Baharın ilk günleriydi. Güneş ışıklarını olanca güzelliğiyle
yayıyordu. Soğuk kış günlerinin kendisini yorduğunu düşündü. İhtiyar sahibi de
kendisi gibi bu kış çok üşümüştü. Birlikte kalorifer petekleriyle arkadaş
olmuşlardı.
Sabahları erken kalkmaya alışkın olan Mürüvvet Hanım, soğuk
kış günlerinde yataktan daha geç çıkıyordu. Kapıcıdan ekmeğini sütünü alıyor,
çay suyunu ocağa koyduktan sonra yeniden yatağına giriyordu. Çay suyu
kaynayıncaya kadar birlikte yatak keyfi yapıyorlardı. O sahibinin yanına
sokuluyor, mırıl mırıl sevgisini fısıldıyordu. Mürüvvet Hanım da onun başını
okşar, onunla dertleşir, çocuklarının vefasızlığını anlatırdı. Ölen kocasını
anıyordu çokça. Birbirlerinden başka sığınacakları kimseleri yoktu. Kalkıp kahvaltı
yapıyor, sonra pencerenin önünde telaşla okula, işe, sağa sola gidenlere
bakıyorlardı.
Mürüvvet Hanım, uzun zaman önce kaybettiği kızı yerine Tekir’i
koymuştu. Küçücük bir yavru iken onu sokaktan alıp beslemiş, büyütmüştü. Şimdi can
yoldaşı olmuştu. Günleri birlikte geçiyor, birlikte yemek yapıyorlar, birlikte
televizyonun karşısına geçiyorlardı. Sadece emekli aylığını almak için evden dışarı
çıkıyor, alışveriş yapıyor, gelirken mutlaka kasaba uğrayıp Tekir’e ciğer
getiriyordu. Ekmeğini, sütünü ve diğer ihtiyaçlarını Kapıcı Salim Efendi
alıveriyordu.
Son zamanlarda Mürüvvet Hanım’ın pek keyfi yoktu. Az yiyor,
az konuşuyor, çokça uyuyordu. Sokağa çıkmaz olmuştu. İlaçlarını bile ihmal
ediyordu. Tekir, kendince ilaçlarını ona hatırlatmaya çalışıyordu.
Mürüvvet Hanım’ın tek derdi kapı komşusuydu. Kocaman bir
köpeği olan genç bir adam yaşıyordu karşı dairede. Mürüvvet Hanım da kulakları
biraz ağır işitmesine rağmen komşusunun köpeğinin sesini duyar ve “Tövbe,
tövbe... Evde köpek beslenir mi hiç?” diye kendi kendine söylenirdi. Adam, her
sabah Zeytin diye çağırdığı köpeğini yürüyüşe çıkarırdı. Zavallı köpek,
suratsız sahibinden bunalmış olarak yürüyüş saatlerini bekler, durmadan
havlardı. Kapıdan çıkar çıkmaz yine havlayarak merdivenlere atılır, merdivenden
çıkanlara filan aldırış etmez, onları korkuturdu.
Doğrusu Tekir da çok korkardı bu sesten. Yumuşacık tüyleri
diken diken olurdu. İçgüdüleri, komşunun köpeğinden uzak durmasını söylüyordu. Onun
tehlikeli olduğunu bilecek kadar yaşlanmış, güngörmüştü. Bir keresinde Mürüvvet
Hanım kapıcıya para vermek için kapıyı açık bırakarak içeri girmişti. Tekir da
ortalığı kolaçan etmek için kapıya çıkmıştı. O sırada karşı dairenin kapısı
açılmış, Zeytin ve sahibi yürüyüşe çıkıyorlardı. Zeytin, Tekir’i görünce öyle
bir havlamıştı ki, korkudan Mürüvvet Hanım’ın yatağının altına kaçmış, günlerce
kendine gelememişti.
O sabah uzun uzun çalan kapının sesiyle uyandı. Mürüvvet
Hanım çok derin bir uykuda idi. Tekir kendi kendine “Son zamanlarda iyice
tuhaflaştı, durmadan uyuyor!” dedi. O’nu rahatsız etmeden, ayakucunda
kıvrıldığı yerden doğruldu. Gerindi. Kuyruğunu yukarı kaldırdı. Kulaklarını
dikip etrafı dinledi. Her şey yerli yerinde gibi gözüküyordu. Birden çok
acıkmış olduğunu hissetti. Hanımını uyandırmalı, ocağa çay suyunu koymasını ve
sonra yatağına dönmesini, ardından da kahvaltıyı hazırlamasını beklemeliydi. Bir
an önce uyandırmak için miyavladı. Mürüvvet Hanım’da hiçbir canlılık yoktu.
O’na bir oyun oynamak istedi. Yorganın dışına çıkmış ayağını yaladı. Ayağının
altına dokununca gıdıklandığını biliyordu. Oldum olası ayakları soğuk olurdu,
yine öyleydi. Kıpırdamıyordu. Hanımına ne oluyordu böyle? Telaşla miyavlamaya
başladı:
“Hadi Uyan Mürüvvet Anne!”
Sonra başının yanına yaklaştı. Ayacıklarıyla yüzünü iki yana
salladı. Mürüvvet Hanım’da bir hareketlenme olmadı. Tekir olağanüstü bir şey
olduğunu anlamıştı. Yüzünü yaladı. Her zamanki sıcaklığından eser yoktu.
Mürüvvet Hanım’ın yüzü buz gibiydi. Ağır bir hastalık mı geçiriyordu acaba?
Yoksa...
Birilerini acilen yardıma çağırması gerektiğini düşündü.
Pencerenin pervazına zıpladı. Sokaktan geçenlere kendini gösterebilmek için
boyunu olabildiğince yükseltmeye çalıştı. “Miyav, miyav.” diye bağırıyor, iki
yanına gidip geliyor; “Ey insanlar, sahibim Mürüvvet Anne’ye bir şey oldu,
gelin yardım edin!” demek istiyordu. Üçüncü kattaki dairenin penceresinden
kendisini kim görüp yardıma koşardı ki? Bunun imkânsızlığını anlayınca telaşla
kapıya koştu. Olabildiğince yüksek sesle miyavlamaya başladı. Kapının koluna
sıçradı “Son zamanlarda iyice unutkan oldu, belki kilitlemeyi unutmuştur!”
diyerek, ama açamadı. İnsanlar çok acımasız oluyorlar, sadece kendilerine göre
yaşıyorlardı. Evlerinde besledikleri can yoldaşlarını, hayvanlarını
düşünemiyorlardı. Tamam, hırsızlardan korkuyorlardı ama onların da bu evde
yaşadığını unutuyorlardı. Ya hemen dışarı çıkmaları gerekse? Evde yangın çıksa,
havagazı patlasa nasıl kaçacak, kurtulacaklardı? İşte, bütün zorlamalarına
rağmen kapı açılmıyordu, kilitliydi. Kapıyı tırmalıyor, bütün gücüyle
miyavlıyor ama kimse de duymuyordu.
O sırada karşı daireden Zeytin’in havlamalarını işitti.
Galiba sahibiyle yürüyüşe çıkacaklardı. Tekir, sesinin son kuvvetiyle
miyavlamaya başladı. Karşı kapının açıldığını duydu. Bir yandan kapıyı
tırmalıyor, bir yandan miyavlıyordu.
Zeytin, her zaman olduğu gibi kapıdan çıkar çıkmaz merdivene
fırlamadı. Karşı dairenin kapısına yöneldi. Tekir’in acı acı miyavlamasını
duymuştu. O da sahibini komşu kapıya doğru çekiştirirken havlamaya başladı. O
kapının dışından havlarken, Tekir de içeriden miyavlıyordu. Sahibi Zeytin’in
zincirini çekiştiriyor, tasması boynunu sıksa da köpek havlamaya devam ediyor,
kapıdan ayrılmıyordu. Genç adam tedirgin oldu. Köpeği hiç böyle yapmazdı.
Geçerken Kapıcı’ya komşusunu sormaya karar verdi. Yumuşak bir sesle “Zeytin, hadi
oğlum, işe geç kalacağım, çabuk ol!” dedi. Merdivene yöneldiler.
Onların sesleri uzaklaşırken Tekir son gayretiyle
miyavlıyor, kapıyı tırmalıyordu. Komşu
köpeğin sesinden korktuğu için sesi kısılmış, daha da boğuk çıkmaya başlamıştı.
İnsanların ağlarken çıkardığı seslere benziyordu sesi ama yine de miyavlamaya
devam etti. Bir şekilde komşulara haber vermeliydi. Apartmanda çoğu kimse
çalışıyor, pek azı da ne olup bittiğiyle ilgilenmiyordu. Miyavlamasını “Ya
kimse duymazsa?” korkusuyla daha da arttırdı. Bir yandan da başka neler
yapabileceğini bulmaya çalışıyordu. Yine de bıkmadan miyavlamaya devam etti.
Biraz sonra komşularının ve kapıcının sesini duydu. Zili uzun
uzun çaldılar. Kapıyı yumrukluyorlardı. Açabilseydi açacaktı ama elinden
miyavlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Sonra “Polis’e, Hızır Acil’e ve bir de
çilingire haber vermek lazım!” diye kendi aralarında konuştular. Galiba
Mürüvvet Hanım’ın evinde olağanüstü bir şeyler olduğunu onlar da anlamıştı.
Çabalarının sonuç verdiğine sevinen Tekir, Mürüvvet Hanım’ın
yanına döndü. Çok yorulmuştu. Tırnakları kapıyı tırmalarken öyle çok acımıştı
ki. Ama şimdi bunun ne önemi vardı. Mürüvvet Hanım orada öylece yatıyordu.
Başucuna vardı. “Merak etme şimdi birileri gelecek, sana yardım edecek.”
dercesine miyavladı. Sahibi, anne gibi sevdiği kadının orda hareketsiz yatması
onu perişan etmişti. Bir an kendisi de olmasa Mürüvvet Hanım’ın ne yapacağını
düşündü? Onunla kimse ilgilenmez, onu uyandırmaz, ilaç saatlerini hatırlatmaz,
hüzünlü anlarında yanında olmazdı. Yapayalnız kalacaktı. Mürüvvet Hanım’ın
kızları Gamze ve İlke’ye onu böyle yalnız bıraktıkları, arayıp sormadıkları
için kızıyordu. Eskiden, güzel günlerde, sıkça gelip gittikleri halde neden
iyice yaşlanınca arayıp sormaz olmuşlardı? Mürüvvet Hanım’ın bembeyaz yüzüne
bakarken ilk fırsatta onların yüzlerini tırmalamaya karar verdi.
Mürüvvet Hanım niye uyanmıyordu? Öyle kıpırdamadan duruyordu!
Neden vücudu soğuktu? O güler yüzlü, sevecen kadın neredeydi? Bir an sahibinin
uyandığını ve mutfaktaki ocağa çay suyu koymaya gittiğini hayal etti. Ne güzel
olurdu. Birlikte kahvaltı ederlerdi. Karnı da çok acıkmıştı. Sürekli
miyavlamaktan ağzı kurumuştu. Kapıcıyı düşündü. Aralarında bir şeyler konuşup
ortadan kaybolmuşlardı. Hanımı için birilerinin geleceğini düşünerek sabırla
beklemeye başladı. Mürüvvet Hanım’ın başında beklediği dakikalar uzadıkça
uzamaya başlamıştı. Düşünecek çok vakti vardı. Acı tatlı hatıraları aklına
geldi. İlk tecrübeleri... İlk fare tutuşu... Mürüvvet Hanım’ın nasılsa yatak
odasına giren bir fareyi görür görmez yatağının üstüne korkuyla çıkışını, onu
bu korkusundan kurtarışını hatırladı.
O’nu ilk gördüğü günü unutabilir miydi? Annesinin sütü
kesilmişti ve onu doyuracak kadar kuvveti yoktu. Onun için Tekir’i bir kenara
bırakmıştı. Mürüvvet Hanım onu bulmuş, sevmiş ve evine getirmişti. Çocukları,
eşi de sevinç içinde ilgilenmişlerdi onunla. Sonra onların birer birer evden
ayrıldıklarını hatırladı. Önce Mürüvvet Hanım’ın kocası gitmişti evden. Bir
trafik kazasından bahsedilmişti o günlerde. Sonra kızlar evlendiler, ortadan
kayboldular. Bir süre sonra çocuklarıyla birlikte dönmüşlerdi. Çocuklara
bakmıştı Mürüvvet Hanım. Ne sevimsiz çocuklardı öyle! Durmadan tüylerini,
kuyruğunu çekiştiriyorlar, rahat yüzü vermiyorlardı. Onlara güzel bir ders
verdiği günü düşündü. İncitmek istemese de tırnaklarını azıcık çıkararak ayacığıyla
onlara dokunmuş ve “Bana fazla dokunmayın!” demek istemişti. Mürüvvet Hanım ilk
ve son kez O’na kızmıştı. Sonra çocuklar büyüyünce pek az kimse gelir olmuştu
hanımının yanına. Mürüvvet Hanım en çok buna üzülür; “Nerde o eski büyük
aileler; anne, baba, büyükanne, büyükbaba, hala, amca, teyze, dayı hep birlikte
yaşardık. Ne güzel günlerdi onlar. Gençliğinde de ihtiyarlığında da kimse
yalnız kalmazdı!” derdi.
-Ah Mürüvvet Anne. Neden öyle yatıyorsun? Hadi kalk, hadi,
korkuyorum! diye miyavlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Onun bu acıklı miyavlama sesine kapıdaki gürültüler karıştı.
Komşular gelmişti herhalde. Kapının zili yeniden çalınmaya başladı. Yabancı
sesler de vardı. Dış kapıda tıkırtılar artmıştı ama O sahibini bırakıp gitmek
istemiyordu. Başını Mürüvvet Hanım’ın yanağına yaslamıştı. Keşke yapabileceği
bir şeyler olsaydı. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kapıdaki seslere kulak
kesildi. Zeytin de havlıyordu işte. Bir an yine korktu. Sonra “Mürüvvet Hanım!”
diye seslenen adamlar içeri girdi. Odaları araştırdılar. Onlara yatak odasında
olduklarını anlatmak için acı acı miyavladı. Aksi gibi komşularının köpeği
Zeytin de sahibiyle odaya girmişti. Ona aldırış etmedi, Mürüvvet Hanım’dan
başka bir şey düşünecek halde değildi. Eve gelip sahibinin durumunu anlamaya
çalışanlara miyavlayarak acele etmelerini söylemeye çalıştı bir süre.
Hızır Acil’den geldiğini ve doktor olduğunu söyleyen kişi
“Üzgünüm, yapacak bir şey yok; öleli altı saat olmuş!” dedi ve ekledi: “Hepimiz
bir gün öleceğiz. O hayatını yaşadı ve öldü. Allah rahmet eylesin. Sizin de
başınız sağ olsun!”
Tekir, bu sözün anlamını Mürüvvet Hanım evden üstü örtülmüş
olarak bir sedyeyle götürülürken daha iyi anladı. Nedense etrafında
miyavlayarak fır döndüğü sedyeden onu uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Mürüvvet
Hanım ışıkları yanıp sönen bir arabaya konup kapısı kapandığında dostunu, anne
gibi sevdiği bu iyi kalpli kadını bir daha göremeyeceğini düşündü. Sonra adeta
olduğu yere yığıldı. Araba gözden uzaklaşana kadar miyavlamaya devam etti.
Miyavlaması insan sesine benzediği için sokaktan geçenlerin de dikkatini
çekiyordu. Kapıcı ne olduğunu merak edenlere Mürüvvet Hanım’ı ve Tekir’i
anlatıyordu.
O sırada annesiyle oradan geçen Beyza gördü onu. Geldi.
Kucağına aldı. Sevdi, okşadı. Tekir’in tam da şefkate ihtiyacı olduğu bir anda
Beyza çıkagelmişti. Annesine döndü:
- Anne, bu kedi benim olabilir mi?
- Sahibi kim acaba? Pek sokak kedisine benzemiyor. Çok güzel
bir kediymiş. Ankara kedisi galiba; bir gözü mavi, bir gözü yeşil baksana!
- Anne. Ne olursun benim kedim olsun o. Ben ona bakarım.
Birlikte Kapıcı’nın yanına gittiler. Kapıcı, çocuğa ve
annesine uzun uzun bir şeyler anlattı. Tekir o kadar üzgündü ki onların ne
konuştuklarını dinlemedi bile. Kendi kendine “Mürüvvet Hanım çok iyi bir
insandı, kimseye bir kötülüğü olmamıştı. İnsanları çok severdi. Beni de hiç
kırmadı.” diye düşünüyordu. Biraz sonra Beyza onunla konuşmaya başladı:
- Bundan sonra sen
bizimle yaşayacaksın, bizim kedimiz olacaksın. Kapıcı anlattı; sen iyi bir kediymişsin, bizim evimizi de çok
seveceksin...
Tekir, yaşadıklarını anlatmak istercesine mırıldandı. Öyle
yorgundu ki, çocuğun kucağında Mürüvvet Hanım’ın kucağındaymış gibi uyuyakaldı.
Atalay Yağmur Beyin Yorumu: Harika bir hikaye olmuş. Elinize sağlık. Çok içten yazılmış. Ne söylenir ki? Güzel. Güzel. Güzel. O kadar işte.
YanıtlaSil