20 Eylül 2024 Cuma

OK GİBİ HEDEFİNE YÜRÜMEK!

 

Arslan Küçükyıldız

Yakup Ömeroğlu’nu çalkantılı 1980’li yıllarda üniversite öğrenciyken, Ahmet Doğan Abi’nin Mithatpaşa Caddesi’ndeki Elif Kitabevi’nde tanıdım. O zamanlar soyadı Deliömeroğlu idi. Onun bu soyadını çok severdim. Kendisine hemen niçin bu soyadını aldıklarını sormuştum. Üniversite öğrencilerine kol kanat geren Ahmet Hoca, aynı zamanda çalıştığım Avukat Bürosu’nun zahmetli işlerine de koşturuyordu. Ankara Türk Ocağı çatısı altında bir araya gelen bu gençler boş vakitlerinde Elif Kitabevi’nde buluşuyorlardı. Okuyan, araştıran, birbirleriyle dost olan bu gençleri ileriki yıllarda Türk dünyasına önemli hizmetlerde görmek nasip oldu. Başarılarını takdirle takip ettim.

1990’da Sovyetler dağılmış, kaderin cilvesi olarak Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve özerk Türk toplulukları doğmuştu. Ama ne bağımsızlık! Soydaşlarımız “Yetmiş yıldır Rus zulmü altındayız.” diyorlardı ama bazıları yüzlerce yıldır Rus’un pençesindeydi ve halen de pençeyi bırakmamıştı. Bu Türk devlet ve topluluklarının ekonomileri çok zayıftı, geniş caddelerinden başka neredeyse hiçbir şeyleri yoktu. Öyle ki ulusal yayın yapmaya çalışan Kırgızistan Televizyonuna 1970’li yıllarda Rusların çalışamaz raporu verildiği söylenmişti. Televizyon tekniğini bilen adamların hepsi Rus’tu. Türkiye’yi idare edenler Sovyetlerin dağılacağını hesap ederek buna göre bir çalışma yapmamıştı ama Türk Milliyetçileri, Ülkücüler öteden beri “Esir Türk İlleri”ndeki kardeşlerini tanıyor, biliyor, hesapsız kitapsız seviyor ve bu alanda gönüllü olarak çalışıyordu.

1990’da başlayan Türk Milletinin yeniden dirilişi döneminde ihtiyaçlar dağ gibi idi. Siyasi, medeni, ekonomik, diplomatik, haberleşme, iletişim, sanat, edebiyat… her alanda Türk Cumhuriyet ve topluluklarıyla çok süratli bir şekilde ilişkiler kurulmalı ve seviyeli bir şekilde yürütülmeliydi. Karşılıklı elçilikler açıldı. Rahmetli Alparslan Türkeş’in önderliğinde Türk Dünyası Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayları başlatıldı. TRT Avrasya TV yayınları devreye girdi. Devletimizin çok önemli bir adımı da Türk Cumhuriyetlerinden Türkiye’ye öğrenci getirmek oldu.

Sovyetlerin dağılması ile birlikte esen bağımsızlık esintisinde, Türk Ocakları’nın Türk dünyası gençlerini bir araya getirme çalışması sırasında Ömeroğlu ve arkadaşlarını daha yakından tanıdım. TRT’de TRT İNT-Avrasya TV kanalında müzik ve sanat programları hazırlıyor; Türk dünyasıyla ilgili her gelişmeyi yakından takip etmeye çalışıyor, bunları televizyonda yayınlamaya çalışıyordum. Hem çalıştığım alanla ilgisi, hem de bir Türk Ocaklı olmam dolayısıyla Yakup ve arkadaşlarıyla yollarımız sık sık kesişti. Programlarımıza katıldılar.

O kuşak, ocağın yetiştirdiği ender bir kuşaktı. Türk dünyasından Türkiye’ye gelen gençlerle doğal olarak kurdukları dostluk bağı, Türk Devletleri ve özerk bölgelerdeki aynı duyguyla yetişmiş gençleri de kapsadı. Kurultaylarda buluştular, yayın yaptılar; dostlukları bir teşkilata dönüştü. Sovyetlerin soktukları bütün ikiliklerin yavaş yavaş üstesinden gelindi. Yakup Ömeroğlu bu süreçte ilgisi, bilgisi, samimiyeti, güler yüzü, inceliği ile öne çıktı. Siyaset bilimine vakıf olmayanların kolay kolay yürütemeyeceği bu teşkilatın bir dönem idarecisi oldu. Kıbrıs’ta yapılan Türk Dünyası Gençlik Kurultayı’nı takip etme fırsatım oldu. Verilen emeğin şahidi oldum.

Televizyon çekimleri için gittiğim Türk Cumhuriyetlerinde sanatçıların çok büyük bir ekonomik sıkıntı içinde bulunduklarını görmüştüm. Yazarlar kitaplarını bastıracak yayınevi bulamıyor, yönetmenler film çekemiyordu. Eser üretememe noktasına gelmişlerdi. Tarihî Balasagun şehri kalıntısı olan Burana Minaresi yanındaki küçük müzede rastladığım bir sanatçı, müze duvarındaki resimden çok hoşlandığımı görünce kolumdan tutup duvarları çepeçevre resimle dolu küçük bir odaya götürmüş; “Bu resimleri ben yaptım, o gördüğünüz resimden çok daha güzellerini yapabilirim ama resim yapacak boyam ve malzemem yok!” demişti. Bu olaylar zihnimde bir Türk Dünyası Sanatçılar Vakfı kurma düşüncesini doğurdu. Tanıdığım arkadaşlarımdan, yazar ve bilim adamlarından ve bu arada Yakup Ömeroğlu’ndan vakfın kurucusu olmalarını istemiştim. Yakup sağ olsun beni kırmamış ve kabul etmişti. Teşebbüsümüz sonuçsuz kalmasaydı Avrasya Yazarlar Birliği kurulmadan önce bu sivil toplum kuruluşu içinde birlikte çalışma fırsatı bulacaktık. Nasip olmadı. Daha sonra beni Avrasya Yazarlar Birliği Derneği kurucu üyesi olmaya davet edince memnuniyetle kabul ettim. Kendisine Türk milletine hizmet edenlerin hizmetçisi olmaya hazır olduğumu söyledim.

Türkistan coğrafyasına defalarca gidip, aylarca, yıllarca kalıp eli boş dönen birçok insan tanımıştım. Yakup Ömeroğlu Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesindeki görevinden dönüşünde Yesi ile ilgili “Türkistan, Yesevi’nin şehri Yesi’ye Dair” adlı bir kitap yazmıştı. Kitabı okuduğumda hakkında bir yazı yazma ihtiyacı hissetmiş, Türk Yurdu Dergisi’nde de yayınlamıştım.[1] Türkistan Prodüktör Muharrem Sevil benden hazırlayacağı Asya’nın Kandilleri belgeselinin metni için Türkistan’ı tanıyan bir kalem sorduğunda tereddütsüz Yakup Ömeroğlu’nu tavsiye etmiştim. 

Kuruluş toplantımızı hatırlıyorum. Avrasya Yazarlar Birliği, Turan yolunda Türk dünyasının edebi birliği için çalışacaktı. Türk dünyası yazarları, edebi dergileri, yayıncıları, çevirmenler, eleştirmenler dikkatimizde olacaktı. Yayınlar yapacak, toplantılar düzenleyecektik. Bir dergi çıkarılması kararlaştırıldı. Kardeş Edebiyatlar adı daha önce kullanılmıştı. Adı Kardeş Kalemler oldu. Türk dünyası yazarlarının kitaplarını yayınlamaya karar verdik. Türk dünyasına yönelik bir roman veya hikâye yarışması açılması teklifim kabul gördü. Adı Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması oldu. Kuruluşundan bu güne Yakup Ömeroğlu’na büyük destek veren Şair Ali Akbaş ağabey kuruluş duasını yaptığını hatırlıyorum. Kıt imkânlarla yola çıkmıştık. Kendimize ait bir mekânımız olmadığı için bir süre başka kuruluşların mekânlarını kullandık. Yakup AYB kahvaltılarında insanları buluşturdu. AYB çatısı altında güzel insanlarla, gençlerle tanıştık. Bu gençlerden daha sonra dergi ve yayınevleri kuranlar oldu. Türk dünyasının edebi dergileri ile ilgili çalışmalarımız başlamıştı. Dergimiz ve kitaplarımız yayınlandıkça mutluluk duyduk.

Yakup, hedefine giderken kimseyi incitmek istemeyen, dikkatli biriydi. İdarecisi bulunduğum TRT İNT ve TRT AVRASYA TV kanallarında bir Türkçe öğrenme programına ihtiyaç vardı. Bu program için AYB ile işbirliğine gitmiştik. Bu amaçla Cihan Özdemir Hoca ile bir hazırlık yaptık. Ben televizyondaki görevimden alındım. Projenin geleceği belirsizleşti. Yerime gelen arkadaşımızı tanıyordu. “Programı onunla gerçekleştirirsek nasıl olur?” diye nezaketen sormak için beni İskitler’de bir aşhaneye götürmüştü. Önemli olan projenin gerçekleşmesiydi elbette.

AYB’nin çatısı altında yürüttüğümüz işlerden biri de Bengü Kitabevi idi. Altındağ Belediyesinden kiraladığımız Hamamönü’ndeki bir dükkânı kitapçı dükkânı yapma işini üstlendim. Yayınlarımızı ve başka yayınları burada satabilirdik. Benim de vaktim vardı, yaklaşık iki yıl adı “Bengü” olan kitapçı dükkânımızla ilgilendim. Bengü Kitabevi’ne her geldiğinde yayınlarımızın vitrinlerde yer almasından duyduğu memnuniyeti Yakup’un yüzünden okurdum.

Genellikle sivil toplum kuruluşları birkaç fedakâr insanın omuzunda yürür. Yakup Ömeroğlu’nun başarısı, idareciliğinde, daha çok da siyasetindedir; ok gibi hedefine yürümüştür. AYB çatısı altında üç beş kişinin değil, birçok insanın çalışmalara uzun süre omuz vermesini sağlamıştır. Ayrılmalar olsa da bu hizmetler birikmiştir. Kardeş Kalemler ve dil dergisi düzenli olarak çıkmaya, Türk dünyası yazarlarından eserler artarak yayınlanmaya devam etti. Toplantılar, atölyeler birbirini kovaladı. Konak sohbetleri devam etti. Bu arada ben Türk Ocakları Sanat Edebiyat Kurulu ile ilgilenmeye başlayınca AYB çalışmalarına biraz uzak kaldım. Hatta Ocak bünyesinde kurduğumuz Kuşlukta Yazarlar Topluluğu toplantısına davet ettiğim Ali Akbaş ve Yakup Ömeroğlu’nun tatlı tarizlerine de hedef oldum. “Bu edebi topluluğu Türk Ocakları’nda değil AYB bünyesinde kurmalıydın!” dediler. Tabii onlar da birer Türk Ocaklı olarak asırlık Ocağın edebi bir muhite ihtiyacı olduğunu biliyorlardı.

2018 yılında emekli oldum. Ankara’dan ayrılıp Cide’ye yerleşince de AYB çalışmalarını uzaktan takip eder hale geldim. Yakup Ömeroğlu ile son yüz yüze görüşmemiz geçen sene yapılan AYB iftarında oldu. Her zamanki nezaketiyle davet edince iftara katılma ihtiyacı hissettim. Oradaki konuşmasında Kaşgarlı Mahmut’un kayıp kitabı ile ilgili toplantımızı hatırlattı. Duygulandım. Yeniden Ankara’ya gittiğimde AYB’ye uğradım, görevli arkadaştan birkaç kitap aldım. Başkan’a selam söylemesini istedim. Ayrıldıktan biraz sonra beni telefonla aradı. Görüşürüz dedik ama görüşemedik. Yakup Ömeroğlu gencecik ömrüne çok şey sığdırdı. Allah rahmetiyle kuşatsın.

Dileğim Türk dünyası yazarlarının AYB Bengü Yayınları’nca basılan eserlerinin çok daha geniş kitlelere ulaştırılması, Kardeş Kalemler’in okurlarının arttırılmasıdır. Türk dünyası edebiyatı için yapılan ve yapılacak işlerin nitelikli olmasının yanında geniş kitlelere ulaştırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Türk milleti için yapılacak çok iş var!



[1] https://arslanevi.blogspot.com/2009/06/dokuzuncu-sehir.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder