ÖNSÖZ
Aslan Küçükyıldız, “Ağabey… Galip Ağabey’in romanını yazsan…” dediğinde, “Olmaz, yapamam. Roman konusunda herhangi bir iddiam yok ama çocuklar için böyle bir çalışma yapabilirim” demiştim. “Tamam, dedi. Nasıl olsa çocuklar için yazılanı büyükler de okur!”
Kafam hep bu konu ile meşgul oluyordu. Aradan günler – haftalar geçti ve bir gün kararımı verdim; biyografik bir roman hazırlayacaktım. Galip Ağabey sağlığında çocukla çocuk, büyükle büyük olduğuna göre O’nun için yazılan kitabı yediden yetmiş yediye herkes okuyabilmeliydi. Öyle bir üslûp tutturduğuma emînim.
Kendisiyle yaklaşık otuz yıldır tanışıyorduk. Evine gitmiştim, evimize gelmişti. Aynı sofraya oturmuşluğumuz, aynı iş ve sohbet ortamlarında bulunmuşluğumuz, aynı toplantılara katılmışlığımız vardı. Seminerlerini, nasihatlerini dinlemiş, “Osman abîmiz” ya da “Osman büyüğümüz” hitaplarına mazhar olmuştum. Ayrıca yazılarının ve kitaplarının iyi bir okuyucusu, çizgili – beyaz kâğıtlara kurşun kalemle yazdığı o kargacık burgacık yazılarını çözüp daktilo etme şerefine nail olanlardan biriydim; kısacası kendisini iyi tanıyordum. Çalışmalarım sırasında bunun kolaylıklarını gördüm.
O’nun, benim bilmediğim yönlerini bilenler de vardı ve hepsinden önemlisi seveni çoktu. Pek çok kişi mikrofonlara, kameralara O’nunla ilgili hatıralarını anlatmış, dergi sayfalarına yazılar yazmıştı. Hakkında kitaplar çıkarılmış ve internet siteleri açılmıştı. Bunlar da büyük kolaylıktı benim için.
Hepsini okudum, dinledim, inceledim. Sonunda şu kanaate vardım ki hatıralarda kopukluk ve çelişkiler vardı. Meselâ O’nun çocukluk ve üniversiteye kadarki gençlik dönemleri ile ilgili bilgiler son derece yetersiz ve bölük pörçüktü. Yüz yüze ya da telefonla görüştüğüm ilgililerden de tam sağlıklı bilgiler alamadım.
Çalışmamı belli bir noktaya getirdikten sonra asıl kaynağı, O’nun ülkücülere emaneti biricik kızı Bilge’yi aradım. Telefonla görüştüğümüz sırada O da babası gibi bir faaliyet içindeydi; “Türk Dünyası Kadınlar Komisyonu”nun Ankara’da toplantısı vardı ve babasının o çok sevdiği Kerküklü Türkmenlerle ilgileniyordu. Toplantının bittiği günün akşamı için anlaştık ve eşimle birlikte evlerine gittik.
Doğrusu, Galip Ağabey’in düzenli bir arşivi olup olmadığını bilmiyordum. O, “dağınık” bir imaj verdiği için arşivinin olmaması normaldi ama evde gördüklerim beni şaşırttı. Dosyalanıp klasörlere konulmuş evrak içinde elli – altmış yıllık olanlar vardı. Hemen oracıkta sordum: “O’na ‘dağınık’ diyenler acaba elli yıl önce babalarından gelen mektubu ve babasına yazdığı cevabî mektubu böyle saklıyor olabilirler mi?” Sonra da, “Acaba O’nun ‘mektup’ merakı ta çocukluk ve gençlik dönemlerinde mi başlamıştı?” diye düşünmeden edemedim.
Yalnızca mektup değil, “günlük” yazdığı not defterini ve hani o çok sözü edilen ve olup olmadığı müphem olan roman çalışmasını da buldum. Sonra, gençlik döneminde yazdığı -ama hepsi de vatan – millet aşkına olan- şiirlerini… Aslında benden önceki bazı araştırıcılar da oradan -maalesef bir kısmı geri dönmeyen- belgeler almışlar ama O’nun hayatı ve mücadelesi ile ilgili belgelerin önemli bir bölümü yerli yerinde duruyordu. Üstelik bu belgeler şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı ve bilinmiyordu. Bunlar ya gözden kaçmış, ya da -olacağı düşünülemediğinden- başka bilgiler istendiği için kendilerine onlar verilmişti. O belgeleri bulunca nasıl sevindiğimi bilemezsiniz. İhtiyaç olanları seçerek alma ayrıcalığından dolayı kendimi şanslı buluyor ve Bilge’ye çok teşekkür ediyorum.
Hakkında anlatılan hatıralarda Galip Ağabey’in bir “Turan Seferi”nden söz ediliyor ve bunun 13 yaşında olduğu zikrediliyordu. 13 yaşında böyle bir maceraya kalkışmak zaten akla da mantığa da ters düşüyordu. Şükür ki kendi tuttuğu “günlük”te bu konu açıkça yazılmıştı ve o sırada 18 yaşındaydı. Okuyucu, bu macera ile ilgili ayrıntıyı kitabımızın içinde bulacaktır.
Ya O’nun
idealistliği, ülkücülüğü nereden geliyordu ve nasıl başlamıştı? Sevdiği bir kız
var mıydı, yok muydu? Neden geç evlendi, çabuk ayrıldı? Hele hele roman
çalışması nasıl bir şeydi, neyi anlatıyordu? Başta gazete – dergi yazarlığı olmak üzere iş
hayatında ve devlet memurluğu görevlerinde istikrarı neden bir türlü
yakalayamamıştı? O işlerde istikrarı yakalayamayan Galip Erdem, o sıska ve cılız
adam 12 Eylül 1980’den sonra nasıl devleşerek bir istikrar âbidesi olmuştu? Ve
elbette, elbette; kendini unutan, maddeyi unutan bu adam nasıl ve neden
ihanete, ihanetlere uğramıştı? Belgesel nitelikteki bu eserin içinde bütün bu
sorulara cevap bulunacağına inanıyorum. Eser “belgesel” ve gerçeklere dayalı
olarak kaleme alınınca haliyle muhayyile geri çekiliyor. Kahramanlar ya da ismi
geçenler iki küçük istisnanın dışında gerçek kişiler ve gerçek isimler. Olaylar
yine öyle… Onun için bu kitap bir bakıma Türkiye’deki Ülkücü Hareket’in kısa
bir tarihçesi olma niteliği de taşıyor.
Evet… Galip Erdem’e
bakan, O’nun yazılarını ve hakkında yazılanları okuyan gerçek ülkücüyü görür,
tanır… O’nu tanıdıktan sonra da zaten ona buna ülkücü denmeyeceğini,
denemeyeceğini anlar ve bilir. Elinizdeki kitabın bu mânâda mühim bir görev
yapacağını ifade etmek istiyorum.
Siz “Kendini Unutan Adam”ı okumaya başlamadan önce bir görevi daha yerine getirmek zorundayım. Beni bu çalışmaya teşvik eden Aslan Küçükyıldız başta olmak üzere bütün “Akıl Dükkanı” emektarlarına, belge ve bilgi buldukça telefon edip bildiren Yücel Hacaloğlu, Orhan Aslan, İbrahim Metin, Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu, Nuri Gürgür Ağabeylerimle Emine Işınsu Ablama, Sayın Şadi Pehlivanoğlu’na, arkadaşlarıma, okudukları zaman eserin içinde mutlaka kendilerini bulacak olan “Mamakzedeler”e ve Galip Ağabey hakkında hatıra anlatan, yazı yazan, kitap hazırlayan, -ismi bu kitabın içinde geçen ya da geçmeyen- herkese minnettarım. Onların anlatımlarından ve yazılarından geniş ölçüde faydalandım. Onlar da bu eserde kendilerini bulacaklar.
Yukarıda
belirtmiştim ama yardımlarından dolayı Galip Ağabey’in kızı Bilge’ye, eşi
Oktay’a, torunu minik Galip’e ve tabii ki çalışma sırasında evdeki dağınıklık
ve hırçınlığıma anlayış gösteren eşim Samiye’ye teşekkür ediyor, sürç-ü
lisanlardan ve olabilecek eksiklerden dolayı herkesten özür diliyorum.
Osman OKTAY
28 Aralık 2003- ANKARA
Kaynak: Kendini Unutan Adam 1. Baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder