “Zekâsını bilemek için düzenli olarak satranç oynardı. Fakat bildik satrancı kibrine yediremediği için, bunun yerine büyük satranç oyununu oynardı. Bunun tahtası, 10×11 kareden oluşur; iki deve, iki zürafa, iki bekçi, iki kale, bir vezir ve birkaç fazla taş daha ilave edilirdi. En zor oyunlardan biri olan bu oyun, Timurlenk satrancı olarak bilinirdi.” İcat ettiği satrancı at üstünde (Körleme) oynadığı rivayet edilmiştir. Bugün geçer piyon olarak bildiğimiz hareket de büyük olasılıkla Timur satrancındaki Yalın Er’in özel bir hareketinden uyarlanmıştır. Söylenen odur ki, Timur yine bir gün oyunu oynarken rakibine Şah-Ruh yaptığı sırada Timur’a iki müjde getirilmiştir. Bunlardan birincisi bir erkek çocuk sâhibi olduğu, ikincisi de Ceyhun nehrinin Hıta tarafındaki kıyısına inşa ettirmekte olduğu şehrin tamamlandığı idi. Bunun üzerine Timur oğluna Şahruh, şehre ise Şahruhiyye adını vermiştir. Timurlular döneminde (1370-1507) eğer bilge biri olmak isteniyorsa, satranç oynamayı bilmek gerekirdi. Örneğin, bu dönemin en büyük şairlerinden Ali Şir Nevai (1441- 1501) satranç oyununa tutkun ve iyi bir oyuncu olarak bilinirdi. Timur satranç oynamayı çok sever ve çok sinirlendiği zamanlarda da bu oyunu oynayarak rahatlardı. Satrancı mükemmel bir şekilde oynadığı için çok az kimsenin kendisiyle satranç oynamaya cesaret edebildiği Timur, normal satranç ile oynamayı aşmış ve büyük satrançla oynamaya başlamıştı. Yani satranç tahtasını ona onbire çıkarmış ve taşlara iki deve, iki zürafa, iki boğa, iki aslan, iki debbâbe, iki öncü, bir vezir, bir gözcü ve diğer bazı taşları eklemiştir. Timur’un satranççıları arasında Muhammed b. el-Akîl el-Haymî, Zeyneddin el-Yezdî ve başka kimseler vardı. Ama satrançılarının pîri aynı zamanda fakih ve muhaddis olan Alâeddin et-Tebrizî idi. Alâeddin et-Tebrizî ile büyük satranç oynayan Timur’un, satranç oyununun konumları ile hamleleri hakkında da şerhleri vardır. İbn-i Arabşah, Timur ile Alâeddin et-Tebrizi’nin yanlarında ayrıca bir yuvarlak bir de uzun satranç gördüğünü ifade etmektedir.[58] Türk Hakanlarının Satrançtaki ustalıkları o derece fazla idi ki mevcut satranç oyunu kendisine zevk vermeyince yeni bir satranç şekli icat eden Timur gibi Türk Hakanları mevcuttu. Timur Satrancı bugün hâlâ yeterince çözülebilmiş değildir. Solda İbn-i Arabşah metni görülüyor.
  
Emir Timur Satrancı

Osmanlı Padişahları ve Satranç
II. Mustafa besteci, şair, hattat, mühür kazıcı ve usta bir satranççı idi. Dördüncü Muratla ilgili bir iddia şöyledir: Osmanlı padişahı Dördüncü Murat kendisini satrançta yeniyor diye bir hekimin öldürtmüştür. Söylendiğine göre öldürttüğü hekimi Murat’ın hastalığı konusunda çok iyi bir ilerleme kaydetmiş bu da yetmezmiş gibi hastalığına tedavi bulmasına ramak kalmıştır • İçkiyi ve afyonu yasaklamasıyla ünlü Dördüncü Murat, Hekimbaşı Emir Çelebi ile satranç oynamayı çok severdi. Afyon bağımlısı olan Hekimbaşı’nın padişah ile arasını bozmak isteyen meslektaşları Emir Çelebi’yi Dördüncü Murat’a ihbar ettiler. Dördüncü Murat, satranç oynamaya davet ettiği Hekimbaşı’yı korkutarak elbisesinde sakladığı bir torba afyonu çıkarttırdı ve “Sultanım hepsini yutarsam ölürüm” demesine aldırmadan hepsini yutturdu. Yanından ayrılıp panzehir almasın diye de üst üste üç kez satranç oynamaya zorladı ve Hekimbaşı afyon zehirlemesi sonucu öldü. Hamleler yazılmadığı için oyunları kimin kazandığı bugün bilinmiyor ama Emir Çelebi’nin son hamlesi Dördüncü Murat’ın ölümüne neden oldu. Çünkü Hekimbaşı, padişahın hastalığı için hazırladığı ilacı yok etti ve bu ilaçtan da başka kimsede yoktu. Dördüncü Murat da bir süre sonra öldü. Hastalığı sirozdu. Herkese yasakladığı içkiyi kendisi de sürekli olarak ve ölçüsüne dikkat etmeden içiyordu.[59]
Kadın şairlerin şiirlerinde satranç
XII yy. Türk kadın şairlerinden Menice Mehesti de satranç oyununu iyi bilenlerden birisidir. Onun yazdığı şiirler satranç oyunu hakkında derin bir bilgisi olduğuna şahitlik etmektedir. “Ruhu karşı koyamam Emir ruhuna, Ordu çıkmaz filin ayak astındın, Böyle bir ruh katsaydım onun ruhuna, Hakana çıkış yok, ferz destindin, Mat olsam ne olur aydın siz bana, Ben Senin ruhuna kurban olayın, Bakayın mı oyuna ya da onun ruhuna, O şahı ağdardı atın üstünden”[60]
Kadı Burhanettin’in Şiirlerinde Satranç  
Satranç taşlarından esinlenerek şiirler yazan Türk şairlerinden biri de 1345-1398 yılları arasında yaşamış olan Kadı Burhaneddin’dir: “Şah yoluna saldım atım eve ben, Vuram ruhunu ruhuna fikir edemem, Ruh ruhuna ger vuraydım şah ile, At bolsa-yu ki tutardım mat ine”
Bir Şiir Türü
Satranç medeniyetimizin o kadar içindedir ki sadece büyük üstadların, hakan şairlerin yazabildiği bir şiir türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Satranç, örneği az olan Aruz kalıplı bir şiir türümüzdür. Soldan sağa, yukarıdan aşağıya okunduğunda da kelimeler değişmez.[61]
Satranç Ustası Babür
Türk Edebiyatında bu tip şiir örneklerinin ilkine hükümdar şair Babür'ün divanında rastlıyoruz. Babür'ün tek dörtlük olarak yazdığı ve her mısraı ayrı kalıpta olan şiir şöyledir: I. - -. / .- -. / .- - - / - II. - -. / .- -. / .- - - / - III. - -. / .- -. / .- - - / -- IV. .- -. / .- -. / .- -. / .- I. Yitti mini öltürgeli âhır hicrân II. Öltürgeli koyma mini kutkar iy cân III. Ahır mini kutkar bu firâk asru yaman IV. Hicrân i(y) cân asru yaman âh u figân (Hicran, sonunda beni öldürmek üzere ulaştı. Ey can (sevgili) beni ölmeye bırakma kurtar. Bu ayrılık çok yaman, artık beni kurtar. Ey can (sevgili) ayrılık ah ve figan, çok yaman.) Böyle şiirlere satranç denilmesinin sebebi, meşhur satranç oyununun tahtasındaki şekil gibi, sözlerin soldan sağa-yukarıdan aşağıya okunabilecek şekilde dizilmiş olmasının benzerliğidir.[62]
Halkbilim Verileri
Meşhur hikâyeye göre satrancı bir Brahman'ın bulmuş ve Şah'a armağan etmiştir. Şah, buna karşılık Brahman'a "Ne istediğin varsa kabul edeceğim." der. O da, Şah'tan 64 kareli satranç tahtasının ilk karesine bir, ikinci karesine iki, üçüncü karesine dört, yani her kareye bir öncekinin iki katı buğday koyarak doldurmasını ister. Şah, Brahman'ın alçak gönüllülüğüne hayran kalarak isteğinin yerine getirilmesini emreder. Brahman'ın isteği yerine getirilmeye başlanırken ülkedeki buğdayların yetmeyeceği anlaşılır. O zaman yapılan hesaplar sonunda, Brahman'ın Şah' tan 18.446.744.373.709.551.615 tane buğday istediği ortaya çıkar. Bu kadar buğdayı yetiştirmek için, dünyanın 64 misli büyüklüğünde bir kara parçasına ihtiyaç olduğunu görülünce, Şah Brahman'ı tebrik eder…[63] Kaynaklarda gerçek bir olaymış gibi anlatılan bu şehir efsanesinde satrancı icat eden Brahman Hintli, satrancın hediye edildiği kişi de İran Şahıdır. Ancak, Kırgızistan’da anlatılan bir hikâyeye göre bu hadiseyle ilgili adı geçen Hükümdar, Hakan, Babür Han’dır. Bişkek’te yaşayan Eldar Orazaliyev, hikâyeyi dedesinden dinlediğini bize aktarmıştır. Buna göre, satrancı icat etmesinin karşılığı olarak, her kare için katlamalı buğday tanesi istenen Han, “Babür Han” dır.[64]
Yavuz / Şah İsmail Karşılaşması
Yavuz Sultan Selim, Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını doğuda genişleterek, hem doğuda bir birlik sağlamayı düşünüyor, hem de Osmanlı'ya gelebilecek tehlikeli gelişmelerin önünü kesmeyi planlıyordu. İran Şahı İsmail, satranca düşkün olduğundan ve ülkesindeki herkesi yendiğinden Yavuz Sultan Selim, kendisi ile temasa geçebilmek için kıyafet değiştirerek, derviş kılığında İran topraklarında herkesle satranç oynayıp, herkesi de yenerek bir üne kavuşur. Sonunda Şah İsmail de bu kişi ile satranç oynamak ister. İki ünlü komutan ve devlet adamı karşılıklı çetin bir satranç oyunu oynarlar. Sonuçta, Çaldıran savaşında da olacağı gibi Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’e karşı, galip gelir. Şah İsmail, tanımadığı sıradan bu kişiye yenilmeye dayanamaz, sinirlenir. Bir avuç altını Yavuz Sultan Selim’in suratına fırlatır. Sultan bu şiiri orada Şah İsmail’e söyler. Yavuz Sultan Selim altınları, kimseye gözükmeden, sarayın bahçesinde bir yere gömer. Daha sonra İran'ı fethedince de, bu altınları çıkarıp, fakirlere dağıtır.[65]
Yavuz Sultan Selim ve Satranç Usulü Şiiri
 “Sanma şahım herkesi sen sadıkane yâr olur / Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur / Sadıkane belki ol alemde serdar olur  / Yar olur ağyar olur serdar olur didar olur” Yavuz Sultan Selim'in bu şiirinde aşağıda açıklandığı üzere şiir soldan sağa okunduğu gibi, sırasıyla birinci mısradan itibaren bölünmüş kelimeleri alt alta getirdiğimizde yine anlam bütünlüğü bozulmadan şiir bütünlük içinde yukardan aşağı da sırasıyla aynen okunmuş olur. Şimdi yukardan aşağıya okunur durumuna bakalım: 1. Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur 2. Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur 3. Sadıkane / belki ol / alemde / serdar olur 4.Yar olur / ağyar olur / serdar olur / dildar olur.

Semâi’de satranç
Semâî saz şairlerinin koşmadan sonra en çok kullandıkları nazım biçimidir. Kendine özgü bir ezgi eşliğinde söylenir. Semai çeşitlerinden biri Ayaklı (yedekli) semâidir: Aruz ölçüsünün dört “mefâîlün” kalıbıyla yazılmış semâilerin her mısraından sonra “me-fâîlün / faûlün” veya “mefâîlün / mefâîlün” kalıbına uygun parçalar eklenmek suretiyle söylenen semâilerdir. Ayaklı semâiler klasik Türk edebiyatındaki müstezad gazel örnek alınarak söylenmiştir: “Hayâl-i gül ruhunla bekledim ben bunca gülzârı / Edip bülbül gibi zârı / Bana göstermedi bahtım medet ol subh-i dîdârı / Edip hasret giriftârı” (Beşiktaşlı Gedâyî). Ayaklı semâilerin bir kısmı da, “Efendim gel bana bildir bu istiğnâ ne âdettir / Bana bildir bu istiğnâ ne âdettir adâlettir / Bu istiğnâ ne âdettir adâlettir halâvettir / Ne âdettir adâlettir halâvettir nezâkettir” (Hengâmî) şeklinde olup saz şairlerinin şiirde ustalıklarını göstermek için söyledikleri satranç nazım biçimi gibi mısralar hem soldan sağa hem yukarıdan aşağıya doğru dört eşit parçaya ayrılıp okunabilir.[66]
Saz Şairlerinde Satranç Usulü
Saz şairleri tarafından aruzun müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün kalıbıyla ve musammat gazel şeklinde yazılan şiirler. Musammat beyitlerden oluştuğu için, her mısra kafiyeli iki eşit parçaya bölünür. Bu parçalar alt alta yazıldıklarında dörtlüklerden meydana gelen yeni bir şekil ortaya çıkar. Bu şeklin kafiye şeması şöyledir: abab cccb dddb… Örnek: /Sevdi gönül bir püsteri / Sanatı terzi güzeli/Hüsnünü bir muhtasarı / Şerh ederek söylemeli/Matlanın fâikını / Sohbetinin lâyıkını/Ben gibi bir âşıkını / Eylemiş aşkıyle deli/Düştü gönül çâresine / Kaşlarının karesine/Çehre-i menâresine / Yandı derûnum göreli/Vardı ellerim eline / Tutuldu dilim diline/Kâkülünün bir teline / Bağladı bu cân ü dili/Emrahî [67]
Aşık Musikisinde Satranç
Âşık mûsikisinin bugün görülen bazı önemli tür ve biçimleri şunlardır: Ağıt, başayak, destan, divan, lebdeğmez, duvak kapma, geraylı, güzelleme, hiciv, herbe zorba, hurufat, kalenderî, kıta, koçaklama, koşma, muamma, mühemmes (veya muhammes), satranç, selîs, semâi, tekellüm (veya tekerleme), taşlama, tecnis, üstadnâme, varsağı, vezn-i âher, vücutnâme, yanıltma, yıldız. Kars-Erzurum ve yöresi âşık havalarının belli başlıları şunlardır: Divanî güzelleme, tecnis, Kerem havaları, muhammes, satranç, nasihat, yanıltma, taşlama, tekellüm, destan, deyiş, koçaklama, derbeder, hoş damak, zarıncı, civan öldüren, garibî, Sümmânî, erdiş, geraylı, cenkleme, yedekleme, şikeste, üç kollu, beg usulü, çakışdırma, keşişoğlu, dûbeyt, zencirleme, dudak değmez, durnalar, semâyi, Köroğlu, Köroğlu güzellemesi, Köroğlu koçaklaması, yar havası, maya, sarı yıldız ve Türkmanî.[68]
Satranç Usulü Tarih Düşürme
Serhan Alkan İspirli’nin belirttiğine göre Türk Edebiyatında çeşitli tarih düşürme usulleri vardır. Bunlardan biri de Satranç Usulü Tarih (Vefk Usulü Tarih) düşürmedir: Kareler içine yerleştirilen beyitlerin yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, soldan sağa, sağdan sola veya çapraz olarak hesaplandığında aynı tarihi vermesidir. Hayli güç bir tarihleme türüdür.[69]
Hat Sanatında Satranç Usulü
İnsan elinin yazmak hususunda âciz kalacağı derecede iri olan celî hatlar, önce küçük nisbette yazılır, sonra satranç usûlü ile istenilen eb'âda getirilir. Hepimizin talebelik zamanımızda resim ve harita büyütmek için kullandığımız bu kareleme (terbî') usûlüne göre, küçük olarak yazılan hat nümûnesinin her tarafı karelere (murabbalara) bölünür (karelere bölünmüşlük, satranç tahtasını hatırlattığından, bu isim Osmanlı devrinde verilmiştir). Yazı ne büyüklükte olacaksa, o kadar misli büyük karelere ayrılmış bir başka kâğıda- karelerin mukabili bulunarak- harf ve işaretlerin kıyılarından ince ve düzgün bir şekilde çizilmek suretiyle aktarılır. … Aslı küçük eb'âdda yazılıp satranç usûlü ile büyütülerek kubbeye varak altınla işlenen bu âyet bölümü (Kur'ân-ı Kerîm, XXIV "NNr", 35), İstanbul'da Hırka-ı Şerîf, Büyük Kasımpaşa, Sinan Paşa Yahyâ Efendi câmilerine de - kubbenin eb'âdına göre aynı usûlle farklı boylara getirilerek- işlenmiştir.[70]
Kitabelerde Satranç Usulü
Hatay Ulu Cami minaresinin gövdesine yerleştirilen satranc usulü kitabe yapının tarihi açısından dikkat çekicidir. Bu kitabe onaltı kareye bölünmüş bir panodur:  1. sırada; tı, ye, ha, mim/ 2.sırada; ha, mim, tı, ye / 3.sırada; mim, ha, ye, tı /4.sırada; ye, tı, mim, ha. Burada sıralanan harflerin rakamsal karşılığı şudur:  1. Sıra; 9, 10, 8, 40 / 2. Sıra; 8,  40, 9, 10 / 3.Sıra; 40, 8, 10, 9 / 4. Sıra; 10, 9, 40,  8. Kitabede her sıra 67 sayısına eşit olup 10 adet 67 sayısı bulunmaktadır. Bunu on ile çarpımı 670 hicri tarihini vermektedir. H. 670 tarihi miladi 1271 tarihine tekabül etmektedir. Bu kitabe; Baybars’ın 1268 yılında Antakya’yı feth etmesinden sonra yaptırdığı caminin inşasına işaret etmektedir.[71]
Mimarîde Satranç
Konu tam da buraya gelmişken, doğu şehirlerinin gizemli ve daracık, şaşırtıp ayartan sürpriz beklentisi içinde insanı heyecanlandıran, tanımak için zamana ihtiyaç duyduran, kendini her tekrarda yenileyen, her hatırlamada ayrılaştıran dişi şehirleri ile satranç tahtası kesinliğinde bölünmüş, sürprizlere yer bırakmayacak kadar açık ve net, keskin ve köşeli mimarisi ile bezenmiş batı kentleri arasındaki farka dikkatlerinizi çekmek isterim. Ancak Türk Şehir Mimarisinde de satranç usulü kullanılmaktadır. Satranç usulü şehir mimarisine en güzel örnek Kapalıçarşı’dır. Halil İnalcık’ın verdiği bilgilere göre Türk şehirleri, özellikle çarşıları, arastaları kareli sokaklara ayrılır: Fatih Sultan Mehmed, 878'den (1473) önce. Büyük Çarşı'nın güneydoğu köşesinde ipek ticareti için yeni bir bedesten (Darü'l-bezzaziye el-cedlde) inşa ettirdi. (bugün açık arttırma yeri). Daha sonra Sandal Bedesteni denilen bu bina devletin en büyük bedesteni olup içinde 124 sandık, dışında ise yetmiş iki dükkân vardı. İstanbul’un fethinden önce kurulan diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi, bedestenin dört kapısından kan dört ana yol ve onlara paralel satranç tahtası düzenindeki sokaklarda esnaf için çarşılar inşa edilmişti. 894 (1489) yılı vakıf kayıt defterine göre 641 dükkân vardı. Müslüman. Ermeni, Yahudi ve Rumlar'ın dükkânları aynı sokakta idi. Büyük Çarşı zamanla genişletilerek nihayet 1000 dükkâna ulaşmış, üzerine çatı yapılarak on iki büyük ve yirmi küçük kapısı olan Kapalı Çarşı haline getirilmiştir.[72]


Türk Bahçeciliğinde Satranç
Hayatın çeşitli alanlarında kullanılan satranç usulüne bir örnek de bahçeciliğimizden: Kayısı yetiştiriciliğinde bahçe işlerinin kolay ve seri yapılabilmesi için fidanların toprağa muntazam bir şekilde dikilmeleri gerekir. Bahçe tesisinde kullanılan dikim sistemleri şunlardır: Kare usulü bahçe tesisi, Dikdörtgen usulü bahçe tesisi, Üçgen usulü bahçe tesisi, Satranç usulü bahçe tesisi.[73]
Dokumacılıkta Satranç
Anamur’da dokumalar arasında Çul dokumacılığı önemli bir yer tutar. Anamur’da dokunan çulları birkaç çeşide ayırmak mümkündür. Bunları zeminlerine göre, kenarsularına göre ayırmak mümkündür. Zeminlerine göre olan çullarda Anamur yöresinde dokunan çulun ismi “tırnak zeminli çul” olarak söylenir. Bunlar zeminleri itibari ile girilen desenlerle(bıçkılarla) karelere veya eşkenar dörtgenlere bölünmüştür. Bu dörtgenlerin orta yerinde “satranç” adı verilen kare nakışlar (yanış) bulunur. Yine zeminlerine göre çullarda Anamur’da kare veya eşkenar dörtgenlerin nakışlar şeklinde oluşturulduğu çullara rastlanır. Bunlara satranç denilir ve satranç çul diye söylenir.[74] Uşak Karahallı’da tekstil üretimi Osmanlı İmparatorluğu döneminde el tezgâhları ile başlamıştır. 1940''lı yılların sonlarına kadar daha çok beyaz mal yani astar ve kaput dokunurdu. O dönemde renkli dokumalar da yapılıyordu. Kareli bez dokunurdu. Buna satranç tablasına benzediği için satranç da denirdi.[75] Satranç bir dokuma desenidir. Malatya Arapgir’de dokunan “Manusa” ya da “Arapgir Alacası” denilen pamuklu(az da olsa ipekli) kumaş dokumalarına adını veren desenler Kemha, Arap dudağı, Kırmızı çiçekli, Lacivert çiçekli, Simsimi, Dimi, Kareli, Yılan eğrisi, Sandıklı, Kuş gözü, Muş çiçek, badem, Dal çiçek, Altı parmak, Peş parmak, Top çiçek, Üç Çiçek, Tabura Çiçek, Germesut, Sıçan dişi, Satranç ... dır.[76]
Mendilden Satranç Tahtası Tahtadan Satranç Taşları
Türkler arasında her yerde, her zaman oynanan zekâ oyunları ve satranç çok yaygındı. Yanlarında satrançlı (kareli) mendil taşıyorlar veya yere çizgilerini çekiveriyorlardı. Satranç taşlarını yanlarında taşımıyor, tıpkı Köçürme (Mangala) oyununda yerdeki taşlardan yararlanıldığı gibi, tabiattaki nesnelerden satranç taşı yapıyorlardı. Mesela bir dal parçasını düzeltip, satranç taşları yapıyorlardı. Soyutlamanın kökeni bu kolaycılığa dayanır. Türklerin en fazla ilgi gösterdiği oyunlardan biri de satranç oyunuydu. Sadece Anadolu’da değil Orta Asya Türk topluluklarında da satranç yaygın olarak oynanan bir oyundu. Fransız gezgin H. Blocgueville 1860 yıllarında o bölgeleri gezmiş. Orada edindiği izlenimlerini “Türkmenler Arasında” adlı bir kitapta toplamıştır. Bu anılara göre, “Türkmenlerin, boş zamanlarında en çok sevdikleri şey satranç oynamaktı. Üzerinde satranç oynadıkları şey siyahlı beyazlı karelere boyanmış mendil, taşlar da tahtadan oyulmuştu. Türkmenler bunu daima yanlarında taşırlardı.”[77]
Satrancı Urefa
Satranç ile Türk sosyal hayatı o kadar iç içedir ki tasavvufi terbiye metodu olarak satranç benzeri bir oyun kullanmış, adına da Satrancı Urefa (Ariflerin Satrancı) demişler. Her evde varmış. • Atılan zara göre oyun tahtasında kare kare piyonunuzu ilerlettiğiniz, her karede bir kelime olan, geldiğiniz karenin kelimesini açıklamaya çalıştığınız oyundur. Oyun tahtasında başı bir kareye, kuyruğu bir kareye gelen yılanlar, oklar vardır. 10x10 101 tane kare bulunan bu oyunda amaç son kareye yani "visale" ulaşmaktır.
Türkmen Masallarında Satranç
Türkmen Ertekilerinden(masallarından) Ýüz tylla(Yüz altın)’da satranç bilmenin önemi anlatılmıştır. Türkmen edebiyatında halkı dolandıran ve satrançta kimseye yenilmeyen Padişahın kızını satrançta yenen Mämmet’in hikâyesi anlatılır:  “…  - Siziň ýurduňyzy kim dolandyrýar? - diýip, Mämmet ondan soran.  Söwdegäriň ogly: - Patyşanyň gyzy dolandyrýar. Ol ýaňy-ýakynda: “Meni küştde kim utsa, şoňa ere barjak?” diýip, bütin halkyň arasynda jar çekdirdi - diýipdir.  Mämmet:  - Onuň köşgüne nädip baryp bolar? - diýip soran. Söwdegäriň ogly: - Ýok, dost, sen oňa gitjek bolup hyýalam etme, ony utmak kyn, eýýäm birnäçe adam janyny gurban etdi, çünki kim utulsa, ol gyz ony öldürdýär, küştde ol gyzy hiç bir utup bilen ýok - diýen. …”[78]
Satranç ve Sevgili
Satranç Türk hayatında çok önemli bir yere sahiptir ve çok çeşitli alanlarda karşımıza çıkmaktadır. Divan şairleri, şiirlerinde “satranç, nat’, şah, vezir, kale, mât, mât etmek, mansûbe, ruh, ferzin, kec-rev, esb, pîl, piyade, lu’b, açmaz, Leclâc, beydak, fil, taş sürmek” gibi satrançla ilgili kelimeleri çeşitli anlamlar içerisinde birtakım edebî sanatlarla sıkça kullanmışlardır. Divan şiirinde satrançla ilgili sıkça kullanılan bazı kelimelerle bunların çeşitli teşbih, mecaz ve tasavvurlarla kullanıldığının örnekleri çoktur. Şah, satranç oyunundaki en önemli taştır. Padişah anlamındaki bu kelime, divan şiirinde satranç oyununun söz konusu edildiği beyitlerde şairler tarafından genellikle tevriyeli olarak sevgili anlamında kullanılır. Satranç oyunundaki şahtan sonra en önemli taş, vezirdir. “Ferz, ferzîn, ferzâne” olarak da adlandırılan bu taş, şah olan sevgilinin yanında genellikle âşığı temsil eder. Beyitlerde piyâde olarak da karşımıza çıkan beydak, satrançta en değersiz taştır. Siyah rengi ve küçüklüğünden dolayı sevgilinin yanağındaki benler, bu taşa benzetilir. Yanak anlamına gelen ruh kelimesi, satranç oyununda kale anlamında kullanılır. Satranç tahtasının iki köşesinde bulunduğu için yine sevgilinin iki yanağındaki benlere benzetilir.[79]

Satranç ve Dil
Satranç Adları
 “Satranç” adı nereden gelmiştir? Dünyanın çeşitli ülkelerinde satranç hangi adlarla biliniyor? Bu adlar nasıl bir değişime uğrayarak o şekilde kullanılır olmuştur? Bilindiği gibi bir kelimenin değişik dillerdeki yazılış ve okunuşlarına internetten ulaşmak mümkündür. Biz de aynı yolu takip edebiliriz. Bu kelimelerin anlamlarına, köküne, ekine bakmadan sadece okunuşlarını dinlemek bile Satrancın kökeni hakkında bir fikir verecektir. Dünyada satranca verilen adlar satrancın yayılma yolunu da ortaya koymaktadır. Google Çeviri yardımıyla kolayca elde edilecek Satrançla ilgili okunuşların, telaffuzun benzerliğinden yola çıkılarak Satranç’ın takip ettiği yol hakkında görüş ileri sürmek gerekirse, mevcut iddiaların aksine Satranç Turan’da doğmuştur. Hindistan’a inmiştir. Oradan İran yoluyla Araplara geçmiş, sonrasında Avrupa ilk olarak Harun Reşid zamanında Şharlamaigne’ye hediye edilen Satranç vesilesiyle tanışmış ve nihayet Satranç Endülüs yoluyla İspanya üzerinden Avrupa’ya girerek yaygınlaşmıştır.[80]
Türkçe ile Satranç Oyununun Ortak Kuralları
Türkmenistanlı Prof. Dr. Berdi Sarıyev, dilin modern teori terazisinin bir kefesine en eski dillerden biri olan Türk dilinin kurallarını, ikinci bir kefesine de bütün dünyada bilinen Satranç oyununun kurallarını koyarak karşılaştırma yaptığı araştırmasında; ses bilgisi, şekil bilgisi ve söz dizimi açısından Türkçe ile Satranç arasında olağanüstü ortaklıklar tespit etmiştir.[81]
Türkçedeki “Ç”-“S” Dönüşmesi
Hindistan’dan İran’a geçerken Şatarang adını almış olan satranç’ın, Türkçedeki “Ç”-“S” dönüşmesi ile bir ilgisi olabilir mi? Bu soruyu Türkçemizdeki ilginç bir kelime ile örneklendirmek isterim. Bu kelime, Satma’dır. Satma kelimesinin aslı Çatma’dır. Tarla ve bağ bekçilerinin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yaptıkları kulübe veya çardağa bazı yerlerde verilen isimdir. İster Türkçedeki Çat sözü isterse ç-s dönüşümünden kaynaklanan Sat sözü ile ilgili olsun, Satranç sözünün Türkçe bir kelime olması düşünülmelidir. Bizi bu düşünceye getiren kelimelerden biri de Kırgızistan’da bugün kullanılan ve tıpkı Satranç tahtasına benzeyen Kareli defter anlamındaki Çatıraş kelimesidir. Çatıraş’ın kareli defter için kullanılması, satranç tahtasının da kareli deftere benzemesi çok önemlidir.
Çaturanga Sözü Nereden Geliyor?
Sözcüklerin kökenbilimi konusunda uzman Adnan Atabek'in yaptığı çözümleme şöyle: Satranç sözü için batı dilcileri, Sanskritçe "çaturanga" sözünü köken olarak gösterirler ve Hint-Arap-Avrupa trafiğini öne sürerler. Ben de buna bir koşulla katılıyorum. Satrancın, nesnel kökeni damadır. Yani 8x8 kutulardan oluşan bir çizgi ızgarası üzerinde oynanan oyun. Taşlar (aşık kemikleri) önceleri tek tip iken sonra çeşitlendirilmiş. Taşlar, çizgilerin kesim noktalarına konulurken (9x9), kutu içine konmaya başlamış. Dokuz taşla oynanırken, sayı değişmiş. 'Dokuztaş', 'üçtaş' gibi oyunlarımızın kökü de aynı. Değişmeyen tek şey, kutulardan oluşan ızgara olmuş. Türkler, kesişen çizgilerden oluşan elek, kalbur gibi nesnelere, damaya, ızgaraya, "çatura", "şadra", "şedre" diyorlar. Sakalardan tut, Anadoluya kadar bu deyimler var.[82]
Çaturanga / Çatmalı / Kareli / Satrançlı (Kareli)
Çatıraş: Kırgısiztan’da kareli defter için “Çatıraş” kelimesi kullanılmaktadır. Satrancın doğduğu topraklarda satranç kelimesi için “Şatra”, “Şatıra”, “Şıdıra” veya “Şator” kelimeleri kullanılmaktadır.                  çatlaş: çapraz (Tatar ağzı, Türk Lehçeleri Sözl.,Kültür Bak.)
çatmak: damalı (DS)                                                                                                             Satranç: Satranç tahtası gibi haneli (TDK. Türkçe Sözlük. TTK Basımevi. Ankara. 1969. 5. bsk. sf. 643)  Satrançlı: Satranç tahtası gibi dördüllere ayrılmış bir şekilde basılmış olan: Satrançlı kumaş (TDK. Türkçe Sözlük. TTK Basımevi. Ankara. 1969. 5. bs. sf. 643)                                                    Satrançlı: Satranç tahtası gibi karelere ayrılmış bir şekilde yapılmış veya çizilmiş olan: Satrançlı kumaş, satrançlı mendil. (Sabah Meydan Larausso. 17.c, 353.sf.)                                                     satraslı: aykırı (Kazak ağzı, Türk Lehçeleri Sözl.,Kültür Bak.)                                                                                      siede: elek, kalbur (Sakaca, Vasiliev)                                                                                                      siit: elek (Teleüt Ağzı Sözlüğü, TDK)                                                                                       şedre: iri gözlü kalbur (DS: Derleme Sözlüğü)                                                                               şadara: kalbur (Azeri ağzı, Türk Lehçeleri Sözl.,Kültür Bak.)                                                        şatra: dama (Altay ağzı, Altayca Türkçe Sözlük,TDK)                                                                                                     şatıraş: dama, satranç (Kazak ağzı, Türk Lehçeleri Sözl., Kültür Bak.)                                                     Şatraşlı: Tatarca’da “Şatraşlı” sözü kareli anlamında kullanılmaktadır.                             
Bir gün birisi tutmuş, damanın taşlarına kimlik kazandırmış. 'Fil', 'at' diye (çok büyük olasılıkla, bu hayvanların aşıkları kullanılıyordu ve farklı ilerleme kurallarına sahiptiler). 'Çatura' olan adı da 'çatura anga' olmuş. Yani 'hayvan daması' veya 'hayvanlı dama'. Ang: yaban hayvan, geyik, karaca (Altay ağzı, aynı sözlük) Bu söz, güneye, 'İndus' bölgesine indi. Sanskrit'leşti. Araplar da kendi söyleyişlerine uydurdular. Bizim Orta Asya kırsal alanındaki şatıraş'ı, Horasan Harzemdeki çatranga'yı aydınlarımız komşu dillerdeki satranç ile değiştirmişler.[83]
Çat / Sat / Şıdıra / Şadıra / Şedire / Satranç
Türkçemizde çatmak fiilinden gelen yüzlerce sözcük vardır. Biz bir çalışmamızda bu sözleri tespit etmeye çalıştık. Hepsinde de çatma, çatılma, karşılaşma, çatışma gibi anlamlar bulunmaktadır. Çat, sat, çatır, çatıra, çatıraş, sataş, satır, şatıra, şadıraa gibi kelimelere bakıldığında Satranç’ın da Türkçe bir kelime olduğu düşünülmektedir. İlk satranç adı olduğu söylenen Çaturanga kelimesi de çatmak fiilinden Satranç adı ise satranç tahtasının şedireli (kareli) oluşundan; oyunun kareli bir zemin üzerinde oynanmasından ileri gelmektedir.[84]
Bütün zekâ oyunları: Şatra
Altay’da bütün zekâ oyunlarına Şatra denmektedir. Tuva’da Şıdıra denildiği gibi. Altay Türkleri’nin "Şatra" adıyla oynadıkları ve "Satranç"ın öncülü olan iki tür oyun gördük. Anlaşılan, tüm bu zekâ oyunlarına, Altay Türklerinin "Şatra", Tuva Türklerinin "Şıdıra, Şatıra" demesinin nedeni, bu oyunların damalı, ızgaralı tabanlarda oynanmalarından kaynaklanmaktadır. Türkmenistan’da kareli tabanlar üzerinde oynanan oyunlara umumi olarak Düzzüm denilir. Tıpkı Hindistan'da kareli taban üzerinde oynanan her iki oyuna da çaturanga denmesinde olduğu gibi.
Satranç Taşlarının Tasarımı, Biçimi, Süslemeleri ve Derin Görüntüleri (Sembolleri)
Satranç taşları ile meselâ Türk Balballarının; Çadır geleneği veya Kümbet mimarisinin bir ilgisi olabilir mi? Çünkü bu taşların biçimi ve tasarımı mutlaka bir “şey”den esinlenmeli. Mutlaka bir “şey”e benzemeli; ya somut, ya da soyut bir nesneye, eşyaya dayanıyor olmalı... Peki, satranç tahtası? Bu biçim ve şekiller nereden geliyor?
   
Pazırık İskit Kurgan Halısı (Kareli / Satrançvari düzen) M.Ö. 252-238. İskit Türk halısı. Dünyanın en eski halısının motifleri satranç tahtasını hatırlatan kare dilimler şeklindedir.
 




Memlüklü kumaş parçası Türk Memluklu Kumaş Parçası ve Çarkıfelek İkonogrfisi 14.yy.

Satranç Taşları Tasarımları / Çintemani
Avrupa'da bulunan birçok soyut satranç takımları Müslüman imalatıdır. Batılıların kabulüne göre Soyut satranç taşı tasarımı Müslüman tasarımından ilham almıştır.[85] Müslüman tasarımı de denilen bu tasarım da Türklerin tasarımı olup Türkler ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmıştır. (Büyük Selçuklu Dönemi satranç taşları tasarımı) Günümüz satranç taşları biçimini ortaçağ soyut Türk Satranç taşlarından almıştır. Satranç taşlarının biçimini, soyut ve somut olarak ikiye ayırmak mümkündür. En eski somut biçimli satranç taşları 5-6. yy.a ait Afrasiyap taşlarıdır; Semerkant’ta bulunmuştur. Soyut satranç taşlarına ait ilk buluntular ise Nişapur’da bulunmuştur. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde Nişapur’da bulunan satranç taşlarına (neredeyse eksiksiz korunabilmiş olan 12.yy.’a ait Selçuklu satranç takımına) benzer satranç taşları bulunmuştur. Bu soyut ve somut satranç takımı ve Türk Satranç taşı biçimi, yüzyıllarca korunmuş, yeni biçimlere buradan geçiş yapılmıştır. (Batılılar bu tarzı Mozarab, Arap tarzı veya İslâm tarzı olarak adlandırmıştır.) Satranç taşları ve tahtasının biçim ve tasarımı ile süslemelerine baktığımızda Somut ve soyut Satranç Taşları ile satranç tahtası, Türk medeniyetindeki çadır, güneş, balbal, kümbet, mezar taşı, at ve eğer kültürünün izlerini taşıdığı görülmektedir. Bu da satrancın Hindistan kökenli değil Türkistan kökenli olduğunun belgesidir. [86] Hun, Göktürk, Etrüks kaya resimlerindeki güneş şeklindeki sembol veya süsleme daha sonra Göktürk Alfabesindeki bir harfe dönüşmüştür. Bu süslemeye (güneş) ilk satranç buluntularında da tesadüf edilmektedir. Çok farklı yerlerde bulunan Satranç taşlarının bu süsleme ile süslendiği görülmüştür. Batıda bulunan ilk satranç taşlarının süslemelerinde çadır, kümbet, balbal, kilim, eğer süslemelerinden yararlanılmıştır. Bu konuda bir sunum hazırlamıştık. İlgilenenler oradan görebilir.[87]Biz burada sadece Çintemani denilen süsleme için örnekler vereceğiz:
Üstte Delhi Türk Sultanlığı hükümdarı İltutmuş Kağan (Aralık 1210'dan, 27 Nisan 1236'ya dek hüküm sürdü) dönemine ait paralar. Atın Sağrısında Türkçe Ant Okunan Piktogram ve Hükümdarlık İkonografisi var. İkinci sırada solda Hindistan Delhi Türk Hakanı Alauddin Khilji döneminde Ülke sınırları. Ortada Hindistan Delhi Sultanlığının Türk Hakanı Alauddin Khilji (D. 1316). Sağda Moğolistan’da bulunan, ateşte kızdırılarak atlara vurulan demir "Tamga" aleti. Türk Runik alfabesinde "Ant" okunan Piktogram.. Türkler sahip oldukları hayvanlara hatta özel eşyalarına kendi aile, boy ve hükümdarlık tmgalarını vurmuşlardır. Türkolog Jean Poul Roux'a göre "Tamga" "Takma" fiilinden gelir. Çintemani ya da üç benek motifi olarak da bilinen ve çok değerli Emel Esin'e göre "Ant" okunan bu piktogram, Türk Delhi Sultanı Kutbiddin Aybek dönemindeki paraların üzerindeki, Atların sağrısında da görülür. Öyle anlaşılıyor ki Osmanlıda da devam eden bu Hakimiyet ve Hükümdarlık İkonografisi, 12. yy Türk Delhi Sultanlığında da kullanılmış. (Nuray Bilgili arşivinden) Üçüncü sıra sol altta Osmanlı padişah kaftanı, sağda Sandomierz satranç seti: Bu satranç setinde çadırdan kaynaklanan çoğu benzerlikler bulunmaktadır: Sol üstteki taşın tepe görünüşü çadır tepesi şeklinde. Alt çizgiler Çadır kuşakları şeklinde. Çintemani süslemeli. Nuray Bilgilinin açıkladığına göre daire içindeki nokta işaretleri güneş ve yıldız okunur. Türkçe runik harflerdendir ve "güneş" okunan piktogramdır. [88] Sandomierz Seti, 11-12.yy. Disctric Museum, Sandormiertz, Polanya. En altta ise Göktürkçe Runik Yazı ve Ant Okunan Piktogram var. Emir Timur'un bayrağının da üç benek motifli olduğunu dönemin kaynakları ışığında biliyoruz.[89]
        
Solda Hindistan Delhi Türk Sultanı İltutmuş Kağan dönemine ait para. Elinde Türk gelenek ve ikonografisine uygun Topuz tutar ve atının kuyruğu Türk usulü düğümlüdür. 1217-1220. Ortada Timur’un Ağustos 1403’de Gortin Kalesi’ni kuşatması. Hakanın üstünde tutulan şemsiye Türk Hakanlarının hakimiyet sembolüdür ve adı Çetr’dir. (Çadır) Solda Hakanın arkasındaki süsleme çadır duvarı gibi karelider. Altta sağda günümüz bir Kırgız çadırı (Boz üyü, evi); çadır duvarı karelidir. Ortada Kırgızistan şedireli, kareli ve dört yön sembolizmini de gösteren halı kilimleri. En sağda ise Selçuklu’da şedireli, kareli, çadır duvarı şeklindeki duvar süslemesi.
The Turk
Türkler çok iyi satranç oynuyorlardı. İlk dünya şampiyonu bir Türk’tü. (Suli) Avrupalılar satrancı bir Türk oyunu olarak tanıdı. O kadarki icat ettikleri bir satranç otamatına, makinasına “The Turk / Great Turk” adını verdiler. Batı’da yapılan ve hakkında çeşitli hikâyeler anlatılan ilk satranç makinesinin adının “The Turk” olması da satrancı Türklerin dünyaya yaydığını göstermektedir. Satranç bir Türk Zekâ oyunu olarak bilindiği ve tanındığı için Karl Gottlieb von Windisch’in kitabında bildirdiği ve Baron Kempelen tarafından 1770’de Avrupa’da icat edilen ve başına bir Türk kıyafetli mankenin oturtulduğu ilk Satranç otomatına veya makinasına “The Turk” adı verilmiştir.[90] Bize satrançın kökeninin Türler olduğu bilgisini açıkça vermektedir. Avrupa’da oyunun kökeninin Türkler olduğu bilgisi o kadar yaygındır ki oyunun makinası icat edilirken adına Türk denilmiştir. Bu derin görüntü (imaj) yerleşik bir derin görüntüdür:
Solda The Turk otomatı. Sağda oyunun Türklerle ilgili derin görüntüsünün(imajının) yaygınlığının örneği: Oyuncu François-André Philidor 1780’lerde Londra Parsloe’s Satranç kulübünde Satrancın sahibi olan milletin bir ferdinin gözetiminde satranç oynuyor. (Yazan: Courtesy Edward Winter). [91]
Hindistan’daki Türk Büyük Satrancı
Satrancın bir Türk oyunu olduğuna dair birçok bilgi mevcuttur. Makalenin hacmi açısından fazla belge ve resim verilememiştir. Ancak satrancın kökeni olduğu ileri sürülen Hindistan’da oynanan satranç çeşitlerinden biri üzerinde durmak istiyoruz: Bu satrancın adı “Türk Büyük Satrancı”dır. Hintliler Türklerden öğrendikleri oyunu doğal olarak Türklerin adıyla oynamaktadır! [92] “The Turk” makinesinde olduğu gibi bir hak teslimdir. Bu da tezimizi doğrulayan bir belgedir. Hindistan'daki satranç çeşitlerinden biri, “Büyük Satranç” veya “Türk Büyük Satrancı” olarak adlandırılmıştır. Bu demektir ki Hindistan coğrafyasındaki satranç çeşitlemelerinde bile Türk'ün izi, etkisi ve adı var. (Timur satrancına ne kadar benziyor) Resimde Hindistan’da oynanan “Türk Büyük Satrancı” görülüyor.
Değerlendirme ve Sonuç
Satrancın Kökeni ile İlgili İddialar
Satrancın kökeniyle ilgili çeşitli iddialar mevcuttur. Her iddia için ayrı ayrı şu soruları sormamız gerekir: Belirtilen köken hakkında somut bilgi, belge var mı? Çeşitli bilimlerce bu bilgiler destekleniyor mu? Bu savaş oyununu nasıl, hangi zamanda meydana getirmişler? Değişik şekilleri o milletlerde, ülkelerde, bölgelerde halen yaşıyor mu? Bugün ne kadar yaygın? Satranca benzer başka oyunları var mı? Satrancı icat eden millet savaşçı bir millet mi? Savaş taktiklerinden haberdar mı? Bu kültürü oluşturabilme şartları nedir?
Hindistan Kökeni İddiası
Mahatma Gandi şöyle demiştir: “Hindistan bir anadır. Onun iki çocuğu vardır. Bunların biri Türkler diğeri ise Hintlilerdir”. Türkler Hindistan'a girmeden çok çok zaman önce bile Hindistan'da yaşayan çeşit çeşit ırklar ve topluluklar vardı. Gandi'nin "Hintliler" dediği, bunların tümü olsa gerek. Ancak, MÖ 3000'lerde Hindistan'ın kuzeybatısındaki İndüs (Sind) Irmağı bölgesinde görülen Türk uygarlığına kadar, Hindistan'da kayda değer hiçbir uygarlık yapıtı görülmemiştir. Bir birlikleri, bir başkentleri, belli bir coğrafi merkezleri bile yoktu. Hindistan'daki bu Türk uygarlığı, Sümerlilerle aynı dönemdedir ve iki uygarlık, heykellerinde görülen insanlara, ilahlara, tartılarına kadar aynıdır. Batılılar tıpkı Sümerlilere Türk demekten kaçındıkları gibi, Orta Asya'dan geldiği kesin olanların Hindistan'da kurduğu bu uygarlığa da Türk demekten kaçınır. Türk demek yerine, "Sümerliler Hindistan'a da gitmiş" derler. Türklerin Hindistan'a bildiğimiz ilk girişi budur. Daha sonra da sürekli girmişlerdir. Satranç’ın kökeni ile ilgili temel iddialardan biri olan bu iddiayı ispatlamaya yetecek kadar bilgi ve belge yoktur. Miladın ilk yüzyıllarından beri, yani satrancın bulunuş tarihi olarak verilen tarihten asırlar önce, Türk Hanedanları Hindistan’a akınlar yapmış, devlet kurarak hâkimiyet sürmüşlerdir. Savaşçılıktan uzak bir milletin bu oyunu meydana getirmesi bir yana Türklerden öğrenmiş olmaları daha akla yatkın gözükmektedir. Çünkü tam bir savaş oyunu olan bu oyunu vücuda getirmeleri sosyolojik, psikolojik ve dini sebeplerle imkânsız gözükmektedir.
Satranç’ın İran’dan kaynaklandığı iddiası
Satrancın İran’da çıktığı iddialarının bir dayanağı, bilinen ilk satranç takımının Özbekistan’da, Semerkant’ta bulunmuş olmasıdır. O bölge, o dönemde İran’da hâkim olan Sasani yönetiminde olduğu için, satranç İran’da doğmuştur diyorlar ama orada yaşayanların Türk olduğundan söz eden yok. Satrancı İran’a dayandıranların bir diğer nedeni, MS 600 lerde yazılmış bir kaynaktır. Burada, MS 226 yılında Sasani devletini kurmuş olan Ardişir’in usta bir satranç oyuncusu olduğu yazılıdır. Bu da Hindistan’da bulunduğu söylenen belgelerden 300 - 400 yıl öncesi demektir. Ardişir’in çevgan oynadığına dikkat ediniz. Çevgan (Polo), Milattan öncesine dayanan, at üzerinde oynanan bir Türk savaş oyunudur. Yerli yabancı tarihçiler tarafından, özellikle de Ardişir’in yaşadığı yıllar için, kişilerin veya toplulukların Türk kimliğini belirlemekte başlıbaşına bir ölçüttür. Sasani devletine adını veren Sasan, Ardişir’in dedesidir. Şu iki bilgi, Tarih’le sabittir: 1) İstanbul surlarına kadar ilerleyen Sasani orduları, Kara Doğan adlı bir komutanın Türkler’den oluşan ordusuydu. 2) Sasaniler, Romalılardan aldıkları ganimetlerin bir bölümünü, Horasan'ın doğu sınırlarındaki Türk hakanına göndermiştir.[1]
Resimdeki satranç oynayan Ardişir’in seyircileri Türk’tür.
Satranç’ın Eski Mısırdan kaynaklandığı iddiası
İddianın sahipleri Piramitlerde bulunan Senet oyunu tahtası ve taşları ile bu oyunu oynayanların resimlerini iddialarına kanıt olarak göstermektedir. Satranç, Senet oyunundan gelişti, demektedirler. Hâlbuki bu oyun, mantığı ve oynanışı tamamen farklı bir oyun olup, satranç oyununa taşlarının şekli ve oyun tahtasının ikili sıra kareli oluşu dışında bir benzerliği yoktur. Bir oyunun geliştiği söylenen oyuna benzer bir gelişim göstermesi gerekmez mi? Senet oyunu satrancın öncülü değildir. Başka bir oyundur. Az çok nasıl oynandığı bilinmektedir. Buna karşılık Satranç, 4000 yıllık bir Türk oyunu olan Mangala’ya birçok bakımdan benzemektedir.
Satranç’ın Çin ve Truva kökenli olduğu iddiaları
Çin kökenli olduğu iddiasının Çin’in Türklerle savaşan bir millet olması ve iç savaşlar dolayısıyla savaş kültürünün bulunması sebebiyle akla gelmiş olacağı düşünülebilir. Yayılma alanlarına bakıldığında Çin’le ilgisi olmadığı açıkça görülmektedir. Eski Yunan veya Truva kökenli olduğu iddiasının da Eski Yunan Medeniyeti’ne Avrupa’nın duyduğu hayranlıktan doğduğu ve Avrupalıların bu oyunu da her şey gibi Yunanlılara maledivermek düşüncesinden kaynaklandığı söylenebilir.
Satrancın Kökeni
Satrancın Kökeninin Hindistan, Kuşhanlar, İran, Mısır, Çin, Arap, Truva, Roma, Arnavutluk olduğu iddiaları vardır. Bu iddiaların en güçlüsü Hindistan ve Kuşhanlar’dır. Hindistan Milattan önceki asırlardan beri kadim bir Türk Yurdudur. Kuşhanlar Türk Devletidir. Kanaatimizce satranç Kuşhanlar’a onlardan önce Türkistan’da kurulan önceki Türk Devletlerinden geçmiştir. Satranç taşlarının ve tahtasının biçim ve tasarımındaki benzerlikler, Satrancın kökeninin Türkler olduğunu göstermektedir.
 “Satrancın Hindistan kökenli olduğu iddiası” ancak mevcut olduğu söylenilen belgelerin ortaya konmasıyla ispatlanabilir. Bu belgeler bulununcaya kadar, yukarıdaki kanıtlarımıza dayanarak, Satranç’ın Türk kökenli olduğunu iftiharla söyleme hakkına sahibiz.
Hayır, böyle önemli bir oyunu Türkler nasıl bulmuş olabilir, onlar göçebeydi, denilebilir; Bu takdirde satranca benzeyen tarihteki en eski oyun setinden de bahsetmeliyiz: Tarihteki İlk Oyun (İlk Satranç?) da Türkiye’dedir! Siirt teki Başur Höyük kazısında Erken Tunç Çağ’a tarihlenen mezarlar içerisinde satrancın atası olabilecek buluntular bulduk. Bunların karbon-14 tarihlemeleri M.Ö. 3100-2900 tarihleri arasını vermekte, bu buluntulardan daha erkene tarihlenen figüratif oyun seti şimdilik yok. Bunlar Mezopotamya’da M.Ö. 4. bin yılın sonunda yazının bulunması veya yazı ile birlikte kullanılan, yazının dışında objeler olmalılar, yani önce oyun vardı galiba, kültür oyunun etrafında gelişti gibi görünüyor. Bulunan mezarın içerisinden iki çocuk bir yetişkin iskeletinin bulunmuş olması nedeniyle oyun taşlarının çocukların eğitiminin bir parçası, strateji oyunu olduğunu düşünmekteyiz.[93]

5000 yıllık bu oyun parçaları farklı şekillerde heykel ve yeşil, kırmızı, mavi, siyah ve beyaz boyalı 49 küçük taştan oluşuyor. Bazılarında, domuzlar, köpekler ve piramitler tasvir edilmiş, diğerlerinde yuvarlak ve mermi gibi şekiller bulunuyor.

Kaynaklar
ALBAYRAK, Nurettin. Semâi, TDA. cilt: 36; sayfa: 460
ALTINDİŞ, İskender; Satrancı Türklerin Yarattığına İki Gösterge http://forum.satranc.biz/archive/index.php?thread-3727.html
AND, Metin (2007). Oyun ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
http://ocw.metu.edu.tr/pluginfile.php/2338/mod_resource/content/0/ceit706/week2/MetinAnd_oyun_bugu.pdf
ARAT, R. R. (1991). Kutadgu Bilig. I Metin. Ankara. 3.Baskı.
ARSLAN, Mehmet (2000). “Divan Şiirinde Satranç ve Satranç Istılahları” Osmanlı Edebiyat-Tarih Kültür Makaleleri, İstanbul: Kitabevi Yayınları, s. 1-25.
ATEŞ, Ahmed (1954), Şâh-nâme’nin Yazılış Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdığı Hicviye Meselesi Hakkında‛, Türk Tarih Kurumu-Belleten, XVIII:LXX:159-168.
BEKMURADOV, A. (1990). Sadrançnama, Aşgabat.
BEKMURADOV, A. (1993). Edebi Miras-Ebedi Miras, Aşgabat.
BİÇER, Bekir. (2005) T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Firdevsî-i Rûmî ve Tarihçiliği, Doktora Tezi, Danışman Doç. Dr. İlhan Erdem, Konya, Sf. 60-61
BİLGİLİ, Nuray (2014) Türklerin Kozmik Sembolleri Tamgalar, İstanbul, Hermes Yayınları, 132 s. ISBN : 9789756130537
CHOTCHO, Koeniglich Preussische Turfan-Expeditionen, Verlag Dietrich Reimer, Berlin, 1913,  s 218
CİVELEK, Yasemin An’dan Lâ Zaman’a, Ari’den Karmaşığa, Saf’tan Meleze, Kutsal Mekândan Lâ Mekân’a Mimarinin Yolculuğu. http://okuyoruzz.blogspot.com.tr/2011/10/normal-0-21-false-false-false-tr-x-none.html 
DALKIRAN, H. S., (1995). Satranç Eğitim Metodu, İstanbul.
DERMAN, M. Uğur. Türk Hat Sanatında "Celî" Kavramı http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=384318
EKER, Süer. (2012) ‘Orta Asya’nın Gizemli Halkı’: Soğdlular Soğd ve Soğdca, Türkbilig, S. 24, SF. 77-92.
EYDURAN, Aysun (2010) Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/3 Summer, sf. 190 http://turkishstudies.net/Makaleler/158038256_8eyduran_aysun.pdf
İSPİRLİ, Serhan Alkan. (2000) Türk Edebiyatında Tarih Düşürme Geleneği. Erzurum, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.14, sf. 88
KAPLAN, Yunus-POYRAZ, Yakup. Divan Şiirine Kaynaklık Etmesi Bakımından Oyunlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume: 3, Issue: 15 Klâsik Türk Edebiyatının Kaynakları Özel Sayısı -Prof. Dr. Turgut KARABEY Armağanı-  http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3/sayi15pdf/kaplan_yunus_yakuppoyraz.pdf
KARA, Abdulvahap (2007) Dört Bin Yıllık Zekâ Ve Strateji Oyunu Dokuz Kumalak (Dokuz Taş).Türk Dünyası Tarih Dergisi, Eylül 2007
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan (2010) Satrancın Atası Türk Zekâ Oyunu Mangala (Günümüzde Çocuk Oyunlarında ve Oyuncaklarında Yaşanan Değişimler Sempozyumu, 9-10 Aralık 2010, Ankara / Türkiye) https://www.academia.edu/4457887/Satran%C3%A7%C4%B1n_Atas%C4%B1_Olan_T%C3%BCrk_Zek%C3%A2_Oyunu_Mangala
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan (2012)  Satrancın Tarihi ve Kökeni Üzerine http://arslanevi.blogspot.com.tr/2013/09/satrancn-tarihi-ve-kokeni-uzerine.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan (2013) Çadırdan Satranca http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/06/cadrdan- satranca.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan (2014). Satranç ve Don Değiştirme (Kabulgan) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/12/satrancve-don- degistirme-kabulgan.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan. Satranç Bir Türk Zekâ Oyunudur (2014) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2014/05/satranc-bir-turk-zeka-oyunudur.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan. Satranç Tarihine Halkbilim Katkısı (2011) http://arslanevi.blogspot.com.tr/2011/02/satranc-tarihine-halkbilim-katkisi.html
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan. Satranç Taşlarında Güneş (2014) https://www.academia.edu/9419654/Satran%C3%A7_Ta%C5%9Flar%C4%B1nda_G%C3%BCne%C5%9F
KÜÇÜKYILDIZ, Arslan. Satranç Taşlarının Biçim ve Tasarımı Üzerine Düşünceler (2014) https://www.academia.edu/Documents/in/Satranc_Taslari_ve_Tahtasinin_Bicim_ve_Tasarimi
ÖZHAN, Mevlüt - MURADOĞLU (1997) Malik. Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk Oyunları, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1997, 143 Sf.
SAMBU, İ., (1992). Tıva Oyunnar, Kızıl. Sf. 43-58
SOMUNCUOĞLU, Servet (2008) Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, İstanbul, Meritlife, 2008 543 sf.
ŞANCI, Fuat (2006) Hatay İlinde Türk Mimarisi I. (Doktora Tezi) Tez Danışmanı Prof. Doç. Dr. Nusret Çam, Ankara
ŞENEL, Süleyman. Âşık Mûsıkîsi, TDA cilt: 3; sayfa: 554
ŞİŞMAN, Bekir ve KUZUBAŞ, Muhammet (2007). Şehnâme’nin Türk Kültür ve Edebiyatına Etkileri, İstanbul: Ötüken Yayınları.
ULUĞTEKĠN, Murat (1994). Eski Türk Edebiyatında Satranç ve Tavla, Ankara: GÜSBE Yüksek Lisans Tezi.
VERBRUGGEN, J. F. The Art of Warfare in Western Europe During the Middle Ages: From the Eighth,  Sf. 227
YAKIT, İsmail (1992) Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul, s. 374
Yeni Türk Ansiklopedisi, sf. 1300
ZALOĞLU, Pınar (2011) Orta Asya ve Sibirya Türklerinin Kahramanlık Destanlarında Kahramanlara Yardımcı Tipler, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir, 318 sf.




[1] TRT Yapımcı-Yönetmen arslankucukyildiz@gmail.com
[2] Turan coğrafi bir terimdir. Batıda Hazar Deniziyle doğuda Orta Asya Dağlarının batı sıraları, güneyde İran ve Afganistan’ın kuzey dağlarıyla kuzeyde Kırgız Stepleri arasında bulunan geniş sahadır. Turan ülkesinin özelliği, Ural-Altay dil grubuna bağlı büyük toplulukların anavatanı oluşudur. Turan’ın diğer ismi de "Aral-Hazar Havzası"dır. Fakat bu isim Avrupa’nın Volga ve Ural nehirlerinin Hazar’a dökülmeden önce geçtikleri sahaları da içine alır. Bu itibarla geniş manalıdır. Fakat dar manada ise, Amuderya ve Sirderya (Seyhun ve Ceyhun) nehirlerinin geçtiği çukur alanlarla, döküldükleri Aral Gölü havzasından ibarettir.
[6] Hindistan,Yeni Türk Ansiklopedisi, sf. 1300
[16] Abdulvahap Kara. Dört Bin Yıllık Zekâ Ve Strateji Oyunu Dokuz Kumalak (Dokuz Taş).Türk Dünyası Tarih Dergisi, Eylül 2007
[18] http://history.chess.free.fr/images/pers...in%202.jpg ve http://history.chess.free.fr/images/pers...verzin.jpg  Rusların ünlü satranç dergisi 64'ün Kasım 1991 sayısında da, bu satranç taşlarına değinilmiştir.
[24] http://history.chess.free.fr/images/pers...hariot.jpg.  Afrasiab parçaları gibi olan bazı taşlar Albert von Le Coq tarafından ortaya çıkarıldı. Aşağıdaki parça, İpek Yolu'nun Taklamakan çölünde Turfan yakınında bir vahada bulundu. 1902/1903 (CHOTCHO, Koeniglich Preussische Turfan-Expeditionen, Verlag Dietrich Reimer, Berlin 1913,  s 218 bakınız)
[25] Bugünkü İran sınırları içinde kalan Nişabur, Türklerin hep yoğunlukta olageldiği önemli bir şehirdir. Altındiş, Nişabur adındaki “bur” ekine dikkatinizi çeker, “Burg” ve “Burç” sözcüklerinin atası olan Türkçe “Bur” köküne dikkat çekmektedir.
[31] Servet Somuncuoğlu, Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, İstanbul, Meritlife, 2008, sf.182-167
[33] Aysun Eyduran. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/3 Summer 2010, sf. 190 http://turkishstudies.net/Makaleler/158038256_8eyduran_aysun.pdf
[34] Satrancın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu: Mangala makalemiz.
[35] Özhan- Muradoğlu, 1997: 27-28, 34
[37] Google’a Shatra yazıp Altay Satrancı Şatra hakkında bilgi bulmak isterseniz karşınıza çeşitli çadır resimleri çıkar. Bu da Şatra’nın çadır’dan, çatma’dan, çatışmadan geldiğini gösteren bir delildir. Bkz:
[39] İrgit Ungulçekoviç Sambu, Tıva Oyunnar, Kızıl, 1992, Sf. 43-58
[40] Pınar Zaloğlu, Orta Asya ve Sibirya Türklerinin Kahramanlık Destanlarında Kahramanlara Yardımcı Tipler, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir, 2011. 318 sf. (Sf. 183-186) https://www.yumpu.com/tr/document/fullscreen/16734319/orta-asya-ve-guney-sibirya-turklerinin-kahramanlk-destanlarnda-
[42] J. F. Verbruggen. The Art of Warfare in Western Europe During the Middle Ages: From the Eighth,  Sf. 227
[48] Bekmuradov 1990; 1993: 34-49
[49] W. R. Reinfeld, Gün Yayıncılık, A’dan Z’ye Satranç Öğreniyoruz. Orhan Tuncay’ın önsözü https://books.google.com.tr/books?id=uBT-BwAAQBAJ&printsec=frontcover&hl=tr#v=onepage&q&f=false
[50] T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Firdevsî-i Rûmî ve Tarihçiliği, Doktora Tezi, Danışman Doç. Dr. İlhan Erdem, Hazırlayan Bekir Biçer, Konya, 2005, Sf. 60-61’den
[52] Eski Türk Edebiyatında Satranç ve Tavla – Murat Uluğtekin Gazi Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi’nden derlenmiştir: http://satrancim.com/turk-edebiyati-eserlerinde-satranc-bibliyografyasi/
[53] http://en.wikipedia.org/wiki/Shatranj
[55] Arat-KB 1991: 276.
[60] Bekmuradov 1993: 34-49.
Nurettin Albayrak. Semâi TDA cilt: 36; sayfa: 460
[68] Süleyman Şenel. Âşık Mûsikisi, TDA cilt: 3; sayfa: 554 http://www.tdvislamansiklopedisi.org/dia/ayrmetin.php?idno=d030554
[69] Serhan Alkan İspirli. Türk Edebiyatında Tarih Düşürme Geleneği. Erzurum, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.14, 2000, sf. 88
[70] Türk Hat Sanatında "Celî" Kavramı / Prof. h.c. M. Uğur Derman http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=384318
[71] Hatay İlinde Türk Mimarisi I. (Doktora Tezi) Fuat Şancı Tez Danışmanı Prof. Doç. Dr. Nusret Çam, Ankara, 2006 Satranc usulü tarih düşürme için ayrıca bkz: Yakıt, İsmail; Türk İslam Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, İstanbul, 1992, s. 374
[72] Yasemin Civelek. An’dan Lâ Zaman’a, Ari’den Karmaşığa, Saf’tan Meleze, Kutsal Mekândan Lâ Mekân’a… Mimarinin Yolculuğu. http://okuyoruzz.blogspot.com.tr/2011/10/normal-0-21-false-false-false-tr-x-none.html 
[76] Bu makale IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, "Medya ve Geleneksel Kültür" oturumunda bildiri olarak (Kültür Bakanlığı, Ankara 2002,  s.178-192) sunulmuştur. http://www.antropoloji.net/index.php?option=com_content&view=article&id=385:arapgir-postasi&catid=81:calisma-defteri&Itemid=476
[79] Yunus Kaplan-Yakup Poyraz. Dvan Şiirine Kaynaklık Etmes Bakımından Oyunlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume: 3, Issue: 15 Klâsik Türk Edebiyatının Kaynakları Özel Sayısı -Prof. Dr. Turgut KARABEY Armağanı-  http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt3/sayi15pdf/kaplan_yunus_yakuppoyraz.pdf
[86] http://www.slideshare.net/arslankucukyildiz/satranc- talar-ve-tahtasnn-biim-ve-tasarm-zerine- dnceler 
[88] Ayrıca bkz. Arslan Küçükyıldız. Satranç Taşlarında Güneş: https://www.academia.edu/9419654/Satran%C3%A7_Ta%C5%9Flar%C4%B1nda_G%C3%BCne%C5%9F
[91] http://www.blindfoldchess.net/introduction/
[92] http://www.chessvariants.org/historic.di...angr1.html
[93] Arkeolog Haluk Sağlamtimur: http://arkeolojihaber.net/tag/basur-hoyuk/