Arslan
KÜÇÜKYILDIZ
Türkçedeki çat-ma fiili, çadır
ve benzeri bazı kelimelerle Satranç’ın özel bir ilgisi olup olmadığı henüz
dilciler tarafından ele alınmamıştır. Kanaatimizce bu fiil ve ilgili kelimelerin
incelenmesi Satranç’ın kökeni üzerindeki bilgilerimizi tazeleyip yeniden
düşünmemize fırsat verecektir. Satranç kelimesine yakın Türkçe kelimelerin
incelenmesiyle, satrancın kökenine dair bilgilerimizin geliştirileceği
düşünülmektedir. Makalemizde bu konu üzerinde durulacaktır.
Göçebe kavimlerde
kullanılan, kurulup sökülebilen ve kolayca taşınabilen çeşitli şekillerdeki
meskenlere çadır denilmektedir. Buna karşılık çadır, yerleşik hayata geçmiş
toplumlarda geçici amaçlarla kullanılmaktadır günümüzden örnek verecek olursak, bazı şehirlerimizde ramazan ayında senede bir
ay Ramazan Çadırları kurulmaktadır. Sözünü ettiğimiz Çadır ile Satranç’ın ne
alâkası olabilir diyeceksiniz! Bunu görmek için önce Çadır’ın ne olduğuna
ayrıntılı olarak bakmamız gerekiyor. Çünkü Çadır ve satranç kelimelerinin kökenlerinin
çatmaktan, çatışmaktan, satmaktan, sataşmaktan türemiş olduğu düşünülmektedir.
Sanat tarihçisi Celâl Esat
Arseven; çadır, çatı ve benzeri konularda ayrıntılı bilgiler vermiştir. Çadır,
insanların en eski zamanlarında da, hatta tarih öncesi devirlerde mağaralarda
barındıkları dönemlerde kullanılan bir mesken olduğuna şüphe yoktur. Ağaç
sırıklarını birbirine çatarak, üstünü çalı çırpı ile yapraklarla veyahut hayvan
postlarıyla örtmek suretiyle oluşturulan ilk sığınaklar, hiç şüphesiz ki çadır
ve evi doğuran ilkel meskenlerdir. Bunların en basit şekli eğimli vaziyette karşılıklı
olarak birbirine dayanmış, “çatılmış” sırıklardan meydana gelen başlığın iki
tarafındaki üçgen şekildeki açıklıklardan birini örtmek ve diğerini kapı olarak
bırakmak suretiyle yapılan sığınak şeklidir. (resim eklenebilir )
Dünya üzerindeki
çadırların çok çeşitli şekilleri vardır. Doğu ve Batı’daki çadırlar arasında
kuruluş ve şekil farkları vardır. Türklerin kullandığı çadır şekilleri de
bazı farklılıklar gösterir. Bir kısmı daha uzun süreli kalmak için, bir kısmı
da geçici olarak kullanılırdı. İsim değişiklikleri buradan kaynaklanmaktadır.
Tarih boyunca Türkler, Çadır’a Ev, Üy, İr, Oba, Otak, Yurt, Hayme, Kerekü,
Kereke (Gergi), Gerege, Çerge, Çadır veya Çatır ve Çetir de demişlerdir.
Osmanlılar Çadır’a Hayme diyorlardı. (Ankara’nın bir ilçesinin adı olan
Haymana, Hayme Ana’dan gelmiş bir söz olsa gerektir.) Çok daha başka adlar da
verdikleri şüphesizdir; yayıldıkları üç kıtada çadırlar, otağlar kurmuşlardır.
Türklerde Çadır adları ile ilgili ayrıntılı bir derleme yapılmamıştır. Çadırın;
Derim Ev, Kara Çadır, Topak Ev, Alaçık gibi birçok çeşidi vardır. Oldukça çok
çeşitte çadır kurabilen bir millet olduğumuz muhakkaktır ama bu konuda da
ayrıntılı bir çalışma yoktur.
Osmanlıları inceleyen
yabancı uzmanların çizdiği gravürleri ve minyatürlerimizi hatırlayınız; Sadece
askerî çadırların (Padişah Otağı’ndan asker gölgeliklerine kadar) onlarca
çeşidi bulunmaktadır. Bu çeşitlilik bile Çadır’la ilgili çok zengin bir kültüre
sahip olduğumuzu gösterir.
Çadır, gerçekten de Türk hayatının çeşitli
yönlerini, mesela Türk Mimarisini derinden etkilemiştir. Bu etkiler Türklerle de
sınırlı kalmamıştır. Strzygowski gibi bilim adamları, mimarlığın birçok
unsurunu çadırdan aldığını söylemiş, Doğu’daki kubbelerin, yuvarlak kümbetlerin,
efrizlere esas olan sayvanların ve daha birçok mimari ve süsleme
uygulamalarının Orta Asya Türk Çadırları’ndan geldiğini göstererek bir çadır
sanatından söz etmişlerdir. Bazı arkeologlar, Asya mimarisini eşyalarını bu
çadır sanatına bağlamakta ve Türk sanatının birçok unsurunu bu sanattan aldığı
kanaatine varmaktadırlar. Öyle düşünülüyor ki Orta ve Ön Asya’dan bütün dünyaya
yayılan Kubbe mimarisi çadırdan gelmektedir.[1]
Bu bakımdan Türk mimarlık tarihinde bir başlangıç teşkil ettiğine şüphe olmayan
Türk çadırları hakkında yapılacak araştırmaların sanatımız için önemi büyüktür.
Çadır, Türk ve Dünya
mimarisini etkilediği gibi mutlaka Türklerdeki başka kültürleri, sanatları da
etkilemiş olması veya onlarla ilişkilerinin bulunması gerekir. Çünkü avcılık ve
konargöçerlik dönemlerinde, hatta yerleşik düzene geçilen ekincilik döneminde
bile Türkler çok değişik şekillerde ve adlarda, her mevsime ve iklime uygun
kolay kurulabilen çadırlar kurmuşlardır. Mesela Tatarların beş ahşap çubuktan müteşekkil olan
ve istedikleri yerde kurdukları çadırlıkları vardı. Günümüzde de bazı alanlarda
bunların kullanıldığı görülmektedir. (Yazın Ankara-Çankırı yolundaki kavun
sergileri üzerine kurulan geçici çadırları görenleriniz vardır. Bahçe-bostan
kenarlarına kurulmuş Gergilere, Çatmalara da yazları rastlamışsınızdır.) Son
buzul çağından bu güne 13.000 yıl geçti. Avcılık, hayvancılık, konargöçerlik,
ekincilik gibi safhaları olan bu 13.000 yılın en azından 12.000 yılını çadırda
geçiren atalarımız elbette ki çadır çevresinde edindikleri bilgi ve görgülerini
bize aktarmıştır. Bu izler günlük hayatımızla o kadar iç içe girmiştir ki
dikkatli bakmazsak göremeyiz.
Ahmet Rasim “Çadır
Osmanlıların ilk hanesi, ilk sarayı, tahtgâhıdır.” demektedir. Vaktiyle
İstanbul’da çarşı içinde Çadırcılar ismini taşıyan bir sokak vardı. Sözlük
anlamıyla Çadır, göçebelerin, ordunun konakladığı yerde askerin, bekçi
ve koruyucu gibi kimselerin geçici olarak kullandıkları barınaktır. Kalın
bezden, keçe veya deriden yapılır. Çok defa koni biçiminde ve bazen dikdörtgen
şeklinde olur. Bir direkle kurulur ve etekleri iplerle kazıklara bağlanır.
eşanl. Otağ, Oba, Hayme, Hargâh, Çetr… Birçok çeşidi vardır, en büyüğüne “Otak”
ve küçüğüne “Çerge” denir. Tatar çadırına “Alaçık”, Türkmen çadırına “Dırım”
halı ve kilimden yapılanına da “Aba” denir. Kırgızistan’da “Boz Üy” denilen ve
Altaylarda kullanılan keçe çadırın küçüğüne “Çatır” denilmektedir.
[Farsça “çetr” sözü de çadırdan alınmadır.] Gölgelik olarak kullanılan büyücek
şemsiyeye de Çadır dendiği gibi, Anadolu’nun bazı yerlerinde kadınların örtündükleri
ve yatağa serdikleri çarşafa da çadır denmektedir.
Türklerin büyük bir kısmı,
Türkiye’de Çadır da dediğimiz bu geçici evlere, yukarda belirttiğimiz diğer adları
da vermiştir. Bu yüzden sadece Çadır’dan yola çıkarak bulabileceğimiz
malzemeler fazla olmayabilir. Çadır sözünün peşine düşüp bu kelimenin kökünün
nereden geldiğine bakarsak esas konumuz olan Türkçemizle Satranç ilişkisine
dair bilgilere daha kolay ulaşırız.
En ilkel çadırların veya
en sıradan çadırların iki sırığın birbirine “Çatılmasıyla” oluşturulduğundan
daha önce söz etmiştim. Öyle zannediyorum ki bu çat sözünün ve çatmak fiilinin
Türkçede önemli bir yeri vardır ve şaşırtıcı derecede geniş bir alanda kullanım
alanı bulmuştur. [2]
Yeri geldiğinde ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi sat sözü de çat sözü ile
ilişkili olup yakın anlamlar içerir. Meselâ tarla ve bağ bekçilerinin geceleri
barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yapılan kulübe veya çardağa, bazı
yerlerde satma adı verilmektedir. [3]
Çat sözü kavuşma, birleşme ve bitirme noktası
anlamında kullanılır. (Dik yolun birleştiği noktaya Dörtyol çatı denir.) Vurma
veya çarpma sesi, patlama –çatlama anlamına geldiği gibi zaman bakımından
seyrekliği bildirir. Beklenmedik bir zamanda kapı çalınması sesine yahut
yakındaki kapıya Çat kapı denir. Bir yerde oyalanmaz, her yere
yetişir, her yerde hazır bulunur anlamında Çat orada, çat burada, çat kapı
ardında denir. Ara sıra (biraz, kırık dökük) anlamında Çat pat denir.
Çat’tan türemiş olan konumuzla ilgili bazı kelimelerin sözlük
anlamlarına alfabe sırasıyla daha yakından bakalım:
Çat: (I) a. Sert bir şeyin kırılırken çıkardığı ses. (II) a. hlk. İki yolun veya iki derenin birleştiği yer, kavşak. Eski bez parçası. 1. İki dere veya iki yolun birleştiği yer. 2. Orta yer. 3. Köşe başı. 4. İki tepe arasındaki geçit. 5. Tam karşı, yüz. 1. Kuyruk sokumu. 2. Bel.
Çakıl, küçük yuvarlık taş. Çetin, sert. Ateş. Soğuk
almaktan meydana gelen bir hayvan hastalığı. Mısır unundan yapılan fırında
pişirilen büyük, uzun ekmek. Özek, odak, merkez.
Orta yeri: Anlının çatına; alnının çatı: Alnının ortası hlk.
1. Hayvanın beli. 2. Bel salıklığı.
öz. a.
Erzurum iline bağlı ilçelerden biri. Adıyaman ili, Sincik ilçesi, merkez
bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Nevşehir ili, merkez ilçesi, merkez
bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Şanlıurfa ili, Ovacık bucağına bağlı bir
yerleşim birimi. Tokat ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim
birimi.
Çatak: 1. İki
şeyin birbirine çatıldığı vakit husule gelen faslı-müştereki, su akıntı
yerleri. Damlanın eğik satıhlarının birbiriyle birleştiği ve yukarıda mahya denilen yüksek omurgayı,
aşağıda dere husule getiren alt kısımlara bağlayan parçalar birer çataktır.
Dağların birbirine çatılmasından hâsıl olan dereler de birer çatak teşkil
ederler. 2. Çatılmış manasında Orta Asya’da bir nevi çadıra verilen isimdir.
Çatır ve çadır kelimeleri bundandır.[4] 3. Birbirine
bitişip yanaşmış, yanaşıp çatışmış. İki dağın birbirine yanaşıp, çatılarak
oluşturdukları yer, dere yatağı
Çatal: 1. Ucu
ikiye ayrılmış şeylerin şekline denir. İki kola ayrılmış, ikiye ayrılmış bir
dal gibi. İki şıklı. 2. Ucu iki dişli olan yaba ve bu gibi aletlere denir. 3.
Yemek yemekte kullanılan alet. 4. Arabalarda okun girdiği yer. 5. Pamuk
eğirmeye mahsus alet. 6. Kalafatçıların kullandığı keskiye benzer uzunca alet.
7. İki anlamlı, iki şekilde anlaşılabilir, yorumlanabilir.
Çatalca: Bir yerleşim adı.
Çatalca: Bir yerleşim adı.
Çatal dayaklama
Çatal görmek:
Uykudan kalkan bir kimsenin nesneleri çift görmesi gibi iki görmek, “net
görememek”
Çatallı: Şüpheli ve karışık iki veya daha çok ihtimali olan
Çatal dayaklama: Bir
binanın eğretiye alınan bir kısmını tutmak için çatal gibi vurulan dayak veya
destek
Çatal Geçme: Marangozlukta
erkekli dişili dişlerin veya yuvaların açıldığı parçaların birbirine
tutturulması
Çatal Sakal: Ortasından ikiye ayrılmış sakal.
Çatal tahta (Çatal
Boğa): Marangozların kullandığı tahta
parçası.
Çatalağız
Çatal Avuç: İki eli yan yana getirilerek birleştirilen avuçlar.
Çatal Çeşme: Semavi Eyice'nin belittiğine göre Türk şehirlerinde, her birinde lüleleri bulunan iki veya üç cepheli çeşmelere verilen ad.
Çatal Çeşme: Semavi Eyice'nin belittiğine göre Türk şehirlerinde, her birinde lüleleri bulunan iki veya üç cepheli çeşmelere verilen ad.
Çatal kazık: Tutumlar
birbirine benzemediği için işin yürümesine engel olan söz sahipleri Çatal
kazık yere batmaz: Birden çok kimsenin söz sahibi olduğu iş yürümez.
Çatallandırmak: 1.
İkiye ayırıp çatal hale getirmek. 2. Şüpheli ve karışık hale getirmek
Çatallanma, Çatallanmak, Çatallaşma, Çatallaşmak,
Çatallaştırmak, Çatallı, Çatallık
(Çatal matal kaç çatal adında tahmine dayalı bir
de çocuk oyunumuz olduğunu hatırlayınız.)
Çatalmuk: Buğday tarlası için zararlı bir ot
Çatamak
Çatmaca
Çatmacı
Çatana: Küçük
vapur
Çatapat: Eğlence
fişeği
Çatarı: Bir tel
ipek, iki tel pamuktan dokunan bir çeşit kumaş.
Çatan
Çatanak
Çatı: 1. Çatılmış
yani, birbirine bağlanmış kereste ve benzeri kurulmuş şey, taslak. 2. Çatılmış
keresteden yapılmış binayı kaplayan ve kiremitleri tutan meyilli örtü.
Binaların üzerindeki koruyucu satıh. Evin çatısı. 3. Sığınılacak, barınılacak
yer, ev, mesken. 5. Silahların çatılmış durumu
Çatı altı, Çatı arası: Tavanla çatı üstünün arasındaki boşluk.
Çatı Bağlaması: Çatı makaslarının oluşturduğu üçgen
Çatı boşluğu: Tavanla çatı üstünün arasındaki boşluk.
Çatı katı:Çatı arasında elde edilen odalardan oluşan kat.
Çatı kırması: Çatının mail satıhlarının azalarak devamı.
Çatı kirişi, Çatı makası, Çatı merteği, Çatımsı, Çatı
omurgası, Çatı örtüsü, Çatı penceresi, Çatı penceresi yanağı, Çatı
Sağrısı:
Çatık: 1.
Uçlarından birbirine birleşmiş, kavuşmuş olan. 2. Birbirine yapışık aralıksız.
3. (Çatık çehre) Buruşturulmuş, ekşitilmiş (yüz, surat, çehre)
Çatık kaş: Öfkeyi belli etmek için birbirine yaklaştırılmış kaşlar
Çatık yüz: Asık surat, Çatık kaş
Çatıklaşmak: Çatık hale gelmek
Çatılı: 1. Çatılı bulunan (yapı) 2. Çatılmış durumda olan 3.
Başına çatkı dolamış olan.
Çatılma: 1. Çatılmak fiili
Çatılmak: 1.
Kurulmak, yapılmak. Çardak çatıldı. 2. Apışıp kalakalmak
Çatır: 1. Çadır,
Hayme, Çadır. 2. Kırgızcada Boz Üy(Keçe çadır)ün küçüğüne denir.
Altaylarda, yaylalarda hâlâ kullanılır. Sibirya’daki Türklerin,
Kızılderililerin kullandıkları çadırlara benzer. Ağaç uçları çatılarak yapılır.
Etrafı keçe ile (yenilerde branda ile) kapatılır. Boz Üyden küçük olmasına
rağmen bir aileyi içine alacak büyüklüktedir. Türklerdeki “çadır” kelimesi
buradan gelmektedir.
Çatırak:
Türkmenistan’da yolların çatılması, yol kavşağı, dörtyol kavşağı.[5]
Çatıraş: Kırgızlarda kareli defter anlamındadır.[6]
Çatır çatır:
Kereste, diş ve kemik gibi gevrek cisimlerin gürültüsünü tasvir eden, tekrar
şeklinde kullanılır: Bina çatır çatır yıkıldı. 2. mec. Rahatça, güçlük
çekmeden; Türkçeyi çatır çatır konuşuyor.
Çatır çutur, Çatırdama,
Çatırdamak, Çatırdatmak, Çatırtı
Çatışma: 1.
Çatışma fiili. 2. Silahla birbirine girme, vuruşma. 3. Savaş maksadıyla
ilerleyen çeşitli büyüklükteki iki askeri kuvvetin öncü birlikleri arasındaki
ilk silahlı vuruşma. 4. Yollarda yaya, otomobil gibi şeylerin karşılaşma
durumu.
Çatış-mak: 1.
Kavuşmak, ilişmek, uç uca bağlanmak. 2. Tokuşmak, birbirine çarpmak. 5. İki
veya daha çok şey aynı vakte rastlamak. 6. Kavga etmek 7. Silahlı olarak
çatışmak, çarpışmak, vuruşmak.
Çatışma Noktası: Tesadüf veya tesadüf noktası.
Çatışık: Çatışma halinde olan, birbirine uymayan.
Çatışıl-mak: Çatışmak fiili yapılmak
Çatıştır-mak: 1.
Uç uca kavuşturmak, iliştirmek, birbirine bağlamak. 2. Tokuşturmak, eşanl.
Müsademe ettirmek. 3. Birbirine düşman duruma getirip kavga ettirmek, birbirine
düşürmek.
Çatkı: 1.
Parçaları birbirine çatılarak kurulan ve kullanılan şeyler. 2. Yapılacak bir
şeyin ana kısımlarını teşkil eden esas manasındadır. Bir binanın çatısı ve
kafesi. 3. Çapraz bağlanan şey. 4. Marangozlukta bir mobilyanın çerçeve
ve esas kısımları ve iskeletine denir. 5. Terzilikte elbisenin çeşitli
parçalarını birbirine teyelleyerek birbirine çatılması. 6. Bir insan figürünün
çatkısı demek, onun şeklini ve vücudunun formlarını tayin eden esas hatlar ve
iskelet manasına gelir. 7. Bir alçı veya toprak heykeli tutmak için içine
konulan tutturma demiri veya ağaçlara da denir.
Çatkılı: Çatkılı olan
Çatkılık: Boyunduruğun geçirildi, çift öküzlerini birbirine
bağlayan ağaç.
Çatkın: 1. Bir
zengin veya büyükçe bir adama bağlanmış olan. (Filana çatkındır.) 2. Çatılmış
olan, çatık.
Çatlak: 1.
Parçaları ayrılmayacak derece az kırık olan şeylerin satıhlarında hasıl olan
ince yarıklar. 2. Yüz çatlağı, satıh çatlağı: Cismin içine geçmeyen ve yalnız
satıhta olan çatlaklar. Ellerin soğuktan çatlaması.
Çatlama
Çatla-mak: Parçaları
ayrılmayacak derece az kırık olan şeylerin satıhlarında hasıl olan ince
yarıkların oluşması.
Çatlat-mak
Çatma: Harmanda
döven sürme sırasında (veya başka işlerde) birkaç çift öküzün birlikte
koşulması.[7]
Çatmak: 1. Çatmak
fiili. 2. Geçici olarak iliştirilip durdurulmuş kereste, Kurmak, kereste ve
benzeri şeyleri birbirine bağlayıp durdurmak. (Çardağı çabucak çattılar.) 3.
Geçici ve kaba bir şekilde dikilmiş parçalar. 2. Ucuca kavuşturmak, iliştirmek,
tutturmak. (Dikiş çatmak.) 4. Orta Asya’da kullanılan çatılmış bir nevi çadıra ve
bunun çatkı çubukları heyeti ve mecmuasına denir. Çatmaktan gelen çatır
kelimesi de kurulan ve çatılmış ev manasındadır. 5. Çatkı, birçok parçanın
birlikte çatılmasından hasıl olan esas kısma, ki buna çatı da denir; çatma ise
ahşap inşaatta duvarlarını
teşkil eden ve
katlarını vücuda getiren kafes kısmına denir 6. Kapı ve dolap kanatlarının etraf
çerçevelerini teşkil eden ve ortadaki ayna kısımlarını tutan ayna kısmı. 7.
Üsküdar, Bilecik ve Bursa’da ipekle dokunan kabartma çiçekli kadife kumaş ki
çoğu lale üslubundandır. 8. Asker tüfeklerini uçlarından çaprazlama tutturarak
durdurmak: Silah çatmak. 9. Hayvana yük yüklemek, ki denge için iki
çatal değnek kullanılarak yapılır. 10. Vurmak, çarpmak. Eşanl. Müsadere etmek.
(Duvara çattı.) 11. Uğramak. İstenmeyen, hoşa gitmeyen bir durumla karşılaşmak
12. Tesadüf etmek. 13. Gemi çarpışıp batmak. 14. Mevsimi ve zamanı yaklaşmak.
15. Bağlanmak, dalkavuklukla yaranıp birinin sevgisini kazanmak. 16. Birine
sözlü veya yazılı hücum etmek. Kavgaya sebep olacak derecede birine sataşma.
17. (Yemeni, çatkı ve benzeri için) Başa bağlamak. Baş yemenisine çatkı da
denir. 18. (Başbaşa çatmak)İki veya daha fazla kimse bir araya gelerek bir şeyi
görüşmek. 19. (Kaş çatmak) Kaşlarını indirip yüz ekşitmek. 20. (Keyif çatmak)
Fazla sarhoş olmak, neşelenmek. 21. (Yemek çatma) Yemek hazırlayıvermek. 22.
(Çatısını çatma) Baş-göz edivermek, evlendirmek. 23. Boya ile yapılan kaş,
çatma kaş. 24. (Revzen Çatması) Alçı pencere ile ilgili.
Çatmalık veya Çatışmalık: Çarpışan iki şeyin arasına
müsadere kuvvetini azaltmak için kullanılan
madeni parça.
Çatra Patra: Bir
dili bozuk ve yalan yanlış konuşmayı tasvir eden tekrarlamadır: (Çatra patra
Türkçe söylüyor.)
Çattık teyellemesi kaldı: Sıkıntılı bir duruma düştük. Bunun arkası da var daha.
Çattır-mak: 1. Bir
şeyi bir başka şey ile vuruşturmak. 2. Gemiyi diğer gemiye çarptırıp batırmak.
3. Kereste ve benzer malzemeleri birbirine bağlayıp kurmak.
Çatuğören (Çatukören,
Çatören): Kastamonu’da Ilgaz yolu
üzerindeki bir köy adı.
Çaturanga: Hindistan’da
Satranca verilen ad.
Ev i: Küçük parçalara bölünen bir şeyin her bir kısmı, hane:
(Satrançtan fil evi, at evi)[8]
Kişte:
Kırgızistan’da satranca verilen ad.
Küşte: Türkmenistan ve Özbekistan’da satranca verilen ad.
Satma: (Aslı çatmadır) Tarla ve bağ bekçilerin geceleri
barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yapılan kulübe veya çardağa, bazı
yerlerde verilen isimdir. [9]
Sataşılma: Sataşılmak fiili.
Sataşıl-mak: Sataşmak fiiline konu olmak, sat. Fiiline uğramak.
Sataşkan: Saldırgan bir tabiatı olan, sataşan.
Sataşma: Sataşmak fiili.
Sataş-mak: 1.
Birbirine rast gelmek, buluşmak (müsadif olmak) 2. Rahat bırakmamak, saldırmak;
bana sataşma 3. Kavgaya sebep aramak, kavga çıkarmak için birine musallat
olmak; sebepsiz bana satış duruyordu. 4. Şaka etmek, şaka yollu birine
sarkıntılık etmek: çocuklar kendisine sataşıp rahat bırakmıyorlar.
Şatıra: Altay Türklerinde satranca benzeyen ve onun
öncülü olan oyunun adı.
Şıdıraa: Tıva Türklerince oynanan değişik satrançların
genel adı.
Şatarang: Hintçe
Çaturang sözünün İran’daki söylenişi.
Yudahin’in Kırgızca-Türkçe Sözlüğü’nde
konuyla ilgili ipuçları da oldukça fazladır;
çat, 1. (iç taraftan) bacakların birleştiği yer; çatınğdı kere-kere bas: bir
parça çabuk yürü! ;sunun çatı: nehrin mansabı (daga ör. bk. suurul);
2. adım; 3. dağın bir kısmının adıdır, el törgö çatka köçüp ketti:
halk yukarıya, dağlara göçtü.
çata, kıyalı çata: hiddetli, öfkeli, çabuk kızan kimse.
çatak, niza, kavga, ihtilaf, nifak, şikak; çır-çataktı süygön
kişi: kavgacı, talaşman kimse ; çatak konuşsiyasi es.: ihtilafları halleden
komisyon.
çatakçıl, talaşman, kavgacı.
çataktaş-, lafla takılmak, muhalefet etmek; münazaa etmek, kavga,
niza çıkarmak.
çataktaşuu, sözle birbirine takılma, çatışma.
çataş ı,içinden çıkılmaz bir durum, karışık iş.
çataş ıı, 1. karışmak, karmakarışık olmak; intizamsız bir hale
gelmek; 2. sayıklamak; tüşündö köp çataştı: rüyasında pek fazla
sayıkladı.
çataştır-, karıştırmak, karmakarışık etmek, intizamsız bir hale
komak; zihni teşviş etmek; ipin ucunu kaybettirmek.
çataşuu, 1. içinden çıkılmaz durum; 2. sayıklama
çetekte-, katmerleştirmek; karmakarışık etmek; işti çatektep aldı:
işi karmakarışık etti.
çatektöö, mudilleştirme, karıştırma.
çatına-, çatırtı ile çatlamak.
çatınat-, et. çatına-dan
çatır i f. 1 : çadır; [*] ; kol çatır : el çadırı,şemsiye; 2. çatı ;
saçak.
çatır ıı,çatırtı ; kov çatır dep ürktü koyunlar bağrışarak, ürektüler;
çatır-çatur : devamlı çatırtı; gümbürtü.
çatıra-, çatırdamak; takırtı yapmak.
çatıraş, f. satranç.
çatırat-, et. çatıra-dan
çatıray-, muhteşem bir görünüşe malik olmak; parlamak; çatıraygan
ak üy: muhteşem beyaz oba; çatıraygan kişi: mükellef elbiseler giymiş, kibar
tavırlı adam.
çatırça, küçül. çatır i den .
çatırçalan-, saçakla örtülmek.
çatırla- = çatıra-‘dan.
çatırluu, örtülmüş, çatılı (ev).
çatış ı, mudil, karışık, müşkül; çatış masele mat. : mudil mesele
çatış- ıı, çatallaşmak; karışmak (müdahale etmek) ; bir işe
karışarak içinden çıkamaz hale gelmek:
çatkayak, atın art ayakların üst kısımlarının arasındaki yarık.[*]
çatıştır-, karmakarışık bağlama (diyelim, bir atın
ayağını diğer atın ayağına bağlamak).
çatıştıruu, karıştırma, intizamsız bir duruma koma, zihni teşviş
etme, ipin ucunu kaybettirme.
çatkı: çatkı ayak= çatkayak
Satrançla Türkçemizdeki
çat, sat kökenli kelimelerin yakınlığının daha iyi anlaşılması için dikkatimizi
bir kere daha çadıra yöneltmemiz gerekiyor. Sıradan bir çadırın kurulabilmesi
için -belki biri çatallı- en az üç ağacın, sırığın birbirine çatılması gerekir.
Tıpkı askerlerin mola yerlerinde silah çatmaları gibi. Burada doğal olarak üç
şey çatışmaktadır. İkili bir çatışmayı temsil eden, iki kuvvetin, iki ordunun
çatışmasını gösteren satrancın bu noktada çadırla ilgisi yok gibi görünüyor.
Ancak, Çatma’dan kaynaklanan ve birbirine yanaşıp bitişen, çatışan şeyleri
anlatan Çatak sözünde olduğu gibi artık yavaş yavaş kelimeler ikili bir
çatışmayı işaret etmektedir. Çatak, iki dağın birbirine yanaşıp çatışarak
oluşturduğu dere anlamına gelmektedir. Çatal kelimesinde ise iki kola, ikiye
ayrılma, iki dişli, iki şıklı, iki anlamlı olma ve ikili görme gibi anlamlar
vardır ve ikili bir durum söz konusudur. Çatallandırmak, ikiye ayırıp çatal
hale getirmeyi temsil etmektedir. Keza Çatallanmak da böyledir. Çatallık ise bu
hali ifade eder. İlginçtir; bir çeşit kumaş olan Çatarı da bir tel ipek ve iki
tel pamuktan dokunmaktadır ve burada da ikili bir durum mevcuttur.
Çatı’dan türeyen sözlerden (en az üçlü bir yapıyı ifade eden Çadır ve diğerleri) yola çıkarak ikili bir durumun ifade edilmesini gördük. Ama bizi asıl ilgilendiren bu ikili yapının Satranç’taki gibi birbiriyle çatışması, sataşması, savaşmasıdır. Bu çatışma, elbette Çadır kurulurken karşılıklı birbirine çatılan sırıkların durumunu (iki sırığı iki zeki adam gibi de düşünebilirsiniz) hatırlatmaktadır; çıkardıkları ses çat veya çatır şeklinde olabilir. Silah Çatma, askerleri, savaşı hatırlatsa bile ikili bir çatışmadan hâlâ uzaktayız. Çatışma halinde olan ve birbirine uymayan (esanl. mütenâkız) şeyler için kullanılan Çatışık ve Çatışıl-mak kelimeleri de bu şiddetli çatışmayı göstermez. Ama çatışma fiilini gösteren “Çatışma” kelimesi aynı zamanda silahla birbirine girme, vuruşma ve savaş maksadıyla ilerleyen çeşitli büyüklükteki “iki” askerî kuvvetin öncü birlikleri arasındaki ilk silahlı vuruşmayı göstermektedir. Çatış-mak fiili ise tokuşmak, birbirine çarpmak (eşanl. müsâdeme), kavga etmek, silahlı olarak çatışmak, çarpışmak, vuruşmak ve ilâve olarak iki veya daha çok şeyin aynı vakte rastlaması anlamlarında kullanılmaktadır. Çatıştır-mak fiili ise tokuşturmak, birbirine düşman durumuna getirip kavga ettirmek, birbirine düşürmek anlamlarındadır.
Çatı’dan türeyen sözlerden (en az üçlü bir yapıyı ifade eden Çadır ve diğerleri) yola çıkarak ikili bir durumun ifade edilmesini gördük. Ama bizi asıl ilgilendiren bu ikili yapının Satranç’taki gibi birbiriyle çatışması, sataşması, savaşmasıdır. Bu çatışma, elbette Çadır kurulurken karşılıklı birbirine çatılan sırıkların durumunu (iki sırığı iki zeki adam gibi de düşünebilirsiniz) hatırlatmaktadır; çıkardıkları ses çat veya çatır şeklinde olabilir. Silah Çatma, askerleri, savaşı hatırlatsa bile ikili bir çatışmadan hâlâ uzaktayız. Çatışma halinde olan ve birbirine uymayan (esanl. mütenâkız) şeyler için kullanılan Çatışık ve Çatışıl-mak kelimeleri de bu şiddetli çatışmayı göstermez. Ama çatışma fiilini gösteren “Çatışma” kelimesi aynı zamanda silahla birbirine girme, vuruşma ve savaş maksadıyla ilerleyen çeşitli büyüklükteki “iki” askerî kuvvetin öncü birlikleri arasındaki ilk silahlı vuruşmayı göstermektedir. Çatış-mak fiili ise tokuşmak, birbirine çarpmak (eşanl. müsâdeme), kavga etmek, silahlı olarak çatışmak, çarpışmak, vuruşmak ve ilâve olarak iki veya daha çok şeyin aynı vakte rastlaması anlamlarında kullanılmaktadır. Çatıştır-mak fiili ise tokuşturmak, birbirine düşman durumuna getirip kavga ettirmek, birbirine düşürmek anlamlarındadır.
İki şeyin, tarafın,
ordunun şiddetli derin düşünceyle hazırlanan çatışmasının sembolik oyunu olan
Satranç kelimesini, yukarıdaki kelimelerin anlamlarını okurken hatırlamış
olmalısınız. Satrancın Hindistan’daki çok eski adı Çaturanga olmasının işimizi
daha da kolaylaştırdığını düşünebilirsiniz. (çat-u-r -a-nga) ayrımı bile bize kelimenin ek
ve köklerini veriyor gibidir; doğru da olabilir, yanlış da; Hintçecilerin
açıklamasına ihtiyaç vardır.) Hâlbuki bugünkü Hindistan’da Satranç’a Śataran̄ja (Şatıç diye
söyleniyor) denilmektedir. Belki de en eskı adı da böyle idi? Çaturanga bir
sürü Hint dili içinden birindeki tali bir kullanım idi? Ama yine de
yapbozumuzda eksik bazı noktalar var. Hindistan’dan İran’a geçerken Şatarang
adını almış olan satranç’ın, Türkçedeki “Ç” “S” dönüşmesi ile bir ilgisi
olabilir mi? Bu soruyu Türkçemizdeki ilginç bir kelime ile örneklendirmek
isterim. Bu kelime Satma’dır. Satma kelimesinin aslı Çatma’dır. Tarla ve bağ
bekçilerinin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yaptıkları
kulübe veya çardağa bazı yerlerde verilen isimdir.[10]
İster Türkçedeki Çat sözü isterse ç-s dönüşümünden kaynaklanan Sat sözü ile
ilgili olsun, Satranç sözünün Türkçe bir kelime olması düşünülmelidir. Bizi bu
düşünceye getiren kelimelerden biri de Kırgızistan’da bugün kullanılan ve tıpkı
Satranç tahtasına benzeyen Kareli defter anlamındaki Çatıraş kelimesidir.
Çatıraş’ın kareli defteri için kullanılması, satranç tahtasının da kareli
deftere benzemesi çok önemlidir. Muhtemelen Satranç tahtası için Çatıraş adı
gibi bir ad olan Satranç adı kullanılmıştır. Satranç kelimesinin kareleme anlamında kullanılmasına hat sanatımızda "Satranç Usulü" kavramında rastlıyoruz: M. Uğur Derman Satranç Usulü'nü şöyle anlatıyor: " İnce yapılı yazılar kadar kalem hâkimiyetiyle yazılamadığı
için celî ve özellikle istifli celî yazımında farklı uygulamalar takip
edilmiştir. İşin güçlüğü dolayısıyla aynı ibareyi taşıyan celî yazılar, tekrar
tekrar ve ayrı ayrı yazılmadan kalıp olarak tamamlanmış bir esas nüshadan
çoğaltılır. Cami, mektep, çeşme, sebil gibi âbidelerin üstüne kitâbe olarak
yazılan ve mermere hâkkedilip çoğaltılmasına lüzum bulunmayan celîler de aynı
usulle hazırlanır. Elin yazma hususunda âciz kalacağı derecede iri olan celîler
önce küçük nisbette yazılır, sonra satranç usulü ile (kareleme)
büyütülür. Bunun usulü şöyledir: Hattatı zorlamayacak boyutta önceden yazılan
hat numunesinin her tarafı karelere bölünür. Yazı ne büyüklükte olacaksa o
kadar misli büyük karelere ayrılmış bir başka kâğıda karelerin mukabili
bulunarak gereken yerlerinden dikkatle çizilmek suretiyle aktarılır. Celînin
tekâmül etmediği devirlerde bu gibi yazılar beyaz renkli sağlam kâğıtlar
üzerine siyah is mürekkebiyle yazılır, düzeltmeler tashih kalemtıraşı ile
yapılırdı. Ancak XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren önceden siyaha boyanmış
kâğıtlar üzerine zırnıktan yapılmış sarı mürekkeple yazma usulü yerleşmeye
başlamıştır. " (İslam Ansiklopedisi, C. 16, Hat Maddesi)
İkili bir yapıyı, savaşmayı ve son olarak bu savaşın
yapıldığı meydanı ifade eden kelimeleri (Çatıraş) gördük. Tablomuz tamamlanmak
üzere gibi görünüyor. Bu noktada Satrancın öncülü olan Altay satrancının şeklini
(Bkz. Şekil 1) hatırlatmak istiyorum:
Şekil 1: Altay Türklerine ait
Şatıra Oyun tahtası
Hakan, ortadaki oyuncudur.
Diğer Oyuncular: Batır, Asker ve Yedek’tir.
İşte bu satrancın adı Şatra veya Şatıra’dır. Tuva
Türkleri de satranca Şıdıraa demektedirler. Tuva’daki satranç oyunları ile
satrancın öncülü olabilecek, satranç benzeri oyunlar derlenmiştir. 11 Mart
1928’de doğan İrgit Ungulçekoviç Cambu’nun derlediği Tıva Oyunlar adlı
kitabında Şıdıraa çeşitleri üzerinde durulmaktadır. Cambu bu oyunun değişik adlarla
oynanan şekilleri hakkında bilgi vermektedir: Buga Şıdıraa, İt Şıdıraa, Tugul
Şıdıraa, Mun-Mun, Çirgi Şıdıraa[11]
Bizim kanaatimiz şudur. Satrancın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu Mangala adlı
makalemizde de belirtildiği gibi Satranç Türk Zekâ oyunlarından gelişerek
olgunlaşmış bir oyundur.[12]
İlk defa Altay’da ortaya çıkmış, daha sonra Hindistan’a inmiş, oradan İran
üzerinden veya doğrudan Araplara geçmiş, onlar vasıtasıyla dünyaya dağılmıştır.
Dilbilimin verdiği bilgilerden yola çıkarsak Satranç, belki de İran yolu ile
değil doğrudan Türklerle birlikte Türkiye’ye gelmiştir. Çat, sat, çatır,
çatıra, çatıraş, sataş, satır, sıntıraç, şatıra, şadıraa gibi kelimelere
bakıldığında Satranç’ın da Türkçe bir kelime olduğu düşünülmektedir. Satranç
ile ilgili olarak bu kadar zengin bir dil malzemesi, Satrancın Türk kökenli
olduğunu işaret etmektedir.
Satranç bir Türk Zekâ
oyunu değilse, Karl Gottlieb von Windisch’in kitabında bildirdiği ve Baron
Kempelen tarafından 1730’larda Avrupa’da icad edilen ve başına bir Türk
kıyafetli mankenin oturtulduğu ilk Satranç otomatına veya makinasına neden “The
Turk” adı verilmiştir? [13]
Soru sormaktan keyif
almamız gerekiyor: Satranç, neden Azerbaycan’da Şah-Mat, Belarusya ve Rusya’da
Şahmat, Litvanya’da šachmatai adıyla yaygınlaşmıştır? Kırgızistan,
Özbekistan ve Türkmenistan’da Kişte veya Küşte adı verilmesinin sebebi nedir?
Bugün Hindistan’da Śataran̄ja, Endonezya ve Malezya’da Catur, Pakistan’da,
İran’da ve Arabistan’da Şataranç Türkiye’de Satranç, denen oyun, neden Araplar
vasıtasıyla IX. yy. da Avrupa’ya geçerken Arapların verdiği adla geçmemiştir?
Neden Satranç’a Filipinlerde Ahedres, İspanya’da Ajedrez, Portekiz’da
xadrez, Galiçya’da Xadrez denilmektedir de Haiti’de Echék, Fransa’da Échecs, Katalancada
Escacs, İrlanda’da Fichille, Afrika Dilinde Skaak, İsveç’te, Hollanda’da
Schack, Almanya’da Schach İtalya’da Scacchı, Danimarka’da Skak, Norveç’te
Sjakk, Finlandiya’da Shakki, Çekçede śachy, Arnavutlukta Shah, Macarcada Sakk,
Bulgaristan’da, Letoncada, Slovakçada śahs, Romanya’da, Sırbistan’da,
Hırvatistan’da Şah, Ukrayna’da Şahi, Lehçede Szachy, Baskça Xake ve İngiltere,
İzlanda, Slovanya, Makedonya ve Malta’da Chess, denilmektedir? Birbirine
benzeyen bunca addan sonra Satranç’a neden Estonya’da Male, Galce’de
Gwyddbwyll, İrlanda’da Ficheall ve Latincede Lodus Latruncularıus
denilmektedir?
Bu adlandırmaların bile
Satrancın güzergâhı hakkında bir ipucu olduğu apaçıktır. Yeni araştırmalarla bu
izlerin sürülmesi gerekmektedir. Yapılacak yeni araştırmalarla bu konudaki
mevcut bilgilerin daha da geliştirilmesi mümkündür.
[1] Arseven, Celal Esad. Sanat Ansiklopedisi. İstanbul,
MEB Devlet Kitapları, 1983. Çadır Maddesi, C.1. sf. 352-359
[2] http://tdkterim.gov.tr/bts/
Temel
Türkçe Sözlük, Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş Kamus-ı Türkî.. 1. Bsk. İst,
Tercüman Gazetesi / Yapı Kredi Bankası
Aksoy,
Ömer Asım. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü C. I-II, Ankara, TDK, 1984.
[3] Arseven, age. Sf. 1770
[6] http://arslanevi.blogspot.com/2011/02/satranc-tarihine-halkbilim-katkisi.html
Eldar Orazaliyev 1986 Talas doğ.
[7] Hanefi Tarhan, 1951 Ahlat
doğ.
[8] Arseven, age. Sf.
350
[9] Arseven, age. Sf. 1770
[10] Arseven, age. sf. 1770
[11] Cambu, İrgit. Tıva
Oyunlar, Ed. İ.Ç.Calçak, Kızıl, Tıvanın Nan Undurer Çeri, 1992 sf. 43-54
[13]
http://en.wikipedia.org/wiki/Karl_Gottlieb_von_Windisch
http://harvardpress.typepad.com/hup_publicity/2011/08/the-mechanical-turk.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder