“Yuvadan Uçurulanlar”; Büyük Felaket, Göç Yılları ve
Nazmi Şimşek’in Hikâyeleri
Arslan Küçükyıldız
Arslan Küçükyıldız
1915’te isyan eden Ermenilerin tehcir edilmesine, Ermeniler
“Büyük Felaket (Mec Eġeṙn)”
derler. Sebebi bu kavramı “Ermeni Soykırımı” kavramından da önemli görerek
dünyaya yaymaya çalışmalarıdır. Çünkü soykırım kavramını büyük felaket
kavramından daha zayıf görmüşlerdir. “Türkler bize soykırım yaptı ama
soykırımdan daha büyük felaketler yaşattılar!” demek istemektedirler. Tabii
bunu söylerken Ermeni Komitacılarının (devlet Arşivleri’nde köy köy, kasaba
kasaba, isim isim belgeli) soykırıma tabi tuttukları, ırzına geçtikleri diri
diri gömdükleri iki milyon Müslüman’ı dünya kamuoyunun gözünden saklamış
olmaktadırlar. Bunu başarmışlardır. Her milletin kendi politikalarına göre
propaganda yapması tabiidir. Peki, Türkler neden yaşadıkları felaketleri
unutuyorlar? Bunları dillendirmeleri gereken zaman ve yerde susuyorlar. Bunun
psikolojisini, sosyolojisini bir yana bırakarak şunu söylemek istiyorum:
Türkler, şer güçlerin elbirliğiyle Rasonyi’nin dediği, “Tehlike karşısında
uyuyan, tehlike geçtikten, düşmanlarını yok ettikten sonra tekrar uykuya dalan
arslan” bir millet olmaktan çıkarılıp “Tehlike geldikten sonra da uyumaya devam
eden bir kedi” konumuna düşürülmek isteniyor. Bunda maalesef büyük çapta
başarılı olmuşlardır.
Bu yıl Balkan Felaketi ve Balkan Göçlerinin 100. yılını
idrak ediyoruz. 8 Ekim 1912’de başlayan savaşı sonucu 550 yıllık Türk Yurdu
Rumeli’yi kaybettik. Justin McCarty’nin “Ölüm ve Sürgün” kitabında belirttiğine
göre; bu savaşlarda evlerini barklarını bırakarak yollara düşen Türklerden
413.000’i Osmanlı Devleti bölgelerine ulaşabildi. 1911’de Balkanlarda 2.315.293
Müslüman yaşıyordu. Kalan Müslüman nüfus 870.1145 idi. 413.000’i göç ettiğine
göre 632.408 sivil imha edildi. 1912’de yaşanan bu felaket belki de Türk
Tarihi’nin en büyük felaketidir. Milletimiz büyüklük göstererek bu felaketi
unutmaya çalışmış, hiç yaşanmamış gibi yoluna devam etmiştir.
Hâlbuki o yıllar, milyonlarca Türk ve Müslüman’ın katledildiği,
büyük acılar yaşadığı, yerini yurdunu terk edip yollara yayan yapıldak düştüğü,
çocuklarını yollarda sele, çamura, hastalığa terk ettiği, açlıkla boğuştuğu
yıllardı. Türk’ten gayrısı Türk’ün devletini kemirdiği yetmiyormuş gibi kendi
devletini kurmak için ecnebilerin eteğine sarılıp Osmanlıya ihanetle meşguldü.
Komitacı Ermeniler erkekleri savaşta olan köyleri basıp yakıp yıkıyor, ırza
geçiyor, taş üstünde taş bırakmıyordu. Aydınlarımızın uyuduğu o yıllarda “Peki
bu perişan haldeki Türk Milleti ne olacak?” sorusu 190 Tıbbiyeli genç
tarafından sorulmuş, nihayetinde Türk Ocakları kurulmuştu. Türk Ocakları’nın
kuruluş sebeplerinden biri de hiç şüphesiz Balkanlarda, Arabistan’da yaşanan
isyanlar ve yaşanan acılardır. Aynı tarihlerde Osmanlı sadece Balkanlarda
değil, bütün cephelerde savaşıyor, kahramanca savaştığı halde peş peşe
savaşları kaybediyor, ihanetlerle boğuşuyordu. Ermeniler ayaklanmıştı. Yakıp
yıkıyor, ırza geçiyor toplu katliamlar yapıyordu. Köylerde yaşlı ve sakatların
dışında erkek kalmamıştı. Asker kaçkınları çeteler kuruyor, genç kızları dağa
kaldırıyordu. Ülkenin dört tarafında, düşman çizmesinden, Ermeni
komitacılarından kaçan ahali, tıpkı Balkan Bozgunundan kaçanların yaptığı gibi
akın akın Payitaht’a; İstanbul’a veya iç bölgelere kaçıyordu. Dünyanın hiçbir
yerinde bu kadar büyük göç ve getirdiği acılar yaşanmamıştı. Sadece Osmanlı
sınırları Türk ve Müslümanlar değil, komşu devletlerdeki, Kafkaslardaki
Müslümanlar, Kırım’daki Türkler de Osmanlıya sığınmak için göç ediyordu.
Bu yıl bu en büyük göçün 100. yılı. Eğer Türk Milleti’nin
her şeyine yabancı bir zihniyet mevcut olmasa idi bu büyük felaket en ince
ayrıntılarına kadar ortaya serilir, milletin hafızası tazelenirdi. Bu konuda
henüz ciddi bir çalışma yoktur. Millet, âlicenaplığından unutmak istemiş veya
unutmuş olabilir. Peki, aydınlara ne oluyor? Onlar neden bu büyük felaketi göz
ardı ediyor? Sanatçılar; müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar, şairler,
romancılar, hikâyeciler, senaristler nerede? Neden yazmıyor, çizmiyorlar?
1993’te Bakü’de Bahtiyar Vahapzade’ye Karabağ Hadiseleri ve
Hocalı Soykırımının edebiyata aktarılıp aktarılamadığını sorduğumda bana
“Aydınlarımızın yazmaya ele varmıyor” demişti. Hadiseler çok yeni idi, cenazeler
gelmeye devam ediyordu. Azerbaycan’lı şair ve yazarların yazamaması acısı çok
yeni felaketler için tabii karşılanabilir ama aradan 100 yıl geçtiği halde Ömer
Seyfettin’in bazı hikâyeleri, Refik Halit’in “Gözyaşı” hikâyesi, Yılmaz
Gürbüz’ün “Balkan Acısı” gibi birkaç istisna çalışma hariç Balkan Felâketi neden
yazılamadı? Ermenilerin katlettiği 2.000.000 Müslüman Türk’ün yaşadığı dramlar unutturuldu?
Bu sorulara cevap bulunabilmiş değildir.
Edebiyatımızın elini çektiği bu alanda çok sevindirici bir
kitap yayınlandı. Nazmi Şimşek, yakınlarından dinlediği, tarihe tanıklık eden
hikâyeleri kaleme aldı. Asil Yayın Dağıtımce “Yuvadan Uçurulanlar” yayınlandı. Dönemi
yaşanmış hikâyelerle anlatan bu eser tabii olarak büyük ilgi gördü. Türk
Ocakları Sanat Edebiyat Kurulu, Kuşlukta Yazarlar adlı haftalık toplantılarında
18 Nisan 2012 günü eğitimci Nazmi Şimşek’in “Yuvadan Uçurulanlar” adlı hikâye
kitabını değerlendirdi. Yazarın konuk edildiği toplantıda Balkan Felaketi,
savaşlar, Ermenilerin Türk Soykırımları sonrasında Türkiye’de yaşanan acıların
dile getirildiği hikâyelerden oluşan kitap, yazarı dinlenildikten sonra çeşitli
yönleriyle ele alındı.
Nazmi Şimşek bir eğitimci. Eğitimle ilgili birçok kitabı
var. “Benimle birlikte unutulup gitmesin” diye göç ve felaket yıllarını kaleme
almış. “Yuvadan Uçurulanlar” ikinci hikâye kitabı. İlk hikâye kitabı “Çığlık”
ile de zamanına tanıklık etmiş. “Yuvadan Uçurulanlar” kitabında şimdiye kadar
çoktan didik didik edilmesi gereken, ancak pek ele alınmayan çok önemli
konuları hikâyeleştirmiş. Beynimizi kemiren sorulara ışık tutmuş. Bunlar;
- Türklerle Ermeniler can ciğer komşu iken ne oldu da bu ilişkiler düşmanlığa dönüştü?
- Ermeni çocuklarıyla Türkler hangi durumlarda evlendi?
- Düşmandan kaçmak için çoluk çocuk, yayan yapıldak yollara düşenlerin taşıyamadıkları yaşlılara ne oldu?
- On dört yıl evinden, eşinden ayrılıp cepheye giden ve köyüne şehit düştü haberi gelenlerin ailelerinin, şehit eşini küçük kardeşe nikâhladıklarını duymuştuk. Bir gün sağ salim çıkıp geldiğinde neler yaşandı?
- Türkiye’den rızasıyla, rızasız Yunanistan’a göç edenleri biliyoruz. Peki, Yunanistan’dan, Selanik’ten gemilere sıkış tıkış doluşup Türkiye’ye gelen muhacirler bu zorunlu göç sırasında neler yaşadı?
benzeri sorulardır.
Şair ve yazarları haykırmayan, millete neler yaşandığını
hatırlatmayan, acılarını anlatmayan milletlerin uzun ömürlü olamayacağını
biliyoruz. Bu yüzden Türk Milleti’ni ilgilendiren her konuda, eli kalem tutan
herkesin yazmasını, bunları demleyip, iyi bir süzgeçten geçirdikten sonra
dikkatli yayınevlerine vermelerini, yayınevlerimizin de gelen kitapları çok
daha dikkatli bir şekilde imla hataları dâhil, hatasız yayınlamalarını beklemek
hakkımız değil mi?
Yazarın kitabı belki birçok yönüyle eleştirilebilir.
Eleştirilmelidir. Yazarların kendilerinin göremedikleri dil ve imlâ yanlışları
olabilir. Ama bunlar önemli değildir. Önemli olan bunların olabileceğini
yazarın ve yayınevinin bilmesi tedbirli olmasıdır. Eleştirmenler çıkar bunları
söylerler. Daha güzel hikâyeler, romanlar yazması için bu yazar ve yolundan
gidecekler için çok gerekli bir can suyudur. Eleştiriye muhtacız. Ancak Şahin’in
“Yuvadan Uçurulanlar” kitabı, her şeyden önce övgüyü hak ediyor. Nazmi Şahin’i
alile büyüklerinden dinlediklerini “unutulmasın diye” bize kazandırdığı için,
yukarıdaki can alıcı soruları çözümlememize yardımcı olacak olan meseleleri,
edebî bir üslupla kaleme aldığı için ve mütevazı davranıp “Ben hikâyeci değilim
ama...” diyerek hikâyelerini (her yönüyle didiklemeye hazır bir heyet
huzurunda) değerlendirmeye açtığı için yürekten kutluyorum. Bu kitap dağıtım
ağı kuvvetli bir yayınevi tarafından, daha estetik ölçülerle yayınlandığında
kamuoyundan çok daha büyük ilgi görecektir düşüncesindeyim. Ancak neyleyelim ki
Türk Milleti ve onun dertleriyle hemdert olanlar sahipsizdir, yazarlarımız,
yayınevlerimiz kendi yağlarıyla kavrulmak zorunda kalıyorlar. Mademki millet
sahipsizdir, iş başa düşmüştür. Bu görev hepimizindir.
Nazmi Şimşek üzerine düşeni yapmıştır ve gördüğümüz
kadarıyla yapmaya da devam edecektir. Derlediği göç hikâyelerini kayıtlara
geçirmiştir. Darısı bize. Benim de göç hikâyelerim var, roman hacminde notlarım
var, anıları topladım diyenler bunları yayınlamak için kollarını sıvamalıdır.
Sözüm eli kalem tutup da yazmayanlaradır. Sordum, imkânlarının kısıtlı olması
sebebiyle bir roman, hikâye, anı ve senaryo yarışması açamadıklarını biliyorum
ama bu konuda Türk Ocaklarının elinden gelen her desteği vereceğine inanıyorum.
Kendi adıma Nazmi Şimşek Beyi, yazdıklarını takip etmeye çalışacağım.
Nazmi Şimşek’in “Yuvadan Uçurulanlar” kitabını Asil Yayın
Dağıtım’dan (Tel: +90.312.2302880 veya 81) temin ederek okumanızı, düşünmenizi
ve sizdekileri “sizinle birlikte yok olmasın diye” yazmanızı, salık veririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder