Yazımda, “Şair” ve “Şiir” için ilgililere çeşitli sorular
sormuştum, izin verirseniz birlikte göz atalım:
1. Gazetecilere: “Hem öğretmen, hem de şair
yazar olarak ‘Çankırı edebiyatına önemli katkılar sunan; şair-yazar kişiliği
ile tanınan’ bir şahsın vefat haberini verdikten hemen sonra, gazeteci
arkadaşımızın oturup Şair’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermesini,
eserlerini tanıtmasını, şiirlerinden örnek vermesini bekledim. Yok, yok. Hadi haber acildi, bulamadı, koyamadı diyelim.
Çankırı için böylesine önemli biri için daha önce hakkında hiç haber yapılıp,
yazı yazılmaz mı?”, “Gazeteci arkadaşlarım. Siz özgeçmişe, hayat hikâyesine
daha yakındınız. Ölen bir şair; elinizde hiç mi bir şiiri yok, ekleyemediniz
mi?” (Maalesef aradan bir hafta geçmesine rağmen bir değişiklik olmadı.)
2. Öğretmenlere: “Çankırı’da bir okul öğretmeni onu okullarına
davet etmiş, öğrencileriyle tanıştırmış. Güzel ama orada fotoğraflar, öyle
uzaktan çekilmiş. Şairden çok öğretmen ve öğrenciler öne çıkmış. Acı acı
düşündüm, neden insanlar yaşarken kıymetli insanlara hak ettiği değeri vermez?
İlgilenmez. İlgilendiğinde de onu değil kendini öne çıkarır?”
3. Sanatçılara, edebiyatçı ve şairlere:
“Sadık Softa bir yazısında “…güzel şiir okuyanlardan birisi de şüphesiz Sadık
Çakırsipahi. Çakırsipahi, Çayasad şairlerinin isteklerini geri çevirmeyerek o
güzel şiirlerinden birkaçını kendi sesinden yorumladı. Bunlardan birisi de
benim çok sevdiğim “Kentlerde” şiiri idi. Sayın Çakırsipahi, keşke “Kentlerde”
şiirin biraz daha genişleterek bütün kentleri anlatan dizlerle genişletse
demekten kendimi alamıyorum.[5]
diyerek aklınca ona ayar vermiş. Sorsanız, Sadık Çakırsipahi’nin o gün okuduğu
şiirlerin ses kaydı nerede deseniz, cevabı yoktur!”, “Ey anlı şanlı Çankırı Şairler
Yazarlar Derneği, bakalım Şair Sadık Çakırsipahi’yi Türkiye’nin gündemine nasıl
taşıyacaksınız? Nasıl anacak, hakkında neler yapacaksınız? Ey şair yazar
arkadaşları, kaleminiz nerenizde? Bugün O’na ise yarın sizedir! İyi bir şair
değildi ise neden aranızda gözüküyordu? Yok, iyi bir şair ise ona verdiğiniz
değer nerede?” (Aradan bir hafta geçmesine rağmen hâlâ bir biyografisi
hazırlanıp kamuoyuna sunulamadı.)
4. Türk Miileti’ne:
“Parıldadığına göre O bir yıldızdı. Türk Milleti, bir yıldızın söndü. O yıldızı
öğretmenliğin çileli yollarında yalnız bırakıp, Türk Edebiyatı’na kazandırmayan
edebiyat dünyamıza ‘saygılarımı’ sunuyorum. Fotoğrafta ben daha iyi çıkayım
çabasından ileri gitmeyen ‘aydınlarımız, sanatçılarımız’ farkında mısınız; bir
şair öldü? … Sözün özü, mücevher kaynayan dağlarımızda, kadrini kıymetini
bilmeyen çobanlar, elmasları sapan taşı olarak kullanıyor. Yazıktır.
Sipahioğlu’nu öldüren işte bu vurdumduymazlıktır; güzelliğe, estetiğe, güzel
şiirlere, güzel insanlara reva görülen vahşi ilgisizliktir. Kendilerini
parlatmaktan başka bir şey düşünmeyenler, ne yazık ki gerçek kıymetleri
unutulmaya terk ediyor. Bu yüzden ölen Şair değil, şiirdir; kaybeden ise Türk
şiiridir.”
Bu yazı üzerine iki gelişme oldu:
1. Şairi hiç tanımadan hakkında böyle bir yazı yazmış
olduğum için birçok insan bana teşekkür etti. “Türklerin arasında, dağ
köylerinde, kasabalarda kıymeti bilinmeyen nice çok değerli vatan evlatları
vardır... Onları ilgisizlik öldürür.” “Ne yazık ki yaşarken kıymetini
bilmediğimiz nice cevherler var aramızda...” “Kim bilir ne yıldızlar böyle
sessizce kaydı gitti...“ “...Maddi dünyanın boyalı sahte yüzü ile o kadar yoğun
yaşıyoruz ki kıymetli değerli nediri unuttuk. Unutmak masum kalır. Faydacı
kötücül yanımız, sade ve mütevazı kişileri görmezden geliyor. Nedense
birilerinin kıymetli ve saygıdeğer olması için ötelere göçmesi gerekiyor. Bu
yazı aksayan hastalıklı yanlarımızı görmek ve düşünmek için bahane olsun
lütfen. Yıldızmış hakikaten, gittiğinde bile bize kendimizi onarmamız için
ortaya gidişinin garipliğini koymuş.” diyerek bana katıldılar.[6]
2. Şairin yakın çevresinden, Çankırı Şair Yazarlar
Derneği’nden kendisi de bir şair olan Sayın İlknur Han, -muhtemelen derneği
adına- bir mektupla bana yazdıklarımda pek çok doğru noktaların olduğunu (doğru
olmayan noktaların da varlığını?) bildirdi. Sayın Han’ın mektubunu noktasına
virgülüne dokunmadan sunuyorum:
“Sayın Küçükyıldız, Sadık Çakırsipahi hocamızın vefat
üzerine yazdığınız yazı ve paylaşım da pek çok doğru noktalar var. Bu da
yaşarken pek çok sanatçının değerinin bilinmemesi, ki, bu nokta Sadık hocamla
birlikte yaptığımız sohbetlerde de konuştuğumuz konulardandı. Kendisi hem
insan olarak hem şair olarak benim için çok değerli ve özel bir insandı. Onun değerini
teslim etmek üzere, literatürde yerini alması anlamında, Çankırı belediyesi
tarafından çıkarılan Araştırmalar Dergisinde (hakemli dergidir) hocamın
yaşamını ve eserlerini konu alan bir yazıyı ben yazdım ve yayınlandı. Aynı
şekilde Çankırı Karatekin gazetesinde (köşe yazdığım üç yıl içinde) Sadık
Çakırsipahi ile yaptığım, -yaşamı, eserleri, edebi kişiliği- ile ilgili bir
yazıyı ben yazdım, ve başka yazılarım da da hocamın şiirleri zaman zaman yer
almıştır. Çankırı dan ayrılmadan önceki 5 yıl boyunca Cayasad etkinlikleri
dahilinde yıl boyunca her cuma akşamı şiir sohbetlerinde tüm şairler olarak bir
arada idik. Bu anlamda birbirimizin değerini de, önemini de iyi kavramış bir
dernek olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu değerin ulusal düzeye yayılamamış olması hepimizin yarasıdır. Çayasad Ekim 2019 da sokakta Sonbahar Şiir
dinletisi yapmıştır. Bu dinleti Sadık hocama bir vefa gecesi niteliğinde
sürpriz bir dinleti idi. Ancak kendisi rahatsızlığı nedeni ile dinletiye
katılamadı. Biz sonbahar yaprakları ile bezeli sokakta şiirlerimizi onun için
okuduk. Ertesi gün evinde ziyaret ettim Konuyu duyunca çok duygulandı. Ben o
gün Ankara'dan kalkıp, o sokakta hocam için bir şiir okumak amacı ile Çankırı
ya gittim. Bu önemin derecesini anlayabiliyor musunuz. Çayasad Aralık ayında
hocamıza vefa gecesi için tekrar bir şiir dinletisi yaptı ve Sadık hocam,
şiirleri ve sevenleri buluştu. Görünüşte orta boylu, zayıf, oldukça mütevazi
olan bu insanın sahnede şiir okurken ne kadar büyüdüğünü gören şanslı
insanlardan biriyim. Yazınızı görünce hem bazı yanlış saptamalarınıza katkı
sağlamak, hem bazı konularda bilgi paylaşmak adına bu yorumu yazmak istedim.
Ben üstadım, hocam, dostum, abim dediğim güzel bir insanı kaybettim. Derin bir
üzüntü içindeyim. Çayasad ailesi olarak acımız sonsuz. Bu vesile ile Sadık
hocamla ilgili dile getirdiğiniz güzel yorum ve dilekler için teşekkürler.”
Bu mektubu cevapsız bırakmak olmazdı. Anlaşılması ümidiyle
şunları yazdım:
“…Sadık Çakırsipahi'nin internet ortamında öz geçmişi,
şiirleri, düz yazı örnekleri ve hakkında başka bir yazı bulunmaması beni bu
yazıyı yazmaya sevk etmişti. Sözünü ettiğiniz 1. Çankırı Araştırmaları
Dergisinde Şair'le ilgili yazınızı, 2. Çankırı Karatekin gazetesindeki
yazınızı, 3. Diğer yazılarınızda yer verdiğiniz şiirlerinden örnekleri hemen
araştıracağımdan emin olabilirsiniz… Sizin, çok yakın olduğunuz Sadık
Çakırsipahi'ye vefa için sonbahar yapraklı sokakta düzenlenen şiir akşamına
başka bir şehirden gelerek katılmanız ne kadar güzel. Ona verdiğiniz önemi
anlayabiliyorum. Kendisi o geceye maalesef rahatsız olduğu için katılamamış.
Ertesi günü gidip siz anlatmışsınız. (Keşke birlikte gidip şiirlerini yüzüne
okusaydık dediğiniz oldu mu?) Acaba o geceyi anlatan bir yazı yazıldı mı, yahut
siz böyle bir yazı yazdınız mı? Aralık ayında aynı vefa gecesinin tekrar
yapıldığını söylüyorsunuz. İnşallah o gecenin ses ve görüntü kayıtları vardır.
Böyle toplantılar sadece birilerini hatırlamak için değil geleceğe iz bırakmak
için yapılacağına göre kayıtla, gece hakkında yazılar vb. olmalı diye
düşünüyorum. Zira yazımı yazarken, belki de o kadar iyi bir şair değildi, iyi
bir öğretmen değildi gibi düşüncelere de kapılmış, acaba anılmasına vesile
olmakla iyi mi yapıyorum, diye düşünmüştüm. Beni çok mutlu eden aşağıdaki
cümlenizi okumak, yazımda yapmış olduğum hatalarıma, bu hatalardan dolayı
ayıplanmama ve üzüntüme değer, diye düşünüyorum: "Görünüşte orta boylu,
zayıf, oldukça mütevazi olan bu insanın sahnede şiir okurken ne kadar
büyüdüğünü gören şanslı insanlardan biriyim." Dediğim gibi, sizin Şair
Sadık Çakırsipahi hakkındaki yazılarınızı ve başka yazılarınızda kullandığınız
şiirlerini, hakkında yazılmış diğer yazıları hemen şimdi araştıracağım.
Bulamazsam başınızı ağrıtmaktan korkarım. Bu vesileyle Şairin sahipsiz
yaşamadığını, hayatında hak ettiği ilgiyi gördüğünü, öğrencilerinin onunla
ilgili yayınlar yaptığını, şair arkadaşlarının düzenlenen geceye dair duygu ve
düşüncelerini paylaştıkları ve Sadık Çakırsipahi'nin şairliğini ve şiirlerini
anlattıkları yazılar yazdıklarını, İl Kültür Müdürlüğü'nün kitaplarının
basımına ve dağıtımına katkıda bulunduğunu vb. gibi bilgileri benimle
paylaşabilecek, Şair'i yakından tanıyan başka kıymetli insanlar da varsa,
lütfen onlar da benim yanıldığımı yazsınlar. Bundan ancak mutluluk duyarım… “
Bu mektuplaşmamızdan sonra İlknur Han hanımefendinin
başkanlığında çıkarılan Çankırı Araştırmaları Dergisinde sayın Sadık
Çakırsipahi hakkında yazmış olduğu makale Çayasad feysbuk sayfasında
yayınlandı.[7]
Mektup teatimiz burada bitmedi. Sonraki mektuplarından birinde
Sayın İlknur Han, “Çayasad bir aile, herbirimiz birbirimizin kıymetini bilen,
birbirini destekleyen ve takdir eden bir aile. Çayasad şairlerinin herbiri bir
değer. Temelde Çayasad ı tanır ve anlarsanız sorularınızı daha kolay ve
anlamlandırarak cevaplarınız. Çayasad gerek hocamız hakkında yazılanlar la
ilgili gerek hocamızın yazı ve eserleri ile ilgili bir kaç link ilk anda
paylaştı, siz de sayfanızdan paylaşmıssınız, endişelerinizin büyük bölümü
giderildi sanırım. Sadık Çakırsipahi hocamızın anısına ve çalışmalarına ilginiz
için teşekkür. Yolunuz Çankırı dan geçerse, Çayasada uğrayın, hocamızın kitap
ve CD si elde kalmış ise severek hediye edeceklerdir. Son kitabında
seslendirdiği şiirlerinin CD si eşim tarafından yapılmıştır.” diyordu.
Evet, yine biraz uzun oldu galiba ama yazımla ilgili olarak
geldiğimiz nokta budur.
Şimdiki ruh halimi ve ne düşündüğümü açıkça söyleyeyim;
endişelerim giderilmiş değil, tersine artmış bulunuyor. Çünkü buradan, Cide’den
Türk Şiiri’nin can çekiştiğini görebiliyorum.
Mesele Sayın İlknur Han’ın bahsettiği kadar küçük değil.
Yani öyle bir makale, bir cd, bir şiir akşamı[8]
ile düzeltilecek kadar sıradan bir mesele değil. Elbette kendisine ve eşine
Şair Sadık Çakırsipahi ile ilgili çalışmalarından dolayı minnet borçluyuz ama artık
mızrağın çuvala sığmadığını görmemiz lazımdır. Meselenin Sadık Çakırsipahi
olmadığını, asıl sahipsiz olanın Türk Milleti olduğunu; Türk Edebiyatı ve Türk
Şiiri olduğunu, bu sanata gönül verenlerin önlerindeki derin uçurumu görmeleri
gerektiğini, yine kendi göbeğimizi kendimizin kesmek zorunda olduğumuzu
söylemek istiyorum.
Edebiyata ilgi ne kadar ki şiire ilgi olsun? Şairimizin,
şairlerimizin sağlığında ve vefatında görmesi gereken ilgi bu mudur? Şiir, Türkiye’de ne kadar ilgi görüyor? Bunda
şairlerin rolü nedir? Şair yazar dernekleri şiirimize ne kadar hizmet ediyor?
Şiirimiz kuvvetli mi, zayıf mı? İyi şiir yazan şairlerimiz var da görülmüyorlar
mı? Görülüyor, biliniyor, onlara büyük saygı duyuluyor ve milletimize kanaat
önderliği yapıyorlar da acaba halkımız mı haberdar değil? Şiir eleştirisi niçin
yapılamıyor? İyi şiiri kötü şiirden ayırmak neden zor ve daha buna benzer
birçok soru.
Bu soruların cevaplarını edebiyat çevreleri biliyor ama
milletimiz bilmiyor. Kendi penceremden izah etmeye çalışayım ama önce şiirden
ve şairden ne anlıyorum onu belirtmeliyim:
Şiir bütün sanatların önünde ve üstünde yer alan, bir dilin
ulaşabildiği zirveyi gösteren söz sanatıdır. Hiç karı erimeyen bir ulu dağ
zirvesi düşünün, işte o zirve şiirdir. Zirvenin karı her dem mevcut olmasa idi
kenarın karı eriyip toprağı, tabiatı besleyip canlandıramazdı. Kendi başına
olağanüstü etkili olan bu sanat başka herhangi bir sanatın desteğine ihtiyaç
duymadan ayakta durabilecek kudrettedir. Felsefesi, muhtevası ve biçimi vardır.
Bu sanatı icra eden şairler, kendi milletlerin dilini en güzel şekilde bilen ve
bu dil deryasından inciler devşirerek dillerini ve milletlerini yücelten çok
muhterem kişilerdir. İşlenmemiş, zayıf bir dilin şiiri de zayıftır. Şairleri
iyi olan bir dil, bu zayıflıktan kurtulma yolunda demektir. (Türk parası ile
Fars dilini ihya eden Firdevsi Fars milletini ayağa kaldırmıştır.) Elbette şair
destek görmelidir ama bunun için şairin, milletinin kendi yaşadığı döneminin
dilini bildiği kadar, milletinin o döneme kadar olan dilini de iyi bilmesi
gerekir. Yeni ve güzel bir şey söyleyebilmenin yolu söylenmişleri bilmekten
geçer. Sadece kendi tarihindeki değil, başka milletlerin tarihindeki
söylenmişleri de bilmek gerekir. Dünya çapında bir şair olmak başka türlü nasıl
mümkün olabilir? Gök kubbe altında söylenmedik söz yok denir. Eliot’un “Bir
dilin bütün imkânları kullanıldığı zaman, yeni zirveler oluşturmak için dilin
bir süre zenginleşmesi gerektiği” fikrine katılmıyorum. Şair odur ki söylenmiş
olan en güzeli, daha güzel bir şekilde söyleyebilsin. Tabii düşünce başka,
gerçekler başka, hatta birbirine karışmış olabiliyor:
İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza çok güzel şiir örnekleri
sunamadığımız halde yine de bütün çocuklarımız, gençlerimiz şiir yazmış,
bunların bir kısmı yazmayı bıraksa da kalanı yazmaya devam etmiştir. Bir
kıymeti parlatmaya, öne çıkarmaya dayanmayan eğitimimiz gerçek şiire
ulaşabilecek birçok kişiyi yakalayamamış, buna karşılık, şiirle ilgisi olmayan
birçok kişinin de kendini şair olarak görmesine yol açmıştır. Maalesef
Türkiye’de bu kadar cazip başka bir sanat, başka bir meslek yoktur. En aşağıdan
en yukarıya kadar herkes bilir bilmez şiir okur. Atalardan kalan bir meslek
olduğu için âşık bayramlarımız vardır. Orada âşıklarımız uzun uzun uzun şiir
söyleyebildiklerini gösterirler. Ülkenin önde gelen sanatçı ve yöneticileri,
biraz sıkılsalar da bu bayramlara katılıp halkın ruh dünyasına nüfuz etmeye
çalışırlar! Şairler sözün o kadar efendisidirler ki her dönemde iktidar
sahiplerine şiirleriyle yol gösteren kişiler olmuştur! Çok şükür ki şairimiz
sayıca oldukça fazladır.
Şairimiz çok olduğu için şair yazar derneklerimiz de çoktur.
Bu dernekler kendi içlerinde haftada bir toplanıp şiir söyler, müzik dinlerler.
Şiir okunurken geriden gelen ud sesinin şiiri bastırmasının çok da önemi
yoktur. Önemli olan şiirlerin okunmasıdır. Hatta bir büyük kentimizde, bir
büyük edebi kuruluşumuzda olduğu gibi, haftalık edebî konferanslardan sonra
şiir okuma törenine geçilir. Sırayla herkes şiirini okur. Dinleyiciler de zaten
şairlerden oluşmuştur. En nezih sanat dalı, erbaplarının elinde daha da
yücelir! Kendi paralarıyla bastırdıkları şiir kitaplarını birbirlerine
imzalarlar. Çünkü yayınevleri şiir satmıyor diye şiir kitabı basmazlar. Şair ne
yapsın? Şair adaylarının mütevazı çalışmalar buralarda değer bulur mu,
bilinmez. Her yıl birçok il ve ilçemizde şiir şölenleri, buluşmaları ve
toplantıları yapılır. Toplantılara katılmak için koltuğunun altında bir şiir
kitabı olmalı insanın. Toplantıların bir kısmı şair yazar derneklerinin katkılarıyla,
bir kısmı da belediyelerin kültür işleri dairesindeki şair yetkililerin
destekleriyle düzenlenir. Toplantılarda diğer sanat dallarına izin verilmez.
Örneğin, şiir okunurken müzik icra edilmez! Gazinoda müzik icra edilirken yemek
yeniyor mu? Rakının yanındaki meze gibi ne o öyle canım. Arkada şiirle ilgisi
olmayan abuk sabuk görüntüler olmaz! Hele sanal ortamdaki şiirlerde konuyla
ilgisi olmayan görüntüler görmeniz mümkün değildir. Hristiyanlık aşılamaya
çalışan video görüntülerine rastlayamazsınız. Böylelerinin önemli edebiyat
kurumlarında büyük şair diye kitabı yayınlanmaz! Şiir toplantıları demiştik;
sanal basın, gazeteler, televizyonlar, radyolar bu toplantılara olağanüstü ilgi
gösterirler. Burada okunan şiirler eleştirmenler tarafından ele alınıp bütün
yönleriyle değerlendirilir. Şairler tanıtılır, şiire getirdiği yenilikler, yeni
mecazlar üzerinde durulur! Televizyonlarda şiir programları yapılıp Hayati
İnanç hazretlerinin ne kadar derin bir şiir bilgisi olduğu gösterilir; Bedirhan
Gökçe Abimizin şiirlerinden örnekler verilen iftar sahur programları bile
vardır! Ülkemizde şiire her alanda yer verilir. Genç kızların ve erkeklerin anı
defterlerinde, sakızların fallarında, asker mektuplarında hep şiir vardır.
Şairlere önem verilmekte her yıl İstiklal Marşı şairimiz anılmaktadır.
Siyasetçilerimiz, din adamlarımız başları sıkışınca mutlaka şiire başvururlar.
Şaire, şiire en az ilgi ve hoyrat yaklaşım edebiyat çevrelerindedir. Hatta
şairlere birkaç ilin adı geçen bir şiiri için şiirlerini bütün illeri içine
alacak şekilde genişletmesi bile söylenebilir. Sanki boyacı küpü; bir şiir yaz,
şiir şöleni için her gittiğin yerde o ilin, içenin adını koyarak oku, geç git,
ne olacak sanki!
Efendim, bendeniz “Dağdan kestim kereste / Kuş besledim
kafeste / Dediler yârin hasta / Yetiştim son nefeste” gibi nahif halk şiirine
bayıldığım için olacak, öyle her şiiri beğenmem. Sıradan şiirlerde bile sadelik
içinde ihtişam ararım. Önüme şiir diye gelen metni önce bir düzyazı gibi
okurum. Okunabiliyorsa o benim için şiir değildir. Sonra anlattığında
olağanüstü bir durum, duygu, düşünce, estetik yoksa bunu babam da yazar deyip
bir kenara koyarım. Yeni ve güzel bir duyuş, söyleyiş ve benzetiş yoksa o metin
benim için şiir değildir.
Oturduğum evin hayatında çilek yetiştiriyorum. Çilekler suyu
sever. Ben de her seher onlara su verir, saksılarında büyüyen zararlı otlar
ayıklarım. Geçen gün biraz dikkatli bakınca çileğin birinin köküne yakın bir
yerde kendisini çileğin rengine, şekline ve boyuna benzetmiş bir zararlı ot gördüm.
Çilek kadar boyu uzamış, yaprakları çilek yaprağı gibi büyümüş, uzaktan
bakıldığında ayırt etmek zor. Hâlbuki onu daha büyümeden kökünden söküp almış
olmam gerekirdi. Çünkü çileğimin saksıdan alacağı besini azaltıyor, toprağın
gücünü yok ediyordu. Nasıl oldu da gözden kaçırmışım. Bana kaliteli şairin
yanında kendisini gizleyen kötü şair ve iyi şiir in yanında ondan nemalanan
kötü şirin durumunu hatırlattı. Ne yazık ki bunların sayısı çok fazladır.
Edebiyat dünyamızda ve özellikle şiirde ciddi bir tenkit geleneği olmadığı için
maalesef o iklimde her türlü ayrıkotu rahatça yeşeriyor.
Bir atasözümüz şöyledir: “Yüz attan bir yüğrük at, bin
yüğrük attan da bir Tulpar çıkar” Yüğrük, koşan at, Tulpar ise uçan at
demektir. Dilimiz bu kadar sahipsizken, edebiyatımız bu kadar çoraklaşmış iken
şiirimizin var olamayacağını söylemeye çalışıyorum. İstisnası, bu bin şairin
içinden çıkan bir şairimizdir. Binlerce şair içinden bir kişi çıkar ve biz onun
kıymetini bilmezsek milletimiz kaybeder; dilimiz, sanatımız, edebiyatımız
kaybeder. Şiiri başka hiçbir sanat dalına meze yapmadan kendi başına yüceltmek,
öncelikle şairlerin görevidir. Onlar kendilerini değerlendirerek güzeli çirkini
ayırmak zorundalar. Yalnız şiir akşamları yapıp şiir okumak yetmez, o şiirin
Türk şiirine getirdiği yenilik ve güzellikle, şairin başardığı şeyin ne olduğu
da konuşulmalıdır. Binlerce yıllık dilimize ne kazandırmıştır? Kaybolup
gitmekte olan hangi kelimeyi tam yerinde kullanıp hayata döndürmüştür? Yoksa bu
şiir toplantıları kendin çal kendin oyna toplantıları oluyor. Buna bir son
vermek durumundayız. Çünkü şiirimiz ölüyor. Gerçek şairler yol bulamıyor. Şair
Mehmet Ali Kalkan “Şu adam şiir yazsa da okusam dediğiniz biri varsa şiir
vardır.” demişti. Böyle biri var mı? Pek azı istisna tutulursa ortada
dolaşanlar şair, yazdıkları da şiir değil. Vezni kafiyeyi bırakın, imlâ yok.
Bir dili en üst düzeyde bilip kullanması gereken şair imlayı bilmiyor. Hece
desen değil, serbest desen o da değil. Modern resim diye yutturulan tuvale
atılmış boyalara benziyorlar. Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un beş bin şiiri
ezbere bildiği söylenir. Bizimki ise doğru dürüst şiir okumamış, şairleri
tanımıyor ki Mehmet Kaplan’ın şiir tahlillerini okusun.
Şiirin ve şairin gıdalanacağı iklimi oluşturmada gazete ve
dergilerimizin rolü nedir?
“Günümüzde hangi gazeteyi açsanız tiyatro ve müziğe ayrılmış
sütunlar, hatta sayfalar dolusu yazıyla karşılaşırsınız. Gazetelerin hemen her
günkü sayılarında herhangi bir gösteriye, sergiye ya da yeni yayınlanan roman,
öykü, şiir kitaplarına ilişkin tanıtma ya da değerlendirme yazıları yer alır.
Gerçekleşen bir etkinliğin daha dumanı üzerindeyken, o etkinliği en ince
ayrıntılarına dek irdeleyen yazılar yayımlanır: Falanca dram, komedi ya da
operada, falanca aktris ya da aktör filanca rolü üstlenmiş ve bilmem nasıl bir
sunum sergilemiş; dramın, komedinin ya da operanın konusu şuymuş, falanca
falanca üstünlükleri ya da eksikleri varmış. Falanca sanatçının keman ya da
piyanoyla falanca parçayı nasıl yorumladığına, sanatçının ya da yorumladığı
parçanın ne gibi üstünlükleri ya da eksiklikleri olduğuna ilişkin olarak da
yine aynı ayrıntı ve özenle kaleme alınmış yazılara da rastlayabilirsiniz. Her
büyük kentte en az bir tane yeni bir resim sergisi açılmıştır ve sergide yer
alan yapıtların üstünlüklerine ve eksiklerine ilişkin olarak bu işin
uzmanlarınca, eleştirmenlerince kaleme alınmış, derin düşünceler dile getiren
yazılar, serginin hemen ertesi günü boy gösterir gazete sayfalarında. Hemen her
gün dergilerde yeni romanlardan bölümler ya da şiirler yer alır ve gazeteler
okurlarına bu sanat yapıtlarına ilişkin ayrıntılı değerlendirme yazıları
sunmayı görev bilirler.” [9]
Sözün özü: Ben “Bir şair(vefat etmedi) öldü” derken,
yaşarken unutulmaya terk edildi, kendi denizimizden inciler toplamasına yardım
etmedik, çünkü şiirimizin geldiği nokta bu, öldükten sonra da onu adam yerine
koymadık, layık olduğu şekilde ebediyete uğurlayamadık demeye çalıştım. Bundan
kurtulmak istiyorsak kabiliyetleri erken keşfedip onu baş tacı etmemiz, nerede
olursa olsun bulup desteklememiz lazımdır. Dilimizi çok seven ve ustaca
kullanabilen insanları bulup önümüze katmazsak, dilimiz de çoraklaşır, gönlümüz
de. Konuşma özürlü, üç yüz beş yüz kelimeyle konuşan kekeme bir toplum olup
çıkarız, vesselam.
Şair öldü mü yoksa vefat mı etti; şiir yaşıyor mu, siz
söyleyin. Şiir ve şair üzerine söylenmesi gereken sözleri edebiyatçılarımıza
bırakıyor, Şair Sadık Çakırsipahi’ye Allah’tan rahmet diliyorum.
[3] Kendi
sesinden şiirleri için bakınız:
[6] Leyla
Türkeli, Mehmet Çatak, Hasan Kallimci, Kamuran Özaktürk, Hüseyin Özbay, Emel
Dinseven, Cahit Topçuoğlu, Şermin Kılıç…
[9] Burada bugünkü Türkiye değil, bundan 120 yıl kadar önceki
Rusya anlatılıyor. Maalesef bu seviyede sanata ilgi gösteren bir basınımız hiç
olmadı. L. N. Tolstoy. Sanat Nedir? Çev. Mazlum Beyhan. 10. Baskı. İstanbul,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007, sf. 3-4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder