2 Haziran 2025 Pazartesi

Anadolu Ezgisi*

Anadolu Ezgisi adında insanı hemen kucaklayan mütevazı bir deneme kitabı okuyorum. Mütevazılığı Anadolu'yu ele almasından kaynaklanıyor. Anadolu'da kurulan medeniyetlerden bahsettiği halde, sıra dışı bir üslupla, ele aldığı konuları sevdiren bir eserle karşı karşıyayız. Eserin yazarını yakından tanımak bunun sebebini kavramamızı kolaylaştırıyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan Alemdar Yalçın bir süre değişik illerde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Meseleleri bizzat yaşamış, idarecilik yapmış, bürokrasiyi, halkı, aydını tahlil etme fırsatını bulmuştur. Sağlam karakteri ve çalışkanlığı gözlemciliği ile birleşince ülkesini seven her aydın gibi sorumluluk duyan ve çözümler üretmeye çalışan pırıl pırıl bir kalem ortaya çıkmıştır. O 1971 yılından beri değişik sanat dergilerindeki yazılarıyla sevdiği, gönül verdiği ülkesinin güzelliklerini araştırıp tanıtmaya, karşılaşacağı tehlikelere dikkat çekmeye çalışmaktadır. Bugün Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi başkanıdır. Merkez, onun önderliğinde ciddi projeler yürütmektedir. Yalçın çeşitli üniversitelerde verdiği derslerin yanında mesleki yazar yazmakta, eserler vermektedir.

Deneme türündeki Çağdaş Edebiyat ve İnsan ve onun devamını niteliğindeki Anadolu Ezgisi adlı eserleri çırpınan bir yüreğin feryatları gibidir. İlkinde geçmiş medeniyetlerin tecrübelerinden alınabilecek dersler ele alınmış, onların yükseliş ve çöküşlerinde edebiyatın yeri, sorumluluğu ve önemi ortaya konulmuştur. Anadolu Ezgisi ise mesaisini Türk insanının kederde, tasada ve kıvançta bir ve beraber olması yolunda harcayan bir alimin okunması ve mutlaka dikkate alınması gereken uyarılarından ibarettir.

Prof. Dr. Alemdar Yalçın Bey'in dikkatimizi çekmeye çalıştığı konular aslında bilinen konulardır: Bir süredir ülkemizde kavram kargaşası artmış, tartışılmaz ortak doğrular bulmak güçleşmiştir Yalçın'ın ifadesiyle bunun sebebi kendimizi Batı'dan gelen bilgilerle tanımaya çalışmamızdır. Halbuki kendimizi en iyi biz tanımaktayız. Dönüp kendimize, yaşadığımız toprağa bakmalıyız. Yaşadığımız toprak ile taşıdığımız kültür ve kimlik arasında doğrudan bağlantılar vardır. Bu topraklarda yaşayan ve birbirinin devamı olmayan birçok medeniyet yok olup gitmiştir. Bu topraklarda yaşayabilmenin yolu tek yolu öncekilerin neden yıkıldığını kavrayıp tedbirli olmaktır. Bunu gerçekleştirebilecek olan aydın bencilse, bilgisizliğini gidermek yerine gizliyorsa, kolaycı ve tembelse, yaşadığı toplumun bunalımlarını çözmek yerine daha da kötüleştirecektir. Nitekim öyle de olmaktadır.

Yalçın'a göre ülkemizdeki tartışma, çelişki ve kavram kargaşası gittikçe derinleşmektedir. Çünkü iletişim alanındaki gelişmeler çok seslilik getirmekte, bu da tartışmaları geniş halk kitlelerine yaymaktadır. İnsanımıza ümitsizlik ve karamsarlık aşılayan keskin inançlar taban tutarak iç çatışmalara yönelme eğilimi doğurmaktadır. Ülkeler birbirlerinin iç işlerine daha çok karışmakta, milyarlarca dolar harcayarak toplumların kavram kargaşasına düşmelerine ortam hazırlamaktadırlar. Bu çalışmalar gizli veya açıktan yürütülmektedir. Özellikle sanal gerçeklik adı verilen iletişim teknolojisi ile akıl almaz düzeyde gelişen bir olgu da gerçekmiş gibi gösterilen her türlü kavram düşünce ve anlayışın bir medeniyet bombardımanı halinde geniş kitlelere yöneltilmesidir. Eserin ön sözünde bu tehlikelere karşı üç makul teklif ileri sürülmektedir:
1. Olaylara tek yönlü bakmamalı, eksik yorumlar getirmemeli, doğru sandıklarımızla doğrular arasındaki gerçek çizgiyi arayıp bulmalıyız.
2. Olaylara duygusal yaklaşmamalıyız. Sevmek veya nefret etmek aydınlarımızı kör dövüşüne götürmektedir. Önce inanıp sonra da inandığımız bu düşünceleri belgelemek gibi bir yanlışlığa düşüyoruz.
3. Kültür ve kimlik bunalımını bir bütün olarak görmeli, ona çok gönlü yaklaşmalı, bilgi ve belge topladıktan sonra bu konu üzerinde yorum yapmalıyız.
Dünya üzerinde yaşadığımız bölge bizim bilgileri ve olayları çok yönlü olarak izleme ve değerlendirmemizi gerektirmektedir. Uzun vadeli amaç ve hedefler belirlemeli ve bunlarda ortak paydalar bulunmalıdır. Olayların tümünü bu paydalar çerçevesinde değerlendirmeliyiz.

Alemdar Yalçın, billur bir imbikten geçirilmiş düşünce, tenkit ve tekliflerini; Yaşadığımız topraklar tekin değil / Bir yolculuğa çıkmalıyız / Anadolu seni bir türlü tanıyamadık / Ey unutmak, sen insanoğlu için ne büyük cezasın / Sıradan ve sade insan, özümüz sensin / Kaçın ve saklanın ey insanlar / hisler bular ve tütsüler ülkesinde yol bulmak siz uyanmazsanız sizi acı bir yok oluş uyandı için uyandıracaklar toprakla yoğrulmak aç kapıyı biz geldik insanoğlu sen ne kadar unutkansın Anadolu ile barışmak yarenlerimiz yarınlarımızdır Anadolu'ya armağanımız yaylalar başlıklı yazlarını topladığı Anadolu ezgisi adlı eseriyle önümüze sermektedir yaşadı mı Topraklar Tekin değildir çünkü bu toprakların büyüleyiciliği başka topraklardaki insanları kendisine çekmektedir bir anlık uyku büyük bir kabusta uyanmaya sebep olabilir ve kuzeyden güneyden doğudan ve batıdan her an gelebilecek tehlikelerin komşularının ayakları altına serebilir Bu sebeple sonsuzluğun sırlarını anlayan sanatçılar yetiştirmeliyiz ruhuyla bedeniyle duyguları ve düşünceleriyle sürekli savaşan durmayan ve her gün kendisini yenileyen ve sürekli kendisini uyanık olmak için telkin altında tutan bir sanatçı topluluğu yetiştirmeliyiz deli bir ok, bir zıpkın, rehavete düşmüş insanların üzerine dökülen buzlu su gibi kullanacak sanatçılar yetiştirmeliyiz. Dili tuzak gibi kullananların elinden alabilmek için topraklarımızı iyi tanımalıyız. Bu topraklarda oturmak için beyin, ruh ve güç gerekir ki bunlar kendimizdedir ve bilgiyle beslenir, beceriyle geliştirilir. Bunun için sanatçının önderliğine ve dilin gücüne ihtiyacımız vardır. Kendi ayakları üzerinde yürüyemeyen, kendi beyni ile düşünemeyen, kendi elleriyle üretemeyen insan sağlam insan değildir. Başkalarının beyinlerinin ürettiklerini kullanarak kendi beynimizi körleştirmemeliyiz. Yalçın'ın destansı bir anlatımla ileri sürdüğü bu düşünceler, ortak paydası Anadolu'da yaşamak olan herkese hitap etmektedir. Öyle ya bu gemi batarsa hepimiz denizin dibini boylarız. Ceplerinde birden fazla pasaport taşıyanlar buna pek güvenmemelidir.

Eserden söz ederken göze çarpan bilgisayar dizgisinden söz etmezsek bin bir güçlükle ve elleriyle dizgi yapanlara haksızlık etmiş oluruz. Çünkü bu yeni yöntemle yayına hazırlanan eserler tekrar tekrar elde geçirilmez ise sinema salonlarında muhteşem bir akustik sistemiyle sunan sinemaskop filmleri televizyonda seyretmeye benzer bir eksiklik taşıyorlar. Bilgisayar teknolojisi kitap ve dergilerin tadını tuzunu kaçırmadan da kullanabilir mi bilemiyoruz. Ümit ederiz ki eserin bundan sonraki baskılarında dizgide gözden kaçan bu imtihan ve estetik ölçütlerine dikkat edilir. Okuyucu bir deneme eser okurken kitap okumak ister, bilgisayar sayfası değil.

Eseri okurken kendime sorduğum ve yazarına da sorma ihtiyacı duyduğum bazı sorularım oldu. Bunları özetlemek istiyorum;

1. Sayın Yalçın eserini kaleme alırken seslendiği aydınların samimiyetinden emin görünüyor. Her vesileyle aydın yetiştirmekten ve dili iyi kullanan sanatçıları çoğaltmaktan yani olduğunu ifade ederken acaba memleketimizdeki aydın geçinenlerin çoğunun -söylemekten, ifade etmekten kaçınmayalım- ihanet içinde olmasını nasıl değerlendiriyor? Memleket için reçete üretmesi beklenen kişiler milli bünyeyi tedavi ve geliştirmek yerine hastalığını daha da arttırmayı hedefliyor ve zehir şırınga etmeye çalışıyorsa bu durumda neler yapılmalıdır? Hakiki aydının gözü önünde cereyan eden bu rezalete karşı tavrı ne olmalıdır?
2. Hakiki Aydın diyerek özetleyiverdiğimiz, ancak tanımlamada ifade güçlüğü çektiğimiz aydınlarımızdaki tavırsızlığı veya tavır başı bozukluğunu nasıl değerlendirmek gerekiyor? Türk aydınının tembelliği, eser vermemesi, çağı yakalamaya kayıtsızlığına ne demeli? Bir de birbirini çekememesi, kuyusunu kazması, bu sebeple hedeflere topluca yönelememesi, yönelse bile ayrı tellerden çalması gerçeği bulunuyor. Kanaatimce bu mesele hıyanet içindeki aydın meselesi kadar önemle üzerine durulması gereken husustur. Hakiki aydın bahsini açmışken, bildiği kırk oyundan otuz dokuzunu çırağına öğreten güreşçi kadar bile olamayan bazı Türk aydınları sahip oldukları belge, bilgi ve tecrübeleri hiç kimseyle paylaşmamaktadır Sadece "ben yapayım, ben yaparım" mantığıyla birikimlerini mezara götüren aydınlarımıza ne buyurulur? Eğer çıraklar ustalarını geçseydi Türkiye aydın meselesini çoktan aşmış olmaz mıydı?
3. Çok okuyan, dinleyen, halkın arasına giren ve gözlemlerini verimli bir şekilde yazıya döken eser bırakan aydın tipi yerine aydınların çok yaygın bir şekilde yazıdan çok söze ağırlık vermesi, tenkit etmediği gibi tenkide tahammülsüzlük göstermesi, eser sahiplerinin ise ciddiyetsizliği, mesela kaynağı göstermekten kaçınmaları ne anlama geliyor?
4. Bütün bunları aşarak yayınlanabilen eserlerin, okuyucuların, efkarıumumiyenin dikkatini çekmemesinin ihtar ettiği bir durum yok mudur? Demek ki her türlü aydın halktan tamamen kopmuş durumdadır. Hakiki aydının dahi eserlerini bastırabilmek için destekçi aradığını duyuyorsak bunda alınacak ibretler olmalıdır. Devletin resmi kurumları rengarenk, birinci kalite kağıtlara eserler bastırır, senelik raporlarını dahi kitaplaştırırken biraz olsun düşünmeli ve derinlik aranmalıdır.

Anadolu Ezgisi, yukarıda belirttiğimiz gibi samimi ve şuurlu bir yüreğin feryat çırpmışlarıdır. Temennimiz bu feryadın yankısız kalmamasıdır. Sayın Prof. Dr. Alemdar Yalçın'ı bu son çalışmalarından dolayı kutluyor ve heyecanla yeni eserlerini beklediğimizi belirtmek istiyorum. Ümit ediyorum ki sorularımıza daha berrak cevaplar buluruz.
-------------------
Yalçın, Alemdar. Çağdaş Edebiyat ve İnsan, Ankara, Günce Yayıncılık 2. bs., 1997, 240 sayfa
Yalçın Alemdar, Anadolu Ezgisi, Ankara, Günce Yayıncılık, 1997, 137 sayfa

*Anadolu Macerası - Anadolu Ezgisi,  Gündüz Gazetesi, 29 Kasım 1997 Cumartesi,  Sf . 10 (Kültür Sanat Sayfası ) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder