MEHMET AKİF’İN İTHÂFLARI
Arslan Küçükyıldız [1]
ÖZET
Aydınlarımızı ve Türk
Sanatı’nı derinden etkileyen şair Mehmet Akif’in eserleri ile en az onlar kadar
muhteşem olan kişiliğinin iyi anlaşılabilmesi için şiirlerindeki şekil ve
muhteva özelliklerinin farklı cepheleriyle incelenmesi gerekiyor. Akif’in
şiirlerinin dikkat çeken özelliklerinden biri de yaptığı ithâflardır. Mehmet
Akif gibi kendini çok iyi yetiştirmiş, çok geniş bir dost halkası, âlim ve
sanatkâr çevresi bulunan, eserlerinin büyük bir kısmını onlara ithâf eden bir
sanatçının kişiliğinin anlaşılması, sanat hayatının aydınlatılması ve
eserlerinin çözümlenmesi için ithâflarının önemli bir anahtar olduğunu
düşünebiliriz. Bu çalışmada Akif’in Safahat ve Safahat dışında kalmış şiirlerdeki
ithâflarını tespite çalışacağız. Akif, ruhunda büyük yankılar uyandıran
şahsiyetlere ithâflarda bulunmuş en kıymetli hazinesi olan eserlerini ithaf
etmiştir. Şüphesiz ki ithâfların muhatapları da aynı zamanda önemli bir edebi
tahrik unsurudur.
İTHÂF / İTHÂFNAME
Edebi eser, şekil ve
muhtevası ile bir bütünlük arz eder. Bazı edebiyat eserlerinin şeklini
tamamlayan, daha yerinde bir ifade ile harici oluşum şartlarına ışık tutan
tavırlar veya unsurlar vardır. Bunlardan biri de “ithâf” tır. İthâf, özden,
içerikten çok, sanatkârıyla ilgili bir tavırdır. Sözlükler ithâf’ı birbirine
yakın anlamlarla tanımlamaya çalışmışlar. Bunlardan bazıları “Hediye verme”, “dikkat
çekici, kıymetli, nadide şeyleri armağan etme”, “manen sunma”, “bağışlama”, “tuhfe
olarak verme”; “birinin adına eser yazma”, “bir eserin birine hitaben yazılması”,
“bir eseri sevgi ve saygı ile birine sunma”, “bir eseri birine veya bir şeye
adama” şeklinde sıralanabilir. Türkçesi “adama, sunma, bağışlama”dır. Muallim
Naci, lügatinde, kelimeyi “tuhfe olarak vermek, göndermek, verilmek,
gönderilmek” şeklinde açıklayıp “nazar-ı dikkati calip şeylerde kullanılır”
demiştir. Şemsettin Sami ise Kâmus-u Türkî’de “armağan ve tensuh verme; hediye
takdim ve irsali; ihda” anlamı üzerinde durmuştur. Tensuh’un Türkçe karşılığı ise
“pek az bulunan güzel şey”dir. Öyleyse ithâf, alelade, sıradan bir hediye
vermek değil, kıymetli bir nesneyi armağan olarak sunmaktır. Ferit Devellioğlu
“1. Hediye olarak verme, verilme, 2. Hediye, armağan gönderme, manen sunma”
olarak açıklamıştır. Demek ki ithâf edilen şeyin maddi değeriyle birlikte,
belki de ondan çok, bir manevi kıymeti olmalıdır.[2] İthâf,
hediye etme, sunma veya adayıştır. Bir eseri birine ithâf ederken sanatçı / müellif
tarafından eserin baş tarafına yazılan birkaç cümlelik yazıya ithâfname
deniyor. Gövsa’ya göre eserin kime ithâf edildiğini gösteren yazılara ithâfname
veya ithâfiye denmektedir. Birden fazla cümleden oluşan ithâf yazılarına
ithâfname, bir kelimelik ithâflara da ithâfiye demek doğru olanıdır.[3]
Edebiyat dışındaki sanatlarda da ithaf söz konusudur.
Terim olarak ithaf; bir şair
veya yazarın bir veya birkaç eserini, karşılık beklemeksizin, bir yakınlığı
veya gönül bağı mevcut, üzerinde manevi bir hakkı veya saygınlığı bulunan ya da
aralarında düşünce ve duygu birliği olan bir kişi ya da kişilere, bir topluluğa
veya bir şeye adaması / sunması ve bunun bir ibare yahut yazıyla kitabın veya
eserin başında belirtilmesidir.
İthâf’ın bir kitabın birisi
için imzalanmasıyla, Kitap İmzası bir ilgisi yoktur. Yine Eski edebiyatımızdaki
birinin adına tertip edilen ve elle yazılan tek nüshası bizzat o kişiye takdim
edilmesi anlamındaki Tavşih geleneği ile de ilgisi yoktur. Tavşih’de maksat,
yazar veya şairin korunması ve eserin çoğaltılmasının teminidir. Ayrıca Teşekkür
metninden de farklı olduğu açıktır. Zira ithâf, teşekkür metninin zorunlu
cümlelerinden, yazarın samimiyet, minnet gibi duygularını coşkuyla dile
getirebildiği ve okurun yazara belki de en yakın olduğu özel alan olması
niteliğiyle ayrılmaktadır.[4] Eski
edebiyatımızda her edebi eser bir devlet adamı veya makam sahibi kişinin adına
tertib edilirdi ve mutlaka bir karşılık beklenirdi. Günümüzdeki yazar ve şairler
ise devlet adamları yerine beğendikleri, tesirinde kaldıkları, aynı sanat
görüşünü paylaştıkları bir sanatçıya, edebiyat yolunda birlikte oldukları bir
kalem erbabına eserlerini ithâf eder, herhangi bir karşılık beklemezler. [5]
Günümüz edebiyatında sanatçı
eserinin kapağından veya başlığından sonra bir veya birkaç cümle olarak ithâfını
yapmaktadır. İthâf, eserin başına uygun bir dille yerleştirilmektedir. Nadiren
de olsa, edebiyat adamı, eserini ithâf ettiği kişinin kim olduğunu ve ithâfının
gerekçesini bir notla açıklayabilir. Mehmet Akif buna ilginç bir örnektir.
Sanatkâr başlıklı manzumesini ‘Mister Archibald Bullok Roosevelt Cenablarına’ ithâf
etmiş ve bunun gerekçesini bir notla açıklamıştır. Edebiyat eseri ekseri bir
kişiye ithâf edilmekle birlikte bir topluluğa, bir kuruma, bir derneğe, bir
coğrafyaya, toplama oluşturan belli bir kesime ve nihayet millete ithâf edilebilmektedir.[6] İthâflar,
kişilere olduğu kadar, kavramlara, halklara, hayvanlara, düşüncelere kadar
uzandı. İthâfın krallar, soylular ve asilzadelerle başlayan ve nihayet meçhul
tek harflere kadar ulaşan geleneği, aslında edebiyat tarihinde metnin toplumla,
erkle, okurla ve metnin yazarla ilişkisi bağlamında geçirdiği değişikliklere de
ayna tutuyor. [7]
İİthâfların metinlerin gizli
anahtarı, en azından en önemli rehberlerinden biri olduğu açıktır. Makalesinde,
İngiliz şair Edmund Gosse’nin “İthâf etmek, şüphesiz kalem oynatan adamın en
temel dürtülerindendir.” sözlerini aktaran Karlıova; Kitapların ikinci
sayfasındaki birkaç kelimenin, metnin hangi perdelerini aralayabileceğini
gördüğümüzde, ithâflar konusunda bir farkındalık geliştirmenin önemini anlıyoruz.
Bu farkındalığı öncelikle ithâfları okurlara aynen ulaştırması gereken
editörlerin ve çevirmenlerin geliştirmesi gerektiğini ise ithâfların izini
sürmeye başladığımızda fark ediyoruz, diyor.[8]
Sait Faik,
"İnsan sevdiklerine en iyi yapabildiği şeyleri veriyor." demişti. Bir
şairin/yazarın sevdikleri için yapabileceği en değerli şey, bir eseri ithâf
etmektir şüphesiz.[9] Bu
yüzden ithâflar yazara en yakın olunan
sayfadır. Metnin bir parçası olan ama metnin dışından gelen bir sestir. İthâflar,
kapalı yazarların özel hayatlarını aralayan önemli ipuçları içermektedir. Bu
çerçevede özellikle biyografik ve psikanalitik okumalar için önemli veriler
sayılabileceği, eski metinler söz konusu olduğunda da tarihsel gerçekliğin
izini sürmek için kullanılmış oldukları bir gerçek. İthâf, yazarın özel
hayatına ve gerçekliğine açılan bir pencere’ye dönüşebilmektedir.
“Okurun yazara belki de en yakın olduğu özel
alan” olan ithâfın çok çeşitli sebepleri bulunabilir. Bir sanatkâr, şair veya yazar çeşitli
sebeplerle ithâfta bulunabilir: 1. Eserini gerçekten sevdiği, beğendiği, takdir
ettiği bir kişiye ithâf edebileceği gibi, 2. Bunu ithâf ettiği kişiye yaranmak,
onun konumundan menfaat elde etmek gayesiyle gerçekleştirenler de bulunabilir.[10] Bir
eserin ilham kaynağı olan kişiye ithâfen yazılan, bir bakıma takdir hislerinin
dile getirildiği manzumeler vardır. İthâf sayesinde sanat adamı, yapıtının
mülhimesine karşı vefa borcunu bir şekilde yerine getirmiş olur. Esere ilham
kaynağı olan bir üstada duyulan minnet ve şükran duyguları önemlidir. İthâflardan
yola çıkarak sanatkârın “muhit”ine dair ipuçları yakalamak, dahası bir fikir
sahibi olmak mümkündür. Herhangi bir edebiyatçının eserlerini ithâf ettiği
isimleri bir araya getirdiğimizde, aşağı yukarı nasıl bir muhitte yaşadığı
tahmin edilebilir; dost halkası’na, kimlerle
dostluk kurduğuna dair bilgilere ulaşılabilir. İthâf eden sanatkârın sanat
anlayışıyla birlikte aynı düşünceyi, aynı ideali paylaşmak, aynı ülkü için
yaşamak da şüphesiz ithâf için önemli sebeptir.
Bir kişiye ithâf edilen eser
(roman, hikâye, şiir vd.), o kişi için yazılmış demek değildir. Eserle, eserin
konusuyla ithâf edilen kişi arasında bir bağ kurmak gerekmez. Ayrıca birisi
için bir eser yazmak, ithâftan bambaşka bir şeydir. İthâf edilen kişi ile ona ithâf
edilen eserin içeriği arasında bir ilişki kurmak zordur. Belki bazen derinlerde
veya çok üstü kapalı bir ilişki bulunabilir ama bunu okurun keşfedebilmesi
imkânsız olabilir. Bazen de, bu ‘içerik’ ilişkisi, şair veya yazarla eserini
sunduğu kişi arasında bir ‘şifre’dir. Bunu söz konusu iki kişiden başkasının
bilme şansı neredeyse yoktur.
Bazı eserler, özellikle
şiirler, dergilerde yayımlanırken birine ithâf edilmiş, sanatçı bunları
kitaplaştırırken ithâfları koymadığı olmuştur. Bu durumun aksi de söz konusu
olabilir; yani ilk yayımında birisine ithâf edilmeyen bir şiir, bir yazı
kitaplaşırken birine ithâf edilebilir. [11]
İthâfların metnin bir parçası
olup olmadığı halen tartışılmaktadır. Farklı basımlarda değişen ithâflar
eleştirmenleri zorlamaktadır. Yine de metnin yazıldığı döneme ilişkin yazarın
gerçekliğine tanıklık eden ithâfların, metne ait olduğunu ve ithâfı
değiştirmenin metni değiştirmekten farklı olmadığını düşünebiliriz. Metnin
kaderi gibi ithâfların kaderi de kitapların yayın yolculukları sürecinde yayıncının,
editörün ve çevirmenin elindedir.[12]
Akif’in ithâflarının
anlaşılabilmesi için son dönem edebiyatımızda ilk ithâfın Namık Kemal’in Vatan
Yahut Silistre kitabında (yayın yılı 1873)uzun bir yazıyla yapıldığını
hatırlayalım. Muallim Naci de yarım kalan bir hikâyesini oldukça uzun bir
yazıyla ithâf ettiğini görüyoruz. Yaygın kullanım ise Akf’in de kalem oynattığı
Servet-i Fünûn dönemindedir. Bu kısa bilgilerden sonra çalışmamızın konusu olan
şair Mehmet Âkif'in Safahat' adlı kitabı ve bu kitabına çeşitli sebeplerle
girmeyen şiirlerindeki ithâflar üzerinde durabiliriz.
MEHMET AKİF VE
İTHÂFLARI
Mehmet Akif şiirlerini,
şiirlerini ve şiirlerini topladığı eserlerini; sevdiği, takdir ettiği, dostluk
arkadaşlık, hocalık yaptığı, vefa gördüğü birtakım sanatçı ve aydınlara ithâf
etmekten memnuniyet duyan bunu büyük bir görev olarak yerine getiren nadir
şahsiyetlerden biridir. O Doğu’yu ve Batı’yı bilen, okuyan, bilime ve sanata
âşık, döneminin en büyük kalemleri ve seciyesi sağlam sanatkâr ve bilim
adamlarıyla tanışmış ve onlarla dostluk kurmuş, iman ve şahsiyet abidesi bir
ülkücüdür. O günkü Türkiye’yi yaşanan korkunç felaketlerden, cehaletten,
tembellikten ve düşman işgalinden kurtarmak için ilme, sanata âşık, çalışkan,
üstün vasıflı, doğuyu ve batıyı bilen, imanlı ve güzel ahlâklı insanlara
ihtiyaç vardır ve bu güzel insanları, güzellikleri çoğaltmak için onların
ortaya çıkarılması, desteklenmesi, tanıtılması, övülmesi ve şereflendirilmesi
lazımdır. Akif de bu yüzden eserlerini onlara ithâf etmiştir.
AKİF’İN İTHÂFLARININ
TESPİTİ
Akif’in ithâflarını,
kendisi hayatta iken yayınlanan yedi kitabının bir araya getirilmesinden oluşan
Safahat’da yer alan şiirlerindeki veya kitaplarındaki ithâflarıyla
sınırlandırmak mümkün değildir. Zira Akif’in en az Safahat’daki şiirleri kadar
daha yekün tutan şiirleri de yayınlanmıştır. Akif’in, başka şairler gibi, çeşitli
dönemlerinde yazdığı şiirleri kesin bir dille kendi şiiri olarak kabul etmemesi
gibi bir durum söz konusu olmadığına göre, bizim yayınlanmış bütün şiirleri bir
bütün olarak ele almamız gerekirdi. Biz de hacmi bakımından önemli bulduğumuz, henüz
hakkında ciddi bir tenkid görmediğimiz Necmeddin Türinay’ın hazırladığı
Safahat’ta[13] yer alan, daha önce yayınlanmış veya ilk defa
yayınlanan şiirlerinin tamamındaki ithâflarına baktık. Bunlar;
A. Doğrudan İthâflar
1. Kitap İthâfları
2. Şiir İthâfları
3. İthâfnameleri
4. Şiir Başlığı Olarak İthâfları
B. Dolaylı
İthâflar
5. Mektup /Tebrik Şeklindeki İthâfları
6. Resim Arkası İthâflar
7. Hatıra İthâflar
8. İlham İthâflar
şeklinde
sınıflandırılabilir.
A. DOĞRUDAN İTHÂFLAR
Mehmet Akif’in 61
adedi bulan Doğrudan İthâflar’ı dört türlüdür. Bunlardan ilki Kitap İthâfı’dır:
Bir şiir kitabının ithâfı ile o kitapta yer alan bir şiirin ithâfının ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerekir. Safahat’ı oluşturan yedi kitaptan yahut yedi
bölümden altısının ‘kitap olarak’ bazı kişilere İthâf edilmiş olduğunu
görüyoruz. Bu kitaplarda ayrıca İthâfname denilebilecek uzunlukta 4 İthâfnamesi
vardır. Bu İthâfnameleri sıradan ithâflardan farklı ele almak gerektiğini
düşünüyoruz. Bunun dışında 23 şiirinde doğrudan bazı kişilere yapılmış ithâflar
mevcuttur. Doğrudan İthaflar’a aldığımız 24. şiirde, “yapılmak istenmiş ama
yapılmamış bir ithaf” söz konusudur. Ayrıca Akif’in Şiir Başlığı Olarak İthâfları
vardır: 28 şiirinin başlığını ithâf olarak kullanmıştır; Yahya Kemal ve diğer
bazı şairlerimiz gibi değer verdiği şahısları şiirine başlık yaptığı da
görülmektedir.[14] Bunlar da bir çeşit ithâf
sayılır. Âkif bu yolla o şahsı anlatır, onunla ilgili bazı değerli hususları
dile getirir.[15]
1. KİTAP İTHÂFLARI
Akif yedi kitaptan
oluşan Safahat’ının altı kitabını ithaflarla süslemiştir.
1. Akif, Safahat'a adını veren birinci
kitaba “Evlâdım Mehmed Ali'ye yâdigâr-ı vedâdımdır.” ithâfıyla başlar.[16] Hicaz Valilerinden Müşir Ratip Paşa’nın oğlu
olan Mehmed Ali, Mehmet Akif'in talebesi olan özel dersler verdiği bir gençtir.
Zekâsına, çalışkanlığına ve hafızasına hayran olduğu bu öğrencisine Akif ilk
kitabını armağan etmekten büyük bir haz duymaktadır. Bu ithâfın, Safahat’ın
altıncı kitabı olan Asım’da iyice kendisini gösteren, örnek bir nesil
yetiştirme arzusunu taşıdığını söylemeliyiz. Denilebilir ki Asım’dan önceki
Asım ilk Safahat’ın ithâf edildiği Mehmet Ali’dir. Ne yazık ki bu genç, çok
genç yaşta vefat etmiştir.
2. Safahat’ın ikinci kitabı olan “Süleymaniye
Kürsüsünde” adlı kitap “Kardeşim Fatin Hoca’ya” ithâfyla yayınlanmıştır.[17]
Astronomi profesörü olan Fatin Gökmen, İstanbul Kandilli rasathanesinin
kurucusudur. Akif’i İttihat ve Terakki Partisine katılmaya teşvik eden kişidir.
Fatih kürsüsünde adlı şiirinde işlemeye çalıştığı görüşlerin de kaynaklarından
biridir. Eşref Edib, Âkif'in Fatin Hoca'ya hayran olduğunu belirterek,
"Onu neş'e içinde" ve "saatlerce dinlemekten büyük zevk
duyduğunu” kaydeder.
3. Safahat'ın dördüncü kitabı “Fatih
Kürsüsünde”nin ithâfı “Hamâsî şâirimiz Mithat Cemâl'e” şeklindedir.[18] İki
arkadaşın Fatih Camii'ne doğru yola çıkmalarıyla başlayan ve karşılıklı
konuşmalarıyla gelişen bir şiirdir. Şiirde söz konusu edilen iki arkadaş,
muhtemelen Âkif ile Mithat Cemal'dir. Şair “İstibdâd” şiirini de “Kardeşim
Mithat Cemal'e” ithâfıyla takdim etmiştir. Bilindiği gibi Mithat Cemal, Mehmed
Âkif'in uzun yıllar yakınında bulunan bir şahsiyettir. Hatırlatalım: Âkif
hakkındaki en güzel monografilerden birisini ömrünün son yıllarında Mithat
Cemal kaleme almıştır. Üç İstanbul romanında da Mehmet Akif’i Raif karakteriyle
canlandırmaya çalışmıştır.
4. Safahatın beşinci kitabı “Hatıralar” “Hânedân-ı
Hilâfetin erkân-ı muazzamasından Ömer Faruk Efendi Hazretlerine takdime-i
tazimimdir.” ithâfıyla süslenmiştir. [19] Son Halife
Abdülmecid Efendinin oğlu olan Ömer Faruk Efendi bir Osmanlı şehzadesidir. O,
Âkif'in, saltanat ailesi içinde ithâf yaptığı tek şahsiyettir.
5. Safahat’ın altıncı kitabı olan “Âsım” “Kardeşim
Fuad Şemsi'ye” şeklinde Fuad Şemsi' İnan’a (1886-1974) ithâf edilmiştir. [20]
6. Safahat’ın yedinci ve son kitabı olan “Gölgeler”
“Şarkın tek dâhi-i san'atı Şerif Muhittin Beyefendi'ye hâtıra-i tazim”
ifadesiyle başlar.[21]
Şerif Muhittin Targan (1842-1967) değerli bir udîdir. Akif, onun fazilet ve
irfânına bu arada musikîsine meftun olmuştur. Üstelik Türk sanatını dünya
çapında kendisine saygı duyulacak bir şekilde temsil etmektedir. Şu cümleleri
onun için söylemiştir: “Rasûlülahın neslinde derlerdi ki bir feyiz var; ben
bunu anlamazdım. Fakat Muhittin beyi dinleyince buna inandım. Bunda mutlaka
ondan bir feyiz, bir şemmei nur var.” Âkif'in “Şark'ın Yegâne Dâhi-i Sanatına” başlıklı
manzumesi de Şerif Muhittin'e yazılmış bir ithâftır.[22]
2. ŞİİR İTHÂFLARI
Mehmet Akif’in şiir
olarak ithâf ettiği 24 şiiri bulunmaktadır.
1. Cenk Şarkısı “Sebîl’ürreşad Ceridesi
İslâmiyye’sinin Kahraman askerlerimize armağanı” (17 Ekim 1912) [23]
2. İstiklâl Marşı “Kahraman Ordumuza” (17
Şubat 1921)[24]
3. Sadi “Şair-i hâkim Arif Hikmet Beyefendi
Hazretlerine” (31 Mart 1898) [25]
Hersekli Arif Hikmet Bey son dönem divan şairlerindendir. (1839-1903) [26]
4. Gazali “Üstad-ı fâzılımız Hoca Halis
Efendi Hazretlerine” (14 Nisan 1898)[27]
Akif’in Arapça öğrendiği hocalarındandır.
5. Kıta “Şiraz’lı bir arkadaşım vardı.
Sizin toprak adam yetiştirmez diye bana takılırdı. Bir gün, latife yollu şu
kıtayı bir kâğıda yazdım. İçine de elli dirhem tömbeki koyarak kendisine hediye
ettim.”[28]
6. Safahat Hakkında “İki gözüm, kardeşim
Mithat Cemal’e” (20 Haziran 1911)[29]
7. Yarası Olmayan Gocunmasın “Yâr-ı Cânım
Hoca Fahreddin’e (12 Aralık 1912) Mehmet Âkif'in yakın dostları arasında yer
alan Hoca Fahreddin, Alay Müftüsü M. Fahreddin olup, Sebilürreşad
yazarlarındandır. "Milli Mücadele" sürecinde Âkif'le birlikte
çalışmış, ateşli makaleler yazmıştır.[30]
8. İstibdâd “Kardeşim Midhat Cemal’e” (14
Ocak 1909)[31]
9. Kocakarı ile Ömer “Üstâd-ı Necibim Ali
Ekrem Bey’e” (6 Mayıs 1910)[32] Ali
Ekrem (Bolayır) Bey Namık Kemal'in oğludur. Âkif Ali Ekrem'in şiirleri beğenir.
Ali Ekrem, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad'da Mehmed Âkif ve eserleri hakkında
ciddi yazılar yazar.
10. Bir Mersiye “Henüz, on dokuz, yirmi
yaşlarında iken bu cihân-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i didâra
yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında.” (31 Aralık 1908)[33] Bu
şiirin hüzünlü dünyası, muhtemelen gelecek vaad etmekteyken genç yaşta vefat
eden Hilmi'nin aziz hatırasına gösterilen saygının ifadesidir.
11. Mahalle Kahvesi “Kardeşim Hüseyin
Avni'ye" (3 Kasım 1910)[34]
Şiirin tarihine bakılırsa H. Avni ile tanışıklığı eskidir. Âkif'le Hüseyin Avni
arasındaki sevgi İstiklâl Harbi yıllarında daha da gelişmiş ve Birinci Millet
Meclisi sıralarında sürmüştür. Hüseyin Avni'nin mecliste yaptığı konuşmalar ve
cesaretli tutumu dikkat çekmiştir. Hüseyin Avni'nin muhalif kanadın öncüsü
olduğunu da biliyoruz. 1923'ten sonra da bildiği yoldan dönmemiş, doğru
bildiklerini söylemiştir. Bu sebeplerle olsa gerek, Hüseyin Avni için yazdığı
bir başka şiiri, ölümünden sonra açılmak kaydıyla kendisine vermiş, ancak bu
şiir kaybolmuştur.
12. Köse İmam "Kardeşim Ali Şevki
Efendi Hoca'ya" (10 Mart 1910)[35] Ali
Şevki Hoca, Âkif'in yakın dostlarından olup Bosnalı'dır. Âkif'e
"Âsım" destanındaki "Köse İmam" tiplemesini ilhâm eden
zattır.
13. (Üç Beyinsiz Yüzünden) “Babam Fatih
müderrislerinden İpekli Hoca Tahir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem
hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim. Şiirin daha iyi anlaşılmasına,
merhumun da rahmetle anılmasına vesile olur diye şu haşiyeyi yazmaya mecbur
oldum.” notuyla babasına İTHÂF edilmiştir. (6 Mart 1913)[36]
14. El-Uksur'da "Emir Abbas Halim Paşa
Hazretleri'ne" ithâf edilmiştir. (15 Şubat 1915)[37] Paşa,
Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın neslinden Mısırlı Prens'tir. Osmanlı
devletinde valilik ve bakanlık yapmıştır. Said Halim Paşa'nın kardeşidir.
Mehmed Âkif'i Mısır'da himâye eden zâttır. Âkif'in ona ithâf ettiği başka
şiirleri de vardır: "Tebrîk" şiirini "Velini'metim Emîr Abbas
Halîm Paşa Hazretleri'ne" şeklinde ithâf edilmiştir. Aynı şekilde,
"Bir Ariza" şiirinin ithâfı da bu şekildedir. Âkif'in "İkinci
Ariza" manzumesi de Abbas Halim Paşa'ya takdim edilmiş olup, ilkinin
devamı niteliğindedir. Abbas Halim Paşa, Âkif için şöyle demiştir: "Âkif
her zaman ve her yerde bir Abbas Halim bulabilir, ben ise bir Âkif bulamam.
Onun için onunla dost olmam en büyük şansımdır."
15. Berlin Hatıraları "Binbaşı Ömer
Lütfi Bey'e" (15 Mart 1915) [38] Akif
gibi Teşkilat-ı Mahsusa için Almanya’da bulunan Binbaşı Ömer Lütfi, şairin
Berlin'e giden komisyondaki çalışma arkadaşıdır. Âkif, Ömer Lütfü'nün
faziletine hayran kalmıştır. İlmî ve askerî başarılara imza atan Ömer Lütfü de
Âkif'e aynı derecede hayrandır.
16. Necid Çöllerinden Medine'ye “Şerif Ali Haydar
Paşa Hazretleri'ne" (4 Temmuz 1918)[39] Ali
Haydar Paşa, Mekke emîrliği yapmış bir Şerif’tir.
17. Bülbül "Basri Bey Oğlumuza" (
7 Mayıs 1921)[40] Şair bu şiiri Bursa'nın
Yunanlılarca işgali haberi üzerine yazmıştır. Hasan Basri Çantay'a ithâf eder.
Çantay, Birinci Meclis'te Balıkesir mebusu olarak bulunmuştur. Âkif'in
"pek sevdiği" şahsiyetlerin başında gelir. Meclis'te birlikte hareket
etmişlerdir. Âkifnâme'nin yazarı olan Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Kerim meali
de hazırlamıştır.
18. Fir'avun ile Yüz Yüze "Fahru'n-nisa
Emîre Hatîce Hanımefendi Hazretlerine" (29 Aralık 1923)[41]
Prenses Hatîce Hanımefendi Abbas Halim Paşa'nın zevcesidir. Akif'in Mısır'da
sükûnet içinde hayat sürmesinde Hatîce hanımefendinin hizmetleri önemlidir.
19. Gece "Üstad-ı hakîmim Ferîd Beyefendi'ye"
(5 Ocak 1925)[42] Akif'in “Ferîd
Beyefendi" dediği zat Akif'in arkadaşı, edebiyat profesörü Ömer Ferit
Kam'dır. Akif onun edebiyat ve hikmette büyük kudret sahibi olduğunu söylemiş,
herkesin onu hakkıyla tanımasını istemiştir. O’na yakın olmak için evini bile
taşımıştır.
20. Tebrik “Velinimetim Emir Abbas Halim
Paşa Hazretlerine”[43]
21. Bir Arîza “Velinimetim Emir Abbas Halim
Paşa Hazretlerine” (Ağustos 1929)[44]
22. Derviş Ahmet “Neyzen Tevfik’in, üç bin
dört yüzüncü tövbesinden istifası münasebetiyle” (1 Eylül 1930)[45]
23. “Sanatkâr” şiiri, "Mister Archibald
Bullok Roosevelt Cenablarına" şeklinde bir ithâfı taşımaktadır. İthâfına
düştüğü dipnotta Âkif şunları söyler: "Vaktiyle Amerika'da iki defa
reîsicumhûr intihâb edilmiş meşhur Roosevelt'in oğludur. Afrika'daki her
münzevînin, böyle, Yeni Dünya evlâdından birine eser ithâfına kalkışması garip
görünmesin: Şerif Muhittiin Beyefendi, New-York'ta iken, bu asîl genç kendisine
karşı ihlâsın, mihmanperverliğin, biz Şarklıları bile hayran edecek derecesini
gösterdi. Bunun için gıyabâ minnetdârıyım." (22 Ağustos 1933)[46]
24. Secde (Şiir Akif tarafından Babanzade
Ahmet Naim’e ithaf edilmek istenmiş, bu maksatla şiiri Babanzade’ye takdim
etmesi için Fuat Şemsi’ye göndermiştir. Şemsi şiiri Ahmet Naim’e ulaştırıyor. Ahmet
Naim tabii ki şiiri çok beğeniyor. Akif’in elyazısıyla yazdığı şiiri alıyor,
suretini Fuat Şemsi’ye veriyor. Ancak Naim’in cevabı gecikince şiirinin
beğenilmediğini düşünen Akif, ithaftan vazgeçerek kitabına öylece alıyor.[47])
3. İTHÂFNAMELERİ
Akif’in tespit
edebildiğimiz dört ithafnamesi bulunmaktadır.
1. Aşağıdaki şiir Safahat adıyla basılan ilk
kitabın hemen başında yer almasıyla dikkat çekicidir. Namık Kemal’le başlayan
uzun ithâf geleneğinin bir devamı gibidir; okuyucuya ithâf edildiği açıktır.
Bir İthâfname olmakla birlikte Safahat’ın okuyucu için yazılmış önsözü olarak
da değerlendirilmiştir. Ancak aşağıdaki “Hüsran” adlı şiirin, dergilerde
yayınlanırken İthâf Kıtası olarak yayınlandığı düşünülürse bu şiirin de İthâf
Kıt’ası veya ithâfname olduğu görülür.
Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim, çünkü, ne sanatkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlâtmam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.[48]
Ne hüviyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim, çünkü, ne sanatkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlâtmam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyet sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.[48]
2.
İthâfname sayılabilecek bir başka şiir de “İtiraf”tır.
İtiraf
Safahat'ımda, evet şi'r arayan hiç bulamaz;
Yalnız, bir yeri hakkında "Hazin işte bu!" der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil Hangisi ya?
Üçbuçuk nazma gömülmüş bir ömr-i heder! (30 Haziran 1911)[49]
Safahat'ımda, evet şi'r arayan hiç bulamaz;
Yalnız, bir yeri hakkında "Hazin işte bu!" der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil Hangisi ya?
Üçbuçuk nazma gömülmüş bir ömr-i heder! (30 Haziran 1911)[49]
3. Servet-i Fünün (16 Ekim 1919) ve Sebilürreşat
( 23 Ekim 1919) dergilerindeki yayınları sırasında “İthâf Kıt’ası” adıyla
yayınlanan şu şiir de Akif’in ithâfnamelerine güzel bir örnektir.
Sebilürreşat’daki yayınının altına “Akif Beyefendi’nin, Şerif Muhiddin
Beyefendi’ye hediye ettiği Külliyat-ı Âsârına yazdığı kıtadır ki Servet-i Fünûn’un
son nüshasında intişar etmiştir.” notu düşülmüştür. [50]
Hüsran
Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak,
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım?
Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?
Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;
Feryâdımı artık boğarak, na'şını, tuttum,
Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım.
Seller gibi vâdîyi enînim saracakken,
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler Safahât’ımdaki husran bile sessiz! (İstanbul, Ekim 1919)
4. Mehmet Akif’in hazin sayılabilecek şu İthâfnamesi yaşadığı ömre yapılmış bir ithâf gibidir.
Safahat İçin
Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın."
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitabım!
Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-ü harâbım? (1928)[51]
4. ŞİİR BAŞLIĞI OLARAK
İTHÂFLARI
Mehmet Âkif'in Yahya
Kemal ve diğer bazı şairlerimiz gibi değer verdiği şahısları şiirine başlık
yaptığı da görülmektedir.[52]
Bunlar da bir çeşit ithâf sayılır. Âkif bu yolla o şahsı anlatır, onunla ilgili
bazı değerli hususları dile getirir. Bu şiirler 28 adettir:
1
Üçüncü
Ordu’ya (Şiir Mithat Cemal ile birlikte yazılmıştır) (1908) [53]
2
Ordunun
Duası (1920)[54]
3
Gayret’i
Tebrik Sadedinde Gazel (25 Ocak 1895)[55] Şiir
Gayret Gazetesini teşvik ve takdir etmek için kaleme alınmıştır.
4
Fahreddin-i
Râzi (21 Nisan 1898)[56]
5
Hafız’ıma
(18 Ağustos 1898)[57]
Şiirde geçen Hafız, muhtemelen Selimiye’de okuduğu ezan Karaağaçtan duyulan
Hafız Emin olabilir. Akif’le dostlukları İstanbul’da da sürmüş, kendisine
sayısız gazel ve naat vermiştir. Ancak Akif’in Hafız dostları pek çoktur.
Bunların içinde Bursalı Hafız Emin, Hafız Mehmet, Hafız Asım ismi hemen akla
gelenlerdir.
6
Hersekli
Arif Hikmet (26 Haziran 1903) [58]
7
Selma
“Kızkardeşimin Çocuğudur. Dört yaşında öldü” (15 Ekim 1908) [59]
8
(Bütün
Hayalim) Merhum İbrahim Bey (12 Kasım 1908) Bu şiir, şairin “İbrâhim Bey merhum
ki tabâbet-i baytariye ulemâsındandır, hâk-i pâk-i, Şark´ın yetiştirdiği
nevâdir-i irfân ü faziîletin biridir: Merhûmu yakından tanıyanlar dört sene
evvelki fecîa-i irtihâlinin millet için ne elîm bir zıyâ; hükûmet için ne azîm
bir hacâlet olduğunu teslimde tereddüt etmezler. Şark´ın, Garb´ın bedâyi´i-i
ilm ü fennini toplayıp hâfızasına doldurmuş; mahfûzâtını muhâkemâtıyle,
meşhûdâtıyle şâyân-ı hayret bir sûrette tevsi´ etmiş; Şark´ın her tarafını
defeât ile dolaşmış; Garb´ın en medenî memâlikini görmüş, gezmiş; elsine-i
Şarkıyeyi edebiyâtıyle bilir; Fransız, Rus lisanlarını hakkıyle öğrenmiş olan bu
büyük adam fıtraten mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, emînim ki,
hükümet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gurebâ hastahânelerinde ölen
öyle bir hakîm-i zû fünûnu tanımak için kâriîn-i kirâm benim gibi bir âcizin
delâletine müftekır kalmazdı!” notuyla ithâf edilmiştir.[60]
9
Sadi
Işılay’a (1918)[61]
10 Mehmet Ali’ye (4 Temmuz 1918)[62]
11 Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde
başlıktan hemen sonra “Ruhum benim oldukça bu imanla beraber / Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene
bekler Malta, Süleyman Nazif” notu görülmektedir.[63]
12 Karesi (30 Haziran 1922)[64]
Bugünkü adı Balıkesir olan Karesi hakkında yazılmıştır.
13 Şehitler Abidesi İçin (27 Aralık 1924) [65]
14 Hüsam Efendi Hoca (4 Şubat 1925)[66]
15 Ferda Kadın (1926)[67]
Akif’in torunu için yazılmıştır.
16 Çocuklara (1929)[68]
Akif’in çocukları Emin ve Tahir için yazılmıştır.
17 Şarkın Yegâne Dâhi-î Sanatına (18 Eylül
1930)[69]
Şerif Muhittin Targan için yazılmıştır. Safahat’ın yedinci kitabı Gölgeler de
ona ithaf edilmişti.
18 Sait Paşa İmamı (15 Haziran 1931)[70]
19 Yaş Altmış[71]
şiirini şair kendisini adamış.
20 Nevruz’a (15 Kasım 1932)[72]
şiirini Mısır’da yaşayan Türk ailelerinden birine mensup bir genç için kaleme
almıştır.
21 Hayat Arkadaşıma.[73] Eşi
için kaleme alınmıştır.
22 Kasr-ı Gülşen (20 Haziran 1935)[74] Abbas
Halim Paşa’ya ait, onun vefatından sonra bakımsız kalan Kasr-ı Gülşen için
yazılmıştır.
24 Kendim İçin (Şubat 1936)[77]
Kendisi için kaleme alınmış.
25 Arkamda Serilmiş Yere.[78]
Kendisi için kaleme alınmış.
Ayrıca
Seyfi Baba (17 Aralık 1908), Kör Neyzen (3 Aralık 1908) ve Yemişçi İhtiyar adlı
şiirleri de şiir başlığında ithâf bulunan şiirlerden kabul etmek mümkündür.
Fakir ve hasta bir komşusunu, ama bir sokak dilencisini, ihtiyar bir sokak
satıcısını anlattığı bu şiirler birer ithâf gibidir.[79] Akif
bu şiirlerinde bizzat görgü şahidi olduğu hadiseleri anlatırken aynı zamanda
anlattığı kişilere bir armağan vermek istemekte, onların hatıralarına duyduğu
saygıyı ebedileştirmek istemektedir.
B. DOLAYLI İTHÂFLAR
Dolaylı ithafların
ithaf sayılıp sayılmayacağı tartışmasını edebiyat tarihçilerine bırakıp
tespitlerimizi aktarmak istiyoruz: Mehmet Akif’in 35 adedi bulan Dolaylı İthâfları’nı
dört başlıkta incelemek mümkündür. İlki Mektup / Tebrik İthâfları’dır. Akif,
çok zor yazmasına rağmen dostları için mektup şeklindeki oldukça uzun
manzumeler kaleme almıştır. Bu şiirler ve tebrikler, mektup olmalarının yanında
doğal olarak yazıldıkları kişiye çok güzel bir manevi hediyedir, ithâftır. (Tebrikleri,
klasik edebiyatımızın Bayramlarda ve Nevruz gibi önemli günlerde yazılan ayrı
bir edebi türü olarak kabul etsek bile bu türün de bir ithâf olduğu
düşünülmelidir.) Akif’e ait 18 adet Mektup / Tebrik Şeklinde İthâf tespit
edebildik. Akif’in sevdiklerine verdiği veya onlara gönderdiği mektuplarına
iliştirdiği fotoğrafların ve bazı resimlerin arkalarına da dörtlükler yazdığı
bilinmektedir. Bu dörtlüklerden bazıları Safahat’ta basılmıştır. Bunlara Resim
Arkası İthâflar denilebilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz ithâfnamelerine benzer
şekilde kaleme alınan 7 adet şiir de birer ithâf kabul edilebilir. Akif’in
çeşitli vesilelerle kaleme aldığı 5 adet tarih, kitabe gibi hatıra mevcuttur.
Bunlar da bir nevi Hatıra İthâflar hükmündedir. Nihayet kendisini etkileyen satırlardan mülhem
yazdığı 5 şiirin ithâfı da bu şiirlere ilham veren kişiler ve hadiseler
olmuştur:
5. MEKTUP /
TEBRİK ŞEKLİNDEKİ İTHÂFLARI
1
(Mektup)
[80](Edirne’den,
Ahmet Bey dediği bir arkadaşına yazılmış.) (1894)
2
Nazım[81]
(Edirne’de kitapçılık yapan dostu Süleyman Efendi’ye yazdığı mektuba kaydettiği
şiir)
3
Esselam[82]
(Adana’dan dostu Arifî Bey’e yazdığı mektup. Arifî Bey, Eski Adliye Müsteşarı
ve memleketin tanınmış avukatlarındandır.)
4
Mektup[83]
(Dostu Baytar Miralayı İbrahim Bey’e) (17 Kasım 1897)
5
Mektup[84]
(Dostu Baytar Miralayı İbrahim Bey’e) (1886-1887)
6
Bir
Mektuptan Beyitler[85]
(Hacı İbrahim Efendi mektebinden yetişmiş Ali Bey dediği bir arkadaşına
yazılmış)
7
Acz[86]
(Fazlı Yegül) (1896-1897)
8
Bir
Hasbıhâlden[87] (Mevcut mu yoksa muhayyel
mi bilinmeyen Ali ve İhsan Beylere yazılmış)
9
Bir
Mektuptan[88] (Dostu Baytar Miralayı
İbrahim Bey’e) (27 Temmuz 1899)
10 Fazlı Yegül’e Mektup[89] (10
Eylül 1904)
11 Hasbıhâl (Fazlı Yegül)[90] (5
Haziran 1905)
12 Fazlı Yegül’e Mektup[91]
(1905)
13 Fazlı Yegül’e Mektup[92] (27
Eylül 1905)
14 İkinci Mektup[93]
(Fuad Şemsi) (16 Temmuz 1932)
15 Rubai (Fuad Şemsi)[94]
16 Tebrik (1927) [95]
Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.
17 Tebrik[96]
şiiri Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.
18 Tebrik (5 Temmuz 1928)[97]
Abbas Halim Paşa için yazılmıştır.
6. RESİM ARKASI İTHÂFLARI
1
(Baytar
Miralayı İbrahim Bey’e takdim edilen fotoğrafın arkasına yazdığı dörtlük)[98]
2
(Köşe
başına oturmuş dinlenen bir seyyar satıcının resminin arkasına yazdığı dörtlük)[99]
3
Resmim
İçin[100]
(Kendisi için yazdığı dörtlük)
4
Resmim
İçin[101]
(Kendisi için yazdığı dörtlük)
5
Resmim
İçin[102]
(Kendisi için yazdığı dörtlük)
6
Resmim
İçin[103] (Kendisi
için yazdığı dörtlük)
7
Resmimin
Arkasına[104] (1935) (Kendisi için
yazdığı dörtlük)
7. HATIRA İTHÂFLARI
1
Tahir
Efendi İçin Tarih[105]
(Akif’in Babası Fatih Müderrislerinden İpekli Hoca Tahir Efendi)
2
Takriz[106]
(Şair Abbas Haveri’nin Fecr adlı şiir kitabına yazdığı takriz) (1896)
3
Kıt’a[107] “On
sene kadar oluyor. Şimdi Kastamonu Darülmuallimin müdürü bulunan Hoca Vasfi
Efendi kardeşimizle Yuşa Tepesi’ne çıkmış, bir gece kalmış idik. Züvvarın
dinlendikleri kahvenin duvarı, manzum mensur birçok hatıralarla dolu idi.
Vasfi, gayet lâtif talik yazar. Eline bir kalem geçirerek şu kıtayı duvara
nakşetti.”
4
Küplüce
Camii İçin Tarih [108]
5
Kitabe[109]
(Semih Rıfat’la birlikte kaleme aldıkları, Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail
Fazıl Paşa’nın mezar taşına yazılan kitabe)
8. İLHAM İTHÂFLARI
1
Neşide-i
Giryan[110] (Hüseyin Cavid’in Son
Baharda adlı şiirine telmih ve takdir olarak yazılmış) (27 Mayıs 1909)
2
Kişi
Hissettiği Nisbette Yaşar[111]
“Şair Eşref”
3
Umar Mıydın?[112] "Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün
akşama kadar İslam´ın garibliğine, Müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım...
" (Sebîlürreşât, Şimal
müslümanlarından Atâullah Behâeddin) notuyla yayınlanan Umar Mıydın? adlı şiirdeki
ithâf, ilham ithaflarına güzel bir örnek olarak değerlendirilebilir.
AKİF’İN İTHÂFLARININ
SEBEPLERİ VE MUHATAPLARI
Akif’in İthâfları
konusunu incelerken bu kadar yoğun bir alanla karşılaşacağımızı düşünmüyorduk. Çalışmamız
içinde İthâflar sadece tespit edilmekle kalınmamalı ve ithâfların yapıldığı
tarih itibarıyla şairin sanatı ve hayatı karşılaştırılmalı idi. Kime, neye,
niçin, ne kadar ithâf ettiği konusunu tartışmalıydık. İthâfların dilini
incelemeliydik. "Evlâdım", "Kardeşim", "Üstâd-ı
necibim", "Yâr-i cânım", "Hazretlerine",
"Beyefendiye", “Hanımefendiye”... Kullanılan dil çok güzel ve
sanatkâranedir. Çalışmamızda İthâflar, muhatapları ile ithâf şiirlerin
muhtevaları birlikte değerlendirilmeliydi. Mehmet Akif’in İthâfları, hangi
dönemde Akif’in en değerli şeyi olan eserini ve şiirlerini ithâf ettiği
kişilerle dostluk kurduğunu göstermesi ve sanat hayatına bu dostlukların nasıl
yansıdığını göstermesi açısından çok önemli idi. Ancak görüldüğü gibi konu bir
makale hacmini çoktan aşmıştır. Akif’in İthâfları’nın anlaşılması için
öncelikle Akif’in kişiliğine bakılmalıdır. [115] Kişiliğinin
her bir cephesi farklı ithâflarına yansımıştır. Mesela bazı ithâflarını
muhatabını şereflendirmek için[116] yapmıştır. “Sanatkâr” şiiri böyle bir
şiirdir. Sırf Türk Musıkisi’ni dünya çapında hakkıyla temsil eden dahi bir
dostuna kucak açtı, onu iyi ağırladı diye, şiirini tanımadığı bir yabancıya ithâf
edebilmiştir. Çok çalışkan ve hafızası çok kuvvetli bir öğrenci olduğu için,
bilgili ve açık sözlü olduğu için, hakiki bir dost olduğu için şiirlerini ithâf
ettiği şahıslar vardır. Akif, her ithâfını, farklı kişilere, aşağı yukarı aynı derinlik
ve yoğunlukta, duygu, düşünce ve ülkü birliği hissiyle sevip saydığı, çalışkanlığına,
bilgisine, tecrübesine, ahlâkına, dostluğuna, açık sözlülüğüne hayran olduğu,
sevdiği ve takdir ettiği, başkalarına da bu takdirini duyurmak, tanıtmak
istediği, teşvik ve takdir etmek istediği şahsiyetlere yapmıştır. Her ithâfının
muhatabı ve sebebi, sebebin derinliği farklı olabilir. Bu yüzden ithafa konu
olan şahsiyetlerin her biri dönem ve hadiseler dikkatle ele alınarak
incelenmelidir. Akif’in ithâf ettiği her eseri ve muhatabını bu makale içinde
değerlendirmek yerine sadece bir iki ithâfının muhatabının, konumuza ışık
tutması açısından, ele alınmış olduğu birkaç makaleyi hatırlatmakla yetineceğiz.
Bunlardan ilk makale[117]
incelendiğinde Akif’in 5 Ocak 1925’da yazdığı Gece adlı şiirini neden Ömer
Ferit Kam’a "Üstad-ı hakîmim Ferîd Beyefendi'ye" diyerek ithaf ettiği
görülecektir: Ömer Ferit Kam’ın babası Abdülhamit&in yakın dostu Gazi Ahmet
Muhtar Paşa’dır. Paşa ilim ve sanat adamlarını sevip konağında toplamaktadır.
Bu toplantıları takip eden Ferit Bey, tamburi Ali Efendiden tambur dersleri
almıştır. Kendi gayretleriyle Fransızca, Farsça, Arapça öğrenir. Mustafa Asım
Efendi’nin Fatih Camiinde verdiği Huzur derslerinden icazet alır. Babasının
ölümü dolayısıyla eğitimi yarım kalsa da Babı âliye girer. Fransızcadan
tercümeler yapar. Akif onu yazmaya teşvik eder. Tercümelerinden bazıları Akif
sayesinde yayınlanır. Abbas Halim Paşa tarafından Avrupa’ya gönderilir. Akif’ın
ısrarı üzerine Edebiyat Fakültesi hocalığına tayin edilir. Onun sayesinde
Sebilürreşat’ta yazıları yayınlanır. Ferit Bey’in etrafındakiler onun fazl-ı
keremini layıkıyla bilmemektedir. Onu memleket münevverlerine tanıtan Akif
olmuştur.
Fatih’te oturan
Mehmet Âkif, Ferit Kam’a yakın olabilmek için Beylerbeyi’ne taşınır ve ona beş
yıl komşuluk yapar. Akif, Mahir İz’e “Ankara’ya bir adam geliyor, fevkalâde bir
zekâ sahibidir. Sarıgüzel yangınından sonra ona komşu olmak için evimi
Beylerbeyi’ne naklettim” diyerek onu Ferit Kam’la tanıştırır... Akif onu şiir
yazmaya teşvik eder. Ferit Kam, hoş sohbet bir adam olduğundan dost
meclislerinin aranan üyesidir. Ancak sohbetlerde hemen konuşmaya başlamaz, Mehmet
Akif onu konuşturmak için çareler arar; ortaya bir mesele atar, onu
neşelendirip konuşturmayı başarır. Daha çok felsefe ve edebiyatın konuşulduğu
bu meclislerde, Ferit Kam konuşmaya başlayınca da herkes onu saygıyla dinler; o
da çeşitli felsefî görüşler; nükte, fıkra, vecize ve şiirlerle sözlerini
süsleyerek dinleyenleri hayran bırakır. Hatta bu sohbetler sırasında ona,
“Ferit Bey, sen kitap okuma. Kitap okumak senin feyzine engel olur. Sen yalnız
düşün, düşün ki söyle” diyerek hiç susmadan konuşmasını isterler. Bir gün Fatin
Gökmen, Akif’e en neşeli geçirdiği günleri sorunca, “Pek nâdir olan neşeli bir
zamanım Ferit’le geçen musâhabât demleri” cevabını almıştır. Bu cümle, Ferit
Kam’ın Akif için ne derece önemli bir kişi olduğunun en önemli göstergesidir.
Ferit Kam, Akif’in vefatı üzerine 2 Ocak 1937’de Sıdkı Akbaba’ya yazdığı bir
mektupta onunla ilgili şunları söyler: “Âkif, Âkif!.. Nihayet o da gitti.
Ayaklar altında öldü, eller üstünde mezara götürüldü… Benimle konuştuğu zaman
kendisi susmak, beni söyletmek isterdi. O zaman nisbeten daha genç olduğumdan,
ben de söylemekten usanmazdım… Görülecek bir işim olsa, bütün varlığıyla
matlabımın husûlü için paçaları sıvar, benden çok yorulurdu. Bir derdim olsa
devasını bulmak için dünyanın öbür ucuna gitmek isterdi. Hulâsâ Âkif çok kâmil
bir insan, çok dürüst, çok hakiki bir dosttu… Aruz gemisine bindi. Bihâr-ı
evzân içinde çırpına çırpına adem girdâbının ka’rında karar verdi. Acabâ
peşinde koştuğu ideal ne idi? Onu eserleri söyler, bize söylemek düşmez. Şu
kadar söyleyebilirim ki onun sâha-i endîşesi koca bir milletin varlığıyla
dolmuş, o sâhada kendisine ayak iliştirecek yer kalmamıştı.” Akif’in, bu son
derece dolu ama bu doluluğundan halkın da istifade etmesini istediği, fevkalade
zeki, sanatkâr, doğuyu ve batıyı bilen biri olarak gördüğü Ferit Bey Akif’in
“Üstad-ı hâkim” şeklindeki ithafı için, “Bize
üstâd-ı hakîm unvânı Âkif’in bol keseden
ihsânı” demiştir.[118] Akif,
Ömer Ferit’in işaret ettiği gibi ithaf ettiği şahsiyetlerden de önde bir
şahsiyettir ama mahfiyetkârdır.
İthafları
onun ne kadar isabetli dostluklar kurduğunun bir göstergesidir. Buna eşsiz bir
örnek Secde şiiridir. 15 Ocak 1925 de Secde
şiirini yazmış ve bu şiiri Ahmed Naim Bey’e ithaf etmek istemiştir.[119]
Mehmed Âkif’in Secde şiirini ithaf etmek istediği yakın arkadaşı Babanzade
Ahmed Naim, 12 Ağustos 1934’de namaz kılarken secdede vefat etmiştir.
Babanzade Ahmet Naim orta boylu, kısa ve az sakallı, çenelerine doğru sakalı
kıtça, tatarımsı simalı, tatlı bakışlı, bazen durgunca, çok kere yumuşak edalı,
samimi, alçakgönüllü bir zat idi. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ashabtan
sonra en sevdiği kişi olan Babanzade’yi: “Kuvvetli bir iman ve seciye sahibi,
inandığına sonuna kadar sadık, riyasız halis bir Müslüman… Kaba sofuluktan arî
salâbet… Edebiyat ve musikiden zevk alır. Hoş sohbet, bulunduğu mecliste
meşrebine muarız adamlar olsa da onlara tatlı tatlı konuşur, zarif nüktelerle
meclise şetaret verir… Soğukkanlılığını muhafaza eder, hissiyatına mağlup
olmaz. El-hâsıl: bir insan-ı kâmil.” olarak görürdü. Yine Akif Babanzade’nin
güvenilirliğine işaret ederek şöyle söylemiştir: “ Hamdi ( Elmalılı Hamdi
Yazır) ve Naim, bunlar sika’dandır, ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil
eder.” Ahmet Naim erbab-ı ilim ve irfanla teması pek severdi. Sormasan
malumatını söylemeyen ve dinlemesini bilen bir insandı. İlmi derecesi çok
yüksek, ilmiyle amel eden ve amelinde halis olan bir âlimdi. Medrese tahsili
görmediğinden kendi kendini yetiştirmiştir. Arapçası, Farsçası ve Fransızcası
mükemmeldi. Doğu ve Batı kültürünü tam manasıyla hazmetmiş bir insandı. Mithat Cemal
onun hakkında şöyle diyor: “Başı iki kısımda: Şark, Garb. İkisi birbirine
karışmayarak yan yana duruyordu. Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları
değiştiremediler. Bu filozoflara Naim şaşılacak kudretle nüfuz ediyordu; fakat
bu filozoflar şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı.” Ahmed Naim’den söz
eden biyografi ve hatırat kitaplarında, genellikle onun Arapça ve Fransızcaya
olan hâkimiyetinden, bilgisinden, titiz bir araştırmacı oluşundan, dürüst ve
samimi bir Müslüman oluşundan söz edilir. Dostları, meslektaşları ve
öğrencilerinin onun hakkında yazdıklarına göre, Ahmed Naim, “selef-i salihin
siretinde yaşamış”, varlığı ile iftihar edilecek, yaşayışı örnek alınacak bir
insandı. Onun hem İslâmî ilimleri hem de Batı düşüncesini bilmesi fakat ondan
etkilenmemesi, kendi dönemindeki aydınlar için oldukça etkileyici olmuştur.
Şair Mithat Cemal Kuntay Ahmed Naim’in bir yandan ‘Le Temps’ gazetesini, diğer yandan Muhyiddin-i Arabî’nin, İmamı Müberred’in eserlerini okuduğunu belirterek, onun Batı düşüncesi karşısındaki sağlam duruşunu şöyle tasvir eder: “Başı iki kısımda: Doğu ve Batı! İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu: Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim, şaşılacak derecede nüfuz ediyordu; fakat bu filozoflar, şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı…” Onun hem Batı’yı hem de Doğu’yu bilmesini Kuntay, “kafası gavur, kalbi Müslüman” olarak tasvir eder.
Üniversite hocalığı yaptığı sıralarda akşamüzeri Beyazıt Camiî yanındaki “Küllük” kahvesinde dostlarıyla ilmî sohbetler yaparlardı. Bu sohbetlere zamanın tanınmış edipleri, şairleri, yazarları ve ilim adamları katılırlardı. Mehmet Âkif’le tanışması da burada olmuştu. Diğer dostları Mehmet Şevket Bey birlikte üçü bir araya gelip klâsik Arapça okumaları yaparlardı.
Naim’in dostları arasında Mehmet Âkif Ersoy’un özel bir yeri vardır. Bu mekânda sıklıkla bir araya gelir, politika, edebiyat ve diğer meseleleri konuşurlardı. İkisi de dairelerinden çıkınca, burada birbirlerini beklerlerdi. Âkif’i en çok etkileyen yönü, Batı düşüncesine vâkıf olmasına rağmen din konusundaki sağlam inancıdır. Âkif, Naim Bey’le tanıştığı sırada birçok mektepli genç gibi zihni, akidesi tereddütlerle dolu idi. Naim Bey’in kafasında ise şüphe denen nesne yaşayamazdı. Âkif, Naim Bey’le konuştuğu zaman farkına vardı ki, o kendisinden kat kat fazla Fransızca biliyor, kendi kadar da Arapça… Naim, Galatasaray Sultanisi’nden çıkarken Fransızca hocası ona on üzerinden dokuz puan vermişti ki, bu kadar yüksek puanı, mektebin tarihinde bu hocadan kimse alamamıştı ve bu hoca Fransız’dı. Fakat dokuz puan verilen bu Fransızca Naim’i değiştiremiyordu. Âkif, bu değişmeyen Naim’i seviyordu. İşte Âkif, karşısında böyle gerçek bir ilim adamı görünce ona âdeta vuruldu. Hint ve Mısır âlimlerinin eserleri kadar Avrupa kitaplarını da okuyan adamın beş vakit kıldığı namaz, Âkif için başka bir mânâ taşıyordu. Nitekim Âkif, daha sonra en çok sevdiği şiiri olan “Secde”yi en sevdiği bu dostuna ithaf edecektir. Naim deyince içimde bir yanardağ tüter diyen Mehmet Âkif için o, sikadandır, ne derse öyledir, sözü sened teşkil eder. Âkif’in “ashap’tan sonra en sevdiğim adam” dediği Naim’le dostluğu kırk iki sene devam etmiştir. Naim vefat ettiği gün Âkif, ‘Evim barkım yıkıldı, altında kaldım.’ diyecektir.
Şair Mithat Cemal Kuntay Ahmed Naim’in bir yandan ‘Le Temps’ gazetesini, diğer yandan Muhyiddin-i Arabî’nin, İmamı Müberred’in eserlerini okuduğunu belirterek, onun Batı düşüncesi karşısındaki sağlam duruşunu şöyle tasvir eder: “Başı iki kısımda: Doğu ve Batı! İkisi birbirine karışmayarak yan yana duruyordu: Ve Naim’i Avrupa’nın filozofları değiştiremediler. Bu filozoflara Naim, şaşılacak derecede nüfuz ediyordu; fakat bu filozoflar, şaşılacak acizle Naim’e nüfuz edemiyorlardı…” Onun hem Batı’yı hem de Doğu’yu bilmesini Kuntay, “kafası gavur, kalbi Müslüman” olarak tasvir eder.
Üniversite hocalığı yaptığı sıralarda akşamüzeri Beyazıt Camiî yanındaki “Küllük” kahvesinde dostlarıyla ilmî sohbetler yaparlardı. Bu sohbetlere zamanın tanınmış edipleri, şairleri, yazarları ve ilim adamları katılırlardı. Mehmet Âkif’le tanışması da burada olmuştu. Diğer dostları Mehmet Şevket Bey birlikte üçü bir araya gelip klâsik Arapça okumaları yaparlardı.
Naim’in dostları arasında Mehmet Âkif Ersoy’un özel bir yeri vardır. Bu mekânda sıklıkla bir araya gelir, politika, edebiyat ve diğer meseleleri konuşurlardı. İkisi de dairelerinden çıkınca, burada birbirlerini beklerlerdi. Âkif’i en çok etkileyen yönü, Batı düşüncesine vâkıf olmasına rağmen din konusundaki sağlam inancıdır. Âkif, Naim Bey’le tanıştığı sırada birçok mektepli genç gibi zihni, akidesi tereddütlerle dolu idi. Naim Bey’in kafasında ise şüphe denen nesne yaşayamazdı. Âkif, Naim Bey’le konuştuğu zaman farkına vardı ki, o kendisinden kat kat fazla Fransızca biliyor, kendi kadar da Arapça… Naim, Galatasaray Sultanisi’nden çıkarken Fransızca hocası ona on üzerinden dokuz puan vermişti ki, bu kadar yüksek puanı, mektebin tarihinde bu hocadan kimse alamamıştı ve bu hoca Fransız’dı. Fakat dokuz puan verilen bu Fransızca Naim’i değiştiremiyordu. Âkif, bu değişmeyen Naim’i seviyordu. İşte Âkif, karşısında böyle gerçek bir ilim adamı görünce ona âdeta vuruldu. Hint ve Mısır âlimlerinin eserleri kadar Avrupa kitaplarını da okuyan adamın beş vakit kıldığı namaz, Âkif için başka bir mânâ taşıyordu. Nitekim Âkif, daha sonra en çok sevdiği şiiri olan “Secde”yi en sevdiği bu dostuna ithaf edecektir. Naim deyince içimde bir yanardağ tüter diyen Mehmet Âkif için o, sikadandır, ne derse öyledir, sözü sened teşkil eder. Âkif’in “ashap’tan sonra en sevdiğim adam” dediği Naim’le dostluğu kırk iki sene devam etmiştir. Naim vefat ettiği gün Âkif, ‘Evim barkım yıkıldı, altında kaldım.’ diyecektir.
Ahmed
Naim’in bu örnek yaşantısı, dönemindeki birçok âlim ve aydın tarafından dile
getirilmiştir.
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’ye göre Naim Bey selef-i sâlihindendir, Asr-ı Saadet’ten bir parçadır. İlim, irfan, edep, ahlak, namus, şeref, kanaat… ne deseniz bütün faziletler onda mevcuttur. Çalışma arkadaşı ve aile dostu Muallim Cevdet, Naim Bey’in ahlâkî seciyesi hakkında şöyle demektedir: ….Kaba taassuptan kurtulmuş, temiz bir Müslüman örneği idi. Edebiyat ve musiki dostu idi. İmanında sabit idi, neye inanmışsa sonuna kadar sâdık kaldı. Onda riya veya kuru sofuluk gibi şeyler yoktu. Doğu’nun dinî feyzini Batı’nın fikirleriyle kaynaştırmıştı. Batı ilminin âşığı fakat pozitivizmin düşmanı idi.
Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’ye göre Naim Bey selef-i sâlihindendir, Asr-ı Saadet’ten bir parçadır. İlim, irfan, edep, ahlak, namus, şeref, kanaat… ne deseniz bütün faziletler onda mevcuttur. Çalışma arkadaşı ve aile dostu Muallim Cevdet, Naim Bey’in ahlâkî seciyesi hakkında şöyle demektedir: ….Kaba taassuptan kurtulmuş, temiz bir Müslüman örneği idi. Edebiyat ve musiki dostu idi. İmanında sabit idi, neye inanmışsa sonuna kadar sâdık kaldı. Onda riya veya kuru sofuluk gibi şeyler yoktu. Doğu’nun dinî feyzini Batı’nın fikirleriyle kaynaştırmıştı. Batı ilminin âşığı fakat pozitivizmin düşmanı idi.
Mehmet
Âkif’in damadı Ömer Rıza Doğrul Ahmed Naim hakkında şunları yazmıştır: “Merhum kayınpederim
Mehmet Âkif gerçi arkadaşlarını ayırdetmez ve hepsini severdi, fakat kalbinde
Ahmed Naim’e ayırdığı yer muhakkak ki imtiyazlı idi. Onun için Ahmed Naim’in
öldüğü haberini aldığı zaman hüngür hüngür ağlayacak derecede bu aziz dosttan
ayrılışının acısını derinden hissetmişti. O zaman gönderdiği mektupta “Onun
ölümünü haber aldığım anda, dünya başıma yıkıldı sandım.” diye yazdığını bizzat
görmüştüm. Sarsılmaz bir seciye sahibi olmak, doğru olduğuna inandığı her şey
üzerinde sebat etmek ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan yılmamak, daima doğruyu
söylemek, bildiğini iyi bilmek ve bilmediğini öğrenmek ve çok çalışmak gibi
meziyetlere sahip olan Naim, hak olduğuna inandığı yolda zerre kadar
ayrılmayarak yaşamış ve öylece ölmüştür.”[120] Böylesi ilim erbabı bir düşünürün ölümüne ilişkin
olarak dönemin muhtelif bazı gazeteleri çok kısa yer vermiş olup, dönemin
mütefekkirleri arasında bir kaç yakın dostunun dışında ne yazık ki cenaze
merasimine katılanlar olmamıştır. Ahmed Naîm, Edirne Kapı mezarlığında, M. Akif
Ersoy’un yanına defnedilir.[121]
Bu alıntılarda,
sadece şiirlerini ithaf ettiği iki zatın kendisi için ne anlam ifade ettiğinin
özetine yer verdik. Kitaplarını ithaf ettiği şahsiyetler için ise kitap dolusu
yazılsa yeridir. Mesela Safahat’ın altıncı
kitabı Asım’ithaf ettiği Fuat Şemsi böyle bir şahsiyettir. Maarif
Nezareti eski Orta Öğretim Genel Müdürlerindendir. Akif’i çok seven, açık ve
doğru sözlülüğü ile de Akif’in kendisini çok sevdiği birisidir. Cumhuriyet
döneminden sonra Mısır’da yaşamaya başlamış olan Abbas Halim Paşa’nın
Türkiye’deki varidatını yönetmektedir. Âkif onu sadece “vefakâr” bir dost
olarak değil, “hakikatli bir evlâd” olarak görmüştür. Fuat Şemsi, Âkif'in
hastalığından vefatına kadar geçen sürede lâzım gelen bütün tetkik ve tedavi
sürecini takip etmiş, şairin başucundan hiçbir zaman ayrılmamıştır. Âkif,
ruhunu teslim ettiğinde başı Fuad Şemsi'nin dizlerindedir. Fuat Şemsi İnan,
aynı zamanda vefatının ardından Akif’in naşını mezarına yerleştiren kişidir.[122] Keza
Fatih Kürsüsünde kitabını ithaf ettiği Mithat Cemal de Akif hakkında en
doyurucu bilgi veren kitaplardan birini yazmıştır. İthafların arkasındaki
dostlukları ve hikâyeleri muhteşemdir.
SONUÇ
Akif kadar
eserlerini bolca ithâf etmiş sanatçı azdır. Ama ithaf edilen şahsiyetler de son
derece mümtaz kişilerdir. Devrinde bunca büyük şahsiyetin yetişmiş olması ve
bunları Akif’in dostluk derecesinde, eserlerini, en önemli varlığını hediye
edecek kadar yakından tanıması manidardır. Onun toplam 61 adet Doğrudan İthâf’ı
mevcuttur. Secde de dâhil edilirse bu sayı 62’dir. Dolaylı İthâfları’yla
birlikte sayı 97’ya çıkmaktadır. Sağlığında yayınlanan yedi kitabından altısını
ithâf etmiştir. Şiirlerinde en fazla ithaf; Türk Ordusu, Emir Abbas Halim Paşa,
Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Ali, Miralay İbrahim Bey, Hüseyin Avni, Şerif
Muhittin, Okuyucuları ve kendisi için mevcuttur. Şehitler Abidesi, Karesi,
Kasr-ı Gülşen şiirleri alışılmışın dışında şahsa değil bir coğrafyaya; yere (Şehitler
Abidesi’ne, O günkü adı Karesi olan Balıkesir’e, Kasr-ı Gülşen’e) ithaf edilirken,
Gayret’i Tebrik Sadedinde Gazel; bir kuruma, Gayret Gazetesi’ne ithaf edilmiştir;
İstiklal Marşı, Cenk Şarkısı ve Üçüncü Ordu’ya şiirlerinin Kahraman Ordumuza,
Kahraman Askerlerimize; Türk Ordusuna ithaf edilmesinde olduğu gibi. Eserlerini
gerçekten sevdiği, beğendiği, takdir ettiği bir kişiye veya kuruma ithâf etmiştir.
Zaten çok seçici ve çok zor beğenen ve kolay kırılan bir insandı. Dostluğu
çetin’di. Asla bir kişiye yaranmak, onun konumundan menfaat elde etmek
gayesiyle ithâf yapmamıştır. Hayatı da şiirleri gibi olan Akif’in ömrünce böyle
bir şeye asla tevessül etmediği görülmektedir. Âkif, ithâflarıyla da önümüzde
ölümsüz bir timsâl olarak durmaktadır.[123] Akif’in
ilk şiir kitabı ve sonraki bütün kitaplarının toplamına ad olacak olan
Safahat’ı “Evladım Mehmet Ali’ye yâdigâr-ı vedâdımdır” diyerek ithaf etmesi
bize Asım adlı altıncı kitabını düşündürdü. Asım’da görmek istediklerini çok
daha evvel Mehmet Ali’de görmek istemiş, ne yazık ki onu erken kaybetmişti. Özetlemek
gerekirse Mehmet Akif, Safahat’ı, Safahat adıyla toplanan altı kitabını,
Safahat’ta yer alan şiirlerini ve Safahat’ta yer almayan diğer bütün şiirlerini
bir örnek teşkil etmesini istediği, örnek aldığı şahsiyetlere ithaf etmiştir.
Bize bu şahsiyetleri araştırmak, öğrenmek ve onlar gibi olmak kalmaktadır.
KAYNAKLAR
Akkanat Cevat. İthâf Timsali. 21 Şubat 2008, Milli Gazete http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ithf_timsli/9971#.U0KzhKh_tc0
Çeltik, Halit. Mehmet
Akif’in Yakın Dostlarından Ömer Ferit Kam, 1. Uluslararası Mehmet Akif
Sempozyumu Bildirileri kitabı. 19-21 Kasım 2008, Mehmet Akif Üniversitesi, sf.
319-338 http://mehmetakif.edu.tr/files/2009sempozyumBildiri.pdf
Ersoy, Mehmet Akif.
Safahat. Y. Haz. Necmettin Türinay. Gün. Türkç. Çev. Necat Çavuş, Ankara, TOBB
Yayınları, 2011, 1397 sf.
Gürlek, Dursun. Ayaklı
Kütüphaneler. İstanbul, Kubbealtı Neşriyat. 4. bsk. 2008, 393 sf.
Küçükyıldız, Arslan.
İki Kişi / İki Adam: Ahmet Cevad Ahundzade / Mehmet Akif Ersoy. Türk Dünyasını
Işıklandıranlar Mehmet Akif Ersoy / Hüseyin Cavid Sempozyumu. 16-18 Mayıs 2013
Bakü, Azerbaycan. http://www.qu.edu.az/az/publications/Conference-materials/T%C3%BCrk-d%C3%BCnyas%C4%B1n%C4%B1-i%C5%9F%C4%B1qland%C4%B1ranlar%3A-Mehmet-Akif-Ersoy%2C-H%C3%BCseyn-Cavid-Beyn%C9%99lxalq-Konfrans%C4%B1n%C4%B1n-Materiallar%C4%B1-238.html
Karataş, Turan. Doç.
Dr. Türk Edebiyatında İthâf Terimi Hakkında Bir Araştırma, Bilig Dergisi, Yaz
2002. Sayı 22, Sf. 87-105
Karlıova, Rüya. Metnin Gizli Anahtarı:
İthâf. Kitap Zamanı, Sayı 39. 6 Nisan 2009 http://baysungur.blogcu.com/metnin-gizli-anahtari-ithâf/5319392
[1] Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Üyesi, TRT Yapımcı
Yönetmeni,
[2] Karataş, Turan. Doç. Dr.
Türk Edebiyatında İthâf Terimi Hakkında Bir Araştırma, Bilig Dergisi, Yaz 2002.
Sayı 22, Sf. 87-105; www.uludagsozluk.com
; Karataş, Turan. Edebiyat Terimleri Sözlüğü http://www.samanyoluhaber.com/bilgi/soru/Edebiyatta-İthâf-Ne-Demektir_1485/
[3] Karataş. a.g.m
[4] Karlıova, Rüya. Metnin
Gizli Anahtarı: İthâf http://baysungur.blogcu.com/metnin-gizli-anahtari-ithâf/5319392
[5] Karataş. a.g.site
[6] Karataş. a.g.site
[7] Karlıova. a.g.m.
[8] Karlıova. a.g.m.
[10] Akkanat Cevat. İthâf
Timsali 21. Şubat 2008 http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ithf_timsli/9971#.U0KzhKh_tc0
[11] Karataş, Turan. a.g.site
[12] Karlıova. a.g.m.
[13] Ersoy, Mehmet Akif.
Safahat. Yay. Haz. Necmettin Türinay. Gün. Türkç. Çev. Necat Çavuş, Ankara,
TOBB Yayınları, 2011, 1397 sf. (Bu yayında Akif’in sağlığında iken
yayınladığı tek eseri olan Safahat’ın yayınlanmasından önce veya sonra kaleme
alınıp da Safahat’a dâhil edilmemiş, bilinen, şimdiye kadar bulunabilen bütün
şiirleri mevcuttur. Ancak tenkide muhtaç olduğu açıktır: İçindekiler kısmı dahi
unutulmuştur.)
[14] Karataş, Turan. a.g.m
[15] Akkanat a.g.m.
[16] Türinay. Sf. 460
[17] Türinay. Sf. 694, 706
[18] Türinay. Sf. 818
[19] Türinay. Sf. 918
[20] Türinay. Sf. 1022
[21] Türinay. Sf. 1166, 1296
[22] Akkanat Cevat. A.g.m. ve
Türinay. Sf. 1344
[23] Türinay. Sf. 76, 450
[24] Türinay. Sf. 86
[25] Türinay. Sf. 222
[26] Çakır, Ömer. Mehmet
Akif’in Hersekli Arif Hikmet İçin Yazdığı Bir Mersiye. http://eprints.ibu.edu.ba/2295/
[27] Türinay. Sf. 232
[28] Türinay. Sf. 418
[29] Türinay. Sf. 446
[30] Türinay. Sf. 454
[31] Türinay. Sf. 582
[32] Türinay. Sf. 596
[33] Türinay. Sf. 614
[34] Türinay. Sf. 624
[35] Türinay. Sf. 638
[36] Türinay. Sf. 780
[37] Türinay. Sf. 958
[38] Türinay. Sf. 966
[39] Türinay. Sf. 1002
[40] Türinay. Sf. 1238
[41] Türinay. Sf. 1256
[42] Türinay. Sf. 1276
[43] Türinay. Sf. 1320
[44] Türinay. Sf. 1332
[45] Türinay. Sf. 1341
[46] Türinay. Sf. 1375
[47] Gürlek, Dursun. Ayaklı
Kütüphaneler. İstanbul, Kubbealtı Neşriyat. 4. bsk. 2008, Sf. 150
[48] Türinay. Sf. 474
[49] Türinay. Sf. 690
[50] Türinay. Sf. 1184
[51] Türinay. Sf. 1312
[52] Karataş, Turan. a.g.m.
[53] Türinay. Sf. 72
[54] Türinay. Sf. 85
[55] Türinay. Sf. 138
[56] Türinay. Sf. 240
[57] Türinay. Sf. 290
[58] Türinay. Sf. 344
[59] Türinay. Sf.540
[60] Türinay. Sf. 360, 546
[61] Türinay. Sf. 1204
[62] Türinay. Sf. 1206
[63] Türinay. Sf. 1234
[64] Türinay. Sf. 1250
[65] Türinay. Sf. 1268
[66] Türinay. Sf. 1292
[67] Türinay. Sf. 1314
[68] Türinay. Sf. 1328
[69] Türinay. Sf. 1344
[70] Türinay. Sf. 1348
[71] Türinay. Sf. 1364
[72] Türinay. Sf. 1366
[73] Türinay. Sf. 1372
[74] Türinay. Sf. 1388
[75] Türinay. Sf. 1318
[76] Türinay. Sf. 1390
[77] Türinay. Sf. 1394
[78] Türinay. Sf. 1396
[79] Türinay. Sf. 560, 570,
628
[80] Türinay. Sf. 156
[81] Türinay. Sf. 164
[82] Türinay. Sf. 172
[83] Türinay. Sf. 178
[84] Türinay. Sf. 184
[85] Türinay. Sf. 200
[86] Türinay. Sf. 246
[87] Türinay. Sf. 292
[88] Türinay. Sf. 336
[89] Türinay. Sf. 366
[90] Türinay. Sf. 374
[91] Türinay. Sf. 378
[92] Türinay. Sf. 382
[93] Türinay. Sf. 1358
[94] Türinay. Sf. 1386
[95] Türinay. Sf. 1318
[96] Türinay. Sf. 1320
[97] Türinay. Sf. 1326
[98] Türinay. Sf. 154
[99] Türinay. Sf. 372
[100]
Türinay. Sf. 1212
[101]
Türinay. Sf. 1214
[102]
Türinay. Sf. 1322
[103]
Türinay. Sf. 1354
[104]
Türinay. Sf. 1392
[105]
Türinay. Sf. 102
[106]
Türinay. Sf. 162
[107]
Türinay. Sf. 268
[108]
Türinay. Sf. 412
[109]
Türinay. Sf. 1252
[110]
Türinay. Sf. 406
[111]
Türinay. Sf. 1190
[112]
Türinay. Sf. 1198
[113]
Türinay. Sf. 1242
[114]
Türinay. Sf. 1224
[115]
Küçükyıldız, Arslan. İki Kişi / İki Adam: Ahmet Cevad Ahundzade / Mehmet Akif
Ersoy. Türk Dünyasını Işıklandıranlar Mehmet Akif Ersoy / Hüseyin Cavid
Sempozyumu. 16-18 Mayıs 2013 Bakü, Azerbaycan.
[117]
Çeltik, Halit. Mehmet Akif’in Yakın Dostlarından Ömer Ferit Kam, 1.
Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu Bildirileri kitabı sf. 319-338 http://mehmetakif.edu.tr/files/2009sempozyumBildiri.pdf
[118]
Çeltik. a.g.m.
[120]
Doğan, D. Mehmet. Mehmet Akif Zamansırası (kronoloji) http://www.mehmetakifarastirmalari.com/index.php?option=com_content
ve Babanzade için ayrıca bkz: http://vahadergisi.wordpress.com/2007/02/17/babanzade-ahmet-naim-1872%E2%80%931934/
Hansu, Hüseyin. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/hadis-asigi-bir-felsefeci--babanzade-ahmed-naim-bey
[122]
Türinay. Sf. 1022
[123]
Akkanat. a.g.m.
Not: Bu tebliğ 12-18 Mayıs 2014 tarihleri arasında Tataristan'ın başşehri Kazan'da yapılan Türk Dünyasını Aydınlatanlar; Mehmet Akif Ersoy-Abdullah Tukay Sempozyumunda sunulmuştur.
Bu Sempozyumun Bildiriler Kitabı için tıklayınız.
Bu Sempozyumun Bildiriler Kitabı için tıklayınız.
Severek okuduk, ellerinize sağlık;
YanıtlaSilÇok teşekkür ederiz.