26 Haziran 2014 Perşembe

Çadır'dan Satranç'a

                       

            Çadır'dan Satranç'a / Satranç Tarihi’ne Dilbilim’in Katkısı
            Arslan KÜÇÜKYILDIZ

Türkçedeki çat-ma fiili, çadır ve benzeri bazı kelimelerle Satranç’ın özel bir ilgisi olup olmadığı henüz dilciler tarafından ele alınmamıştır. Kanaatimizce bu fiil ve ilgili kelimelerin incelenmesi Satranç’ın kökeni üzerindeki bilgilerimizi tazeleyip yeniden düşünmemize fırsat verecektir. Satranç kelimesine yakın Türkçe kelimelerin incelenmesiyle, satrancın kökenine dair bilgilerimizin geliştirileceği düşünülmektedir. Makalemizde bu konu üzerinde durulacaktır.
Göçebe kavimlerde kullanılan, kurulup sökülebilen ve kolayca taşınabilen çeşitli şekillerdeki meskenlere çadır denilmektedir. Buna karşılık çadır, yerleşik hayata geçmiş toplumlarda geçici amaçlarla kullanılmaktadır günümüzden örnek verecek olursak,  bazı şehirlerimizde ramazan ayında senede bir ay Ramazan Çadırları kurulmaktadır. Sözünü ettiğimiz Çadır ile Satranç’ın ne alâkası olabilir diyeceksiniz! Bunu görmek için önce Çadır’ın ne olduğuna ayrıntılı olarak bakmamız gerekiyor. Çünkü Çadır ve satranç kelimelerinin kökenlerinin çatmaktan, çatışmaktan, satmaktan, sataşmaktan türemiş olduğu düşünülmektedir.
Sanat tarihçisi Celâl Esat Arseven; çadır, çatı ve benzeri konularda ayrıntılı bilgiler vermiştir. Çadır, insanların en eski zamanlarında da, hatta tarih öncesi devirlerde mağaralarda barındıkları dönemlerde kullanılan bir mesken olduğuna şüphe yoktur. Ağaç sırıklarını birbirine çatarak, üstünü çalı çırpı ile yapraklarla veyahut hayvan postlarıyla örtmek suretiyle oluşturulan ilk sığınaklar, hiç şüphesiz ki çadır ve evi doğuran ilkel meskenlerdir. Bunların en basit şekli eğimli vaziyette karşılıklı olarak birbirine dayanmış, “çatılmış” sırıklardan meydana gelen başlığın iki tarafındaki üçgen şekildeki açıklıklardan birini örtmek ve diğerini kapı olarak bırakmak suretiyle yapılan sığınak şeklidir. (resim eklenebilir )
Dünya üzerindeki çadırların çok çeşitli şekilleri vardır. Doğu ve Batı’daki çadırlar arasında kuruluş ve şekil farkları vardır.  Türklerin kullandığı çadır şekilleri de bazı farklılıklar gösterir. Bir kısmı daha uzun süreli kalmak için, bir kısmı da geçici olarak kullanılırdı. İsim değişiklikleri buradan kaynaklanmaktadır. Tarih boyunca Türkler, Çadır’a Ev, Üy, İr, Oba, Otak, Yurt, Hayme, Kerekü, Kereke (Gergi), Gerege, Çerge, Çadır veya Çatır ve Çetir de demişlerdir. Osmanlılar Çadır’a Hayme diyorlardı. (Ankara’nın bir ilçesinin adı olan Haymana, Hayme Ana’dan gelmiş bir söz olsa gerektir.) Çok daha başka adlar da verdikleri şüphesizdir; yayıldıkları üç kıtada çadırlar, otağlar kurmuşlardır. Türklerde Çadır adları ile ilgili ayrıntılı bir derleme yapılmamıştır. Çadırın; Derim Ev, Kara Çadır, Topak Ev, Alaçık gibi birçok çeşidi vardır. Oldukça çok çeşitte çadır kurabilen bir millet olduğumuz muhakkaktır ama bu konuda da ayrıntılı bir çalışma yoktur.
Osmanlıları inceleyen yabancı uzmanların çizdiği gravürleri ve minyatürlerimizi hatırlayınız; Sadece askerî çadırların (Padişah Otağı’ndan asker gölgeliklerine kadar) onlarca çeşidi bulunmaktadır. Bu çeşitlilik bile Çadır’la ilgili çok zengin bir kültüre sahip olduğumuzu gösterir.
Çadır, gerçekten de Türk hayatının çeşitli yönlerini, mesela Türk Mimarisini derinden etkilemiştir. Bu etkiler Türklerle de sınırlı kalmamıştır. Strzygowski gibi bilim adamları, mimarlığın birçok unsurunu çadırdan aldığını söylemiş, Doğu’daki kubbelerin, yuvarlak kümbetlerin, efrizlere esas olan sayvanların ve daha birçok mimari ve süsleme uygulamalarının Orta Asya Türk Çadırları’ndan geldiğini göstererek bir çadır sanatından söz etmişlerdir. Bazı arkeologlar, Asya mimarisini eşyalarını bu çadır sanatına bağlamakta ve Türk sanatının birçok unsurunu bu sanattan aldığı kanaatine varmaktadırlar. Öyle düşünülüyor ki Orta ve Ön Asya’dan bütün dünyaya yayılan Kubbe mimarisi çadırdan gelmektedir.[1] Bu bakımdan Türk mimarlık tarihinde bir başlangıç teşkil ettiğine şüphe olmayan Türk çadırları hakkında yapılacak araştırmaların sanatımız için önemi büyüktür.
Çadır, Türk ve Dünya mimarisini etkilediği gibi mutlaka Türklerdeki başka kültürleri, sanatları da etkilemiş olması veya onlarla ilişkilerinin bulunması gerekir. Çünkü avcılık ve konargöçerlik dönemlerinde, hatta yerleşik düzene geçilen ekincilik döneminde bile Türkler çok değişik şekillerde ve adlarda, her mevsime ve iklime uygun kolay kurulabilen çadırlar kurmuşlardır. Mesela Tatarların beş ahşap çubuktan müteşekkil olan ve istedikleri yerde kurdukları çadırlıkları vardı. Günümüzde de bazı alanlarda bunların kullanıldığı görülmektedir. (Yazın Ankara-Çankırı yolundaki kavun sergileri üzerine kurulan geçici çadırları görenleriniz vardır. Bahçe-bostan kenarlarına kurulmuş Gergilere, Çatmalara da yazları rastlamışsınızdır.) Son buzul çağından bu güne 13.000 yıl geçti. Avcılık, hayvancılık, konargöçerlik, ekincilik gibi safhaları olan bu 13.000 yılın en azından 12.000 yılını çadırda geçiren atalarımız elbette ki çadır çevresinde edindikleri bilgi ve görgülerini bize aktarmıştır. Bu izler günlük hayatımızla o kadar iç içe girmiştir ki dikkatli bakmazsak göremeyiz.
Ahmet Rasim “Çadır Osmanlıların ilk hanesi, ilk sarayı, tahtgâhıdır.” demektedir. Vaktiyle İstanbul’da çarşı içinde Çadırcılar ismini taşıyan bir sokak vardı. Sözlük anlamıyla Çadır, göçebelerin, ordunun konakladığı yerde askerin, bekçi ve koruyucu gibi kimselerin geçici olarak kullandıkları barınaktır. Kalın bezden, keçe veya deriden yapılır. Çok defa koni biçiminde ve bazen dikdörtgen şeklinde olur. Bir direkle kurulur ve etekleri iplerle kazıklara bağlanır. eşanl. Otağ, Oba, Hayme, Hargâh, Çetr… Birçok çeşidi vardır, en büyüğüne “Otak” ve küçüğüne “Çerge” denir. Tatar çadırına “Alaçık”, Türkmen çadırına “Dırım” halı ve kilimden yapılanına da “Aba” denir. Kırgızistan’da “Boz Üy” denilen ve Altaylarda  kullanılan keçe çadırın küçüğüne “Çatır” denilmektedir. [Farsça “çetr” sözü de çadırdan alınmadır.] Gölgelik olarak kullanılan büyücek şemsiyeye de Çadır dendiği gibi, Anadolu’nun bazı yerlerinde kadınların örtündükleri ve yatağa serdikleri çarşafa da çadır denmektedir.
Türklerin büyük bir kısmı, Türkiye’de Çadır da dediğimiz bu geçici evlere, yukarda belirttiğimiz diğer adları da vermiştir. Bu yüzden sadece Çadır’dan yola çıkarak bulabileceğimiz malzemeler fazla olmayabilir. Çadır sözünün peşine düşüp bu kelimenin kökünün nereden geldiğine bakarsak esas konumuz olan Türkçemizle Satranç ilişkisine dair bilgilere daha kolay ulaşırız. 
En ilkel çadırların veya en sıradan çadırların iki sırığın birbirine “Çatılmasıyla” oluşturulduğundan daha önce söz etmiştim. Öyle zannediyorum ki bu çat sözünün ve çatmak fiilinin Türkçede önemli bir yeri vardır ve şaşırtıcı derecede geniş bir alanda kullanım alanı bulmuştur. [2] Yeri geldiğinde ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi sat sözü de çat sözü ile ilişkili olup yakın anlamlar içerir. Meselâ tarla ve bağ bekçilerinin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yapılan kulübe veya çardağa, bazı yerlerde satma adı verilmektedir. [3]
Çat sözü kavuşma, birleşme ve bitirme noktası anlamında kullanılır. (Dik yolun birleştiği noktaya Dörtyol çatı denir.) Vurma veya çarpma sesi, patlama –çatlama anlamına geldiği gibi zaman bakımından seyrekliği bildirir. Beklenmedik bir zamanda kapı çalınması sesine yahut yakındaki kapıya Çat kapı denir. Bir yerde oyalanmaz, her yere yetişir, her yerde hazır bulunur anlamında Çat orada, çat burada, çat kapı ardında denir. Ara sıra (biraz, kırık dökük) anlamında Çat pat denir. Çat’tan türemiş olan konumuzla ilgili bazı kelimelerin sözlük anlamlarına alfabe sırasıyla daha yakından bakalım:

Çat:
(I) a. Sert bir şeyin kırılırken çıkardığı ses.  (II) a. hlk. İki yolun veya iki derenin birleştiği yer, kavşak.  Eski bez parçası. 1. İki dere veya iki yolun birleştiği yer. 2. Orta yer. 3. Köşe başı. 4. İki tepe arasındaki geçit. 5. Tam karşı, yüz. 1. Kuyruk sokumu. 2. Bel.
Çakıl, küçük yuvarlık taş. Çetin, sert. Ateş. Soğuk almaktan meydana gelen bir hayvan hastalığı. Mısır unundan yapılan fırında pişirilen büyük, uzun ekmek. Özek, odak, merkez.
Orta yeri: Anlının çatına; alnının çatı: Alnının ortası hlk. 1. Hayvanın beli. 2. Bel salıklığı.   öz. a. Erzurum iline bağlı ilçelerden biri. Adıyaman ili, Sincik ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Nevşehir ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Şanlıurfa ili, Ovacık bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Tokat ili, merkez ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.
Çatak: 1. İki şeyin birbirine çatıldığı vakit husule gelen faslı-müştereki, su akıntı yerleri. Damlanın eğik satıhlarının birbiriyle birleştiği ve yukarıda mahya denilen yüksek omurgayı, aşağıda dere husule getiren alt kısımlara bağlayan parçalar birer çataktır. Dağların birbirine çatılmasından hâsıl olan dereler de birer çatak teşkil ederler. 2. Çatılmış manasında Orta Asya’da bir nevi çadıra verilen isimdir. Çatır ve çadır kelimeleri bundandır.[4] 3. Birbirine bitişip yanaşmış, yanaşıp çatışmış. İki dağın birbirine yanaşıp, çatılarak oluşturdukları yer, dere yatağı
Çatal: 1. Ucu ikiye ayrılmış şeylerin şekline denir. İki kola ayrılmış, ikiye ayrılmış bir dal gibi. İki şıklı. 2. Ucu iki dişli olan yaba ve bu gibi aletlere denir. 3. Yemek yemekte kullanılan alet. 4. Arabalarda okun girdiği yer. 5. Pamuk eğirmeye mahsus alet. 6. Kalafatçıların kullandığı keskiye benzer uzunca alet. 7. İki anlamlı, iki şekilde anlaşılabilir, yorumlanabilir.
Çatalca: Bir yerleşim adı.
Çatal dayaklama
Çatal görmek: Uykudan kalkan bir kimsenin nesneleri çift görmesi gibi iki görmek, “net görememek”
Çatallı: Şüpheli ve karışık iki veya daha çok ihtimali olan
Çatal dayaklama: Bir binanın eğretiye alınan bir kısmını tutmak için çatal gibi vurulan dayak veya destek
Çatal Geçme: Marangozlukta erkekli dişili dişlerin veya yuvaların açıldığı parçaların birbirine tutturulması
Çatal Sakal: Ortasından ikiye ayrılmış sakal.
Çatal tahta (Çatal Boğa): Marangozların kullandığı tahta parçası.
Çatalağız
Çatal Avuç: İki eli yan yana getirilerek birleştirilen avuçlar.
Çatal Çeşme: Semavi Eyice'nin belittiğine göre Türk şehirlerinde, her birinde lüleleri bulunan iki veya üç cepheli çeşmelere verilen ad.
Çatal kazık: Tutumlar birbirine benzemediği için işin yürümesine engel olan söz sahipleri Çatal kazık yere batmaz: Birden çok kimsenin söz sahibi olduğu iş yürümez.
Çatallandırmak: 1. İkiye ayırıp çatal hale getirmek. 2. Şüpheli ve karışık hale getirmek
Çatallanma, Çatallanmak, Çatallaşma, Çatallaşmak, Çatallaştırmak, Çatallı, Çatallık
(Çatal matal kaç çatal adında tahmine dayalı bir de çocuk oyunumuz olduğunu hatırlayınız.)
Çatalmuk: Buğday tarlası için zararlı bir ot
Çatamak
Çatmaca
Çatmacı
Çatana: Küçük vapur
Çatapat: Eğlence fişeği
Çatarı: Bir tel ipek, iki tel pamuktan dokunan bir çeşit kumaş.
Çatan
Çatanak
Çatı: 1. Çatılmış yani, birbirine bağlanmış kereste ve benzeri kurulmuş şey, taslak. 2. Çatılmış keresteden yapılmış binayı kaplayan ve kiremitleri tutan meyilli örtü. Binaların üzerindeki koruyucu satıh. Evin çatısı. 3. Sığınılacak, barınılacak yer, ev, mesken. 5. Silahların çatılmış durumu
Çatı altı, Çatı arası: Tavanla çatı üstünün arasındaki boşluk.
Çatı Bağlaması: Çatı makaslarının oluşturduğu üçgen
Çatı boşluğu: Tavanla çatı üstünün arasındaki boşluk.
Çatı katı:Çatı arasında elde edilen odalardan oluşan kat.
Çatı kırması: Çatının mail satıhlarının azalarak devamı.
Çatı kirişi, Çatı makası, Çatı merteği, Çatımsı, Çatı omurgası, Çatı örtüsü, Çatı  penceresi, Çatı penceresi yanağı, Çatı Sağrısı:
Çatık: 1. Uçlarından birbirine birleşmiş, kavuşmuş olan. 2. Birbirine yapışık aralıksız. 3. (Çatık çehre) Buruşturulmuş, ekşitilmiş (yüz, surat, çehre)
Çatık kaş: Öfkeyi belli etmek için birbirine yaklaştırılmış kaşlar
Çatık yüz: Asık surat, Çatık kaş
Çatıklaşmak: Çatık hale gelmek
Çatılı: 1. Çatılı bulunan (yapı) 2. Çatılmış durumda olan 3. Başına çatkı dolamış olan.
Çatılma: 1. Çatılmak fiili
Çatılmak: 1. Kurulmak, yapılmak. Çardak çatıldı. 2. Apışıp kalakalmak
Çatır: 1. Çadır, Hayme, Çadır. 2. Kırgızcada Boz Üy(Keçe çadır)ün küçüğüne denir. Altaylarda, yaylalarda hâlâ kullanılır. Sibirya’daki Türklerin, Kızılderililerin kullandıkları çadırlara benzer. Ağaç uçları çatılarak yapılır. Etrafı keçe ile (yenilerde branda ile) kapatılır. Boz Üyden küçük olmasına rağmen bir aileyi içine alacak büyüklüktedir. Türklerdeki “çadır” kelimesi buradan gelmektedir.
Çatırak: Türkmenistan’da yolların çatılması, yol kavşağı, dörtyol kavşağı.[5]
Çatıraş: Kırgızlarda kareli defter anlamındadır.[6]
Çatır çatır: Kereste, diş ve kemik gibi gevrek cisimlerin gürültüsünü tasvir eden, tekrar şeklinde kullanılır: Bina çatır çatır yıkıldı. 2. mec. Rahatça, güçlük çekmeden; Türkçeyi çatır çatır konuşuyor.
Çatır çutur, Çatırdama, Çatırdamak, Çatırdatmak, Çatırtı
Çatışma: 1. Çatışma fiili. 2. Silahla birbirine girme, vuruşma. 3. Savaş maksadıyla ilerleyen çeşitli büyüklükteki iki askeri kuvvetin öncü birlikleri arasındaki ilk silahlı vuruşma. 4. Yollarda yaya, otomobil gibi şeylerin karşılaşma durumu.
Çatış-mak: 1. Kavuşmak, ilişmek, uç uca bağlanmak. 2. Tokuşmak, birbirine çarpmak. 5. İki veya daha çok şey aynı vakte rastlamak. 6. Kavga etmek 7. Silahlı olarak çatışmak, çarpışmak, vuruşmak.
Çatışma Noktası: Tesadüf veya tesadüf noktası.
Çatışık: Çatışma halinde olan, birbirine uymayan.
Çatışıl-mak: Çatışmak fiili yapılmak
Çatıştır-mak: 1. Uç uca kavuşturmak, iliştirmek, birbirine bağlamak. 2. Tokuşturmak, eşanl. Müsademe ettirmek. 3. Birbirine düşman duruma getirip kavga ettirmek, birbirine düşürmek.
Çatkı: 1. Parçaları birbirine çatılarak kurulan ve kullanılan şeyler. 2. Yapılacak bir şeyin ana kısımlarını teşkil eden esas manasındadır. Bir binanın çatısı ve kafesi. 3.  Çapraz bağlanan şey. 4. Marangozlukta bir mobilyanın çerçeve ve esas kısımları ve iskeletine denir. 5. Terzilikte elbisenin çeşitli parçalarını birbirine teyelleyerek birbirine çatılması. 6. Bir insan figürünün çatkısı demek, onun şeklini ve vücudunun formlarını tayin eden esas hatlar ve iskelet manasına gelir. 7. Bir alçı veya toprak heykeli tutmak için içine konulan tutturma demiri veya ağaçlara da denir.
Çatkılı: Çatkılı olan
Çatkılık: Boyunduruğun geçirildi, çift öküzlerini birbirine bağlayan ağaç.
Çatkın: 1. Bir zengin veya büyükçe bir adama bağlanmış olan. (Filana çatkındır.) 2. Çatılmış olan, çatık.
Çatlak: 1. Parçaları ayrılmayacak derece az kırık olan şeylerin satıhlarında hasıl olan ince yarıklar. 2. Yüz çatlağı, satıh çatlağı: Cismin içine geçmeyen ve yalnız satıhta olan çatlaklar. Ellerin soğuktan çatlaması.
Çatlama
Çatla-mak: Parçaları ayrılmayacak derece az kırık olan şeylerin satıhlarında hasıl olan ince yarıkların oluşması.
Çatlat-mak
Çatma: Harmanda döven sürme sırasında (veya başka işlerde) birkaç çift öküzün birlikte koşulması.[7]
Çatmak: 1. Çatmak fiili. 2. Geçici olarak iliştirilip durdurulmuş kereste, Kurmak, kereste ve benzeri şeyleri birbirine bağlayıp durdurmak. (Çardağı çabucak çattılar.) 3. Geçici ve kaba bir şekilde dikilmiş parçalar. 2. Ucuca kavuşturmak, iliştirmek, tutturmak. (Dikiş çatmak.) 4. Orta Asya’da kullanılan çatılmış bir nevi çadıra ve bunun çatkı çubukları heyeti ve mecmuasına denir. Çatmaktan gelen çatır kelimesi de kurulan ve çatılmış ev manasındadır. 5. Çatkı, birçok parçanın birlikte çatılmasından hasıl olan esas kısma, ki buna çatı da denir; çatma ise ahşap inşaatta duvarlarını teşkil eden ve katlarını vücuda getiren kafes kısmına denir 6. Kapı ve dolap kanatlarının etraf çerçevelerini teşkil eden ve ortadaki ayna kısımlarını tutan ayna kısmı. 7. Üsküdar, Bilecik ve Bursa’da ipekle dokunan kabartma çiçekli kadife kumaş ki çoğu lale üslubundandır. 8. Asker tüfeklerini uçlarından çaprazlama tutturarak durdurmak: Silah çatmak. 9. Hayvana yük yüklemek, ki denge için iki çatal değnek kullanılarak yapılır. 10. Vurmak, çarpmak. Eşanl. Müsadere etmek. (Duvara çattı.) 11. Uğramak. İstenmeyen, hoşa gitmeyen bir durumla karşılaşmak 12. Tesadüf etmek. 13. Gemi çarpışıp batmak. 14. Mevsimi ve zamanı yaklaşmak. 15. Bağlanmak, dalkavuklukla yaranıp birinin sevgisini kazanmak. 16. Birine sözlü veya yazılı hücum etmek. Kavgaya sebep olacak derecede birine sataşma. 17. (Yemeni, çatkı ve benzeri için) Başa bağlamak. Baş yemenisine çatkı da denir. 18. (Başbaşa çatmak)İki veya daha fazla kimse bir araya gelerek bir şeyi görüşmek. 19. (Kaş çatmak) Kaşlarını indirip yüz ekşitmek. 20. (Keyif çatmak) Fazla sarhoş olmak, neşelenmek. 21. (Yemek çatma) Yemek hazırlayıvermek. 22. (Çatısını çatma) Baş-göz edivermek, evlendirmek. 23. Boya ile yapılan kaş, çatma kaş. 24. (Revzen Çatması) Alçı pencere ile ilgili.
Çatmalık veya Çatışmalık: Çarpışan iki şeyin arasına müsadere kuvvetini azaltmak için kullanılan madeni parça.
Çatra Patra: Bir dili bozuk ve yalan yanlış konuşmayı tasvir eden tekrarlamadır: (Çatra patra Türkçe söylüyor.)
Çattık teyellemesi kaldı: Sıkıntılı bir duruma düştük. Bunun arkası da var daha.
Çattır-mak: 1. Bir şeyi bir başka şey ile vuruşturmak. 2. Gemiyi diğer gemiye çarptırıp batırmak. 3. Kereste ve benzer malzemeleri birbirine bağlayıp kurmak.
Çatuğören (Çatukören, Çatören): Kastamonu’da Ilgaz yolu üzerindeki bir köy adı.
Çaturanga: Hindistan’da Satranca verilen ad.
Ev i: Küçük parçalara bölünen bir şeyin her bir kısmı, hane: (Satrançtan fil evi, at evi)[8]
Kişte: Kırgızistan’da satranca verilen ad.
Küşte: Türkmenistan ve Özbekistan’da  satranca verilen ad.
Satma: (Aslı çatmadır) Tarla ve bağ bekçilerin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yapılan kulübe veya çardağa, bazı yerlerde verilen isimdir. [9]
Sataşılma: Sataşılmak fiili.
Sataşıl-mak: Sataşmak fiiline konu olmak, sat. Fiiline uğramak.
Sataşkan: Saldırgan bir tabiatı olan, sataşan.
Sataşma: Sataşmak fiili.
Sataş-mak: 1. Birbirine rast gelmek, buluşmak (müsadif olmak) 2. Rahat bırakmamak, saldırmak; bana sataşma 3. Kavgaya sebep aramak, kavga çıkarmak için birine musallat olmak; sebepsiz bana satış duruyordu. 4. Şaka etmek, şaka yollu birine sarkıntılık etmek: çocuklar kendisine sataşıp rahat bırakmıyorlar.
Şatıra: Altay Türklerinde satranca benzeyen ve onun öncülü olan oyunun adı.
Şıdıraa: Tıva Türklerince oynanan değişik satrançların genel adı.
Şatarang: Hintçe Çaturang sözünün İran’daki söylenişi.
Yudahin’in Kırgızca-Türkçe Sözlüğü’nde konuyla ilgili ipuçları da oldukça fazladır;

çat, 1. (iç taraftan) bacakların birleştiği yer; çatınğdı kere-kere bas: bir parça çabuk yürü! ;sunun çatı: nehrin mansabı (daga ör. bk. suurul); 2. adım; 3. dağın bir kısmının adıdır, el törgö çatka köçüp ketti: halk yukarıya, dağlara göçtü.
çata, kıyalı çata: hiddetli, öfkeli, çabuk kızan kimse.
çatak, niza, kavga, ihtilaf, nifak, şikak; çır-çataktı süygön kişi: kavgacı, talaşman kimse ; çatak konuşsiyasi es.: ihtilafları halleden komisyon.
çatakçıl, talaşman, kavgacı.
çataktaş-, lafla takılmak, muhalefet etmek; münazaa etmek, kavga, niza çıkarmak.
çataktaşuu, sözle birbirine takılma, çatışma.
çataş ı,içinden çıkılmaz bir durum, karışık iş.
çataş ıı, 1. karışmak, karmakarışık olmak; intizamsız bir hale gelmek; 2. sayıklamak; tüşündö köp çataştı: rüyasında pek fazla sayıkladı.
çataştır-, karıştırmak, karmakarışık etmek, intizamsız bir hale komak; zihni teşviş etmek; ipin ucunu kaybettirmek.
çataşuu, 1. içinden çıkılmaz durum; 2. sayıklama
çetekte-, katmerleştirmek; karmakarışık etmek; işti çatektep aldı: işi karmakarışık etti.
çatektöö, mudilleştirme, karıştırma.
çatına-, çatırtı ile çatlamak.
çatınat-, et. çatına-dan
çatır i f. 1 : çadır; [*] ; kol çatır : el çadırı,şemsiye; 2. çatı ; saçak.
çatır ıı,çatırtı ; kov çatır dep ürktü koyunlar bağrışarak, ürektüler; çatır-çatur : devamlı çatırtı; gümbürtü.
çatıra-, çatırdamak; takırtı yapmak.
çatıraş, f. satranç.
çatırat-, et. çatıra-dan
çatıray-, muhteşem bir görünüşe malik olmak; parlamak; çatıraygan ak üy: muhteşem beyaz oba; çatıraygan kişi: mükellef elbiseler giymiş, kibar tavırlı adam.
çatırça, küçül. çatır i den .
çatırçalan-, saçakla örtülmek.
çatırla- = çatıra-‘dan.
çatırluu, örtülmüş, çatılı (ev).
çatış ı, mudil, karışık, müşkül; çatış masele mat. : mudil mesele
çatış- ıı, çatallaşmak; karışmak (müdahale etmek) ; bir işe karışarak içinden çıkamaz hale gelmek:
çatkayak, atın art ayakların üst kısımlarının arasındaki yarık.[*]
çatıştır-, karmakarışık bağlama (diyelim, bir atın ayağını diğer atın ayağına bağlamak).
çatıştıruu, karıştırma, intizamsız bir duruma koma, zihni teşviş etme, ipin ucunu kaybettirme.
çatkı: çatkı ayak= çatkayak

Satrançla Türkçemizdeki çat, sat kökenli kelimelerin yakınlığının daha iyi anlaşılması için dikkatimizi bir kere daha çadıra yöneltmemiz gerekiyor. Sıradan bir çadırın kurulabilmesi için -belki biri çatallı- en az üç ağacın, sırığın birbirine çatılması gerekir. Tıpkı askerlerin mola yerlerinde silah çatmaları gibi. Burada doğal olarak üç şey çatışmaktadır. İkili bir çatışmayı temsil eden, iki kuvvetin, iki ordunun çatışmasını gösteren satrancın bu noktada çadırla ilgisi yok gibi görünüyor. Ancak, Çatma’dan kaynaklanan ve birbirine yanaşıp bitişen, çatışan şeyleri anlatan Çatak sözünde olduğu gibi artık yavaş yavaş kelimeler ikili bir çatışmayı işaret etmektedir. Çatak, iki dağın birbirine yanaşıp çatışarak oluşturduğu dere anlamına gelmektedir. Çatal kelimesinde ise iki kola, ikiye ayrılma, iki dişli, iki şıklı, iki anlamlı olma ve ikili görme gibi anlamlar vardır ve ikili bir durum söz konusudur. Çatallandırmak, ikiye ayırıp çatal hale getirmeyi temsil etmektedir. Keza Çatallanmak da böyledir. Çatallık ise bu hali ifade eder. İlginçtir; bir çeşit kumaş olan Çatarı da bir tel ipek ve iki tel pamuktan dokunmaktadır ve burada da ikili bir durum mevcuttur.
Çatı’dan türeyen sözlerden (en az üçlü bir yapıyı ifade eden Çadır ve diğerleri) yola çıkarak ikili bir durumun ifade edilmesini gördük. Ama bizi asıl ilgilendiren bu ikili yapının Satranç’taki gibi birbiriyle çatışması, sataşması, savaşmasıdır. Bu çatışma, elbette Çadır kurulurken karşılıklı birbirine çatılan sırıkların durumunu (iki sırığı iki zeki adam gibi de düşünebilirsiniz) hatırlatmaktadır; çıkardıkları ses çat veya çatır şeklinde olabilir. Silah Çatma, askerleri, savaşı hatırlatsa bile ikili bir çatışmadan hâlâ uzaktayız. Çatışma halinde olan ve birbirine uymayan (esanl. mütenâkız) şeyler için kullanılan Çatışık ve Çatışıl-mak kelimeleri de bu şiddetli çatışmayı göstermez. Ama çatışma fiilini gösteren “Çatışma” kelimesi aynı zamanda silahla birbirine girme, vuruşma ve savaş maksadıyla ilerleyen çeşitli büyüklükteki “iki” askerî kuvvetin öncü birlikleri arasındaki ilk silahlı vuruşmayı göstermektedir. Çatış-mak fiili ise tokuşmak, birbirine çarpmak (eşanl. müsâdeme), kavga etmek, silahlı olarak çatışmak, çarpışmak, vuruşmak ve ilâve olarak iki veya daha çok şeyin aynı vakte rastlaması anlamlarında kullanılmaktadır. Çatıştır-mak fiili ise tokuşturmak, birbirine düşman durumuna getirip kavga ettirmek, birbirine düşürmek anlamlarındadır.
İki şeyin, tarafın, ordunun şiddetli derin düşünceyle hazırlanan çatışmasının sembolik oyunu olan Satranç kelimesini, yukarıdaki kelimelerin anlamlarını okurken hatırlamış olmalısınız. Satrancın Hindistan’daki çok eski adı Çaturanga olmasının işimizi daha da kolaylaştırdığını düşünebilirsiniz.  (çat-u-r -a-nga) ayrımı bile bize kelimenin ek ve köklerini veriyor gibidir; doğru da olabilir, yanlış da; Hintçecilerin açıklamasına ihtiyaç vardır.) Hâlbuki bugünkü Hindistan’da Satranç’a Śataran̄ja (Şatıç diye söyleniyor) denilmektedir. Belki de en eskı adı da böyle idi? Çaturanga bir sürü Hint dili içinden birindeki tali bir kullanım idi? Ama yine de yapbozumuzda eksik bazı noktalar var. Hindistan’dan İran’a geçerken Şatarang adını almış olan satranç’ın, Türkçedeki “Ç” “S” dönüşmesi ile bir ilgisi olabilir mi? Bu soruyu Türkçemizdeki ilginç bir kelime ile örneklendirmek isterim. Bu kelime Satma’dır. Satma kelimesinin aslı Çatma’dır. Tarla ve bağ bekçilerinin geceleri barınmaları için bir ağaç üzerine yüksekçe yaptıkları kulübe veya çardağa bazı yerlerde verilen isimdir.[10] İster Türkçedeki Çat sözü isterse ç-s dönüşümünden kaynaklanan Sat sözü ile ilgili olsun, Satranç sözünün Türkçe bir kelime olması düşünülmelidir. Bizi bu düşünceye getiren kelimelerden biri de Kırgızistan’da bugün kullanılan ve tıpkı Satranç tahtasına benzeyen Kareli defter anlamındaki Çatıraş kelimesidir. Çatıraş’ın kareli defteri için kullanılması, satranç tahtasının da kareli deftere benzemesi çok önemlidir. Muhtemelen Satranç tahtası için Çatıraş adı gibi bir ad olan Satranç adı kullanılmıştır. Satranç kelimesinin kareleme anlamında kullanılmasına hat sanatımızda "Satranç Usulü" kavramında rastlıyoruz:  M. Uğur Derman Satranç Usulü'nü şöyle anlatıyor: " İnce yapılı yazılar kadar kalem hâkimiyetiyle yazılamadığı için celî ve özellikle istifli celî yazımında farklı uygulamalar takip edilmiştir. İşin güçlüğü dolayısıyla aynı ibareyi taşıyan celî yazılar, tekrar tekrar ve ayrı ayrı yazılmadan kalıp olarak tamamlanmış bir esas nüshadan çoğaltılır. Cami, mektep, çeşme, sebil gibi âbidelerin üstüne kitâbe olarak yazılan ve mermere hâkkedilip çoğaltılmasına lüzum bulunmayan celîler de aynı usulle hazırlanır. Elin yazma hususunda âciz kalacağı derecede iri olan celîler önce küçük nisbette yazılır, sonra satranç usulü ile (kareleme) büyütülür. Bunun usulü şöyledir: Hattatı zorlamayacak boyutta önceden yazılan hat numunesinin her tarafı karelere bölünür. Yazı ne büyüklükte olacaksa o kadar misli büyük karelere ayrılmış bir başka kâğıda karelerin mukabili bulunarak gereken yerlerinden dikkatle çizilmek suretiyle aktarılır. Celînin tekâmül etmediği devirlerde bu gibi yazılar beyaz renkli sağlam kâğıtlar üzerine siyah is mürekkebiyle yazılır, düzeltmeler tashih kalemtıraşı ile yapılırdı. Ancak XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren önceden siyaha boyanmış kâğıtlar üzerine zırnıktan yapılmış sarı mürekkeple yazma usulü yerleşmeye başlamıştır. " (İslam Ansiklopedisi, C. 16, Hat Maddesi)
İkili bir yapıyı, savaşmayı ve son olarak bu savaşın yapıldığı meydanı ifade eden kelimeleri (Çatıraş) gördük. Tablomuz tamamlanmak üzere gibi görünüyor. Bu noktada Satrancın öncülü olan Altay satrancının şeklini (Bkz. Şekil 1) hatırlatmak istiyorum: 
Şekil 1: Altay Türklerine ait Şatıra Oyun tahtası
Hakan, ortadaki oyuncudur. Diğer Oyuncular: Batır, Asker ve Yedek’tir.

İşte bu satrancın adı Şatra veya Şatıra’dır. Tuva Türkleri de satranca Şıdıraa demektedirler. Tuva’daki satranç oyunları ile satrancın öncülü olabilecek, satranç benzeri oyunlar derlenmiştir. 11 Mart 1928’de doğan İrgit Ungulçekoviç Cambu’nun derlediği Tıva Oyunlar adlı kitabında Şıdıraa çeşitleri üzerinde durulmaktadır. Cambu bu oyunun değişik adlarla oynanan şekilleri hakkında bilgi vermektedir: Buga Şıdıraa, İt Şıdıraa, Tugul Şıdıraa, Mun-Mun, Çirgi Şıdıraa[11]

Bizim kanaatimiz şudur. Satrancın Atası Olan Türk Zekâ Oyunu Mangala adlı makalemizde de belirtildiği gibi Satranç Türk Zekâ oyunlarından gelişerek olgunlaşmış bir oyundur.[12] İlk defa Altay’da ortaya çıkmış, daha sonra Hindistan’a inmiş, oradan İran üzerinden veya doğrudan Araplara geçmiş, onlar vasıtasıyla dünyaya dağılmıştır. Dilbilimin verdiği bilgilerden yola çıkarsak Satranç, belki de İran yolu ile değil doğrudan Türklerle birlikte Türkiye’ye gelmiştir. Çat, sat, çatır, çatıra, çatıraş, sataş, satır, sıntıraç, şatıra, şadıraa gibi kelimelere bakıldığında Satranç’ın da Türkçe bir kelime olduğu düşünülmektedir. Satranç ile ilgili olarak bu kadar zengin bir dil malzemesi, Satrancın Türk kökenli olduğunu işaret etmektedir.
Satranç bir Türk Zekâ oyunu değilse, Karl Gottlieb von Windisch’in kitabında bildirdiği ve Baron Kempelen tarafından 1730’larda Avrupa’da icad edilen ve başına bir Türk kıyafetli mankenin oturtulduğu ilk Satranç otomatına veya makinasına neden “The Turk” adı verilmiştir? [13]
Soru sormaktan keyif almamız gerekiyor: Satranç, neden Azerbaycan’da Şah-Mat, Belarusya ve Rusya’da Şahmat, Litvanya’da šachmatai adıyla yaygınlaşmıştır?  Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da Kişte veya Küşte adı verilmesinin sebebi nedir? Bugün Hindistan’da Śataran̄ja,  Endonezya ve Malezya’da Catur, Pakistan’da, İran’da ve Arabistan’da Şataranç Türkiye’de Satranç, denen oyun, neden Araplar vasıtasıyla IX. yy. da Avrupa’ya geçerken Arapların verdiği adla geçmemiştir? Neden Satranç’a Filipinlerde Ahedres, İspanya’da Ajedrez,  Portekiz’da xadrez, Galiçya’da Xadrez denilmektedir de Haiti’de Echék, Fransa’da Échecs, Katalancada Escacs, İrlanda’da Fichille, Afrika Dilinde Skaak,  İsveç’te, Hollanda’da Schack, Almanya’da Schach İtalya’da Scacchı, Danimarka’da Skak, Norveç’te Sjakk, Finlandiya’da Shakki, Çekçede śachy, Arnavutlukta Shah, Macarcada Sakk, Bulgaristan’da, Letoncada, Slovakçada śahs, Romanya’da, Sırbistan’da, Hırvatistan’da Şah, Ukrayna’da Şahi, Lehçede Szachy, Baskça Xake ve İngiltere, İzlanda, Slovanya, Makedonya ve Malta’da Chess, denilmektedir? Birbirine benzeyen bunca addan sonra Satranç’a neden Estonya’da Male, Galce’de Gwyddbwyll, İrlanda’da Ficheall ve Latincede Lodus Latruncularıus denilmektedir?

Bu adlandırmaların bile Satrancın güzergâhı hakkında bir ipucu olduğu apaçıktır. Yeni araştırmalarla bu izlerin sürülmesi gerekmektedir. Yapılacak yeni araştırmalarla bu konudaki mevcut bilgilerin daha da geliştirilmesi mümkündür.



[1] Arseven, Celal Esad. Sanat Ansiklopedisi. İstanbul, MEB Devlet Kitapları, 1983. Çadır Maddesi, C.1. sf. 352-359
[2] http://tdkterim.gov.tr/bts/
Temel Türkçe Sözlük, Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş Kamus-ı Türkî.. 1. Bsk. İst, Tercüman Gazetesi / Yapı Kredi Bankası
Aksoy, Ömer Asım. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü C. I-II,
Ankara, TDK, 1984.
[3] Arseven, age. Sf. 1770
[4] Arseven, age. Sf. 372,  Kamu-ı  Türki. Sf. 1154
[5] Ahmet Kömeçoğlu, 1964 Kahramanmaraş doğ.
[7] Hanefi Tarhan, 1951 Ahlat doğ.
[8] Arseven, age.   Sf.  350 
[9] Arseven, age.  Sf. 1770
[10] Arseven, age. sf. 1770
[11] Cambu, İrgit. Tıva Oyunlar, Ed. İ.Ç.Calçak, Kızıl, Tıvanın Nan Undurer Çeri, 1992 sf. 43-54
[13] http://en.wikipedia.org/wiki/Karl_Gottlieb_von_Windisch
http://harvardpress.typepad.com/hup_publicity/2011/08/the-mechanical-turk.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder