8 Nisan 2020 Çarşamba

GÖNÜL COĞRAFYAMIZIN SINIRLARI


“Ah neyleyim gönül senin elinden”, “ Gel ha gönül havalanma”, “Deli gönül hangi dala konarsın”, “Bir gönüle aşk girince”, “Ah bu gönül şarkıları”, “Aldırma gönül” gibi türkü ve şarkılar bizim millet olarak “gönül”e verdiğimiz önemin küçük bir göstergesidir. Nedir gönül? Neden gönül sözünün tam karşılığı dünyada başka sözlüklerde yoktur ya da sadece Türklerin kullandığı bir sözdür? Böylesine önem verdiğimiz gönlümüzün sınırları neresidir?
Gönül, sözlüklerde sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı; istek, arzu; Duyguların, ruhsal kıpırdanmaların, iç çabaların taşıyıcısı; kişiyi Tanrı'yla, insanla ve dünyayla içten bir ilişki içine koyan, ruhun derinliklerindeki güç; duygu bağlılığı yetisi; duygunun bağlılık, birliktelik duyuran kavrayıcılığı, olarak tanımlanmaktadır. İnsanın manevi varlığının ifadesi; inanç ve hislerinin kaynağı; istek, arzu, heves, niyet; duygu, his, aşk; kibir, gurur; tabiat, huy anlamlarına gelmektedir. Tanım bu kadar geniş olunca milletimizin en büyük zenginliğinin gönül olduğu görülür. Bu zenginliğin de yeni bir medeniyet eşiğinde, milletimizi kanatlandırıcı bir işlevi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Milletimiz ne kadar çok hisseder, inanır, arzu ve istek duyar; ruhunun derinliklerindeki gücün farkına varırsa, severse; âşık olursa o kadar gelişmeye müsaittir diyebiliriz. Gönül coğrafyamız ise gönlümüzden geçen coğrafyadır. Bu milletin aydınları; ülkücüleri, fertleri gönlünden ne geçirebiliyorsa orası gönül coğrafyamızın sınırlarıdır. Hayal etmek mümkündür ve eğitimle hayaller zenginleştirilebilir veya tam tersi, olumsuz yıkıcı tesirlerle hayaller daraltılabilir; daha doğmadan söndürülebilir. Bir anlamda gönül, uyanıkken rüya görmemizi sağlayan temel güçtür. Bundan yirmi yıl kadar önce Amerikalıların Konya’nın köylerinde vatandaşlarımızın gördükleri rüyaları araştırdıklarını duymuştum. Uykuda görülen rüyalar da milletin gönül gücünün bir başka göstergesidir.
Bütün yıkıcı çalışmalara, hafıza kayıplarına, aşılanan aşağılık duygusuna rağmen uygarlığın öncüsü bir millet olduğumuz şüphesizdir. Bunu biz henüz idrak edemesek de dünya bilmektedir ve bizim de küçük araştırmalarla bu bilgiye ulaşmamız mümkündür. Bin bir türlü mesele ile boğuşuyoruz. Büyük bir millet olduğunun farkında olmayan nesillerimiz hızla artıyor. Bugün milletimiz içinden neleri geçiriyor, nelere arzu duyuyor, neleri seviyor, neleri istiyor? Bu konu çok büyük bir sosyolojik araştırma konusudur ve meseleyi bilim adamlarına havale etmek gerekir. Biz burada “Gönül sınırlarımız neresidir?” sorusuna cevap arayalım. Elbette önce “Türk Milleti’nin Coğrafyaları”na bakılmalıdır. “Türk Coğrafyaları” tabirini kullanıyoruz, çünkü Türklerin birçok coğrafyası vardır.
Türk Milleti’nin ilk coğrafyası tarihi coğrafyadır. Bu millet tarih boyunca nerelerde yaşamış ve büyük medeniyetler, ulu devletler, hanedanlıklar kurmuştur? Atlarımızın nalları hangi toprakları dolaşmıştır? Bu sorunun cevabını bulduğumuzda tarihi coğrafyamız hakkında bir fikrimiz olacaktır. Bu coğrafyanın adına devlet ve medeniyetler kurduğumuz topraklar da diyebiliriz. Sümerler, İskitler, Hunlar, Etrüksler insanlık tarihinde medeniyetin ilk sahipleri olarak görünmektedir. Hem tarihin en eski dönemlerine doğru derinliğine, hem de dünyanın her tarafına yayılan genişliğine bakıldığında durum budur. Kısaca söylemek gerekirse dünya üzerinde Türklerin atlarının nallarının izi olmayan, medeniyet götürmediğimiz çok az yer vardır. Asya ve Avrupa’da ayak basıp devlet kurmadığımız yer neredeyse yoktur. İlk Çin hanedanlarından birinin kurucusu Türklerdir. Bering Boğazını geçerek Amerika kıtasına adım atan ve günümüzde Kızılderili adı verilen yerliler Türklerdir. Osmanlıdan çok daha uzun süre Hindistan’da hâkimiyet süren Türklerdir. Paris’te Atilla tepesi vardır ve Atilla’nın orada konakladığı söylenmektedir. Tarihler İskitlerin, Sakaların, Hunların, Uygurların, Göktürklerin, Karahanlıların, Gaznelilerin, Selçukluların, Memlüklerin, Timurluların, Osmanlıların destanlarıyla doludur.
Gönül coğrafyamızın ikinci unsuru da uygarlık coğrafyamızdır. Her milletin bir medeniyeti vardır ve bu medeniyetin bütün insanlığa uzanan hizmetleri, katkıları, uygarlığı oluşturmaktadır. Milletimizin insanlığa katkılarını saymakla bitiremeyiz. Tarihte ilk defa ölülerini gömen, kümbet geleneğini kuran millet Türklerdir. Barınmanın temelindeki çadırı ve mimarinin temelindeki kubbeyi bulan millet Türklerdir. At evcilleştirilmemiş ve kemer, toka, eğer bulunmamış, teker, ok ve yay icat edilmemiş olsaydı bugünkü uygarlık, ordular, arabalar olmazdı. Sütün pastörize edilmesi, koyunun evcilleştirilmesi, elmanın ıslahı hep Türklerin eseridir. Uygarlığın temelindeki ana yollardan biri olan İpekyolu’nun kurucusu ve sahibi Türklerdir. Konuyu çok uzatmak istemiyorum; dileyen istediği yerli ve yabancı kaynaktan konuyu araştırıp abartmadığımızı görebilir. [1] Ancak oryantalizmi unutmamak gerekir; yabancı kaynaklar genellikle medeniyetin temelindeki birçok buluşun Asya olduğunu belirtir ama Türklerin adını zikretmezler.
Medeniyetimizin tesir sahasında kalan coğrafya da üçüncü önemli coğrafyamızdır. Amerika’da geçtiğimiz yıl en çok satan kitaplardan biri Mevlana idi. Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacıbektaş, Hacı Bayram, Gül Baba, Süleyman Çelebi Asya’da; Türkistan’da, Avrupa’da, Balkanlar’da, Afrika’da din, ırk, mezhep tanımaksızın, gittikçe sınırlarını genişleterek gönülleri etkilemeye devam ediyor. Birkaç yıl önce yoğurt ABD’de yaygınlaşmaya başladı. Dönerimiz Avrupa’da Hamburgeri perişan etmiş durumdadır. Nerede bir Türk yemeği varsa, âdeti, geleneği, mimarisi uygulanıyorsa, kelimesi konuşuluyorsa, nerede Nevruz kutlanıyorsa, nerede Türk müziği dinleniyorsa orası Türklerin medeniyet coğrafyasının içindedir.
Göç coğrafyamız, dördüncü önemli coğrafyamızdır. Çeşitli sebeplerle Türkler anayurtlarından, ata vatanlarından değişik coğrafyalara göç ettiler. İç ve dış siyasi sebepler, savaşlar, tabi felaketler, mali sebepler, seyahat, yerinde duramayan, kabına sığmayan bir yapıda oluşumuz gibi sebepleri bunlar arasında sayabiliriz. Son yüzyılda Avrupa, Avusturalya, Amerika, Afrika gibi coğrafyalara iş bulmak amacıyla giden milyonlarca Türk var. Tarihin en büyük göçlerini Türkler yapmış ve doğal olarak önlerine çıkan devletleri ve milletleri de göçe zorlamışlardır. Avrupa’nın medeniyetinin temelinde bu zorunlu dalgalanmaların oluşturduğu sıkışmışlık ve ezilmişlik; korku vardır. Kavimler göçünden söz ediyorum. Çok uzak değilse de tarihin derinliklerinde kalan bu göçlerin, ezilmişliğin intikamını, Batı, bizden çok feci şekilde çıkardı: Son iki yüz yıldır Balkanlarda, Kafkaslarda, Kırım’da, Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Kıbrıs’ta, Arabistan’da, Mısır’da… Türkler soykırıma uğradı, hâlâ da uğramaya devam ediyor. Sadece Balkanlar’da en az üç milyon Türk öldü. Bugün dünyanın her ülkesinin en ıssız ve ücra köşelerinde, şu veya bu sebeplerle oraya göç etmiş Türklere rastlayabilirsiniz. Bu da bir başka coğrafyamız olan dil coğrafyamızın sınırlarını gösterir: Eskiden belki sadece Bosna’dan Pekin’e Türkçe konuşularak gidilebiliyordu ama bugün –burada biraz abartma yapabilirim- dünyanın her yerini sadece Türkçe konuşarak dolaşabilirsiniz. Dünya üzerinde Türklüğünün farkında olan iki yüz elli milyon Türk’ün varlığını biliyoruz. Bir o kadar da küçük bir kıvılcımla farkına varacak Türk toplulukları bulunmaktadır ki bu topluluklar da paşa gönlümüzün olmasını hasretle beklemektedirler.
Ülkülerimiz, hayallerimiz gibi sınırsızdır. Ülkü coğrafyamız ise mutlaka üzerinde önemle durulması gereken bir coğrafyamızdır; Kızılelma. Kızılelma’yı siz biliyorsunuz. Bilenler dahi İsmet Çetin’in Kızılelma[2] Necati Gültepe’nin Kızılelma’nın İzinde[3] kitaplarını mutlaka okusunlar. Kızılelma Türk Hakanlarının, başbuğlarının ordularını götüreceği yerdir. Türkler istedikleri bir Başbuğ bulduklarında arkasında kenetlenir ve çağlar açıp çağlar kapayabilir. Günümüzün orduları ise artık bilgi, iyi yetişmiş; donanımlı insan gücü, ekonomi, geleneklerine bağlı kültür ve sanatta ilerlemiş bilinçli bir toplum, iyi bir dış politika, devletine güvenen, fitnenin tesir edemediği bir halktır. Böyle bir orduya sahip olan başbuğlar Türk Milletini yeni bir medeniyet hamlesine taşıyabilir.
Size daha birçok coğrafyadan bahsedebilirim: Mesela dünya üzerinde balbal bulunan ülkelerin bir haritasını düşününüz: Japonya’dan İrlanda’ya, Altaylardan Hindistan’a, Arabistan’a kadar üzerinde balbal dikilmiş bütün coğrafyalar Türk’tür. Yahut Göktürk alfabesi ile yazılmış, damgalardan oluşturulmuş veya onun öncülü olan kaya resimlerinin bulunduğu coğrafyaların haritasını düşünün. Bu harita içindeki Sibirya’dan Anadolu’ya, Balkanlardan Grönland’a kadar Göktürk yazı ve resimlerine rastlayabilirsiniz. Grönland’da üç bin Orhun Abideleri’ne benzer abidemiz bulunmaktadır. Onlar bu yazılara runik yazılar; Futhark yazıları diyorlar.
Bitki coğrafyamız önemlidir; dünyanın en zengin bitki coğrafyası, endemik bitkileri bizim memleketlerimizdedir. Hollanda ticaretini yapsa da Lale bizimdir. Yavşan otunu bilmeyen, sevmeyen bir Türk yurdu yoktur. Yemek coğrafyamız çok zengindir ve dünyanın hiç şüphesiz en zengin mutfağı Türklerindir. Benzer şekilde oyun coğrafyamız çok zengindir. Dünyanın en zengin çocuk oyunları bizdedir. Satranç, köçürme (mangala), dama, tavla gibi dünyanın en gelişmiş zekâ oyunları Türklerin bulup geliştirdikleri oyunlardır. Çiçeklerimizin, güllerimizin yetiştiği, yemeklerimizin yendiği, oyunlarımızın oynandığı geleneklerimizin uygulandığı, yaşadığı; yaşatıldığı coğrafyalar bizim coğrafyalarımızdır. Yüzyıllardır Türk ülkelerinden arkeolojik eserler, sanat eserleri, kitaplar kaçırılmaktadır. Bu eserlerin bulunduğu başta Hermitaj adlı Rus Müzesi olmak üzere, İngiliz Müzesi, Berlin Müzesi, Louvre Müzesi, Metropolitan Müzesi gibi Türk eserlerinin bulunduğu müzeler bizimdir. Bu ve başka müzelerdeki Türk eserleri ya geri vatanlarına getirilmeli yahut da o ülkeler fethedilmelidir.
Güney Türkistan (bugünkü Afganistan) şairlerinden rahmetli Ergeş Uçkun[4] Dünyayı ikiye ayırmıştı: Asya, Avrupa, Afrika ve Avustralya’ya Büyük Turan, Amerika kıtasına da Küçük Turan diyordu. Ziya Gökalp gibi büyük bir Turan şairi olan Ergeş Uçkun bugün ne yazık ki fazla tanınmıyor. Bize düşen gönlümüzdeki sınırları ortadan kaldıran bu ve benzer büyük şahsiyetleri yakından tanımaktır. Büyük şahsiyetlerimizin hayat hikâyelerini, biyografilerini okumak ufkumuzu açacaktır. Turan’ın ön yüzü, Turan’ın arka yüzü gibi ifadelerle dünyayı Türkler için küçük bir coğrafyaya dönüştüren Ergeş Uçkun palavracı değildi. Bir gerçeği ifade ediyordu. Dünya gerçekten çok küçüktür. Uluğ Bey gibi gökyüzündeki yıldızların haritasını çizen bir şahsiyetimiz olmasaydı, haklısınız biraz yüksekten atmış, diyebilirdim ama Uluğ Bey’imiz vardır ve olağanüstü çalışarak bizim de uzayın hâkimiyetine soyunmamız gerekmektedir. Bugün tarihinden, medeniyetinden habersiz, sömürgecilerin oyuncağı olmuş insanlarımızın çoğalmış olması bizi asla ümitsizliğe düşürmemelidir. Güneş karanlığın en yoğun olduğu bir anda doğar.
Aklımıza gelen bütün haritaları üst üste koyduğumuz zaman bunların çakıştığını ve bir gerçeğe işaret ettiğini göreceğiz. O gerçek Türk Milleti’dir. Biz bugün farkına varmasak da dünyanın en büyük gücüne sahibiz. Bu güç atalarımızdan bize intikal eden her türlü zenginliktir. Biz bu zenginliği iyi değerlendirebilirsek, yeni bir medeniyetin fitilini ateşleyebiliriz. Farkına varamaz, zenginliklerimizi öğrenmez, unutursak yok oluruz. İnsanlık tarihinde toplumların ulaştığı en yüksek örgütlenme olan millet kavramına en erken ulaşan bir milletin çocukları köle olur.  Kendi çocuklarımız bile neden savaşıyoruz, barış istemiyoruz diyerek sömürgecilerin borazanını çalarlar. Hayatın insan için bir mücadeleden ibaret olduğunu, büyük balığın küçük balığı yediğini, millet olarak sonsuza değin yaşayabilmek için savaşmak gerektiğini unuturlar.
Sonuç: Dünyanın her zerresi dikkatinde, gönlünde olan bir millet olmalıyız. Gönül coğrafyamızın sınırları her insanı, her canlıyı, her bitkiyi, her taşı, her toprağı, her suyu, her denizi, her yıldızı içine almaktadır. Kendimizi buna göre hazırlayalım. Okuyalım, araştıralım; bir araya geldiğimizde boşa konuşup mavra yapmayalım. Boşa vakit geçirmeyelim. Dikkatimizi geliştirelim, gönlümüzü, gözümüzü açalım. Geleceğe hazırlanalım. Savaşı savaşa her an hazır olanlar kazanır. Üzerinde yaşadığımız bu coğrafya herkesin gönlünde olan bir coğrafyadır ve tarih dikkatsizliğimiz dolayısıyla ölümün kıyısından nasıl döndüğümüzün ibretli örnekleriyle doludur.



[1] https://www.facebook.com/groups/uygarturk/
[2]http://www.kitapyurdu.com/kitap/kizilelma/281575.html
[3] https://www.otuken.com.tr/KitapDetay/kizilelma-nin-izinde
[4] Arslan Küçükyıldız. Çapandaz Ergeş Uçkun / Şiirleri, Makaleleri, Mektupları, Hakkında Yayılanlar. Ankara, Bengü Yayınevi, 2012, 496 sf.

Dipce: Bu yazı, Edebice Dergisi, Y.1, S.1, Mayıs Haziran 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder