Kitaplar


YAYINLANMIŞ KİTAPLARI




  • Altın Asra Girerken Türkmenistan, Ankara, Anar, 2000 (Türkmenistan Devlet Başkanı Safarmurad Türkmenbaşı'na sunulmuştur) 






YAYINA HAZIR KİTAPLAR
  • Türk Zeka Oyunları: 2 Şatıra (Satranç)
  • Yazar Olabilmek (Yazar olma üzerine)
  • Dolmalar (Türk Dolma Yemekleri üzerine)
  • Yazdıran Kitaplar (Kitap Tanıtımları)
  • Bilimlik Yazılar (İlmi Makaleler)
ORTAK KİTAPLAR


On Dört Pencereli Öykü, Ankara, Küçük Ev Yayınevi, 2018 
(Yazarların çocukluk anı ve öyküleri)


YAYINLARA KATKILAR
KİTAPLARI HAKKINDA

ÇAPANDAZ

Ahmet Kömeçoğlu
http://www.edekitap.com.tr/kitap-135


Çapandaz, merhum şair, yazar ve düşünür Ergeş UÇKUN hakkında, onun sözleriyle hazırlanmış kapsamlı bir eser.
Arslan KÜÇÜKYILDIZ, iğneyle kuyu kazarcasına sabırlı bir çalışmayla, Ergeş UÇKUN şiirlerini, yazdığı mektupları ve çeşitli yayın organlarında yayınlanan makaleleri yalnızca bir araya getirmekle kalmamış, Türkiye Türkçesiyle yayınlanmasını da sağlamış.
Türkistan düşünürü Ergeş UÇKUN, günümüzde yaşanılan pek çok sorunun kökenlerini, bilgece bir üslup ve şairce anlatımla Türk okurlarına aktarırken, Arslan KÜÇÜKYILDIZ onun hassasiyetlerine kendi birikimlerini de ekleyerek ÇAPANDAZ adlı çalışmasıyla hem yakın geleceği daha iyi anlamamızın önündeki engelleri aydınlatıyor hem de tarihe önemli bir kayıt düşüyor.
Tektipleşen her şeye karşı öz kimliğiyle yaşama mücadelesi içerisinde olanlar için yeni bir başucu kitabı: Çapandaz.
Çapandaz, kitabın giriş bölümünde, çap ve endaz sözlerinin, biri Türkçe diğeri farsça olan iki sözün birleşiminden oluşmuştur, diye tanımlanıyor. Çapmak, Türkistan’da koşmak; bir şeyi keskin bir şeyle tek hamlede enine kesmek anlamlarını içeriyor. Endaz ise atmak sözünün karşılığı. Çapandaz, “at çaptırıp, kelle çapan ve neyze atan atlı kişi” ye, yani Türkistan Türkleri tarafından özellikle sonbahar mevsiminde oynanan, yiğitlik, dayanıklılık, hız ve en önemlisi bilgi içeren bir oyun olan Oğlak Oyununda,  “at koşturup, kelle yaran ve mızrak atan”  oyuncuya verilen ad.
Arslan Küçükyıldız tarafından hazırlanan Çapandaz, Turan şairi ve düşünürü olarak adlandırılan merhum Ergeş Uçkun’un şiirleri, makaleleri, mektupları ve onun hakkında yazılanları içeren bir bilgi hazinesi. Ergeş Uçkun için, Arslan Küçükyıldız, “ömrünü Turan için harcamış kıymetli bir şahsiyetti “ diyor.  Kitapta yer alan yazılar, bunu doğrulayan sayısız bilgiyle dolu. Bosna’dan, Kerkük’e, Yemen’den Mezar-ı Şerife, kuzey Amerika’dan Urumçi’ye kadar neredeyse dünyanın tamamın kapsayan Turan ilinin dertleri, sevinçleri, sorunları, çözümleri, Ergeş Uçkun’un ilgi alanına girmiş. “Dünyamızda Ata Topraklarımız” adıyla kitabın 462. sayfasına eklenen ve kendi el yazısıyla bilgiler eklediği haritada gösterilen Turan bölgesi, bildik coğrafya bilgilerini gözden geçirmeye neden olacak ilginçlikte. 
21 Şubat 1927 tarihinde Güney Türkistan’ın Anthoy şehrinde doğan, Hafız-ı Kelam Ergeş Uçkun, Arapça ve Farsça gibi Türklerin medeniyet dillerinin tamamını konuşabiliyor, derin tarih bilgisi ve yaşadığı ortamın sağladığı zengin görgüsüyle o dillerde eserler ortaya koyabiliyordu.  Yaşadığı bölgenin son iki asra yakın zaman dilimi içerisinde sürekli işgal altında olması ve emperyalist istilacılara karşı bitmeyen bir direnişle karşı koyma çabası, onun doğduğu günden itibaren hem mağdur hem tanık kimliğiyle süregelen zulmün her anını yaşamış olması, kitapta anlatılanları daha da değerli kılıyor.
Türk egemenliğinin hemen ardından başlayan, İngilizlerin başını çektiği, zaman zaman Rus ve Amerikan emperyalizmi ile paylaştığı büyük yağma ve talan sürecinin, pek çok Türkistanlı gibi Ergeş Uçkun’un da hayatını özgürlük mücadelesiyle birlikte şekillendirmiş.  Sömürgeci devletlerin, Türkistan’da sürdürdüğü kardeşi kardeşe düşürerek, onların her türlü yaşam damarlarını nasıl kestiği; başta birey ve toplum kimliği olmak üzere soykırımın her türünün, yıllardır orada nasıl uyguladığı kitabın içinde yer alan şiirlerin, mektupların ve makalelerin ana konusu.
Mavi gözlü, beyaz tenli, burkalı İngiliz kız ve kadınlarının, Türkistanlı ailelerin içerisine kadar nasıl sızdığı; ruj, krem gibi değersiz hediyelerle onların elinde bulunan altın, gümüş takıların, değerli ipek halıların ustalıkla nasıl çalındığı; iyi niyetli insanların kimliklerinden uzaklaştırılarak nasıl dönüştürdükleri kitapta, ilk ağızdan anlatılıyor.
 Yaşanılanların, tevatür olmaması bizzat yaşayan biri tarafından aktarılması, kitap içinde yer alan şiirlerin, mektupların ve makalelerin dilinde içtenliği ve samimi tavrı güçlendiriyor. Kendi yaşadıklarını başkaları yaşamasın diye herkesi uyarma ve bilgilendirme kaygısı ilk sayfadan son sayfaya kadar okuyucuyu sarıyor. Sureti Haktan görünerek, saf ve temiz insanların nasıl aldatıldıkları, emparyalist güçlerce sırtı sıvazlanan, ihtiraslı ahmakların, nasıl militanca tavırlar içerisine girdikleri bilgisi tek tek sıralanıyor. Tanık olduğu işkence biçimlerini açıkladığı yazısında (s.80), insan olan insanın asla bir başkasına reva göremeyeceği türlü belaların Türkler üzerinde nerede ve kimler tarafından nasıl uygulandıkları sıralanıyor, birer insanlık utancı olarak.
Dün ve bugün yaşanılan tüm olumsuz süreci sona erdirecek, yarına dönük reçeteler, gün görmüş bir bilgenin aydınlığa çıkan yol işaretleri olarak okuyucuyla buluşuyor.   
Ergeş Uçkun, bilgi ve görgüsünün bir sonucu olarak “Kürtçe diye bir dil yoktur” hükmünü çok açık bir biçimde verebiliyor. Kitabın 287. sayfasında başlayan yazısında, özellikle son yıllarda yüklenen tek yanlı bilgilerle zihinleri kirletilenler için aydınlık bir kapı aralıyor, Ergeş Uçkun: “Bir Kürt ne kadar Kürt ise ben fakir, o kadar Kürt’üm. İngiliz vesvesesinden kendimizi kurtarabilirsek, bir atanın oğullarıyız, fakat bunu iki tabakaya anlatamazsın; Dinci ve Siyasetçi. İkisinin de işine gelmez ve beleş geçinme kapıları kapanır.”
Türk İslam dünyasındaki sorunların neredeyse tamamının İngilizlerin başının altından çıktığına ilişkin pek çok bilgiye kitapta geniş yer verilmiş. Türklerin hâkimiyetini kaybetmesinden sonra bölgeye sirayet eden İngilizlerin, toplumlar arasında yaydığı fitne ve fesatla oluşturduğu nizamsızlığı, kargaşayı ve düşmanlığı sıkça hatırlatan Ergeş Uçkun, yapılan hile ve kurnazlıkları bir bir açıklamış. Kitabın 93. sayfasında “Al İngiliz’ini ver İblis’imi” adlı şiirde, şeytana bile dudak ısıttıracak uygulamalarından bıktığı İngilizleri kendi üslubuyla Tanrı’ya şikâyet ediyor.  Dildeki ustalığını ve Türkçenin inceliklerini kullanarak; “ Özün şeytanı yarattın nurdan/ Bizge “keremna” berdin çamurdan/Ya Rab, bu mahlûk kaysı hamurdan?” diye sorduktan sonra şeytana bile razıyım yeter ki, al şu İngiliz’i başımızdan diye niyaz ediyor.
Atatürk’ün emriyle Afgan Kralının sağlığından sorumlu olarak gönderilen Maraş’lı bir doktorun, Türkiye’den getirdiği kitaplarla Türkiye Türkçesi ve Türkiye sevdası daha çocuk yaşta başlayan Ergeş Uçkun’un mücadeleci hayatı, 25 Mayıs 2009 yılında Silifke’de, vatan toprağında son buluyor. Doğduğu toprakların işgalini, yaşanılan acıları, yapılan zulümleri bazen şiirle, bazen çıkardığı dergilerde yazdığı makalelerle ve bazen de dostlarına yazdığı mektuplarla dile getiren Ergeş Uçkun, aynı zamanda Türk medeniyetinin derinlerdeki izlerini de gün yüzünde tutmaya çalışmış. Türk gelenek ve göreneğini, edep ve terbiye inceliklerini Çapandaz’ın içinde görmek mümkün. Turan ilinin yer üstü ve yer altı tabi kaynaklarını, zenginliklerini bir gün asıl sahipleri değerlendirir umuduyla tek tek anlatmış; bir eşi bulunmayan Karagöl koyunu, Lal’i Badehşan taşı, yetmiş çeşidi olan Türkistan Kavunu, Murgap Suyu…
Çapandaz’ı yayına hazırlayan Arslan Küçükyıldız, “Ergeş Uçkun, imanlı, kâfir ve münafıkların kapalı kapılar ardında ne yaptıklarını anlamaya ve bunlarını anlatmaya çalışan bir Turan Şairi idi” diyor, kitabının söz başında. Onun güçlü bir şair olarak bilinmesi, buzdağının su üstündeki görünen kısmını işaret ediyor. Kitapta yazılanlar, kırk televizyon kanalında aynı sözleri tekrar eden naylon profesörlerin ve uzmanların cirit attığı Türkiye’de, aydın ruhunun ve kanaat önderi kimliğinin nasıl olması gerektiği hakkında ışık tutuyor, okuyucusuna.

(Sayın Ahmet Kömeçoğlu'na teşekkürlerimizle.)


Evrak-ı Perişandan
Doç. Dr. Fethi Gedikli

Dünyanın çeşitli yerlerindeki milletdaşlarımızın yazılarıyla karşılaşmak beni her zaman heyecanlandırmıştır. Söz gelimi Bir Tebrizli’nin, şimdi evi barkı “uygarlık savaşçıları”nın bombalarıyla yerle yeksan edilen bir Kerküklü’nün, bir Bakülü’nün, bir Gagavuz yeri yazarının veya burada olduğu gibi bir Afganistanlının yazısını, şiirini kendi dilimde okumak beni hep mutlu eder.
Birçoklarımız Türklerin siyasi birliğini hayal eder. Ama galiba ben siyasi birlikten çok bir dil birliği hayal edenlerdenim. Fizikî coğrafya birliği yerine bir dil coğrafyası birliği rüyası görürüm. Vatanın hudutlarının da siyasi çizgilerden çok ortak dilin yayılmış olduğu alanın sınırları olduğunu düşünürüm. Nitekim galiba meşhur Fransız şairi Aragon, “Fransızca benim vatanımdır” derken böyle bir şey kastetmiş olmalı. Bu sebeple, talih beni 4 Mart 2003’te Ergeş Uckun ve şiir kitabı “Yurt Koşugları” ile buluşturduğunda büyük bir heyecan yaşadım. Ötüken Neşriyat tarafından 1997’de yayımlanan kitabı ben, Kadıköy’de ikinci el kitaplar satan bir kitapçıda gördüm. Eve dönerken otobüste kitabı okumaya başladım. Başta, kitabı yayıma hazırlayan Dr. Orhan Söylemez’in kısa bir “Sunuş”undan sonra (s. 9-11) şairin kendi kaleminden hayat macerasını okuyoruz (s. 13-38). Şiirlere gelmeden gene şairin kaleminden çıkma bir “Söz başı” (s. 41-43) kısmı var. Ardından 75 adet şiirin bulunduğu koşuklar bölümü 45-185) geliyor. Son olarak kitapta çok kısa bir sözlük kısmı (187-189) yer alıyor. Cidden değerli bir iş yapıp Ergeş Uçkun’u Türk okuyucusuna sunan Dr. Orhan Söylemez’in, bize yabancı gelen kelimeleri her şiirin altında açıklaması isabetli olmuştur fakat açıklanması gereken daha pek çok kelimenin kaldığı açıktır.
HAYATI: Şahimerdankuloğlu Ergeş Uçkun, Afganistan'ın Meymene vilayetine bağlı Antköy'de 21 Şubat 1927'de doğdu. 1938-44 yılları arasında Antköy İlkokulu'nu bitirdi. 1944-1950 arasında Kabil Öğretmen Okulu’nda okudu. 1950-52 yılları arasında Kabil Üniversitesinde kimya ve biyoloji bölümüne devam etti fakat eğitimini yarım bırakıp öğretmenliğe başladı. 1952-54 yılları arasında Antköy'de, daha sonra 3 yıl kadar Meymene’de öğretmenlik yaptı. 1957 yılına kadar Ebu Ubeydi Cuzcânî Lisesi müdür muavinliği görevinde bulundu. Bu dönemde “Storey Gazetesi”nde şiirleri ve yazıları çıktı. O zamanki Afgan Hükümeti'nin Türklere yönelik baskıcı siyaseti sebebiyle 1957’de ülkesinden ayrılarak Pakistan ve İran'ı kaçak olarak geçti ve Türkiye'ye sığındı. 1957-61 yılları arasında Adana'da öğretmenlik yaptı. 1960 askeri darbesinden sonra askeri yönetimce oturduğu mahallenin muhtarlık görevi, kendisine tevdi edildi. 1961 yılında öğretmenlikten ayrıldı. Mersin'de Ataş Rafinerisi'nde laboratuar teknisyeni olarak çalıştı. Bir ara besicilikle uğraştı. 1974 yılında Türkiyedeki sağ-sol kavgası yüzünden Amerika'ya göçtü. Princeton'da Mobil Oil'de teknik eleman olarak çalışmaya başladı. 1993’te oradan emekli oldu. Çapandaz Cemiyeti kurucusu olan şair bugün New Jersey’de yaşıyor. Silifkeli Türkan hanımla evli ve Timuçin Han, Timur Han, Belida Han ve Aybars Han adlı dört çocuk babasıdır.
ESERLERİ: Şairin burada tanıttığımız şiir kitabı “Yurt Koşugları” (İstanbul 1997) haricinde yeni yazdığı başka bazı şiirler daha vardır. Bu şiirler, genel ağda http://www.geocities.com/Athens/3836/siir.html adresinde “Turan şairi Erges Uckun’un şiirleri” başlıklı sitede bulunabilir. Yalnız ben iki kere bu siteye girmeye teşebbüs etmeme rağmen başarılı olamadım. Ayrıca “Yeni Türkiye Dergisi”nin Türk Dünyası özel sayısı için Afganistan Türklerini işlediği “Ellibin Yaşındaki Turan Afganistan Olur mu?”, (Temmuz-Ağustos 1997, sayı. 16, s. 1694 vd.) adlı bir makalesi vardır. Şairimizin yeni şiirlerinin ve makalelerinin ayrı ayrı kitaplar halinde yayımlanması arzuya şayandır. Görebildiğimiz kadarıyla Uçkun hakkında Arslan Küçükyıldız’ın "Turan Şairi (Şahımerdan Kul Hanoğlu) Ergeş Uçkun", (Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı. 10, s. 267-276, Erzurum 1998) adlı bir makalesi vardır. Yine Küçükyıldız, genel ağda şairin “Turan’da Toy” adlı yeni bir şiirini yayımlamıştır.
Ergeş Uçkun hayatının çeşitli cephelerini, sözünü ettiğimiz kitabında uzunca sayılabilecek “hayatı ve kişiliği” bölümünde bize anlatır. Zevkle ve ilgiyle okunan bu bölüm insanda, şairin hatıratını daha etraflı bir şekilde kaleme alıp yayımlaması arzusunu uyandırıyor. İnanıyorum ki Ergeş Uçkun’un bunu yapması, Güney Türkistan diye adlandırdığı Afganistan’daki hemşerilerine ve tabii bize büyük bir armağan olur. Çetin mücadelelerle dolu bu hayatın bilhassa genç arkadaşlar için öğretici olabileceği kanaatindeyim.
Şimdi şairin çocukluğundan naklettiği bir anektoda bakalım. Ergeş yedi yaşına girince pazar yerini görmek için düzenlenmiş görkemli bir törenle pazar toyuna gitmiş. Orada yediği helva için o şunları söylüyor: “Helvaların hepsi kendi mahallemizden idi. Kesinlikle söylenebilir ki dünyanın hiçbir yerinde biz yapmasak yoktur onlar gibisi. Batıda her türlü silah ve mühimmat var ama bizim helvamızı bilmezler. Eğer bilseler derhal savaşı bırakıp helva pişirmeye başlarlar.”
Uzun zamandan beri ve bugün batılıların verdiği isimle maalesef Orta Asya dediğimiz Türkistan ve eski Horasan toylar ve merasimler yurdudur. Bunlardan biri de ad verme merasimidir. Çocuk doğduğunda zuhur eden hadiselerden adını alır. Çölde doğan Çöllübay, gece doğan Tanibay, babasının koyunu bine ulaşan Minli ve buna benzer sürüye kurt dalsa Börübay vesaire vesaire olup gider. Yağmurdan, buluttan, taş baltaya kadar her türlü isim almak mümkündür.
Burada Ergeş Uçkun’un anlattığı toy denen düğün ve merasimlerin sadece isimlerini kaydetmek bile ilginç olabilir. Evliliğe kadar yapılan merasimler başta adlandırma merasimi olmak üzere ona kadar çıkmaktadır: bunlar sırasıyla doğumun beşinci gecesinde mahalleye verilen ziyafet, bebeğin tırnağı kesilecek kadar olduğunda kadınlar arasında tertiplenen toy, çocuğun saçının büyüyüp yüzüne düşecek olduğunda yine kadınlar arasında düzenlenen saç kesme merasimi, beşik toyu, çocuğu kurdun ağzından geçirme ve çenesine kurt kemiği veya dişi takma merasimi, dört yol töreni, sünnet düğünü, Kuran toyu, yol töresidir. Evlenme merasiminden sonra hacca gitmeye kudreti yetenler hac merasimi ve altmış dört yaşına erişenler peygamber efendimizle yaştaş olmanın şerefine peygamber toyu yaparlar. Törenler kişinin sadece sağlığında yapılmazlar; ölümle başlayan cenaze töreninin ardından ölünün evinde üçüncü günde, kırkıncı günde, yıl geçince aşlar pişer ve komşulara ikram edilir. Ergeş Uçkun’un şiirleri kadar, kendi çocukluğunu anlattığı ve bizi bir masallar diyarına götüren bu kısım da son derece ilginçtir.
Ergeş Uçkun’un Turan şairi olarak tarif edilmesi doğrudur. Gerçekten şiirleri okunduğunda hem bu kavramı (mesela Şanlı Turan, Turan’da Toy) çok sık kullandığı, hem de çeşitli adlar altında devletler ve topluluklar oluşturan Türkleri tek bir millet olarak gördüğü ve bütünlüğünü istediği hemen fark edilir. Mesela Türkistan başlıklı şiirinde şöyle der:
Horasan meskenim, Bakü menzilim
Almaata yaylam, Ankara sevgilim
Aşkabat’ta aşkım, Taşkent’te dilim
Gönlüm Semerkant’ta yatar Türkistan (s. 88)
Doğup büyüdüğü ülke daha geçen sene Amerika tarafından “halı bombardımanı”na tabi tutulan bu coşkun şairin yaşadığı ve yakından tanıdığı Amerika hakkındaki şiirinin bazı bölümleri ile “İnanma” adlı şiirini Türkiye Türkçesine uyarlayarak kendisini selamlıyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum. Şair “bu şiiri daima Türk ve İslama karşı düşmanlarımıza yardımcı olan Amerika için yazdım”, demiştir.

EMRİKE (AMERİKA)
Var mı sen dek cihanda bir itibar Emrike?
Her bucağında bin bir Karun yatar Emrike

Dokuz felekte şanın, âlem senin hayranın
Dünya pazar dükkanın sermayedar Emrike

Sığın bakar çobanın, turna bakar dehkanın
Suna bakar bağbanın, aceb diyar Emrike

Balık açar göllerin, ceylan saçar çöllerin
Kaytan kaytan yolların, katar katar Emrike

Karlı dağlar başım dek, deryalar yoldaşım dek
Çeşmeler gözyaşım dek, dinmez akar Emrike

Ekininde bağında, taşında toprağında
Babam binen atların izleri var Emrike

Öndesin ilm ü fende, hünerin barı sende
Dünyanın akl ü fikri sana kaçar Emrike

İlmin var feraset yok, âdil bir siyaset yok
Nezaket-nefaset yok, gülsüz bahar Emrike

İt muteber insandan, oğul kızdan canandan
İnsanlık pellesiyde, yınıl durur Emrike

Lut kavmi bura göçer, Nemrut şurdan su içer
Ahir fısk u fesattan bir gün batar Emrike

Afroların zindanda, İndiyan kabristanda
Eskimolar kayanda, insan şiar Emrike

Kaşığın var her aşta, gözün daim oynaşta
Sana gönül verenler, sersan kalır Emrike

Uçkun der sözüm şudur, gah küydür ü gah öldür
Dünya Urussuz sensiz rahat yaşar Emrike.


İNANMA
Ey yiğitler aman bermen zalimge
Zalim kulnun yahşı yamanı bolmas

Kurandan don giyip gelse inanman
İblislernin din ü imanı bolmas

Türk oğlunun öz yurdudur Türkistan
Kutublardan Akdeniz’ge uzangan

Bir yanı Alaska bir yanı Kazan
Türk bütündür Özbek Türkmeni bolmas

İçki dışki deme, yok et düşmanı
İlletten yaradan kutgaz vatannı

Uçkun gibi şeylen giyip kefenni
İl bolmaknın başka imkanı bolmas.

HAYATİ BİCE 14 Mayıs 2012 

Arslan Küçükyıldız’ın hazırlayıp Bengü yayınları arasında yayınlanması ile elimize ulaşan Çapandaz kitabı üzerine sohbet edilen “Kuşlukta Yazarlar” toplantısı biterken, kitabını adıma imzalayan yazarına eser hakkında bir değerlendirme yazısı yazma sözü verdim. Türk Ocakları’nın en önemli kültürel faaliyetlerinden olan kahvaltılı “Kuşlukta Yazarlar Buluşmaları” programını, yaklaşık bir yıldır,  bir grup okur/yazar arkadaşı ile birlikte istikrarlı bir şekilde sürdüren Arslan Küçükyıldız, “Çapandaz” adlı hacimli bir eser ile “Turan Şairi” olarak adlandırdığı Ergeş Uçkun’a vefasını göstermişti.“Kuşlukta Yazarlar Buluşmaları”nda yeni çıkan eserleri gündeme taşıyarak, yazarlarımız arasında bir dostluk ortamının tesisini hedefleyen Küçükyıldız’ın bu çabalarını karşılıksız bırakmak, vefasızlık olurdu doğrusu… 
Ergeş Uçkun’un severek kullandığı bir mahlas olduğu için kitaba, kapak ismi olarak seçilen “Çapandaz” kelimesi ülkemizde hemen hiç bilinmez. Çapandaz,  bütün Türkistan’da Bozkurt, Oğlak ve Buzkaşi  isimleri ile bilinen ve ciddi olarak güç-kuvvet yarıştırmak, at sırtında oynandığı için aynı zamanda iyi at binmek  olan sert oyunda, alandaki kesilmiş hayvanı herkesin elinden çekip alarak hedefe ulaştıran ve birçok yarışı hep birincilikle bitiren kişi; usta, yiğit oyuncu demektir.
Yaklaşık beş yüz sayfa hacmindeki kitapta Arslan Küçükyıldız’ın vukufiyetle kaleme aldığı bir Giriş yazısından sonra, Ergeş Uçkun’un Şiirleri, Türkistan ve Afganistan konulu makaleleri, İslam ve Müslümanlar hakkındaki mektup ve yazışmaları ile son olarak da hakkında yazılan yazılar bölümlerine yer verilmiştir. Kitabın en sonuna eklenen Ergeş Uçkun ile ilgili resimler de birer belge olarak değerlendirilebilir. 
Kitabda bir eksik olarak gördüğüm Dizin kısmının -en azından Kişiler Dizini şeklinde- kitabın sonunda yer almasının kitabın belge niteliğinin bir gereği olduğunu değerli yazarına buradan iletmek isterim. Bir diğer önerim kitapta ismi geçen ancak genel kamuoyunun pek de iyi tanımadığı Muhammed Salih, Zahir Şah, Davud Han, Hamid Karzai, William Campbell, Kofi Annan gibi isimler hakkında kısa bir şahıslar sözlüğü eklenmesidir. Yine kitapta yer alan yazılarda geçen Türkistan’ın orijinal atasözleri ve deyimlerini de kitabın eki olarak bir arada sunmak eserin akademik değerini arttıracaktır.
Ergeş Uçkun, internetin ülkemizdeki ilk yıllarında, Türk milliyetçilerinin önemli adreslerinden olan Türk Gazete Topluluğu (TGT) yazışma grubunda paylaştığı bazı yazıları nedeniyle, ülkemizde kısmen de olsa tanınmıştı.  Merhum Uçkun’un, Arslan Küçükyıldız tarafından hazırlanan bu eser vasıtası ile hem daha geniş bir çevrede –hayli gecikmiş sayılsa bile- tanınacağını ve hem de Ergeş Uçkun’un bu kitapla bir araya getirilen yazılarında dile getirdiği gerçekler ile de tarihe not düşülmüş olacağını düşünüyorum.
Toplantıya katılan değerli ülküdaşım, Lütfi Şahsuvaroğlu’nun “Çapandaz” kitabının öznesi olan Ergeş Uçkun’u evinde misafir etmenin sağladığı görgü tanıklığı ile naklettikleri ve bu arada ülkemizin resmî devlet aparatının Türk yurtları konusundaki cehaletini Afganistan Türkleri örneğinde eleştirmesi toplantının -hiç değilse benim için- önemli ayrıntıları idi.

ÇAPANDAZ
Veli HİKMET BAŞER
(Türk Yurdu Dergisi, Eylül 2012, Cilt 32, Sayı 301, Sf.74)

Çapandaz; kökpar, köpkarı, buzkaşi ve oğlak gibi adlarla bilinen, at üstünde oynanan ve tamamen bilek gücüne dayanan oyunu oynayan, oğlağı rakiplerinin elinden çekip alan ve yarışı bitiren oyuncuya verilen isimdir. Türkler, cihanda atı en iyi kullanan, onun hızından istifade ederek at üzerinde dünyadan sadece bir örneği bulunan ‘Bozkır Kültürü’nü ortaya koymuşlardır. Afganistan hudutları içinde kalan Güney Türkistan’da Anthoy’da 21 Şubat 1927 yılında doğan Özbek Türkü Ergeş Uçkun, at üzerinde spor yapanlara verilen mahalli isim Çapandaz’ı şahsıyla özdeşleştirmiştir. İlk ve orta öğrenimini doğduğu topraklarda yapmış, 1950-1952 arasında Kabil Üniversitesi’nde kimya ve biyoloji okumuş, öğretmenlik ve lise müdürlüğü yapmıştır. Afgan hükümetinin Türkleri tasfiye siyaseti çerçevesinde can güvenliğinin kalmaması üzerine, Pakistan ve İran üzerinden 1957’de Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye’de evlenmiş, Adana’da ilkokul öğretmenliği, Mersin Ataş Rafinerisi’nde laborantlık yapmıştır. 1974’de Amerika’ya giderek Princeton’da Mobil Oil’de teknik eleman olarak çalışmıştır. Otuz yıla yakın bu ülkede yaşadıktan sonra yeniden Türkiye’ye dönerek Silifke’de yerleşmiştir. 2003 sonlarında felç geçirerek konuşma yeteneğini kaybeden Ergeş Uçkun, ömür çizgisini 25 Mayıs 2009’da Silifke’de noktalamıştır.
Doğduğu topraklar etnik olarak karışık bir yapıya sahipti. Eğitim ve iktisadi bakımdan oldukça geri kalan Afganistan’da, günümüzde olduğu gibi geçmişte de yabancı güçler çıkarlarını devam ettirmek için iç huzuru daima bozmuşlar ve insanları birbirine düşman haline getirmişlerdir. Böyle bir ortamda doğan, hadiseleri ve etrafında cereyan edenleri anlamaya başlayan Uçkun, mensubiyet duygusuyla Türkçü bir dünya görüşüne sahip oldu. Doğduğu toprakların gördüğü acıları, Sovyetlerin dağılmasından sonra yeşeren ümitlerin solmasına tanık oldu. Hassas yapısıyla duygularını şiir haline getirdi. Turan şairi olarak nitelendirildi. Türkiye’de, Amerika’da yaşadığı dönemlerde kendisi gibi düşünenlerle çok yakın alaka kurmaya özen gösterdi. Çıkardığı gazete ve dergileri Türk dünyasına, Afganistan’a ulaştırmaya çalıştı. Şiirleri kitap olarak basıldı. Şiirleriyle ve yazılarıyla Türk milletini uyandırmak, birleştirmek istiyordu. Elinin kalem tuttuğu dönemde çok insanla haberleşti, yazıştı. Kâğıdın etkisinin azalmasından sonra elektronik ortamda faaliyette bulunan sitelere devamlı olarak yazmak suretiyle daha geniş kitlelere ulaşmak imkânı buldu. Bilhassa bine yakın üyenin takip ettiği bir yazışma topluluğu olan TGT-Türk Gazete Topluluğu, onun sesini duyurabildiği etkili bir ortam olmuştur. Burada Türk dünyasını ilgilendiren bütün konularda kalem oynattı.
Onun vefatından sonra, hakkında sağlığında da makaleler yazmış olan Aslan Küçükyıldız, dostunun yazdıklarının matbu hale getirilerek kalıcı olmasını sağlamak gibi bir görevi üstlenmiştir. Çapandaz adı ile neşredilen eser, yoğun bir emek ürünüdür. Giriş bölümüyle birlikte on bölümden oluşmuştur. Küçükyıldız, Uçkun’un ailesinin yardımı ile onun kaleminden çıkan ve TGT’de dağılan ürünlerini sistematik olarak düzenlemiştir. Bunlar mektup, şiir ve makalelerdir. Uçgun’un ürünleri, Türklerin yaşadığı doğu ve batı bölgelerini iyi bilmesi, Türkçenin bu bölgelerdeki kelime zenginliğini ihtiva etmesi bakımından da önemlidir. Herhalde böyle geniş bir alanı iyi bilen bir kalem erbabı yakın zamanda kolay kolay ortaya çıkmayacaktır. Yaşadığımız hayat böyle kişilerin yetişmesine imkân verecek, duyguların ağır bastığı, hasretin ruhlara işlediği bir ortam olmaktan çıkmıştır. Daha önce yayımlanan kitaplarındaki bazı şiirlerine kitapta yer verilmiştir. Ondan söz eden dostlarının şiir ve yazıları da kitaba alınmıştır.
Uçgun’la karşılaşmadık. Yazdıkları, kullandığı mektup kâğıdının başına koyduğu buzkaşi oynayan atlı grubunu ihtiva eden görsel, mektuplarının kıyısına köşesine vurduğu at nalı biçimindeki kaşe duygu adamı olduğunu gösteriyor.
Güzel bir kapak, temiz bir baskı ve güzel bir düzenleme ile böyle eseri ortaya koyan Küçükyıldız’ı, kadirşinaslığıyla ayrıca tebrik etmek gerekiyor. 

(Sayın Ömer Özcan'a teşekkürlerimizle.)


Öküz'e haksızlık etmeyelim!  / Arslan Tekin


İbn Haldun (1332-1406) insan için  “nefs-i nâtıka”  (en-nefsü’n-nâtıka) der.  Anlayan, idrak eden insan. Buradan “eşref-i mahlûkât” a gelebilir miyiz? Yani insan, yaratılmışların içinde en şereflisidir,  diyebilir miyiz?
Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Lekad halekna’l-insâne fî  ahseni takvîm”  (Biz elbette insanı en güzel şekilde yarattık.) (Tin, 95/4),
Hemen ardından  “Sümme redednahu esfele sâfilîne”  (Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.) (Tin, 95/5) buyrulmuştur. Ve:
“Ve lekad kerremna benî âdem ve hamelnahum fi’l-berri ve’l-bahri ve razaknahum mine’t-tayyibâtı ve faddalnahum alâ kesîrin mimmen halakna tafdîlan”  (And olsun ki biz âdem oğullarını şerefli (saygılı) kıldık. Karada ve denizde onların ulaşımını sağladık, tertemiz şeylerle onları rızklandırdık ve yarattıklarımızdan pek çoğundan üstün kıldık.) (İsra, 17/70)
Gördüğünüz gibi, Kur’ân’da “insan”ın mutlak manada şerefli olduğu belirtilmemiştir.

***

İnsanı hayvandan ayıran en mümeyyiz vasıf “fikir”dir. Aslında insan fikredebildiği için, esfel-i sâfilîne gidebiliyor! Bu yüzden hayvanların çok günahlarını almışızdır. İnsanı ibret için bile öküze benzetmemiz, bu hayvana haksızlık değil midir?
TRT’de çok önemli programlara imza atan Arslan Küçükyıldız dostumuz, yapılmayan bir şeyi yaptı ve geçmişten bugüne bulabildiği bütün öküz kıssalarını topladı, “Kitâb-ı Öküz-Öküz Şakaları” aşlığıyla yayınladı. (204 s., Sarkaç Yay.)
Okurken hem eğleniyor, hem düşünüyor, hem de “öküz”e acıyorsunuz! Bazen insan karşısında  “öküz”, en şerefli varlık olarak karşımıza çıkıyor!
Nefs-i nâtıkaya uygun bir kıssa:
 “İmam-ı Âzam Hazretleri yolda giderken, ipini koparmış bir öküzün karşıdan hışımla geldiğini görür. Hemen yolundan sapar, karşı taraftan yürümeye başlar. Ham adamın birisi de İmam-ı Âzam’ın bu hâlini görünce arkasından koşup yaklaşır,
-Yâ İmam! der, bir öküzden korktun değil mi? Ben senin bu kadar korkak olduğunu bilmiyordum.
İmam-ı Âzam tebessüm eder:
-Tabiî korkarım, benim kafamda akıl, onun kafasında boynuz  var!”
Dünyanın öküzün boynuzunda olduğuna çok eskiden inanmışlardı. Zamanımızda da mutaassıpların olmadığını söyleyemeyiz:
 “Eski Daru’l-fünûn müderrislerinden Ömer Ferit Kam Hoca (1861-1944) nükteleriyle meşhurdur.
Bir gün ona ‘Dünya öküzün boynuzlarında mı duruyor?’ diye sormuşlar.
Üstad biraz düşünüp öğrencilerine ‘Yazın’ demiş ve şunları söylemiş:
Ne taaccup ediyorsun buna dünya derler
Duyulan herzelere onda nihâyet yoktur
Yerin altında öküz var mı dedi bir meczup
Onu bilmem dedim fakat üstünde pek çoktur”
Yazıyı, Yusuf Has Hacib’in şu sözüyle bitirelim:
“Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur. Kişioğlu denizden çıkarmasa inciyi ha inci olmuş, ha çakıl taşı.”

(Sayın Arslan Tekin'e teşekkürlerimizle)

Öküz şakaları / Mehmet Şeker


Yakın zamana kadar hayatımızda çok önemli bir yeri bulanan at, motorlu taşıtların çoğalmasıyla göz önünden uzaklaştı.
Spor, yarış gibi alanlarda ve nostalji unsuru olarak karşımıza çıkıyor.
Köylerde traktörler görüyor onların işini, şehirlerde arabalar.
Sütçünün bile beygiri yok artık.
At gibi, öküz de günlük hayatın bir parçasıydı düne kadar.
Öküzler, çift sürmede ve taşımada insanımızın en önemli yardımcısıydı.
Kurtuluş Savaşı sırasında cepheye malzeme taşıyan Elif'in kağnısını da onlar çekiyordu.
*
Değerli arkadaşım Arslan Küçükyıldız, çekmeye hazırlandığı İstiklal Harbi filminde kullanacağı öküzlerle ilgili olarak memlekette babasına fikir danışır.
O şekilde başladığı araştırmayla bol miktarda malzeme toplayınca, bunların bir kısmını "Kitab-ı Öküz" adıyla kitap haline getirdi; alt başlık: "Öküz Şakaları"
Nasreddin Hoca'dan Üsmen Aga'ya, Ahmet Yesevî'den Pir Sultan Abdal'a, Şair Eşref'ten Hacı Bektaş-ı Velî'ye kadar yüzlerce öküz şakasının yer aldığı kitap, Sarkaç yayınları arasından çıktı.
İçinden hoş bir hikâye seçtik:
*
Adamın biri bir öküz çalar. Zamanla vicdanına yenik düşer ve pişman olur. Kendi kendine bu pişmanlıktan kurtulmak için çare arar. En iyisi bu öküzü bir dergâha vereyim, kesip etini fakirlere dağıtsınlar diye düşünür ve soluğu Hacı Bektaş'ın dergâhında alır. Durumu Hacı Bektaş'a anlatır. Hacı Bektaş hazretleri, "Hırsızlıktır, olmaz" der ve kabul etmez.
Adam bu defa Mevlâna'ya gider ve durumu anlatır. Mevlâna da kabul eder. Adam kendi kendine sorar: "Yahu bu adamların ikisi de büyük insanlar ama biri hırsızlıktır dedi kabul etmedi, diğeri ise kabul etti. Bu nasıl çelişkidir" der ve Mevlâna hazretlerine sorar:
"Siz bunu kabul ettiniz ama ben önce Hacı Bektaş'a gittim o kabul etmedi. Bu durumda hanginiz büyüksünüz?"
"Biz bir kuzgunuz, Hacı Bektaş ise bir şahindir. Kuzgun her leşe konar ama şahin konmaz. O yüzden kabul etmemiştir."
Adam yetinmez bu cevaba ve bir de Hacı Bektaş'a sormaya gider.
"Sizin almadığınız öküzü Mevlâna kabul etti. Bu durumda hanginiz daha büyüksünüz?"
Hacı Bektaş şöyle cevap verir:
"Biz bir su birikintisiyiz. Mevlâna ise derya. Su birikintisi az bir pislikle bulanır. Derya ise bulanmaz. O yüzden kabul etmiştir."
*
Asırlardan süzülerek gelen atasözü ve deyimlerimiz arasında öküzle ilgili olanların sayısı o kadar fazladır ki... İşte en yaygın olanlardan birkaç örnek:
Öküz öldü, ortaklık bozuldu.
Öküz bağıracağına, kağnı bağırır.
Öküz ölür, gönü kalır; yiğit ölür, ünü kalır.
Öküz can çekişende, bıçak çeken çok olur.
Öküzün gamsızı, kasabın bıçağını yalar.
Öküzün çektiğini kayışa sor.
Öküzün delisi ambar doldurur, adamın delisi adam güldürür.
*
İstediğiniz kadar gülebilirsiniz ama bir de "Öküzün trene baktığı gibi" şeklinde meşhur bir söz vardır; fakat burada öküzlere haksızlık ediliyor.
Bir arazide otlayan veya çifte koşulmuş öküzler, yakından tren geçince bakarlarsa kusur mudur?
'Bakar' zaten 'öküz' anlamına gelmez mi?
Aynı yerde bulunan insanlar da düdüğünü öttürerek geçmekte olan trene bakmazlar mı?
Asıl öküzlük odur ki, sırf eşinin başı örtülü diye emri altında bulunanlara baskı yapar bir komutan.
Birlikte toplantıya çağırdığı astının eşini, muhafazakâr olduğunu bildiği halde zorla dansa kaldırır.
Daha çok örnek var, ancak hepsini anlatmaya yerimiz müsait değil.
(Sayın Mehmet Şeker'e teşekkürlerimizle)

ÇAPANDAZ - ARSLAN KÜÇÜKYILDIZ / Baki DÖKME
http://www.edebiyatdefteri.com/kitap/capandaz-79651-kitabi/

"GÜNEY TÜRKİSTAN'IN ÇAPANDAZ'I ERGEŞ UÇKUN

Kendisiyle ABD'nin Nev Jersey (Yeni kazak?) eyaletinde tanışmıştık. Ramazan Konyalı adlı bir arkadaş Ahmet Demir Bey ile ikimizi Ergeş Bey'e götürmüştü, sağolsun. Onun sayesinde Güney Türkistan'ın Çapandaz'ı ile tanışmıştık. Ergeş Bey rahmetli bizi misafir etmiş, Silifkeli olan kıymetli eşi Türkan Hanım'ın yaptığı yemekleri tatmıştık. Yaklaşık 3 saatlik sohbetine doyum olmamıştı.

Sonra sonra bilgisayar üzerinden mektuplaşmalarımız sürdü. Silifke deyimiyle Mektup ile konuştuk bir zaman."
Böyle yazmışız bir zaman rahmetli Ergeş Bey'in ölümüyle ilgili olarak.
İnsanlar da her şey gibi ölümlüdür. Ancak, arkalarında bıraktıklarıyla yaşamağa devam ederler.
Rahmetli Ergeş Uçkun da bu insanlardan biridir. Yazdığı şiir ve yazılarla yaşamağa devam etmektedir.
Kişinin eserleriyle yaşayabilmesi için, bu eserlerin yaşayanlar arasında tanınması, bilinmesi gerekir.
İşte bu noktada, değerli yazarımız Arslan Küçükyıldız, rahmetli Ergeş Bey'i, "Çapandaz" adlı kitabıyla yaşayanlar arasına karışanlardan eylemiştir. Yazı ve şiirleriyle zaten aramızda olan Ergeş Bey, şimdi daha çok anılacak, daha çok kişinin yanında olacaktır.
Böyle bir esere imza atan Arslan Küçükyıldız'ı kutluyorum.
Çapandaz Ergeş Uçkun'la birlikte, Arslan Bey'in de geçmişlerine rahmet diliyorum.
Kitaptan bazı başlıklar şöyle:

Ergeş Uçkun
Çapandaz Ne Demektir?
Ergeç Uçkun'un Bazı Şiirleri
Ergeş Uçkun'un Türkistan Konulu Makaleleri
Ergeş Uçkun'un Güney Türkistan (Bugünkü Afganistan) Konulu Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Aşinalarla ilgili Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un İslam ve Müslümanlarla İlgili Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Amerika ve Arkalı Mehmetlerle İlgili Mektupları
Ergeş Uçkun'un Türk Büyükleri ve Atalar Konulu Makale ve Mektupları
Ergeş Uçkun'un Bazı Özel mektupları
Ergeş Uçkun Hakkında Yazılan Yazılar
(İçindekiler'den)


(Sayın Baki Dökme'ye teşekkürlerimizle)



İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİNDE
“TÜRKLERDE ÖKÜZ KÜLTÜRÜ ve KİTAB-I ÖKÜZ” KONUŞULDU


Geleneksel Cumartesi günü toplantılarından biri daha İLESAM Kültür Evinde 14 Ocak 2012 tarihinde yapıldı.Arslan KÜÇÜKYILDIZ’ın konuşmacı olarak katıldığı etkinliğe katılım oldukça fazlaydı. 

Kitab-ı Öküz derlemelerinden bahseden Küçükyıldız, dini, efsanevi, mitolojik, edebi boyutu olan “öküz” temasının türkülere dahi ilham verdiğini, çok büyük bir yelpazeye sahip olduğunu, kendisinin bu imgeyi sinema açısından incelemeye başladığını ve araştırmalarına halen devam ettiğini söyleyerek, sözlerine şöyle devam etti.

Cumhuriyet Döneminde mermi taşıyan kağnılar İstiklal Savaşı ile ilgili çok önemli bir noktadır. Öte yandan, kağnı arabaları düğün alayı olarak kullanılır, gelin arabası şeklinde süslenirdi. Su taşınırdı. Kağnı arabasının üzerine kalafat konularak tarlalardan sap taşınırdı. Motorlu taşıtlarla bir yerden bir yere gidilebilir, birkaç parça eşya bagajına yerleştirilebilir ancak görüldüğü gibi öküzlerden pek çok yerde yararlanılabilirdi. O dönemlerde öküzler çok önemliydi. Mal canın yongası olduğundan evin ayrılmaz bir parçasıydı. Evin çocuğunun hasta olmasından bile önemliydi öküze herhangi bir şey olması. Öküz hastalandığında tarla sürülemeyecek, aile aç kalacak, kısaca yaşam duracaktı. Kültürümüzde öküz ile ilgili deyimler, atasözleri, türküler, şiirler, fıkralar da yer almaktadır. Türk Dil Kurumunun Atasözleri Sözlüğünde 5000 adet deyim var ancak bu atasözlerinin 1000 tanesi öküz ile ilgilidir. 

Öküz, kimi yörelerde kutsal sayılırken, bazı kültürlerin bayraklarında bile yer almış, boyları temsilen de kullanılmış, kendi hayvanlarını diğerlerinden ayırmak için özellikle kulak bölgelerine işaret olarak damgalanmış ayrıca halı motiflerinde de yer almıştır.
Öküz konusunda katılımcıların da düşüncelerini paylaşmasını isteyen Küçükyıldız,içinden öküz geçen birbirinden güzel fıkralarını anlatarak dinleyenleri güldürmeyi başardı.


Arslan KÜÇÜKYILDIZ, milletin hafızasının önemini vurgulayarak geçmişten geleceğe aktarılması, unutulmaması gereken değerler olduğunu, öküz imgesinde olduğu gibi at, eşek, köpek, kedi vb. hayvanların da hikayelerinin varlığını, ne yazık ki bu konuda çalışmaların yapılmadığını, bilginin önemli olduğunu, işlenmemiş efsanelerimizin popüler ve yabancı kültürlerde işlendiğini buna örnek olarak da Harry Potter isimli eserde “Şahmeran”karakterinin kullanıldığını, bu çalışmadan iyi gelir elde edildiğini, bizim de zenginliklerimizi tespit etmek zorunda olduğumuzu, hafıza kaybının engellenmesi gerekliliğinin ehemmiyetinden bahsederek insanın ilk önce en yakınında tanık olduğu değerleri kayıt altına alması gerektiğini, küçük damlaların ileride okyanusa dönüşeceğini ifade etti. 

Etkinliğe katılan konukların konu hakkındaki sorularını cevaplayan Arslan KÜÇÜKYILDIZ’a, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız tarafından bir Teşekkür Belgesi takdim edildi.
HABER: SİBEL UNUR ÖZDEMİR
FOTOĞRAFLAR: NUR ERSEN

(Sayın Sibel Unur Özdemir ve Sayın Nur Ersen'e teşekkürlerimizle)








KÖÇÜRME

Ercan Çalışkan 

7 Mart 2016

Geçen gün kargodan bir paket geldi. Herhangi bir yere, herhangi bir siparişim de yoktu. Merakla açtım paketi. Bir kitap, adı Köçürme… Ve yazarı Arslan Küçükyıldız… Kardeşim gibi sevdiğim bir eski dost. Tabii ki hemen koltuğa oturdum. Başladım sayfaları çevirmeye…

Köçürme, bir oyun adı... Daha önce -utanarak itiraf ediyorum, hele hele kitabı inceledikçe daha çok utanarak itiraf ediyorum- duymadığım bir oyun ve adı..

Şimdi diyorsunuz ki bir oyunu ve adını bilmediği için utanan birine de ilk defa rastladık. Haklısınız ama şimdi okuyacağınız cümleden sonra da bakalım aynı düşüncede olacak mısınız?

Köçürme, binlerce yıllık bir Türk zeka oyunudur. Daha doğrusu çok geniş bir oyun ailesidir.

Dahası 17. Yüzyıldan sonra tüm dünyaya bizden yayılmış. Araplar da bizden almış, mangala adıyla oynamaya başlamışlar (anlamı göçürme). Dünyada da daha çok bu adla (mangala, mancala, mankala) anılmış fakat bine yakın değişik ismi de varmış.

Kitabı okudukça hayretler içinde kaldım. Kimi zaman kendime kızdım şimdiye kadar bundan niye haberim olmadı diye… Ama en çok da onlarca yıldan beri milli eğitimimizi ve kültürümüzü yönlendirenlere kızdım. Neden mi? Cevabı yazarın şu satırlarında:

“Muhteşem bir medeniyete ait bu hazinelerin, milletimiz ve insanlığın hizmetine sunulmadığı sürece, Kutadgu Bilig’de belirtildiği gibi, hiçbir değeri yoktur:

Bilgi denizin dibinde bir inci gibi durur.

Kişioğlu denizden çıkarmazsa inciyi,

Ha inci olmuş ha çakıl taşı!”

Düşünün…

Her yaşa hitap eden bir oyun…

Her mekana uygun…

Üstelik her yaşta insan oynayabilir.

Dahası çok keyifli, çok zevkli…

Bunlardan daha önemlisi, kuşaklar arasında sağlam bağı oluşturabilecek; ana, babayla evlatların, dedeyle torunların aynı ortamları paylaşmalarını sağlayabilecek çok önemli bir öğe… Kitabın yazarının deyimiyle “Çocuk oyunları onlar için bir akademi niteliğindedir.”

Söylenebilecek tek şey var: Bizleri bu akademilerde okutmayanlar utansın.

Neyse biz utanacakları kendi utançlarıyla baş başa bırakalım. Çünkü bu eserin konuşulacak çok keyifli yerleri, kitabın deyişiyle çukurları, var.

İşte bunlardan ikisi..

Beş taş ve dokuz taş… Bu oyunlar bizim oralarda da var. Bunları görünce sevindim; bak, farkında değilmişim ama bizde de varmış köçürme dedim…

Yalnız bizdekilerin oyun kuralları daha farklı…

Az kalsın unutuyordum. Bizde dokuz(bazen de on bir) kiremit  oyunu var, bu da bir köçürme oyunu. Bir de “Ebe Gömmeci(Gömmece)” oyunu var ki bizdeki bu oyunda çukurlara ebeler gömülürdü.

Önce kişisel bir seslenme izin verirseniz:

“Çok sağ ol Arslan kardeşim… Beni yıllar öncesine götürdün. Çocukluğumu hatırlattın. Oyunlarımızı yaşattın.”

Tabii bu cümleler, egomun yazdırdığı cümleler…

Şimdi hepimiz için yazacaklarıma geldi sıra:

İyi ki bu kitap yazılmış. Ne kadar çok emek verildiği belli, kültürümüze ne kadar çok katkıda bulunacağı da aşikar…

İnsanlara tavsiye verebilecek biri olabilseydim şunları yazardım:

Lütfen alın, okuyun hem kendiniz hem aileniz hem de çocuklarınız için güzel bir şey yapmış olun. 

İsteme Adresi:

DELTA KÜLTÜR YAYINEVİ

Hatay Sokak 17/B Kızılay/Ankara

Tel: 0 312 433 17 72

Mail: info@deltakitap.com




Arslan BULUT / arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
Yeniçağ Gazetesi / 12.2.2016
Tayyip Erdoğan'ın "Dünyadaki diğer ülkelerin kabul ettiği mülteci sayısı ne kadar? Bazıları 100 tane almış, öbürü 300 tane, 500 tane, bin tane. Bizim alnımızda 'enayi' yazmıyor, kusura bakmayın. Bu işin hakkı neyse, bunu yaparız. Biz bir yere kadar 'sabır, sabır, sabır' ondan sonra da gereği neyse bunu yaparız. Her halde otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor. Gereği neyse bundan sonra o yapılır" sözlerindeki "enayi" kelimesi, çağrışım yoluyla bana "uzuneşek" oyununu hatırlattı.
Bu arada Ahmet Davutoğlu da son dönemde Türkiye'nin çabaları ile Avrupa'ya yönelik sığınmacı sayısında azalma olduğunu belirtirken Türkiye ve AB'nin önlemleri sayesinde sığınmacı sayısının günlük 3 binden bir kaç yüze gerilediğini söyledi!
***
"Uzuneşek" çağrışımına yol açan ise adaşım Arslan Küçükyıldız'ın Türk Zekâ Oyunları: Köçürme (Mangala) adlı yeni çıkan çok değerli kitabı oldu. Kitabı elime aldığımda, "Acaba çocukken oynadığımız, 'Fodik' oyunu da var mı?" diye içindekiler bölümüne baktım. Evet, Trabzon köylerinde benzer adlarla oynanan bu oyun da kitapta vardı. Foduk, fodul, fotik, fotuk gibi değişen adlarla oynanan oyun, köçürme ile benzerlik taşıyor. Köçürme, 20 gözü bulunan bir tablada taş dağıtmaya dayanıyor. Fodik ise mesela yaylanın çimeninde parmakla açılan deliklere denilir. İlk fodikte toplanan minik taşları alıp dağıta dağıta giden oyuncu 2, 4, 6 gibi belli bir dizi oluşturabilirse oyunu kazanır.
***
"Ee, konuyla ne ilgisi var?" diyeceksiniz... Arslan Küçükyıldız, kitapta diyor ki "Trabzon'da foduk oyununu derlediğimiz Ahmet Başoğlu'nun ifadesine göre oyunda mızıkçılık yapanların istikballeri pek parlak olmamıştır. Bu oyun ve benzer oyunlar, insanın geleceğini tayin eder. Mızmızlar, mücadele etme hissi, işi sürdürme, başarma duygusu kazanamaz. Çocuk oyunları başlı başına bir eğitim kurumudur. Nasıl körebe oyunu sezgiyi, uzuneşek enayi yerine konulmamayı öğretirse, foduk da çok çabuk hesap yapmak, onu uygulamak, karşı tarafın hamlelerini düşünmek, özellikle hesap yaparak sonrasını görebilmek, iki-üç adım sonrasını düşünebilmek, karşısındakinin yerine kendisini koyabilmek becerileri kazandırır. Bu oyunlar kalktıktan sonra suç oranları yüzde beş yüz artmıştır. Terbiye, temas, sözlü iletişim, beceri, bilgi edinme konuları zayıflamıştır. Günümüz çocuğunun karşısında canlı yok! Empati yok. Oyunlar, çocuğun karşısındakini anlamasını sağlar."
***
Türkiye gibi koca bir ülkeyi çocukluğunda uzuneşek, fodik veya köçürme gibi oyunlar oynamamış insanlar mı yönetiyor ki iki-üç adım sonrasını göremiyorlar? ABD'nin, Rusya'nın, İngiltere'nin, Almanya'nın, İran'ın, İsrail'in, Birleşmiş Milletler'in veya NATO'nun hamlelerini önceden tahmin edemiyorlar; Suriye'yi yönetenlerin yerine kendilerini koyamıyorlar?
Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Necdet Özel, Hulusi Akar ve Hakan Fidan, çocukluklarında hiç uzuneşek oynamadılar mı acaba? Zira Türkiye, Erdoğan'ın ifadesine göre onların döneminde "enayi" yerine konuluyor!
Gerçi ben de hiç "uzuneşek" oynamadım ama hiç değilse "fodik" oynadım! Pek çok insanımız gibi Türkiye'nin Suriye politikasının temelinden yanlış olduğunu gördüm ve gerekli uyarıları da yaptım. Hâlâ yanlışta ısrar etmenin kime ne faydası var?


Ahmet Davutoğlu, Rusya'nın Suriye'de "tehlikeli bir oyun oynadığını" söylüyor. İyi de Türkiye'nin bir oyun planı var mıdır? Sürüye kurt çağırmak, Türkiye'nin politikası olabilir mi ki Birleşmiş Milletler veya NATO'yu bölgeye çağırıyorlar? Adamlar zaten, bu örgütler üzerinden Türkiye'ye müdahil olmaya çalışıyor!

(Sayın Arslan Bulut'a teşekkürlerimizle)


BİR OYUN İÇİN BİR KİTAP NASIL YAZILIR?
Cahit Topçuoğlu

“KÖÇÜRME” adlı kitabınızın yayımlandığını öğrendiğim andan, elime geçen zamana kadar “Bir oyun için bir kitap nasıl yazılır?” sorusunun cevabını merak ediyordum. Kitabı alıp okumaya başlayınca “bir kitabın” değil “okyanusun” içinde bulunduğumuzu gördüm. …Ve bu okyanusun “biz” olduğunu fark edince hem gururlandım, hem de bu zamana kadar “bizi” fark edemeyen milyonlar gibi üzüldüm.
Çok geniş bir coğrafyada, birbirine çok benzer şekilde oynanan bu oyunun birbirinden kopmuş insanları bağlayan bir bağ olduğunu görmek beni çok mutlu etti. Okumayan bir toplum haline gelen, gördüğü, duyduğu her şeye sahip çıkması, kabullenmesi sonucu benliklerinden uzaklaşmaya başlayan Türk toplumunun adeta köklerinin bu tür eserler ile yeniden can bulacağını ümit etmekteyim. Dünyaya Türk’ün ne kadar büyük bir güç olduğunu gösterecek olan araştırmalara “örnek” teşkil edeceğini düşünmekteyim. Çok büyük şeyler icat ederek insanlığa hizmet edeceklerini düşünenler bir “vida”nın ne kadar büyük bir” icat olduğunu görmelidirler.
“KÖÇÜRME” Türk Dünyasını yeniden tanımanın, “biz” dediğimiz Türk ailesinin genişliğini anlatmanın güzel bir örneği olmuş. Emeğine, ellerine sağlık, kalemine kuvvet sevgili dostum.
Bundan sonraki çalışmalarında Allah yâr ve yardımcın olsun.


(Sayın Cahit Topçuoğlu'na teşekkürlerimizle)

Arslan Küçükyıldız’ın yazılması zor eseri: Köçürme / Mangala




Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnâmesinde Macaristan’da Peçoylulardan bahsederken şöyle yazar (Cilt 6, haz. Seyit Ali Kahraman, İstanbul 2010, s. 258, YKY): “Peçoy çocukları zekidir, nice yüz bin şiiri ezberlemişlerdir. O kadar güçlü hafızaları vardır ki; bu serhatlerde benzeri yoktur. Meğer, Anadolu diyarında Kastamonu çocukları ola.”
TRT mensubu araştırmacı, değerli hemşehrimiz Arslan Küçükyıldız, bu yazıyı doğrulayan bir çalışmaya imzasını attı:Türk Zekâ Oyunları 1: Köçürme/Mangala adlı kitabını yayımladı (Ankara 2015, 304 s. Delta Kültür Yayınevi).
Yazılması güç bir eser. Önce, oyunu, çeşitlemelerini, yöre yöre özelliklerini tespit edeceksiniz. En iyi oynayanları bulup tarif ettirip resimlerini çekecek, çizimlerini yaptıracaksınız. Sonra derlediklerinizi bilgisayar ortamına nakledip, sınıflandırıp, yorumlayıp baskıya hazırlayacaksınız. Baskı çalışmasında, yine dikkatli düzeltmeler yapacaksınız. Bir eliniz daima cüzdanınızda bulunacak. Para harcayacaksınız bol bol. Ömrünüzden harcadığınız aylar da cabası.
Kitap; bir giriş, yedi bölüm ve eklerden oluşmakta. Bölüm başlıklarını ve alt başlıklarından bir bölümünü yazımıza naklettiğimizde yapılan çalışmanın önemi, değeri daha iyi anlaşılacaktır:
  • Giriş (s. 13-20)
  • Bölüm: Oyun, Zekâ ve Köçürme Oyunları (s. 21-28)
  • Bölüm: Köçürme Oyunlarına Hazırlık ve Kurallar (s. 29-44)
  • Bölüm: Türk Dünyasında Köçürme Oyunları/Türkiye ve Türk Dünyasında Köçürme Öncülü Oyunlar/Köçürme Oyunlarına Hazırlık Oyunlar: Üçtaş, Dörttaş, Beştaş, Dokuztaş, Onbeştaş, Emmen, Fıtık, Kazankup, Mere, Aşık Oyunu, Mele, Göç, Çola Çola, Altı Ev, Guyu Taşı, Guyulama, Mangal, Mangala, Ocak Ocak, Pıç, Tunç (s. 45-192).
  • Bölüm: Dünyadaki Köçürme (Mangala) Oyunları (s. 193-206)
  • Bölüm: Tarihte ve Bugün Köçürme Oyunları (s. 207-245)
  • Bölüm: Köçürme ve Halk Bilimi/Köçürme Verileri (s. 249-270)
  • Bölüm: Kaynaklar (s. 271-288)
  • Ekler: (s. 289-304)

 Küçükyıldız, memleketi Kastamonu’dan da Köçürme öncülü oyunlarla Köçürme benzeri oyunlar derlemeyi de ihmal etmemiş. Bu çerçevede kitapta şu derlemelerle karşılaşmaktayız:
Kastamonu merkez köylerinden: Güme/Küme Oyunu, Kuyu Oyunu, Mele/Amen/Beştaş Oyunu.
Araç köylerinden: Emen Oyunu, Mele/Melle Oyunu, Mele Gayası Oyunu, Mele Guyusu Oyunu.
Azdavay köylerinden: Guyu Daşı/Kuyu Taşı Oyunu.
Daday köylerinden: Guyulama/Kuyulama Oyunu.
Devrekâni köylerinden: Guyu Daşı/Kuyu Taşı Oyunu, Amen/Guyu/Cin Guyusu/Guyu Gayası Oyunu.
İhsangazi köylerinden: Emen, Ömen Gayası/Emen Gayası Oyunları.
Hanönü köylerinden: Höben/Öpen/Apen/Epen Oyunu.
Seydiler köylerinden: Guyulama/Kuyulama Oyunu.
Taşköprü köylerinden: Mele, Mene, Meleci Oyunları.
Tosya köylerinden: Guytucuk Oyunu/Cin Kuytusu Oyunu.
Arslan Küçükyıldız’ı Türk halk kültürüne kazandırdığı bu değerli eseri dolayısıyla içtenlikle kutluyoruz. Kastamonu oyunlarından, eğlencelerinden bir bölümünü derleyip unutulmaktan kurtardığı için de ayrıca hemşehri teşekkürlerimizi sunuyoruz.

(Sayın Nail Tan'a teşekkürlerimizle)

KÖÇÜRME/MANGALA

Osman Oktay
29 Şubat 2016


Bizler çocukluğumuzun oyunlarını bile unutmuşken Arslan Küçükyıldız Köçürme/Mangala isimli Türk Zekâ Oyunu için üç yüz dört koca sayfadan oluşan bir kitapla çıktı karşımıza. Köçürme, “Belli sayıdaki karşılıklı küçük kuyulara, belli sayıdaki taşların birer birer sırayla göçürülmesi, dağıtılmasıyla oynanan ve eldeki son taşın bırakıldığı kuyudaki konumuyla üstünlük kazanılan bir oyundur.” Bu oyunun, “yüzlerce değişik ad ve onlarca kuralla oynanan çeşitleri vardır.” (Syf. 13)

Bu çeşitler kitapta yedi bölüm içinde ve yaklaşık iki yüz elli başlık altında inceleniyor, örnekler veriliyor, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ve Türk Dünyasının öteki diyarlarında hangi adlarla oynandıkları ve farklılıkları anlatılıyor.

Arslan Küçükyıldız bir televizyon yapımcısı. Türk Ocakları Genel Merkezi’nde Sanat ve Edebiyat Kurulu Başkanlığı yaptı ve bu Kurul’un üyesi olarak hizmet vermeye devam ediyor. Hemen hepimiz gibi o da oyun çocuğu olarak büyümüş. Elbette unuttuğu oyunlar da olmuş ama daha sonra hatırladıklarının ve başka başka yerlerde karşılaştıklarının peşini bırakmamış. Öyle ki onları televizyon programlarına da konu ederek arşivlenip kalıcı olmalarına da vesile olduğunu da biliyoruz. Kitabın konusu olan “Köçürme” ile tanışması ise 1993 yılında, Kırgızistanlı Prof. Dr. Murat Saralayevvasıtası ile oluyor. Ondan sonra araştırmalara başlıyor, “Orta Asya’da, Atayurdu’nda oynanan bir oyun mutlaka Türkiye’de de vardır” diyerek işe koyuluyor ve yıllarca süren titiz bir çalışma ilk büyük meyvesini böylesine hacimli, bilgi, belge, kültür yüklü bir kitap olarak veriyor. “İlk meyvesi”diyorum; çünkü Küçükyıldız’ın, “Satrançın atası” olarak nitelendirdiği Köçürme’den sonra “Satranç” ve ardından da “Diğer Türk Zekâ Oyunları”kitaplarının geleceği müjdesini alıyoruz.

Hani, siyasilerden ve özellikle futbolla ilgili olanlardan sık sık duyduğumuz bir tabir vardır. Derler ki, “Oyun devam ederken kural değişmez!” Gerçi siyasiler bu konuda şerbetlidirler ve “sayısal çoğunluğu” eline geçirenler kuralları işlerine geldiği gibi ve yerli yersiz, zamanlı zamansız değiştirirlerse de bu laf adeta ağızlarında sakız gibidir: “Oyun devam ederken kural değişmez!..”

Siyaseti bir kenara bırakır ya da bundan “muaf” tutarsak gerçekte her oyunun bir kuralı vardır. Küçükyıldız bu kuralları “Oyunun Töresi” başlığı altında ele almış: “Oyunun Töresi” ifadesi oyunun edebini, örfünü anlatmaktadır.” Sonra da bu “Töre”nin sekiz maddesini sıralıyor:

Karşıdaşa (rakibe) saygı,   Oyunun başında kuralları gözden geçirme ve ilave kural varsa belirtilmesi,   Oyunda açıktan sayı saymama,   Oyunu beklemeden oynama,   Eline aldığı taşları oynama,   Karşıdaş zor duruma düşünce yardım etme,   Nezaket,   Hile yapmama. (Syf. 31)

Köçürme oyunları içeride ya da bahçede, başka açık alanlarda da oynanabiliyor ve tabiidir ki ona göre de malzemeler değişebiliyor. Şöyle ki, “Belli sayıdaki karşılıklı küçük kuyulara, belli sayıdaki taşların birer birer sırayla göçürülmesi” esasına dayanan oyunda “göçürme”  evde çay tabaklarına yapılırken, kırda haliyle kazılan kuyucuklara yapılmakta ve şartlara göre düzenlemeler yapılabilmektedir. Tabii, oyun çeşitlerine ve kaç kuyulu oynandığına göre geliştirilmiş oyun tahtaları da vardır ve satranç ya da tavla takımı gibi taşınabilmektedir.  Kitapta bunlar da etraflıca ele alınıyor ve oyun hakkında hiç bilgisi olmayanların bile okuyarak oynayabilecekleri açıklıkta yörelere göre farklılıklarla başka zenginlikler de kaynak kişilerden alınan bilgiler ışığında anlatılıyor. Kaynak kişilerle bire bir görüşmeler yapıldığı gibi yazışmalar yoluyla da bilgiler alınmış ve anlatıma resimlerle şekillerle zenginlik katılmış.

En az dört bin yıllık bir tarihi olduğunu da öğreniyoruz. “Köçürme, göçebe Türk topluluklarında sadece çobanların oynadıkları ve geliştirdikleri bir çoban oyunu değil, aynı zamanda her ferdi asker olan bir milletin oyunudur. Çobanlar da birer askerdi. Eğlence ve vakit geçirme oyunu olduğu kadar bir askeri strateji oyunuydu. Köçürme bu bakımdan Türklerin dünya görüşünü de yansıtmaktadır. Prof. Dr. Abdülvahap Kara, milletlerin bir zeka oyununa sahip olmalarının, milli bir alfabelerinin olması kadar önemli olduğunu belirtmektedir. Tespitlerine göre Köçürme oyunu Türkler tarafından 4000 yıldır oynanmaktadır.” (Syf. 219)

Nitekim Türk Dünyası’nın çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda, Milattan önce 3000 yılına kadar uzanan dönemlerde bulunan köçürme taşlarının resimleri de birer belge olarak kitapta yer alıyor. Keza, Avrupalı seyyahların seyahatnamelerinde, Avrupalı ressamların resimlerinde ve çeşitli minyatürlerde de Köçürme oyunlarından bahsedildiğini ve resimlendiğini de yine bu eserden öğreniyoruz.

Arslan Küçükyıldız, Türk Dünyası’nda 225 adet Köçürme Oyun Adı tespit etmiş ve bunları kitabın 249 – 245. Sayfaları arasında bir bir sıralayarak belgelemiştir.

Kitapta yer verilen Köçürme Oyunları Sözlüğü, köçürme ile ilgili Derleme Çalışmaları, Kaynaklar ve bu konuda hazırlanan Tezler ve Makaleler, folklorik/kültürel bir eserden öte  tam ve mükemmel bir ilmi çalışma ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Üniversitelerimizden biri çıkıp bu eseri bir “Doktora çalışması/tezi” olarak değerlendirip gereğini yapar mı -ya da böyle bir uygulama var mıdır, yoksa bir istisna olur mu- bilmiyorum.

Bildiğim, Arslan Küçükyıldız kardeşimiz çok değerli bir çalışma yapmış ve kendisini tebrik ediyor, bu eseri okuyucunun ilgi ve bilgisine sunan Delta Kültür Yayınevi’ne (*) teşekkür ediyorum.

(*) info@deltakitap.com    www.deltakitap.com

(Sayın Osman Oktay'a teşekkürlerimizle)

KÖÇÜRME
Turgay Bostan


Değerli Dostum ve Meslektaşım, Arslan Küçükyıldız çok önemli bir çalışmaya imza attı. KÖÇÜRME (Mangala) adı altında yayınladığı kitap, Türk Halk Bilimi alanında yapılmış değerli bir çalışma. Bu kitabı hazırlarken yaşadığı çileli macerasının tanıklarından biriyim. İçinden belki de birkaç doktora tezi çıkabilecek bu çalışma Türk kültür hayatındaki yerini alacak ve gelecek nesillere değerli bir miras olacak kalacaktır.
Delta Kültür Yayınevi’nden çıkan bu değerli eseri, Türk kültürü meraklıları kitapçılarda bulabilir. Umarım hak ettiği değeri bulur ve amacına ulaşır.
Değerli Dostum Arslan, emeğine, göz nuruna ve kalemine sağlık.


(Sayın Turgay Bostan'a teşekkürlerimizle)