23 Haziran 2009 Salı

MUHABBET KUŞU

Arslan Küçükyıldız
2002

Bundan bir yıl kadar önce, bir tatil günü Kayınvalidem bizi aradı; mutfak penceresinden sahipsiz bir Muhabbet kuşu gelip tezgahın üzerine konmuş. 0 da makarna süzgeciyle üstunü kapatıvermiş, gelip almamızı söylüyordu. Kızımızın uzun süredir hayvanlar alemiyle tanışmasını istiyor, fakat eşimin titizliği sebebiyle gerçek­leştiremiyordum. İşte firsat ayağıma gelmişti. Uzatmayayım; gittik, kuşu kafese benzer bir kutuya koyduk. Eve gelirken kuşçuya uğradık. Kızımın zevkine uygun -sarı kırmızılı- bir kafes, suluk ve yemlik gibi aksesuarlar ve yemiyle eve döndük. Evdeki değişiklik hepimizin hoşuna gitmişti.

Doğrusunu söylemek gerekirse o güne kadar evcil hayvanlarla ilgili zevklerin ve uğraşıların bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum. Kuççuda gördüğüm iki kafese sıkıştırılmış yüzlerce Muhabbet kuşuna çok üzülmüştüm. Medeniyetimizde hiç yeri olmadığı halde televizyonlann ve basının etkisiyle yaygınlaşan evlerde köpek besleme alışkanlığından haberim vardı. Hatta, gazetelerde, köpeklerin sahiplerine duygu sömürüsü yaptıklarını ve onları yönlendirdiklerini bile okumuştum. Ama Muhabbet kuşu farklı bir şeydi. Dışarıda yaşayamadıkları için kafeste tutulmalıy­dılar! Yoksa Kuzgunlara yem olurlar, bir gece bile yaşayamazlardı! Karar venmiştim, kafesini kuşçudakiler gibi değil, temiz tutacaktım. Muhabbet kuşlarının beslenmesi de ayrı bir mevzu idi; özel yemlerin dışında marul, maydanoz, elma kabuğu seviyorlarmış. Vitamini de ihmal edilmemeliydi...

Önceleri kızımın heyecanını paylaşmaya, onun kuşa alışmasını sağlamaya çalıştık. Bir yandan korkuyor, bir yandan da kendisiyle oynaşsın istiyordu. Zavallı kuş, henüz kendisine yabancı olan bu eve alışmaya çalışırken, mümkün olduğunca ufaklıktan uzak durma kararına varmış gözüküyordu. Eline konmuyor, üstelik gagalı­yordu. Kızımız, bir süre sonra mücadeleden yoruldu, bıktı ve hatta bizim kuşa olan ilgimizi kıskanmaya başladı. Eşim ve bense "Şirin” adını verdiğimiz Muhabbet kuşumuzu tanımaya, ona yaklaşmaya çalışıyorduk. Ancak Şirin, tam bir yabani idi. Konuşmuyordu. İnsanın eline gelmediği gibi, omzuna da konmuyor, sahibinin elinden yem yemeyi bir yana bırakın, kafesin dışına çıkmaktan korkuyordu. Belki de bilmiyordu. Hep kafesinde tutulmuştu.

Bir süre sonra onun gürültüden, yüksek sesten, kalabalıktan hoşlandığını keşfettik. Kızımın "Böyle yüksek sesle dinlersen sağır olacaksın” ikazlarıma rağmen yüksek sesle televizyon seyrettiği zamanlarda kuş şakımaya başlıyor, susmak bilmiyordu. Acaba bir kahvehaneden mi kaçmıştı? Sanra uzun süre ona kafesinden çıkmayı öğretmeye çalıştım. Onun feryat-figanına aldırmadan kafesin dışına bırakıp, kafesin kapısını kapattım. Yavaş yavaş kafesin dışında da bir hayatın olduğunu öğrendi. Sonra onu elime konmaya alıştırdım. Aramız gittikçe düzeliyordu. Kuşumuz evin içinde turlar atmaya başlamıştı. Tabii bu durum eşimin temizlik kaidelerini ihlal ettiği için onu çalıştığım işyerine götürmek zorunda kaldım. Gün boyu evde kafeste kalmasındansa çok sevdiği gezinebileceği bir ortamda yaşaması daha iyiydi. Bu sefer, sadece hafta sonlarında yalnız kalıyordu. Olsun! Ne yapalım, 0 da buna katlanacaktı.

Şirin’ i iş ortaklarım da çok sevdiler. Çok kısa zamanda yeni hayatına alıştı. Şimdi gece gündüz kafesinin kapısı açık duruyor, her firsatta gelip başıma konuyor ve saçlarımla oynuyor. Laf aramızda son zamanlarda saçım iyice azaldı. Sadece karnı acıktığında ve susadığında kafesine giriyor artık. Bir şeyin farkına vardım; odanın içinde turlar atması, kafes mefhumunu unutmaya başlaması onu mutlu etmiyor. Sabahleyin işe varır varmaz onunla konuşmaz, kafesini temizlemez, suyunu ve yemini değiştirmezsem, benim dikkatimi çekebileceği her yaramazlığı yapıyor, hatta zarar veriyor. Ama onunla konuşur, onu sever, okşarsam mutlu oluyor ve bir süre sonra kendi kendine oyalanmaya başlıyor. Gerçi amcaları(!) oyalanması için ona küçük bir ayna ve salıncak getirmişlerdi ya, o ayrı bahis... Onlarla oynuyor ve bana ilişmiyor. Her şeye rağmen odadan dışarı çıkmaya korkuyor. Garibimin bütün turları dört duvar arasında..

Kafesinin dışına çıkardığım günkü feryatlarını hatırlıyorum da, şimdi girmek istemeyişini görünce, buruk bir tebessüm yüzüme oturuyor. Yaradanın iradesi bir yana, fakat kendi küçük irademizi kullanmadıkça, bizim beyni olmadığı söylenen bu kuşlardan ne farkımız var? Esas mesele “büyük gözaltında” tutulmamak için kafesten çıkmak. Çıkmayı istemek. Yahut da avutulmak için uygulanan yöntemleri reddetmek. Mutlu olmak için avutulmak mı istiyoruz, yoksa ruhumuzun hürriyetini mi? Kazanılması zor olsa da Hürriyet, mutluluk değil midir?

Şirin’i seviyorum, bana, bize benziyor;

Kafesin dışında başka kafesler olduğundan ve onların kapılarının zorlanması gerektiğinden habersiz yaşayıp gidiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder