Arslan Küçükyıldız
Ayrıntılara girmeden söylemek gerekirse, 16. yüzyıl
sonlarından itibaren Osmanlı Devletini zayıflatmak ve çökerterek Türkleri
Anadolu’dan Asya’ya sürmek veya yok etmek isteyen Batılı devletler, Türkiye
topraklarına seyyah, tüccar, bilim adamı, din adamı, kelebek avcısı… görüntüsü altında casuslarını göndermeye
başladı. Casusların ilk durağı İstanbul, arkasından Anadolu’daki Hristiyanların
oturduğu şehirler oldu. İlk hedeflerinden biri Anadolu’da işbirliği yapabilecekleri
dindaşlarını aramak, diğeri de Türklerin üstünlüklerini, zayıflıklarını ve
hassas noktalarını öğrenmekti. Etnik durumu, din ve mezhep yapısını öğrenmekle
işe koyuldular. İstanbul’daki Hristiyanlarla başlayıp Anadolu’daki Ermenilere,
Süryanilere, Yezidilere… uzanan bu tanıma işlemi zorlu bir süreçti. Bölgedeki
etnik unsurlar, Hıristiyanlar ve mezhepleri, Müslümanlar ve mezhepleri, bu
arada Aleviler ilgilerini çekti. Kürtler ve Aleviler üzerinde bilgi toplamaya
başladılar. Aleviler hakkındaki bilgileri seyyahlar, askeri ve sivil
raportörler ve Hristiyan misyonerler aracılığıyla alıyorlardı. Kendilerince
ufukta bir ışık görmüşlerdi.
Buralardan gelen bilgiler batılı devletlerin istihbarat birimlerince
değerlendiriliyor ve sahadaki ajanların çalışmasına yardımcı oluyordu.
Osmanlı Devletinin son yüzyıllarında Hristiyanlar ticarete
hâkimdi. Dil bilmeleri yüzünden saraya, tercüme odasına alınmışlardı. Osmanlı
başkentinde matbaanın önce azınlıklar tarafından kullanılması ve ilk gazeteleri
onların çıkarması, bilgi toplama, propaganda ve haber çarpıtma konusunda
ustalaşmalarını sağlamıştı. Bu yüzden yabancı devletler tarafından kullanılmaya
çok uygundular. Yabancıların ilk el attıkları alan kiliseler ve ilk
devşirmeleri de din adamları ve tercümanlar oldu.
18. yüzyılın sonlarında Anadolu’daki Türkçeyi ve
Hristiyanlığı öğrenmiş papaz çocuklarını Mısır’da Müslüman din adamı olarak
yetiştirip Anadolu, Kafkasya, Arabistan ve Balkan coğrafyasına, özellikle Alevi
ve Kürt köylerine din adamı olarak gönderdiler. Bu din adamlarına hem bilgi
toplama, hem de cahil halkın yeme içme alışkanlıklarını değiştirerek geleneksel
Müslüman inanç ve ibadetlerini zayıflatma görevi verilmişti.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti zayıflamaya başlamıştı.
İngilizler, Fransızlar, ABD Türkiye’de azınlık okulları ve hastaneler kurmaya
başladılar. Özellikle Doğu illerimizde kurulan Amerikan Kolejleri yerli halk
üzerinde çalışıyordu. Bu okullar yoluyla tanıdıkları zengin, yerli Hristiyan
ailelerin çocuklarını Amerika’ya götürüp geleceğin kanaat önderleri olarak
eğittiler. Geride kalan fakir ve köylü çocukları da daha sonra Türkleri
sırtından vuracak olan Ermeni komitacılar olarak yetiştirildi. Elbette misyoner
okullarına alınan Türk çocukları da oldu. Onların da büyük bir kısmı başka
amaçlarla kullanılmak üzere devşirildi.
O sıralarda bütün devletlerin ajanlarının Doğu Anadolu’da
cirit attığını söylemeye gerek yok. Bölgedeki ajanların bazıları şunlardı:
Hanry Layard, Mordtman, Carsten Niebuhr, Dr. Madden, Helmut Von Moltke, Arminus
Vambery, Victor Langlois ve eşlik eden (Ermeni) Butrhros Rock, M. Th. Deyrolle,
T. M. Chevalier, Henry Binder, Bayan Bişhop, Henr Rigs, Henry Blocquville,
Oskar Mann, Gertrude Bell, Binbaşı Soane, Annemarie Von Nathussius, Olga Moberg,
Elin Sunvall, Bayan Gudhart, Martha Dahl, Ewald Banse, Mark Sykes, Arnold T.
Wilson, Binbaşı Noel, Rawlinson, Müller, Lehmann-Haupt…
Bu ajanlar genellikle önceden belirlenen isimlerle temas kurdukları için farklı
devletlerin adamları aynı kişi ile görüşebiliyordu. Örnek olarak Çemişgezekli
Ali Gako ile yalnızca Dunmore ve takipçileri değil, Britanya’nın Diyarbakır
konsolosu Taylor da görüşüyordu.
Yine Adile Hanımın ağırlamadığı casus yok gibiydi.
İngiliz ajanı Gertrude Bell’in sahadaki elemanı idi. Adela adlı bu hanım, önce
Caf aşireti reisinin karısı yapılmış ve günü gelince reis ortadan kaldırılarak
aşiretin başına geçirilmişti.
19. yüzyıl sonlarında Anadolu’daki Amerikan okullarında
devşirilen Hristiyan ve Müslüman çocukları ile yüzyılın başlarında Müslüman din
adamı olarak yetiştirilen papaz çocukları Amerikalılara daha yoğun bir bilgi
akışı sağladılar. Bu sayede Amerika, sadece etnik ve mezhep yaralarını kaşımak
ve kafaları karıştırmakla kalmadı, bu yaraları kanatmaya da başladı.
Doğu Anadolu’da
yirminci yüzyılın başlarında ABD (ve kısmen diğer Batılı ülkeler): Asker ve
diplomatlarıyla, Amerikan misyoner okullarıyla, Gezici misyonerleriyle, Yetiştirdiği
Yerel Hristiyan kanaat önderleriyle, Yetiştirdiği Teröristlerle, Yetiştirdiği
Müslüman görünümlü din adamlarıyla, Devşirdiği Türk (Alevi-Sünni); Kürt
gençleriyle, Gazeteleri ve gazetecileriyle, Devşirdikleri Türk-Kürt devlet
adamlarıyla faaliyet gösteriyordu.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında verilen Kurtuluş Savaşı
sırasında, sonrasında çıkan isyanlarda, özellikle Ermeni isyanında misyoner
okullarının rolü çok büyüktü. Atatürk bunu biliyordu, düşmanı denize döktükten
sonra bu okulları kapattı. Ancak ölümünden sonra işler değişti. İkinci Dünya
Savaşından sonra Yalta’da yapılan paylaşımda Türkiye ABD’nin payına düşmüştü.
ABD kışla seviyesine kadar inen Askeri yardımlarla işe başladı. Ankara’nın
göbeği Balgat’ta Jusmaat diye bilinen üssü kurdu. Burada genellikle istihbarat
çalışmaları yapılıyordu. ABD’nin Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurduğu bütün
üslerde toplam 25 bin Amerikalı çalışıyordu. ABD, okullara süt tozu ve margarin
yardımıyla göz boyadı. İngilizce öğretmek bahanesiyle bütün yurda yayılan
Amerikan gönüllüleri ise köylere kadar giderek aylarca, yıllarca süren
gözlemlerle bilgi topladı. Bunların tamamı ajan faaliyeti yürütüyor, mevcut ve
toplanan bilgilerden hareket ederek Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmanın
alt yapısını hazırlıyorlardı. Kürt ve Alevilerin desteği sağlanmalıydı.
Özellikle Kürecik ABD üssünde çalışan ABD ajanları, yakın çevrede faaliyet
gösterdi: Kürt kimliği, Alevi kimliği üzerinde durdular. Yerel kanaat önderleri
yetiştirdiler. ABD’nin Marksizm propagandası yapacak bir okula ihtiyacı vardı;
ODTÜ’yü kurdu. ABD çoğu casus olan hocalarıyla burada Marksist sosyalist,
bölücü fikirler yaydı, örgütler kurdu, örgüt elemanları yetiştirdi. Yerel
önderleri Başkentteki ODTÜ ve diğer üniversitelerde yetiştirdikleri
teröristlerin emrine verdiler.
Bu çalışmalar yavaş yavaş meyvesini vermeye başlamışken 12
Mart 1971 muhtırası oldu. Muhtırayla, iktidarı ele geçirmeye ve dikta rejimi
kurmaya kararlı sol bir askeri cuntanın darbesi önlenmişti. Marksist örgütler,
ava giderken avlanmıştı. O güne kadar yetişen örgütler takibe başlandı.
Anarşistler kır gerillası başlatmak için Doğudaki illere, köylere, dağlara
gitmeye kalkıştı. Bölge, seyyahların, kelebek avcılarının, casusların, barış
gönüllülerinin, gazetecilerin, yabancı ajanların en az iki yüz yıldır aralıksız
çalışarak Alevi Sünni; Türk Kürt ayrımını gergef gibi işledikleri bir bölge
idi. Buna karşılık etnik ve mezhep kışkırtıcılığı başarılı olamadı. Yanlarında
olacaklarını düşündükleri bölge halkı Marksist teröristleri yakalayıp askere
teslim etmişti.
ABD başta olmak üzere yabancı ülkelerin istihbarat,
propaganda, kışkırtma, bölücülük faaliyetleri çok yönlü idi ve çok iyi
yetiştirilmiş elemanlarca yürütülüyordu. ABD,
elçiliği ve konsoloslukları, ABD üsleri ve Jusmaat çalışanları; uzman, gazeteci, tüccar, turist, bilim adamı vb.
görüntüsüyle bölgeyi tahrik eden CİA ajanları; Türkiye’den devşirdikleri
Hristiyan azınlıklar, Türklerden devşirdikleri gençler, Marksist örgütler,
Bölücü örgütler, Bunları destekleyen Basın, devşirdikleri basın mensupları, Kurduğu ODTÜ, ele geçirdiği Siyasal ve
Hukuk fakülteleri gibi okullar, ABD hedefleri için Marksist Leninist, Sosyalist
anarşist ve bölücü yetiştiren merkezler, Bunları destekleyen ve Deniz
Gezmişlere leblebi gibi bomba patlattıran askeri cunta heveslileri
Her şeye rağmen ABD, Türkiye’de sol bir darbe ile demokrasiyi rafa kaldırıp
askeri dikta kuramamış, kır gerillası başlatamamış, Kürt-Türk, Alevi-Sünni
bölememiş, Alevilerin desteğinde bir Kürt Devleti kurmayı başaramamıştı.
Ancak ABD’nin ektiği tohumlar hızla yeşeriyordu. 1971
sonrasında Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurma hedefi karartılmış, bir
Kürt devleti kurma hedefi vitrine çıkarılmıştı. Özellikle Malatya, Elbistan,
Pazarcık bölgelerinde Kürtler ve Aleviler iyice kışkırtılmıştı. İç ve dış ortam
uygundu. Çok geniş kapsamlı, şeytanca düşünülüp planlanmış kanlı bir oyun
tezgâhlandı: Maraş Olayları. Bu hain tezgâh sonucunda bir taşla birçok kuş
vurulacak, nice canlar toprak olacak, nice saf bağırlar nefret ve kinle
doldurularak gelecek nesillere miras bir kanayan yara bırakılacak; 12 Eylül’e
zemin hazırlanacaktı. PKK’nın(ABD’nin) kurmayı düşündüğü Kürt devletinin
sınırları Maraş’ı da içine alacak şekilde büyütülecek, haritaya
eklenecekti.
Güdümlü İstanbul basını şiddet olaylarını en başından beri
sol örgütlerin Devletle çatışmasını sağ sol kavgası olarak takdim etmişti.
Devleti ve rejimi dönüştürmek isteyen Marksist Leninist örgütlerin karşısında
silahlı bir güç varmış gibi gösterildi. Böyle bir güç yoktu, hiç olmadı.
Ülkücüler, oynanan oyunu görmüşlerdi ama devletin aczine seyirci kalamazlardı.
“Hayır” diyerek fikirleriyle karşı koymaya çalıştılar. Olabildiği kadar silahlı
mücadeleden uzak durdular. Ancak belli merkezlerce günde yirmiyi geçen ölü
sayısı gün geçtikçe artırılmaya, yüzyıllardır kaşınan yaralar kanatılmaya
başlandı.
Kürecik Amerikan üssünden çevre köylere, ilçe ve illere
dağılan ajanlar Alevileri ve Kürtleri kışkırtmış, sol örgütlerin rahatça
yönlendirebileceği kıvama getirmişti.
CHP iktidardaydı. Ecevit Başbakandı. Hükümeti ayarttığı
milletvekilleriyle şaibeli pazarlıklar sonucu, kıl payı dengelerle kurmuştu.
Bölücülüğü ile bilinen Şerafettin Elçi de bakanlar arasındaydı. Bütün illerde
Milli Eğitime Marksist örgüt TÖB-DER’li öğretmen ve müdürler, Emniyete Marksist
örgüt POL-DER’li polisler atanmıştı.
Uluslararası siyasi durum sıkıntılıydı. ABD’nin bütün
baskısına rağmen Türkiye Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine izin
vermiyordu. Türkiye’de olağanüstü kanlı olaylar olmalı, sıkıyönetim ilan
edilmeli, Darbe zemini hazırlanmalı, Darbe yaptırılmalı ve Türkiye pürüz
olmaktan çıkarılmalıydı.
Türkiye hızla Maraş olaylarına yaklaşıyordu.
Yaraları
derinleştirmek
Emperyalizmin yüzyıllardır kullandığı yöntemi “Divide and
rule(Böl ve yönet)” biçim değiştirmişti. Yaraları, krizi, kaosu derinleştirmek yönteminde
birleşen Marksist Leninistlerin, Yahudilerin, Masonların ve ABD’nin 20.
Yüzyılda oyunlarında deneme tahtası olarak Türkiye’yi kullandıkları
söylenebilir. “Türkiye hızla Maraş olaylarına sürükleniyordu”. Özellikle ABD, 1971’de
Türkiye’yi doğusundan bölmek için, solu, kır gerillası yapmak üzere örgütlemiş,
kamuoyu oluşturmuş ama bu yetmemişti. Türkiye çalışmalarında bu defa daha
sağlam adımlarla yürüyecekti: Solda yeni bir düzenleme ve görevlendirme yapıldı.
Sol artık Amerika düşmanlığı yapmayacak, bunun yerine faşizm düşmanlığı öne
çıkarılacaktı. CİA için düşman gösterme işi çocuk oyuncağı idi ve düşman
hazırdı. MHP ve Ülkücüler “Faşist”ti. Bütün basın bunu işleyecek, bu yüzden
Ülkücü Hareket, fikir hareketini geliştirmek yerine sürekli savunmada kalacaktı.
Marksist örgütlerin bir kısmı bölücülükte birleştirildi; APO’cular ve PKK ortaya
çıktı. Alevi-Sünni ayrışması için de başta Aydınlık-TİKP grubu ve diğer örgütler
yönlendirildi. Olayların tansiyonu yükseltildi. Ölümler, yaralamalar,
bombalamalar ve diğer eylemler artırıldı.
ABD, aslında mutlu sona ulaşmak için daha uzun vadeli, derin
ve etkili adımlar atmıştı. Özellikle yetiştirdiği iki isim Türkiye’nin en önemli
mevkilerine yükseltiliyordu. Bunlardan biri, Silahlı kuvvetler içinde, kendisinin
bile nasıl olduğuna şaşırdığı bir şekilde yükselen Kenan Evren, bir diğeri de
siyasette yıldızı parlatılan Ecevit idi. 1945 sonrasında ABD, Türkiye’ye sadece
Amerikan yardımlarını başlatmamıştı. Yardımlar vesileyle Ankara’nın göbeğinde
kurduğu Jusmaat ve diğer üslerindeki görevlileri, çeşitli alanlarda, birlikte
çalışabilecekleri isimleri mimlemeye ve bunları Amerika’ya vb. yerlere
götürerek çeşitli alanlarda eğitmeye, görevlerinde yükselebilmeleri için,
önlerini açmaya başlamıştı.
Kenan Evren, Amerikan yardımları başladıktan sonra ilgilendikleri
isimlerden biriydi. Harp Okulunda 50. sıradaki bir tankçı nasıl oluyor da
açılan NATO eğitim kurslarına katılmakla basamakları hızla tırmanabiliyordu? NATO’nun
eğitim, planlama, yurt dışı görevlendirme işlerinden sorumlu yapıldı.
Genelkurmay ikinci Başkanı ona “Gel bakalım NATO’cu” diyor, o da bunu iltifat
olarak görüyordu. Gün
gelecek kendisine olduğu gibi yatırım yapılan “Bizim Çocuklar”dan biriyle; Ecevit’le
yolu kesiştirilecekti. (Evren’in Deniz Gezmiş’le de yolu kesişmişti; Gezmiş, bir
ara Evren’in evinde saklanmıştı
ama bu ayrı bir konu.)
Ecevit, Robert Kolejde dikkatleri çekmişti. Basın Yayın
Genel Müdürlüğü, İngiltere görevi, Amerika’da iki burs…
Rockefeller Fonu bursu ile Harvard'a Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji
çalışmak üzere gittiği ikinci bursta ona (ve Türkiye’yi yöneten birçok kişiye) hocalık
yapanlardan biri, ABD’nin derin devletinin en etkili isimlerinden Kissinger
idi.
Ecevit, yıllar sonra Başbakan olduğunda bu bursun hakkını vererek,
silahlanmanın ve bölücülük faaliyetlerinin önlenebilmesi için Kuvvet
komutanlarınca teklif edilen genel silah aramasına razı olmayacak, komutanları “Son
10 yılda dünyada etnik bölünmeler başladı, dünyada böyle olunca bizde de bu
gibi hareketler olacak, batılı ülkeler evvela Arapların birleşmesini önlemek
için Kürtçülüğü teşvik ettiler, Amerika da bir zamanlar Kürtçü unsurları tahrik
etti ve bu hususu Kissinger’a söylediğimde ’Evet bir zamanlar biz de teşvik
yaptık, fakat şimdi yapmıyoruz, artık aynı hataları işlemiyoruz’ dedi”, diyerek
uyutmaya çalışacaktı.
12 Ocak 1978 de içlerinde Bölücü, Kürtçü Şerafettin Elçinin
de bulunduğu bazı milletvekilleri ile yapılan şaibeli pazarlıklar sonucu,
Ecevit Başbakan oldu ve hükümeti kurdu. Elçi de bakan yapılmıştı. Ecevit’in ilk
icraatı Emniyeti POL-DER’e, Milli Eğitimi TÖB-DER’e teslim etmek idi. 19
Şubatta İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, çiçeği burnunda sayılabilecek Kara Kuvvetleri
Komutanı Evren’e Ecevit Hükümetinin kendisini Genelkurmay Başkanı yapacağını
bildirdi. Evren Genelkurmay
Başkanı olduktan sonra da Haydar Saltık’ı Genelkurmay İkinci Başkanı, Nurettin
Ersin’i Kara Kuvvetleri, Sedat Celasun’u Jandarma Genel komutanlıklarına
getirdi.
ABD, çeşitli unsurlarıyla sol örgütler üzerinde çalışıyordu.
Dünya devletinin ön çalışması olarak ulus devletleri bölüp parçalayarak her
kıtada AB gibi Birleşik Devletler kurup bunların tepesine oturmak istiyordu. Bu
amaçla Türk solunu bir kuluçka makinesi gibi kullandı. Bölücü Kürtçülüğü,
Ermenilerin katkısıyla, Türk solu içinde geliştirdi; PKK, solun şefkatli
kucağında büyüdü, serpildi. Yine sol partiler eliyle meclise sokuldu. Aynı
şekilde Alevi Sünni ayrışması da sınıf mücadelesiyle hiç ilgisi olmamasına
rağmen solun, Marksist Leninist örgütlerin kucağında gerçekleştirildi.
CİA ajanları, Doğudaki bölücü Kürtçülüğü ve Alevi-Sünni ayrışmasını
hızlandırmak için Türk solu içinde Maoculuğa yönlendirdiği örgütleri ve ekipleri
devreye soktu. Doğuda öldürme, yaralama, bombalama eylemleri arttı. Kurtarılmış
bölgeler oluşturulmaya başlandı. Gaziantep kalesine Çin bayrağı çekildi.
Ne yapılıp edilecek, kanlı kitle olayları
gerçekleştirilecek, sıkıyönetim ilan ettirilecek, işkence timleri kurulacak,
Egedeki Notam kaldırılacak, darbe yaptırılacak, Yunanistan NATO’nun askeri
kanadına döndürülecek, bunların faturası da ABD’nin Türkiye’de hedefleri
önündeki en büyük engel olan MHP’ye ve ülkücülere kesilerek, ülkücüler tehlike
olmaktan çıkarılacaktı. Maraş Alevi Sünni kitle çatışması ve kanlı olayları
için seçilmiş pilot illerin başında geliyordu. Seçilen diğer illerde kanlı
olayların devamı sergilenecekti. Maraş kurtarılmış bölge yapılabilirse
Fatsa’dan Adana’ya çizilen hat tamamlanmış olacaktı.
Ecevit hükümeti iktidara gelir gelmez neredeyse Maraş’taki
bütün kurumların idarecilerini değiştirdi. Kurumların başına Marksist,
Leninist, Maoist örgüt elemanları getirildi. Polis Marksist POL-DER’e teslim
edildi. Bütün tayinler POL DER tarafından yapıldı. Bütün okulların yönetimine
TÖB-DER’li Marksist müdürler getirildi. Okullar TÖB-DER’li öğretmenlerle
dolduruldu. Maraş’ta mantar biter gibi sol örgüt şubeleri açılmaya başlandı.
Bu sıralarda CİA Maocularının düzenlediği çevre il ve ilçelerdeki, köylerdeki
Alevileri ve Kürtleri kışkırtan eylemleri tırmanmaya başladı. ABD,
kullanabileceği her tür malzemeyi kullanmaya başlamıştı. Kürecik’deki ajanları,
doğrusu son ekimde iyi tohumlama yapmıştı.
Peki, olayların sorumlusu kim olacaktı? Bunun da
hazırlanması gerekiyordu. Bu cümleden olmak üzere Maraş’ta POL DER’li emniyet
mensuplarının mührünü yaptırdıkları, ülkücülerce kurulduğu iddia edilen “Türk
Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” ETKO adlı, tamamen
hayali, iki örgüt ortaya çıkarıldı! Bu örgütün kuranlardan biri POL-DER ise
diğerleri de Cumhuriyet, Aydınlık gazeteleridir. Nitekim, Cumhuriyet gazetesi, kentte görevli “bir
emniyet mensubunun” şu ifadelerine yer veriyordu: “Yapılan soruşturma kentte
meydana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır;
komandolar, özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyorlar,
sonra da suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar.”
(Daha sonra Maraş Olayları davalarında yargılanan Maraş POL DER başkanı Celal
Ergün, ifadesinde bu çakma örgütü nasıl kurulduğunu açıklamıştı.)
Maraş olaylarının ilk habercisi bombalı paketle Malatya
Belediye Başkanı Hamido’nun gelini ve iki torunuyla öldürülmesi olayı oldu. Hamit
Fendoğlu Malatya’da Sünni kökenli İzollu aşiretinin önderi ve MHP’nin de
desteğiyle seçilen bağımsız belediye başkanıydı. Aynı tarihlerde aynı kişi
tarafından gönderilen iki ayrı paket daha vardı. Biri Alevi kökenli aşiret
önderi ve CHP Kahramanmaraş Pazarcık ilçe başkanı Memiş Özdal, diğeri de Sünni
bir aşiretin önde gelen mensubu ve Adıyaman vali yardımcısı Abdülkadir Aksu idi.
Memiş Özdal’a gönderilen paket iki posta çalışanı tarafından açıldı ve
patlamada bir postacı hayatını kaybetti. Hamit Fendoğlu’na gönderilen bomba 17
Nisan 1978 günü elinde patladı ve ardından Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Abdülkadir
Aksu’ya gönderilen bomba Malatya olayından dolayı emniyet güçlerince bombalı
paket olduğu şüphesiyle güvenlikli bir şekilde patlatılmıştı. Bu olay
göstermiştir ki bölgeyi yangın yerine çevirecek tam bir Alevi-Sünni çatışması
planlanmıştır. Üç ilimizin ateşe atıldığı ortadadır.
Malatya olayları, Maraş olaylarının adeta
küçültülmüş bir örneğidir: 1. Olaydan öce ildeki sağcı polislerin tayini çıkarılmıştır.
2. Öldürme ve provokasyon yapılmıştır. 3. Başbakan ve önlem alabilecek bütün
merciler aranmış, ancak zamanında yardım gelmemiştir. Dönemin Malatya
Valisi Cahit Bayar, olaydan önce sağ görüşlü polislerin tayinine polisteki
dengeyi bozacağı için izin vermediğini, çıkabilecek olayları, durumun
vahametini Başbakan Ecevit’e ve diğer ilgili makamlara bildirdiğini
söylemiştir: “Farklı etnik unsurların bulunduğu illerde adaletli ve dengeli
davranma zorunluluğu göz ardı edilerek gelişi güzel, (belki de kasıtlı)
tayinlerle bir gerginlik ortamı oluşturulmuştu... Kitlesel bir tayin zihnimi
karıştırdı. Polisin sağ kesimi (biri hariç yanlış hatırlamıyorsam elli polis),
Malatya’dan alınıyordu. En azından, birbirlerini kontrol edebilmeleri açısından
her iki kesimi de muhafaza etmek zaruriydi. Bu tayin olayı sadece partizanlık
olarak algılanabilirse de, bende büyük bir olaya hazırlık intibaı yarattı ve bu
tayin emrini uygulamadım. Maraş’ta bu türden bir tayin emrinin yerine
getirildiğini haricen öğrendim… Bir vali olarak yaptığım bütün uyarıların
nazarı dikkate alınmadığını üzülerek gördüm. Hatta öylesine ki; olaylara asker
yardımı çok geç geldi ve hiçbir müdahalede bulunmadı. Bombalama olayının bir
Alevi-Sünni ayrışmasını hedeflediği (Maraş-Sivas ve Çorum olaylarıyla görüldüğü
gibi) anlaşılmaktadır. Olayın faili bulunmadı veya bulunamadı. Muhtemelen bu
bir ’servis işi’ ve nisyana terk edildi.
(Bombalı paketler için Kissinger’ın öğrencisi Ecevit, hemen sorumlu bir adres
buluvermişti: Bombaları Atom Enerjisi Kurumunda, ülkücüler imal etmişti. CİA,
bir taşla iki kuş birden vuruyordu. Hem Atom Enerjisi Kurumu, hem de bölgedeki
olayların sorumlusu gibi gösterilerek MHP ve Ülkücüler yıpratılıyordu. Bunun
koskoca bir yalan ve iftira olduğu hemen ortaya çıkacaktı.
Gözaltılar, sorgular, işkenceler… POL DER’li işkenceciler tarafından sorgulananlara,
her yerde, “Emri Türkeş’ten aldım de, kurtul” deniliyordu.
Güneş Balçıkla
Sıvanmaz
Tahrikler arka arkaya geliyordu; Malatya, Sivas, Elazığ olayları…
5 Kasım 1978’de Adana’da “Bağımsız Kürdistan” mitingi yapıldı. Maalesef bu
kışkırtma bile yetkilileri uyarmaya yetmedi. Maraş olayları daha çıkmadan
engellenebilirdi.
Maraş’taki ilk kitlesel eylem köylülerin mazot zammını
protesto için yaptıkları eylem oldu. CIA’nın Maocu solcularınca; Aydınlık ve
TİKP tarafından örgütlenmişti. Traktörler şehrin girişinde durdurulmuş ama
köylülerin yürüyüş yapmalarına izin verilmişti. Yürüyüşte bölücü Kürtçülerin üç
renkli bayrağı açılmıştı.
Halk olaylarla, öldürmelerle, pankart ve bildirilerle… tahrik
ediliyordu. Olayların önlenemez boyutlara geleceği görülüyordu. Sağduyu
sahipleri dillerinin döndüğünce bütün makamları uyarıyordu. Türkeş, Malatya’da
yaşanan olayların benzerlerinin Maraş ve Erzurum’da yaşanabileceğini söyleyerek
Hükümeti uyarmıştı. Nisan ayında Kahramanmaraş'ta Pol - Der'li polis
kılığındaki militanların emniyet müdürlüğündeki işkenceleri ve
kanunsuzluklarını incelemek üzere gönderilen Milliyetçi Hareket Partisi
Parlamento Heyeti, dönüşünde kamuoyuna şu açıklamayı yapmıştı ve ilgilileri
şöyle ikaz ediyordu: “Kahramanmaraş'ta halkın yöneticilere karşı sevgi ve
saygısı son derece azalmış ve güvensizlik belirmiştir. Bu arada, Maraş Valisi
ve Emniyet Müdür ve amirleri tamamıyla Pol-Der mensubu bir kısım polislerin,
bilhassa mahallin Pol - Der Başkanı polis memuru Fahri Öksüz'ün emrinde olduğu
ve işkence tertibini Pol-Der'in yürüttüğünü mahallen tespit etmiş, müşahede
etmiş bulunuyoruz. Ciddi tedbirler alınmadığı takdirde, yeni ve büyük olayların
çıkması kuvvetle muhtemeldir.”
Olaylar öncesinde MİT uyarmıştı. Vali uyarılmıştı. Hükümet uyarılmıştı. Genelkurmay
Başkanı Evren olup bitenleri ayrıntılarına kadar biliyordu; bölgedeki durumu
bizzat komutanlarından dinlemişti.
CİA ajanı ABD Büyükelçiliği 2. Kâtibi Robert Alexander Peck,
Sivas, Amasya, Malatya, Erzurum, Elazığ gibi Maraş’ta da “incelemelerde”
bulunmuştu. Peck’in devlet, iş ve siyaset çevresinden görüştüklerine hep aynı
soruları soruyordu. Bu sorular ABD’nin Türkiye’de ne yapmak istediğini göstermektedir.
Amasya Belediye Başkanı Gündüz Türene sorulan sorular: “ 1. Amasya’da Sünnilerle
Alevilerin oranı nedir? 2. Amasya’da genel nüfusa göre işçilerin oranı nedir? 3.
Amasya’da solcu mu daha çok sayısal olarak, sağcı mı? 4. Amasya’daki çatışmalar
mezhepsel, etnik ya da sağ-sol çatışmasından mı kaynaklanıyor? “ CIA ajanı Peck
hangi şehre uğramışsa, orası kan gölüne dönmüş, Çorum Olayları sırasında da
Çorumda görülmüştü.
Sayım Memurları!
Aralık ayına gelindiğinde Kahramanmaraş’ta özellikle Alevi
yurttaşların çoğunlukla yaşadıkları mahallelerde “nüfus sayımı” yaptığını
söyleyen veya kendisini PTT görevlisi olarak tanıtan “memurlar” dolaşmaya
başlamıştı. Bunlar evde yaşayanlar hakkında bilgi topluyor ve evleri kırmızı
boyayla işaretliyordu. Sonradan, sadece boya ile işaretlenmiş evleri ateşe
verdikleri ve içindekileri öldürdükleri anlaşılacaktı.
Milli Piyangocular!
Şehirde yaşanan bir gariplik de, otellerde Milli Piyango
satıcı olduğunu söyleyen “konukların” varlığı idi. İçişleri Bakanı İrfan
Özaydınlı’nın hazırlattığı bir raporda şöyle deniyordu: “19-25 Aralık 1978
tarihleri arasında Kahramanmaraş otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan
araştırmada, kent dışından gelen 26 tane seyyar piyango bayii bulunduğu tespit
edilmiştir. Kahramanmaraş ilinde yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve
19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek
kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı
uyanmaktadır.”
Çıkacak olaylardan haberdar olan, gereken tedbirleri
almayan, olaylardan sonra da derhal müdahale edemeyen bir Başbakan,
Çıkacak olayların farkında olan ve olaylar çıktığında
seyreden bir Genelkurmay Başkanı,
Olayları seyreden veya bizzat içinde yer alan kamu
kuruluşlarının müdürleri,
Maraş’ta her kademede Marksist Leninist kadrolaşmayı
sağlayan CHP,
Maraş’ta faaliyet gösteren anarşist-terörist Marksist-Komünist,
sol örgütler: TKP/ ML DHB, HALKIN BİRLİĞİ, THKP/C DEV-SAVAŞ, PKK, APOCULAR. TİKP’nin
yan kuruluşu PDA’nın Sosyalist Gençler Birliği; THKO-GMK yan kuruluşu (MYDGD)
Maraş Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği, TKP’nin yan kuruluşu DİSK, AHO, KÖY
KOOP, Maraş Halk Evleri, TÖB-DER, POL-DER, Demokratik Sol Kitle Derneği
Bunların içine yerleşmiş bazı Taşnak kalıntısı Ermeni
militanlar.
CİA ajanlarınca tahrike ve tahribe hazırlanmış Kürt
vatandaşlar,
CİA ajanlarınca tahrike ve tahribe hazırlanmış Alevi
vatandaşlar,
CİA ajanlarınca tahrike ve tahribe hazırlanmış Sünni
vatandaşlar,
Bütün okullardaki öğrencileri zorla cenaze merasimlerine ve
Yürük Selim Mahallesine götüren TÖB-DER,
Bu cenaze merasimlerinden öğrencilerin kaçamaması için
kordon oluşturan, olayların ve tahriklerin bizzat içindeki POL-DER,
Başta Aydınlık, Cumhuriyet ve Milliyet gibi gazeteler olmak
üzere bölücülüğü ve mezhep çatışmasını körükleyen, çanak tutan Basın organları,
ABD görevlileri, CİA ajanları; diğer ülkelerin ajan ve
kışkırtıcıları: Nüfus sayımcıları, Milli piyangocular… (Olaylarda öldürülen ve
kimliği belirlenemeyen “sünnetsiz” kişilerin bunlar olduğu düşünülüyor.)
…
CIA’nın denetimindeki bölücü sol örgütler. Ermeni Garbis
Altınoğlu’nun yönetimindeki TKP/ML-DHB (Türkiye Komünist Partisi/
Marksist-Leninist Devrimci Halkın Birliği) örgütü üyeleridir. Zaten “Beş-altı aylık
çocuğun bacaklarından tutup ikiye bölünmüş, karnından bıçaklanmış kadın, çocuk,
genç, ihtiyar cesetleri” Ermeni Taşnaklarının olaylardaki damgası, mührüdür.
Diğer Marksist örgütler de olaylara benzin dökmüştür.
Maraş olayları, hiç kuşkusuz, her yönü büyük bir titizlikle
kurgulanmış bir CİA harekâtıdır. Kenan Evren’in yazdığı gibi olaylar MHP’li
militanlar ve dinci yobazlar tarafından başlatılmamıştır.
MHP ve Ülkücülerin olayların sorumlusu olmadığı, mahkeme kararıyla sabittir. Olayları
sorumlusu, İrfan Özaydınlı’nın dediği gibi sol örgütlerdir. Sıkıyönetimin İlanı
hakkındaki TBMM görüşmesinde, İçişleri Bakanı yaptığı konuşmada “…22 Aralık
1978 günü Endüstri Meslek Lisesi öğretmenlerinden 2 öğretmen evlerine giderken
vurularak öldürülüyor. Ertesi gün yani 22 Aralık Cuma günü, cenaze merasimi
için aşırı sol fraksiyonların tahriki ile topluluk Devlet Hastanesinde
toplanıyor ve camiye doğru yürüyüşe geçiriliyor. Burada Kahramanmaraş için
gerçekten üzüntü veren aşırı sol fraksiyonların sloganları atılıyor…” dedi.
Aynı görüşmede MHP adına konuşan Sadi Somuncuoğlu incelemeler için
Kahramanmaraş’ta bulunan Nevzat Kösoğlu’ndan aldığı bilgileri aktardı: “Sayın milletvekilleri;
Kahramanmaraş'tan gelen acı haberler halâ kesilmedi, birbirini kovalıyor. En
son olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan dört milletvekili olay
mahalline gitmişti. Oradan bize gönderdiği son bilgileri huzurunuzda okuyarak
konuya girmek istiyorum: «Olaylar bir Alevi - Sünni çatışması değildir.
Vaktiyle Nurhak dağlarında başlatılmış olan kır gerillası hareketinin, şehir
gerillası hareketine dönüştürülmesinden ibarettir... Hareketin uygulayıcıları
Mao'cu Aydınlık grubudur. Bunları tutan basın, aylardan beri bu gelişmenin
hazırlığını yapmıştır. Aynı grubun buradaki militanları ise fiili hazırlığını
ve silah teminini yapmıştır. Nitekim bunların önderi Mehmet Taşkesen
hadiselerin başlatıcısı ve öncüsü olmuştur. Kahramanmaraş’taki bu hazırlıklar, birkaç
ay evvel oraya göndermiş olduğumuz parlamenter heyetimizce görülmüş, ilgili bütün
merciler uyarılmış, hatta bir Gensoru konusu yapılmış, buna nağmen ilgililer
gerekli tedbiri almamışlardır. Hükümet bir yandan Kahramanmaraş'ın hassas bölge
olduğunu ilan ederken, diğer yandan bu şehirdeki resmi müesseselere bölücü ve
aşırı solcuları tayin etmiştir. Emniyet, Milli Eğitim ve bütün okullar ve YSE
gibi kuruluşlar bunlar arasında sayılabilir. Bunlar Mao'cu olarak bilinen
grubun buradaki mevzilenmesine zemin hazırlamışlardır. Mezhep ayrılıklarını
Mao'cular maalesef malzeme olarak kullanmışlardır. Bu tayinler cümlesinden
olarak, Kahramanmaraş'ta bulunan Pol-Der'li Marksist polisler aylardan beri
işkencelerini devam ettirmişlerdir. Öyle ki, bu işkence hadiseleri Kahramanmaraşlıların
her gün, konuştuğu bir mesele haline gelmiş ve gerilimi büyük ölçüde
artırmıştır.
Bütün bu gelişmelerin sonunda hadiseler şu tarzda patlak
vermiştir:
A) «Güneş Ne Zaman Doğacak» filminin oynandığı sinemaya söz
konusu Mao'cu gruptan bir kişi tarafından bomba atılmıştır.
B) 21.12. 1978'de iki öğretmen siyasi olmayan bir sebepten
dolayı öldürülmüş olmasına rağmen, bunu istismar eden aşırı solcular o gece
mahallelerdeki bazı evleri taşlamışlardır.
C) Aynı gün Elbistan'da eski Cumhuriyet Halk Partisi Senatörü,
Avukat ve sonradan partimizin üyesi olan Hilmi Soydan bir suikast sonucu
öldürülmüştür.
D) İki öğretmenin cenaze törenine katılanlar, kadın ve erkek
silahlı militanlardan oluşuyordu. Cenaze korteji cenazeyi Ulu camiye doğru
gelinirken bazı sağcı milliyetçi tanınan vatandaşlarımıza ait dükkân ve
işyerleri yakılıp, tahrip edilmiştir.
E) Ulu Camiye yaklaşan kalabalık, haşa, «Muhammed'in
piçlerine burayı mezar edeceğiz» diye bağırmışlardır. … Camide bulunan cemaat
ise bu «tavır yüzünden, cenazeyi camiye sokmak istememiştir. Cemaati tahrik
edenler, cenazenin istismarcılarıdırlar. Bu sırada camide tedbir alan
Pol-Der'li polisler havaya ateş etmişlerdir. Polislerin ateş açması askeri birlikler
tarafından bir ara önlenmiş, ancak silah sesi üzerinle halk, cami önünde
yığılmıştır. Cenazeyi askerlere bırakan silahlı militanlar, Yörükselim
mahallesine doğru çekilirken bazı dükkânları tahrip etmiş, bu arada 'Milliyetçi
Hareket Partisi Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş'ın ve bazı
vatandaşlarım evlerine silahla tecavüzde bulunmuşlardır… Yukarıda anlatmaya ve
sıralamaya çalıştığımız olaylar, Kahramanmaraş'ta Sünnisiyle, Alevisiyle hepsi
Türk ve Müslüman olan birçok vatandaşımızın ölümüne ve yaralanmasına sebep
olan, olaylar zincirimin birkaç halkasından ibarettir. Bunların bir araya
gelmesi ve bahsettiğimiz Mao'cu Aydınlık Grubunun tahrik ve kışkırtmalarının
neticesi, Kahramanmaraş’ımız kana bulanmıştır…”
Mecliste İçlerinde Hasan Fehmi Güneşin de bulunduğu bazı
CHP’li vekillerin sık sık hakarete varan sataşmalarla böldüğü konuşmasında Sadi
Somuncuoğlu, onlara “İçişleri Bakanı, biraz önceki konuşmasında
«Kahramanmaraş'taki vahşeti sol fraksiyonların başlattığını» söyledi. Bu
sözleri, iktidarın başının günlerce iç savaş kışkırtıcılığı yapan, komünist
fraksiyonların ihanetini gözlerden gizlemeye çalışan beyanlarıyla
karşılaştırmanızı ve vicdanlarınızın önünde hesabınızı kendinize vermenizi rica
ediyorum …kesinlikle söylüyoruz ki, Kahramanmaraş'taki kanlı olaylar mezhep
kavgasının sonucu değildir...” dedi.
(Meclis’te İrfan Özaydınlı öyle dediydi, demediydi tartışması yapıldı.
Zabıtlara bakıldığında görüldü ki Bakan böyle demiş. Bunun üzerine görüşmeler
devam ederken CHP grubu toplandı ve Özaydınlı’nın bakanlığı, o toplantıdan
sonra düşürüldü. Yerine de aranan DEV-SOL liderini makam aracına alıp Birinci
Ordu Karargâhına gidebilecek kadar pervasız, sorgucu, işkenceci, düzmece
itirafçı imal eden… Hasan Fehmi Güneş Bakan yapıldı.)
Sayın Sadi Somuncuoğlu’nun Meclis’te aktardığı bilgiler,
İrfan Özaydınlı’nın da aralarında bulunduğu her partiden milletvekillerinin taptaze
gözlemleriydi. Ancak Ecevit ve Hasan Fehmi Güneş, ısrarla olayı MHP ve ÜGD ile
ilintili bir Alevi-Sünni çatışması olarak göstermek istiyordu.
Olayları başlatan bombayı, Ökkeş Şendiller değil DEV SAVAŞ
mensubu Hasan Aydın atmıştır. Olayları ateşlemek için öldürülen TÖBDER ve TİKP’li
öğretmenleri “kahpece” öldürenler de ülkücüler değil DEV SAVAŞ örgütüdür. Bu da
mahkeme kararıyla sabittir.
(Suçluların önemli bir kısmı yakalanmış, yargılanmış ve idam cezası almışlar,
çıkarılan afla serbest kalmışlardır.) Ayrıca müdahil avukatların MHP hakkında
Cumhuriyet Başsavcılığına başvurulması hususundaki istemleri ve ÜGD
Kahramanmaraş şubesinin kapatılmasına ilişkin istemin reddine karar
verilmiştir. Olayları
Alevi-Sünni çatışması gibi görmek ve göstermek isteyenler bu gerçeği kabullenip
söylemlerini gözden geçirmelidir. Milletimizin onca işkenceye rağmen
sağduyusunu kaybetmemiş olmasından dolayı Sayın Ökkeş Şendiller(Kenger)’e şükran,
onu katil gören veya gösteren bütün solcuların da bir özür borcu vardır. Askeri
Mahkemelerin yargılamalar sonucu ulaştığı bilgiler Sadi Somuncuoğlu’nu haklı
çıkardı. Güneş balçıkla sıvanamazdı ama çamur atılmış, izi de kalmıştı.
Maraş Olayları sıkıyönetimin ilanıyla sonuçlanacak,
sıkıyönetimle güçlenen Evren 12 Eylül 1980 Darbesini yapacak, kanunsuz aramalar
ve kurulan tezgâhlara dayanılarak yurt çapında yakalanan MHP’li ve Ülkücülere
C-5lerde korkunç işkenceler yapılmaya başlanınca ABD’nin bütün olayların
faturasını MHP ve ülkücülere kesmek niyeti daha da belirginleşecekti. Çünkü
Amerikan yöntem ve teknikler kullanılan sorgu ve işkencelerde, Ökkeş Kenger’e
ve daha binlerce kişiye POL-DER’li işkencecilerin ve bazı sorgulara bizzat
katılan Bakan Hasan Fehmi Güneş’in söylediği şey aynıydı:
“Bana Türkeş emir verdi de, kurtul!” Ökkeş Kenger’i işkencede sorgulayanlarla 12
Eylülden sonra Mamak’ta ülkücüleri sorgulayan C5 sorgu ekibi aynı ekipti! 1978’de
Maraş olayları dolayısıyla MHP’ye, ÜGD’ye ve Ökkeş Kenger’e kurulan tezgâh
nasıl beraatla sonuçlandıysa 12 Eylül 1980’de MHP ve Ülkücü Kuruluşlar’a
kurulan tezgâh da, -geç de olsa- açığa çıkacaktı.
ABD ve CİA, bunca elemana ve yerli işbirlikçiye, her yalana
kanabilen saf insanlara dayanmasına rağmen, bence Maraş’ta istediğini yine de
elde edememiştir. Ancak çalışmaları artarak sürmektedir. Buna karşılık apaçık
ortada olan dava dosyalarına göre suçlular da belli olduğuna göre her kesimin
yazarları da bu olayların şahitleri aramızdan ayrılmadan olayların karanlık
kısımlarını aydınlatmalıdırlar.
Kanlı Maraş olaylarını “Sünniler Ulucami’de solcu öğretmenlerin
cenaze namazının kılınmasına izin vermediler. Çıkan olaylar büyüdü. Sünniler
alevi mahallelerine saldırarak daha önce işaretledikleri evlerdeki Alevileri
genç yaşlı, kadın erkek, hamile, çoluk çocuk demeden kestiler.” şeklinde
anlatanlar, kim
olursa olsun, CIA’nın borusunu çalmaktadır. CİA ne kadar etkili ki, bugün hâlâ Maraş
Davalarında olayları çıkaran başkişi olarak yargılanan ve beraat eden Ökkeş
Şendiller(Kenger) çeşitli basın organlarında ve internet sitelerinde kelime
oyunlarıyla suçlu gibi gösterilmeye çalışılıyor. Tam burada, kendisi gibi bir
solcu tarafından Rus ruleti oynarken öldürüldüğü halde sanki bir ülkücü
tarafından vurulmuş gibi gösterilen Mustafa Kuseyri olayını hatırlayalım. Olayın
aslını Doğan Avcıoğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Doğu Perinçek gibileri biliyordu
ama koca koca üniversite hocaları, hukukçular, parti yöneticileri olayı
istismar edip Faşizmi protesto yürüyüşü yapmışlardı.
Basın da bu çarpıtmaya çanak tutmuştu. Ne yazık ki basının önemli bir kısmı,
gerçekleri çarpıtma ustası solcuların elindedir. Ökkeş Şendiller’in hâlâ binlerce
internet sitesi tarafından suçlu ilan edilmesi hukuk rezaletidir. Meydan
Larousse gibi ansiklopedileri tazminata mahkûm ettirmiş olması
hain yalanların önünü kesmeye yetmemiştir. Adaletin bu konuda hızla çalışıp,
kanayan, kanatılan yaraların bir daha istismar edilemeyecek şekilde kapanmasına
yardımcı olması gerekir.
Bu ülke, adına ne derseniz deyin Türk yurdudur. Alevi-Sünni,
Türk-Kürt bir bütündür. Yedi değil, yetmiş yedi düvel de gelse, Allah’ın
izniyle bu birliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Önümüzdeki günlerde ABD
ve CİA tarafından, bir ihtilalin altyapısı olmak üzere, ekonomik sebeplerle
halkın sokağa dökülmesinin teşvik edilebileceğini, bu eylemlere Kürt
vatandaşlarımızı, Alevi-Sünni vatandaşlarımızı yönlendirip, çatıştırmak isteyebileceklerini;
oyunlara, tahriklere kapılmamamız gerektiğini ilave etmek isterim.
Yolumuz, Türk milletinin hâkimiyetini tek yol gören Atatürk’ün
yoludur.