KIRGIZİSTAN SİNEMASI’NIN USTA YÖNETMENİ TÖLÖMÜŞ OKEYEV VE TÜRK DÜNYASI SİNEMASININ GELECEĞİ[1]
Arslan Küçükyıldız[2]
GİRİŞ
Tölömüş Okeyev[3],
sadece Kırgızistan’ın değil dünyanın en önemli film yönetmenlerinden biridir. “Yönetmen
Halit Refiğ’in dediği gibi ‘Eğer Tölömüş bir Kırgız Türkü değil de, bir Rus,
hele hele bir Avrupalı veya Amerikalı olsaydı, bugün bütün dünyanın yakından
tanıdığı, ödüllere boğulmuş bir yönetmen olurdu.’ Biz de onu bir avuç
meraklıyla değil, salonu tıklım tıklım dolduran, yarısı ayakta kalmış seyirci
kalabalığıyla birlikte seyrederdik. Aslında yaşadığımız bir çeşit körlük;
Avrupa’nın parmağını gözümüze sokarcasına işaret ettiklerinin dışında hiç bir
değeri görmüyor, görsek bile onun bir değer olduğunun farkına varamıyoruz.”[4] Sanatı ve şahsiyetine büyük saygı duyduğum
ağabeyim, dostum Tölömüş Okeyev için söylenmesi gereken çok şey var. O çok
büyük bir yönetmen olduğu kadar, iyi bir diplomat ve “güzel” bir insandı. Zaman
hatıralarını unuttursa da onun muhteşem filmleri Türk Dünyası’nda uzun süre
konuşulacak ve genç sinemacılara rehber olmaya devam edecektir, diye
düşünüyorum.
Büyük adamları büyük yapan
nedir? Hangi şartlardan geçerek zirveye tırmandılar, bize bıraktıkları miras
nedir, hep merak etmişizdir. Burada öncelikle Türk Dünyası Sineması içinde çok
önemli bir yeri olan Tölömüş Okeyev’in doğduğu ve yetiştiği iklime dikkatinizi
çekmek istiyorum. Türkistan’da ve sadece Aytmatov’un değil “Tölömüş’ün ülkesi
Kırgızistan”da sinema nasıl gelişti, bu sinemada Tölömüş Okeyev’in rolü ve
mirası nedir? Eserlerine ve fikirlerine bu açıdan yaklaşarak büyük yönetmeni
dilim döndüğünce anlatmak istiyorum.
TÜRK DÜNYASI SİNEMASI
Türk Dünyası Sineması deyince Türklerin
oturduğu coğrafyalardaki yönetmenlerin çektikleri filmler yahut bu
coğrafyaların insanlarını, mekânlarını, oyuncularını, sinema çalışanlarını
değerlendirerek çekilmiş yapımları anlamamak gerekir. Hangi coğrafyada olursa
olsun Türklerle hemhal olan, Türklerin dünyasını doğal haliyle sinemaya
taşıyan, onu kendi kültürü tarihi ve sanatıyla buluşturan, bunlarla iç içe
aktaran, sıkıntılarıyla üzülen, ağlayan, sevinçleriyle kıvanç duyan bir sinema
anlaşılmalıdır. Günümüzde büyük zorluklarla çekilmiş filmlerden oluşan bir Türk
Dünyası Sineması’ndan söz edebiliyoruz. Türk Dünyası’nı Balkanlar’dan Moğolistan’a
geniş bir coğrafya olarak ele alarak bakarsak, Türk Dünyası coğrafyasında
çekilmiş filmlerin, bize hiç yabancı gelmeyen duyguları, gelenekleri,
kahramanları, tarihî oluşumları, insan-çevre ilişkisini ve hayat tasavvurunu
gözettiklerini ve estetik bir duyarlılıkla işlediklerini fark ederiz.
Yeşilçam’daki sinemaya meslekî yaklaşımın aksine, bu sinemalarda yönetmenden
kameramana, senaristten kurgucuya her eleman eğitimli olarak bu sanat dalıyla
iştigal etmiş, eğitimlerini dünyaca ünlü Moskova Devlet Sinema Üniversitesi’nde
(VGIK) almışlardı. Dolayısıyla Türk Dünyası sinemacıları kendi sahalarında son
derece yetkin bir teknik donanıma sahiptiler.
Türk Dünyası sineması, bin
civarında filmden müteşekkil bir arşive sahiptir ve bu konuda en kapsamlı
çalışma, Prof. Tevfik İsmailov’un üç cilt halinde MSÜ, Sinema-TV Enstitüsü’nden
yayımladığı “Türk Dünyası Sineması Tarihi” başlıklı kaynak eseridir. Bu
toplamdaki filmlerin bir kısmı, Sovyetlerdeki cari ideolojik zihnî atlas gereği
belli bir sınıf bilinci ve sosyalist sanat anlayışı unsurlarını taşımaktadır;
ancak yine de tarihî ve millî bir şuurla hayata ve toplumsal sisteme yaklaşan
kimi yönetmenler bu zorluğun üstesinden gelmeyi bildiler ve değişik sembolik ve
mecazî anlatımlarla öylesi bir bağlantıya girmeden senaryolarını
görselleştirdiler. Ayrıca eski sosyalist düzende tarihî kültürel geçmişle olan
bağıntı, Türkiye’de olduğu gibi hemen hemen eşzamanlı bir kırılmaya uğramışsa
da, Türk Cumhuriyetleri’ndeki yönetmenler kendi tarihlerini reddetmek gibi bir
komplekse kapılmadan geçmişlerine ait konuları anlatabildiler; Biruni, Nizami,
Nasreddin Hoca, İbn-i Sina, Ali Şir Nevai ve Mahdum Kulu gibi büyük tarihî
kişilikleri adeta kıvançla beyazperdeye taşıdılar.
1963’te Bulat Mansurov’un
çektiği “Şükür Bahşi”, Türkmen sinemasından Hocakulu Narlıyev,’in 1972’de
çektiği “Gelin”, 1983’teki “Karakum Gölgede 45º”, 1984 tarihli “Mahdum Kulu”,
Özbek sinemasından Şöhret Abbasov’un 1975 yapımı “Ebu Reyhan Biruni”, 1998
yapımı “Atamdan Yadigâr Topraklar”, Azerbaycan sinemasından Eldar Kuliyev’in 1982
tarihli “Nizami”, Kazakistan sinemasından Ardak Amirkulov’un 1995 yapımı
“Abay”, 1990’daki “Otrar’ın Düşüşü”, Darejan Umurbayev’in “Kayrat” (1991),
“Kardiyogram” (1995), “Katil” (1998) ve “Yol” (2001), Başkurdistan’dan, Bulat
Yusupov’un 2000 tarihli “Ağul Üzerinde Gökkuşağı” Doğu Türkistan’dan Hürriyet
İsmailova’nın 1990 yapımı “Oteng Mihri” gibi filmleri Türk Dünyası Sineması’nın
öne çıkan filmleri oldu.[5]
Türk
Dünyası Sineması içinde Kırgızistanlı yönetmenlerin ve özellikle Tölömüş Okeyev’in
çok özel bir yeri bulunmaktadır. “Tölömüş Okeyev, Kırgız sinemasının çırpınan
bir yüreğiydi. Tölömüş, Kırgız sinemasını sanatıyla yükseklere çıkarmakla,
dünyaya yaymakla beraber aynı zamanda titiz bir hoca, alçak gönüllü, olgun ve
güzel bir insandı. Tölömüş Okeyev’in sineması büyük bir mekteptir. Genç
sinemacılar bu mirastan çok şeyler kazanabilir ve zannımca kazanmalıdırlar. Tölömüş
Okeyev’in hayatı Kırgız sinema kültür tarihinin en parlak sayfalarından
biridir.”[6]
SİNEMA, TÜRKİSTAN VE KIRGIZİSTAN
Sinema, Okeyev dünyaya gelmeden çok önce
İç Asya’ya yayılmıştı. İlk film gösterimi 1897’de Taşkent’te yapıldı. 1914
yılına gelindiğinde Özbekistan’da yirmi beş, Kazakistan’da yirmi,
Türkmenistan’da altı, Kırgızistan’da ise film gösterilen bir salon vardı.[7] Tabi
sinema salonları Rus Çarlığı’nın bir propaganda merkezi konumunda idi. Çünkü İç Asya’daki Türkler, boylar ve
hanedanlıklar arası/içi siyasi çatışmalar ve dış güçlerin siyasetleri
neticesinde hâkim oldukları devletleri ve toprakları Rus Çarlığı’na devretmek
zorunda kalmışlardı.
Kırgızistan coğrafyası, Çarlığın en geç
nüfuz edebildiği alanlardan biri olduğu için o yıllarda Rus Ordusunun ağır
baskısı altındaydı. 1916’da Ruslar Kırgızistan’da soykırım başlatmış; yüz bin
civarında Kırgız, Çarlık askerlerince öldürülmüştü. Hayatta kalanlar, Çin’e
kaçmak zorunda kaldı. Kırgızların büyük bir kısmı bu soykırım sonucunda yok
oldu; yurtta kalanlar açlıkla karşı karşıya kaldı; kaçabilenler de yolda
soğuktan ve açlıktan kırıldılar.[8] Bu
şartlar devam ederken 1917’de Rusya’da ihtilal oldu ve Sovyet hâkimiyeti
başladı. 1917 yılında Sovyet egemenliği başladı ve enternasyonalizm ideolojisi
yaşanmaya başladı. 1920’li yıllarda Kırgızların göçebe hayatına son verilmesi,
merkezlere yerleştirilmeleriyle eğitim faaliyetleri başladı. Zenginlerin
mülklerine el konuldu. Kolektifleştirme başladı. Yeni düzen iyice yerleşti ve
halk içinden aydınlar meydana çıktı, ‘yeni zamanın’ yeni kahramanlarını üretme
zamanı gelmişti.
Yeni rejim Kırgızların nispeten
rahatlamasına yol açtı; Çin’e kaçan Kırgızlar vatanına dönme imkânı buldu.
Sovyet döneminin başlangıç yılları, 20-30’lu yıllar, Kırgızların bir anlamda
ekonomik, siyasî ve kültürel bakımdan yeniden oluşma ve yapılanma dönemidir.
Kırgızlar, bu yüzden kendilerini S.S.C.B. ferdi olarak gören ilk Sovyet
vatandaşları olmuştur, denilebilir.
Sovyetlerin ilk dönemlerinde önemli
yönetmenlerden Freilikh, Mikail Doronine, Mikail Averbakh, Dziga Vertov, Yuli
Raizman gibi yönetmenler Türk nüfusun yaşadığı İç Asya ülkelerine gelerek
filmler çeviriyorlardı. Sosyalizmin propagandası amacıyla yapılan bu
çalışmalar, bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı için Sovyetlerin asker ve
benzeri ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik propagandaya dönüşecekti. Ancak
Stalinci bir anlayışla tek tipleştirme eğilimi milli sinemaları gelişmesine
engel olacaktı. [9]
Neyse ki Nabi Ganiyev (d.1904) Kamil Jarmatov (d. 1903), Altı Garlıyev (d.1909)
Meret Atahanov (d.1914) Huat Abuseitov (d.1904) gibi ilk dönem İç Asya
sinemasına bölgenin en genç sineması olan Kırgızistan Sineması’ndan taze kan
geliyordu. Tölömüş Okeyev’in doğduğun yıllar…
Stalin’le birlikte ideolojik baskı ve yok etme (represya) çok hızlandı.
Korkunç Represyon yıllarında tam anlamıyla var olma mücadelesi yaşandı. Bu
yıllarda binlerce kültür, ilim adamları, siyasetçiler yok edilmişti. Bu
baskının en yoğun yaşandığı Sovyet Cumhuriyetlerinden biri Kırgızistan oldu;
1937’de zamanın Kırgızistan başbakanı konumundaki kişinin de dâhil olduğu;
içlerinde Cengiz Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov’un da bulunduğu 137 aydın,
bir gece içinde eski bir tuğla fabrikasına gömülüverdiler.[10]
Kırgızlarda 30-50’li yıllarda ideolojik baskı çok güçlendi. 60’lı yıllarda
‘hafifleşme dönemi’ oldu. 70-80. yıllarda baskıcı sistem bütün alanlarda
yeniden çok güçlendi. Kırgız kültürü 40’lardan başlayarak çok gelişmeye
başladı. 50’lerden sonra Kırgızların bir ulus olarak milli bilincinin,
kültürünün, devletinin gelişmesi fark edilmeye başlamıştı. O zamanlarda Kırgız
milli tiyatrosu, müziği, edebiyatı ve 30’lu yıllarda yasaklanan ‘Manas’ destanı,
manasçılar canlandılar. 50-60-70’li yıllar Kırgız sanatının rönesansının zirve
noktasıdır. Kırgız sanatı Sovyet sanatının ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Edebiyat, tiyatro, müzik, resim ve özellikle sinema uluslararası seviyeye
ulaştı.
Kırgızistan’da ilk sinema kuruluşu 1930’da
Bişkek’te kuruldu. 1940’larda 213 gösterim
salonu vardı. Kırgızfilm’in kuruluşu ise
1942 yılıdır. 1954-60 yılları Kırgız sinemasının ilk örnekleriyle
karşılaştığımız yıllar. Bu kısa tarihine karşın Kırgız sinema
tarihi oldukça renklidir ve kendi içinde bir patlamayı, yaygınlık kazanmayı
başarmış bir sinemadır. Sovyet döneminde ufak ülkelerden biri sayılmasına
rağmen Kırgız Sineması “mucize” olarak nitelenmiştir. Çünkü en baştan çeşitli
uluslararası festivallere katılmaya başladı ve ödüller aldı. Sinemasını bir
yana bırakın, Kırgızistan’ı kimse tanımıyordu. Okeyev’in ‘Kök serek’ (Kurt
Sultanı/Bozkurt) filminin Oscar ödülüne aday gösterilmesiyle genç nesiller
gurur duyduğu bir sinemayla yetişmiş oldu. Şu anda Kırgız kültürünün önemli bir
parçası ve gurur kaynağı durumundadır.
Ancak bu seviyeye kolay gelinmedi. Yetmiş yıl boyunca birçok şey açıkça
söylenemedi. Onlar filmlerin içeriğinde gizlenerek, başka şeylerle, simgelerle,
eğretileme ile gösterilmişti.[11]
Kırgız sinemasının, kurulduğu
1942 tarihinden sonra birçok üstadı olmuştur. Tölömüş Okeyev, Bolotbek
Şamseyev, Melis Ubukeyev, Gennadi Bazarov, Dinara Asanova, Sagınbek İşenov, M.
Kovalev... Okeyev, bu yönetmenlerin içinde bir yıldızdır; ünü Kırgızistan ve
Sovyetler Birliği sınırları dışına taşmıştır.
TÖLÖMÜŞ OKEYEV
Tölömüş Okeyev, 1935 yılında Issık-Köl bölgesinde Bokonbayevo köyünde doğdu. O, her zaman muhteşem
bir tabiat içinde büyüdüğünü söylerdi. Yetiştiği bölgede söylenen Kırgız
şarkıları, yaşadığı Kırgız hayatı, ilk aldığı intibalardır. Beş altı
yaşındayken -ikinci dünya savaşı zamanında- çobanlık yapıyordu. At yoktu ve o
inek üzerinde sabahtan akşama kadar bu işi yapıyordu. Bunu “Çocukluğumuzun
Gökyüzü” isimli filmde işlemişti. Aynı zamanda okuyor ve çalışıyordu. O filmde
gördüğü hatırladığı birçok şey var. Bu filmin senaryosunun başkası yazdı ama ön
çalışma adeta bir albüm gibi her sahneyi çizmişti. Sonra Bişkek’e okumaya gitti
ve orada kaldı. Böylelikle Sovyet kültürüyle tanıştı, öğrenmeye başladı.
Ardından Leningrad’a okumaya gitti. Oradaki sanat eserleri ve sanatçılarla
tanıştı. O halktan çıkan bir insandı ama hem de tüm uygarlığın kültürüne
ulaşmak arzusundaydı. Ayrıca kendi kültürüne başka bir bakış açısıyla
bakabiliyordu. 1958’de LIKI’yi (Leningrad Sinema Okulunu)
bitirdi. Önce ses teknisyeni olarak okudu ve birkaç filmde çalıştı.
Mezuniyetinin hemen sonrası ses teknisyeni olarak Kırgızfilm’de görev aldı. Arayış
içinde bir sanatçı oluşu başka ufuklara onu ulaştırdı. Onun ifade tutkusu
genişti. Fikirleri sadece o meslek çapında sınırlı değildi. Bu yüzden senaryo
eğitimi için Moskova’ya senaryo ve yönetim kurslarına girdi. 1966 yılında Moskova’ya senaryo eğitimi almaya
girmesiyle film yönetmenliğine ilk adımı atmış oldu. Mezuniyet işiyle de çok
dikkat çekti. Bu iş bir belgeseldi ve atları konu ediyordu. O ufacık kısa
filmin içinde dramatik bir kurguyla işledi konuyu. Bu, doğumundan ölümüne bir
atın hayatı idi. Bu konuyu hayata çok derin bir bakışla sunuyordu. Bu da çok
dikkat çekti. Bundan sonra başka filmler geldi. Böylelikle “Ateşe Tapınmak”,
“Ulan”, “Çocukluğumuzun Gökyüzü”, “Kurt Sultanı” gibi
anıtsal işlere yönetmen olarak imza attı. Filmlerinde
vatanın doğal güzelliklerinden salt tasvir amacıyla yararlanmadı. Doğa ve insan
hem birlikteliğin hem çatışmanın figürleri olarak yer aldılar onun anlatımında.
“Kurt Sultanı-Bozkurt” 1973 yılında dünya sinema örnekleri arasında en iyi on
film arasında yer aldı ve Oscar'a aday gösterildi. Sovietskaya Kırgızya isimli bir sinema dergisi çıkardı ve Bişkek’te bir tiyatro oyunu sahneye
koydu. Tiyatro oyununu bir deneme olarak yapmış ama memnun kalmamıştı. Hep
yönetmen olmayı amaç edinmişti ama çok yönlü biriydi. Her işte en iyi olmayı
amaçlardı ve başarılı bir şekilde yapmayı isterdi. Onun sanatçı kişiliği en çok
sinema yönetmenliğinde kendini gösterir. Gerçekten filmlerinde müziğinden
kurgusuna tüm sanatlara tutkuyla bağlı bir sanatçının duyarlılığı sezilir. Okeyev, bağımsızlık sonrası Kırgızistan’ın ilk Türkiye büyükelçisi
idi. Sanatçı diplomatların mükemmel bir
örneği oldu. Büyükelçiliği sırasında ilgili herkese yardımcı oldu. Doğru
adresler, doğru isimler verdi. Kırgızistan’ı o kadar iyi tanıyordu ki hangi
konuda kime müracaat edileceğini çok iyi biliyordu; özellikle sanat, kültür söz
konusu olduğunda. Vefatına dek Türkiye’de yaşamıştır.
TÖLÖMÜŞ OKEYEV’İN
FİLMLERİNİN KONULARI
Kırgız sinemasından Tölömüş
Okeyev, filmlerinde işlediği temalar, tarihî ve çağdaş şuur ve sinema dilindeki
özgün yaklaşımıyla Türk Dünyası sinemasında temsil niteliğinde bir konuma
sahiptir. Okeyev, hayatı sinemayla özdeş hale gelmiş, adeta Krosava
duyarlılığıyla sinemaya yaklaşan bir yönetmendir. İfadesiyle hem ulusal bir
sanatçı olarak hem de değindi konular sayesinde evrenselliği yakalayarak bir
dil oluşturdu. Tölömüş Okeyev’in ekranda yarattığı eserler Kırgız halkının
yaşamının özellikleri ile iç içe geçmiş şekilde Kırgız halkının milli
bilincinin derinliğini anlatır. Kırgız halkının başından geçen tarihi aşamayı
mükemmel yaratıcılıkla gösterir. 1966’da
“Çocukluğumuzun Gökyüzü”yle başlayan sinema serüveni 1986’daki “Sevgi Serabı”na
dek sürdü. Filmlerinde bir yandan tarihî destansı konulara eğilen Okeyev, diğer
yandan gündelik hayatın insanın ruhunu acıtan dramını görüntüye taşıdı.
Filmleri
içinde Çocukluğumuzun Gökyüzü önemli bir köşe taşıdır. Okeyev'in ilk filmi
'Çocukluğumuzun Gökyüzü / Nebo Nashego Detstya' (1966)
kırsalda yaşayan ve bütün çocukları kente göçmüş yaşlı bir at bakıcısının, son oğlunu dağlarda tutma ve ona at
çobanlığını öğretme gayretini anlatan hüzünlü bir hikâyedir. “’Çocukluğumun Gökyüzü’ zamanın
ötesinde, birçok ülkede gösterildi ve her zaman benzer tepkiler aldı ve
izleyenleri etkiledi. 1966’da çekildi ve 1967’de gösterime girdi bu film ama gösterime
giren bir film olsa da ilk izleyen seyircileri hâlâ etkilemeye devam ediyor.
Çünkü bu filmde işlenen sorunlar; Ömür nedir? Anne baba ile ilişkiler nasıldır?
Teknoloji ile gelenekler arasında çatışma nedir? gibi konulardı. Bunlar kalıcı
sorunlar. Babamın tüm filmlerinde aynı şeye rastlanır.”[12] “Çocukluğumuzun
Gökyüzü” filmi Okeyev’in filmlerinin arasındaki Kırgız halkının milli bilincini
en yüksek derecede gösteren filmlerin birisidir. Bu film sadece Kırgız
sinemacılığında değil dünya sinemacılığında da özel yere sahiptir. Çünkü bu
filmde Kırgız halkının karakteri, kültürü iyice açılıp gösterilmiştir. Filmde o
zamandaki toplumun hayatını küçük aile örneğinde gösterilmiştir. Film 60’lı
yıllardaki yeniden yapılandırmanın başlangıcını anlatır. Zamanın değişmesi,
eskilerin gitmesi, yeninin gelmesi, anne babanın yaşlanarak bir ayağıyla
geçmişte bir ayağıyla şimdiki zamanda olduğu, çocuğun ise bir ayağıyla şimdiki
zamanda, bir ayağıyla gelecekte olduğu gösterilir. Gelecek artık çocuğundur,
geçmiş ise anne babayla gitmiştir. Onların gitmesiyle binlerce yıllardan beri
toplanan manevi zenginlikler de kaybolur. Atların otladığı otlaklarda yolların yapılması,
dağların tünel için patlatılması, atlar sürüsünün patlamadan korkup paniğe
kapılması yeninin gelip eskinin gittiğini anlatan şeylerdir. Filmde bunların
hepsi psikolojik yandan dikkatlice gösterilir.
1973’te çektiği “Kurt Sultanı”, hayvanlar
arasındaki hayatta kalma mücadelesinin insanlar arasında da söz konusu olduğunu
şiirsel bir dille yansıtır. Ulaşılması neredeyse imkânsız bir aşkı işleyen 1975
yapımı “Kızıl Elma” ise sembolik anlatımıyla ulaşılması bir mefkûreye dönüşen
“Kızılelma” fikriyatına göndermede bulunur. 1977 tarihli “Ulan Rüzgârı”, yine
güncel hayata bir değinidir ve Kırgız toplumunun önemli bir sorunu olan alkol
bağımlılığının neden olduğu yıkımı melodramatik bir söyleme sapmadan aktarır.
Okeyev’in “Altın sonbahar” filmi onun
yaratıcılığında özel konuma sahiptir. Çünkü birçok filmlerde kahramanın
eylemlerine sadece dıştan ilgi gösterilirse, bu filmde kahramanın iç dünyasına
da dokunulmuştur. Gazeteci olarak çalışan bir insanın gözüyle toplumu
değerlendiririz. Bu filmde Okeyev somut bir kahramanın iç dünyasına girmeye
çalışmıştır. Bu yüzden filme yöneticiler tarafından çok baskı yapılmıştır. Çünkü
başkahraman iç dünyasındaki karışıklıklarla uğraşmanın yerine Sovyet
ideolojisini sağlamlaştıran bir işçi olmalıydı. 80’li yıllarda Kırgızistan’ın
devlet olarak oluşmasına denk gelen gençlerin şehre gelip aydın olmasıyla
birlikte kendi köklerini yok edip etmedikleri sorusu vardı. Bu film monologdur.
40-45 yaşındaki bir Kırgız son bahar aylarının birinde kendi yaşamına farklı
bakış açısıyla bakmaya başlar, kendisinin yaşamdaki yeri hakkında, neyi doğru,
neyi yanlış yaptığı hakkında düşünmeye başlar. Belki bu film sadece kahramanın
değil, 80’li yıllardaki genel çağdaş Kırgız düşüncesini anlatan filmdir.[13]
Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülüyle taçlandırılan, görkemli bir
görselliğe sahip 1984 yapımı “Kar Leoparının Soyu/Ak İlbarsın Tohumu”,
Kırgızların ünlü bir destanı olan Kocacaş’tan esinlenir ve tutku, vefa, töreye
hürmet, özveri, kozmik ahenk gibi eskimez temaları tarihin derinliklerinden
günümüze estetik bir damıtılmışlıkla sunar. “Kar Leaoparının Nesli” filmi, soy
ayrımcılığı zamanında insanın dünyadaki varlığı, doğa ile sıkı ilişki içinde
olması hakkındadır. Filmin esas konusu insan ile doğa ilişkileri ve çevreyi
korumadır. Çevreyi bozmak insanın kendi kendini yok etmesiyle eştir. Bu mesele
günümüzde de çok günceldir. Filmin konusu Kırgız milli ‘Kococaş’ ve ‘Karagul
botom’ küçük destanlarından oluşturulmuştur. Filmde başkahraman Kococaş
avcıdır. O avcılık mesleğiyle kendi halkının varlığını sürdürür ve doğa ile
uyum içinde yaşamıştır. Ancak bu uyumluluk Kococaş’ın tüfeğe sahip çıkmasıyla
yok olur. Önceden gerekli olduğu kadar hayvanlar atılırken şimdi bir eşya
(tüfek) için sayısızca öldürülmeye başlamıştır. Aslında insanın güçlü silahlara
sahip çıkması insanın kendisi için tehlike yaratır. Örneğin günümüzdeki nükleer
silahlar. Filmdeki bu problemlerin kesinliği Kococaş’ın kendi oğlunu kendi
tüfeğiyle vurmasıyla daha net anlaşılır. Bu ölümün anlamı Kococaş’ın nesli
bununla durmaktadır, yarınının olmadığıdır. Bununla birlikte insanlığın da
geleceği tehlike altında olduğu anlamı da vardır. [14] Bir Suriye-Kırgızistan ortak yapımı olan
“Sevgi Serabı” ise sanat ve sanatçının dünyasına tarihi bir yaklaşımla eğilir
ve geçmişten günümüze sanatçının sanatla olan o özgül ilişkisinden kesitler
sunar. [15]
SANAT ANLAYIŞI
“Kızı
Alima Okeyev’le yapılan bir söyleşide Tölömüş Okeyev için ‘çocuk merakını hiç
yitirmeyen bir sanatçı’ denilmektedir. Tölömüş
Okeyev’in kendine has sinema anlatılarında bu göğe merakla bakan, öğrenme
tutkusuyla dolu çocuk-sanatçıyı kolaylıkla duyumsarız. Belki de onun sanatının
en etkileyici yanı budur; ‘saflık ve bilginin iç içe geçmesi!’”[16]
Sinema
“Sinema uluslararası bir sanat. Fellini'yi,
Godard'ı, Krusava'yı bilmeden sinemacı olunamaz. Biz 60'lı yıllarda
Moskova'daki sinema enstitüsünde klasik sinema eğitimi vermeye çalışıyorduk.
Bütün büyük klasikleri gösteriyorduk. Bu en büyük dersti. Sinemanın dili bir.
Sanatın da amacı bir. Nitekim bizim belgesel ve sanat filmlerimiz Avrupa'da iyi
ödüller aldı. Bu bir ülkenin sineması için çok önemli. Devrim sonrası
sinemacıları rejim nedeniyle, ister istemez üstü örtük, kapalı bir anlatım
benimsemişlerdir ama hangi nedenle olursa olsun sinemada sembolik anlatımı
doğru bir biçimde kullanabilmek yine de büyük sinemacıların işidir. Bunlar
seyircileri düşündürmek isteyen, kafası çalışan yönetmenlerin cesaret edebildiği
bir şey. "Bak bu düşman, bu da dost" diyen bir film tek bir ağaç
gibidir. Oysa sanat olan sinema insanı bir ormanla ya da bir aysbergle baş başa
bırakır. Bu ormanı keşfetmek, başını ve sonunu kestirebilmek izleyiciye kalmış.
Tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi...”[17]
Çocuk ve Hayvan
Filmlerinin hemen hepsinde
çocuklar ve hayvanlar önemli bir yer tutuyor. Onun çocuklarla ve hayvanlarla
çalışması çok ayrı bir tarz. Onlarla nasıl anlaştıkları ise neredeyse bir sır.
Ama tüm filmlerinde muhakkak bir çocuk oyuncu ve bir hayvan var. Onun için
çocuk duyguları, hayvanla insanın iletişimi, hayvanın duyguları en temiz olan
duygulardı. Hiç yalan olmayan bir iletişimdi bu. Aynı zamanda ‘çocukları ve
hayvanları kandıramazsınız’ derdi her zaman. ‘Çünkü onlar ikiyüzlü davranışı
hemen davranışınızdan anlar.’derdi.[18]
Sevgi ve İnanmak
O sevgi dolu bir insandı; milletini, yurdunu, ailesini, insanları seviyordu. Sevginin önemine inanıyordu: “Babamın sohbetlerinin genel konusu “sevgi” idi. Her zaman bunu belirtmiştir. Bu sevgi aileye, insana ve vatana olsun, bir bütündü. Sevginin, Tanrının insana en büyük armağanı olduğuna inanıyordu. Çünkü sevgi yaratıcı, nefret yıkıcıdır ona göre. Nefret yok edicidir, derdi. Bu bahsettiğimiz zor koşullarda hayatta kalmak nefretle olamadı ona göre. Olumsuz bir dünyada sadece sevgi bir çözümdü, sevmek ve inanmak...”[19]
Millî Zenginlikten Yararlanma
Tölömüş
Okeyev, sanatçının önce kendi kültüründen faydalanması gerektiğine inanıyordu.
“Hatırımdadır, o derdi ki, “Sanatçı, halka daha yakın olmak için kendi
folklorundan faydalanmalıdır mutlaka. Gerçek anlamda her sanat eseri kendi
halkının yaratıcılık çeşmesinden gıdalanmalı, bunu kullanmalı, böylelikle
sanatçı ve sanat, halkın karşısında insanlık ve vatandaşlık borcunu yerine getirmelidir.
Aksi takdirde, hatta en büyük yetenek sahiplerinin bile eserleri ulusal ve
evrensel mahiyet taşımaz. Onların yaratıcılık ürünleri halkın saygısını ve
sevgisini kazanamaz.”[20] Sevgi ve İnanmak
O sevgi dolu bir insandı; milletini, yurdunu, ailesini, insanları seviyordu. Sevginin önemine inanıyordu: “Babamın sohbetlerinin genel konusu “sevgi” idi. Her zaman bunu belirtmiştir. Bu sevgi aileye, insana ve vatana olsun, bir bütündü. Sevginin, Tanrının insana en büyük armağanı olduğuna inanıyordu. Çünkü sevgi yaratıcı, nefret yıkıcıdır ona göre. Nefret yok edicidir, derdi. Bu bahsettiğimiz zor koşullarda hayatta kalmak nefretle olamadı ona göre. Olumsuz bir dünyada sadece sevgi bir çözümdü, sevmek ve inanmak...”[19]
Millî Zenginlikten Yararlanma
Tölömüş Okeyev “Sinema bir
sentezleme sanatıdır ve başka sanatlarla paylaşıma girmezse var olamaz” diyor, ilk önce insanın kendisini kültürle yetiştirmesi
gerektiğine inanıyordu. Öbür kültürlerle tanışmak gerektiğini de ekliyordu. Bir
dünya bakışına sahip olurken aynı zamanda kendi eski kültürünü bilmesi
gerektiğini vurguluyordu. Bizim bir kökümüz var oradan çıkıyoruz, onu bilmek,
tarihimizi bilmek ve bunun yanında evrensel kültüre sahip olmak, bilmek…”, “İnsan
ruhani olmalıdır, insan kendiyle zengin olmalıdır, o zaman ifadesi de zengin
olur, bir şey söylemeye gerek duyan insan olur. ” derdi. O her zaman son bir
şey kullanmak istiyordu. Zaten klasik müziği çok iyi biliyordu. O filmlerin
müzik kaydını da yapmaktaydı. Bunun dışında çok iyi bir klasik müzik hafızası
vardı ve duyduğu parçayı hemen tanırdı. Filmlerinde gerçekten müziğin önemli
bir rolü vardır. Klasik resimde yine aynı ilgiye ve hafızaya sahipti.
Leningrad’da okuduğu dönem onun için bir avantajdı, çünkü birçok sergilerin,
müzelerin olduğu bir şehirdi orası. Babam saf bir köy çocuğuydu aslında o
şehirde. Büyük bir tutku ve öğrenme isteğiyle sergilere, konserlere gitmeye
başlamıştı. O zaman imkânsızlıklar içindeydiler ama devamlı konsere gidiyor ve
sanat etkinliklerini kaçırmıyorlardı. Son gününe kadar babam kitap almıştır. En
büyük tutkusu okumaktı. Öğrenmeye her zaman açıktı ve açtı. Bir filme
başlamadan önce çok çalışıyordu. Özellikle bu tarihi bir filmse uzmanlara
danışıyor, uzmanlarla görüşüyor,
kitapları okuyordu. Çünkü çokça bilgilenmek isterdi. Tarih onun en
önemli ilgi alanıydı. Her zaman köklerini araştırıyordu. Göktürklerin tarihine
dek araştırdı. Bir kompozisyon oluşturmayı sinema sanatının gerekliliği olarak
görüyordu.”[21]
OKEYEV VE GÜNÜMÜZDE TÜRK DÜNYASI
SİNEMASI
Türk
Dünyası Sineması ve ile ilgili olarak belki de Beşir Ayvazoğlu’nun şu
tespitlerini daima aklımızda tutmak ve buna çözüm yolları aramak gerekiyor:
“Aytmatov’a göre, her yazar, kendi milletinin hayatını anlatmak, eserlerini,
kendi millî gelenek ve törelerini kaynak olarak zenginleştirmek zorundadır. Fakat orada kalındığı takdirde bir
yere varılamaz. Edebiyatın, millî hayatı ve gelenekleri anlatmanın ötesinde de
hedefleri vardır: Ufku millî olanın ötesine doğru genişletmek ve evrensel olana
ulaşmak! Aytmatov bunu başaran ve çok eski efsaneleri alıp işleyerek insanın
özüne, yani evrensel olana ulaşabilen benzersiz bir yazardır. Gün Olur Asra
Bedel’de bir Kırgız-Kazak efsanesini, Sovyetler Birliği’nde uygulanan siyasetle
paralellikler kurarak anlatmış ve sosyal psikoloji literatürüne yepyeni bir
kavram kazandırmıştır: Mankurt. Göçebe
Türkler’in tarihî düşmanları olan Juanjuanlar, savaşlarda aldıkları esirlerin
güçlü kuvvetli olanlarını kendilerine ayırarak dayanılmaz işkencelerle
mankurtlaştırdıktan sonra köle olarak kullanırlarmış. Mankurt, yani geçmişini
hatırlamadığı gibi, en yakınlarını da tanımayan, hatta efendilerinin emriyle
onları öldürebilen bir çeşit robot... Bana
mankurt kavramını çok daha geniş bir alanda kullanmak mümkün gibi görünüyor.
Batı, daha doğrusu Batılı büyük iletişim tekelleri, özellikle eskiden üçüncü
dünya ülkeleri denilen ülkeleri mankurtlar dünyası haline getirmek için bütün
imkânlarını seferber etmiştir. Neyi bilmemizi istiyorlarsa onu biliyor, nasıl
düşünmemizi istiyorlarsa öyle düşünüyoruz. Bu korkunç gerçeğin farkına
varanlar, ne yazık ki, seslerini hiç kimseye duyuramıyorlar. Tölömüş Okeyev’den onun için haberimiz
yok. [22]
“Sovyet dönemi sonlanınca bu kültür hayatında
ve ekonomide çok tahribat yaptı. Sadece ekonomik değil her alanda oldu bu.
Kültür hayatını da çok etkilemişti, olumsuz olarak. Sovyet döneminin
sonrasında, bağımsızlık döneminde tüm cumhuriyetlerde kültür ayakta kalmaya
çalıştı. Bazı ülkelerde bunu iyi başardılar. Ama kültür hayatı söz konusu
olunca, ülkelerin aralarındaki bağlantılar zayıfladı, hatta kopma noktasına
geldi. Her ülke bağımsızlığı yüzünden belki de kendinden başkasıyla pek
ilgilenemedi. Son zamanlarda herkes anladı ki tekrar işbirliği gerekmekte.[23] Bu sözler
kızı Azize Okeyeva’nındır. Genadiy Bazarov ise kendisiyle yapılan bir söyleşide
durumu şöyle özetlemişti: “Sovyet zamanında, yani bir ülke iken sürekli bir
temasımız oluyordu. Özellikle Kazaklarla, Türkmenlerle, Baltık
Cumhuriyetlerindeki sinemacılarla. Bu bir sinemacılar birliği şeklindeydi.
Bizim oyuncularımız onların filmlerinde, onların oyuncuları bizim filmlerimizde
çekimlere katılırdı. Karşılıklı festivaller yapardık. Sinema tartışırdık ve
fikir alışverişinde bulunurduk. Sovyetler dağılınca temasımız koptu çünkü her
cumhuriyet içine kapandı, inzivaya çekildi ve kültür emekçileri, özellikle
sinemacılar buna rağmen sürekli temasımızı koruduk. Birbirimize kendi
eserlerimizi göstermeye çalışıyoruz. Sinemacılar Birlikleri düzeyinde bu temas
hâlâ sürmekte. Sürekli bir araya gelmeye çalışıyoruz. Tabi ki bu artık zor. Çünkü
eskiden bir merkezi güç bize finans sağlarken bu ortadan kalktı. Bir süre film
çekmek için hiç para bulunamadı. Sovyetler dağıldıktan sonra on beş sen boyunca
nerdeyse hiç film çekilmemişti. Bu dönemde tek tük filmler çıkıyordu. Bunlar da
yurt dışından, özellikle Fransız, Alman ortak yapımlar sayesinde oluyordu.”[24] Maddi
destekten yoksun yönetmenlerin sadece Türk Dünyasında değil dünyanın birçok
yerinde Batı destekli filmler çevirdikleri bilinmektedir. Ancak yine de
Amerikan filmlerinin ezici baskısına karşı seçenekler oluşturulmaya
çalışılmaktadır. “Amerikan sineması tüm dünyada olduğu gibi bizde de etkili
oldu ama buna rağmen Kırgız sinemacılar derneği diğer sinemaları da tanıtmaya
çabalıyor. Örneğin yakın bir tarihte Türk sineması haftası düzenlendi
Bişkek’te. Geçen ay Devlet Sinema Komitesi ve Sinemacılar Derneği şöyle bir
etkinlik yaptı; Bişkek kentinin tüm sinemaları Amerikan filmlerini, şu vurdu
kırdılı filmleri kaldırdılar ve tüm sinemalarda Kırgız filmleri gösterdiler.
Televizyonda bu filmler gösteriliyor ama sinemalarda uzun bir dönemdir izlemek
mümkün değildi. Festivaller dışında çok nadir gösterimi oluyor. Belki bu sayede
gençleri bu tarafa yönlendirmek mümkün olacak.” Ancak eldeki zenginliğin de
değerlendirilmesi büyük bir zorlukla karşı karşıyadır: “Bizim yaşına göre
zengin sinema tarihimiz olmasına rağmen şu anda bu mirasımız büyük tehdit
altında, tehlikede çünkü bizde bu arşivin orijinalleri yok. Kırgızistan
hükümetinin mali gücü yetmiyor.” “İşin en korkunç tarafı yeni gelen neslin şu
vurdu-kırdı sineması ya da Amerikan sinema diline yakın işler çıkarması. Bizde
yok ama Rusya’da Sinema Konfederasyonu var, orada eski dönemde üretilmiş
filmler için Baltık ülkeleri ve bağımsızlığını kazanan diğer cumhuriyetler
katılıyor. Onlar düzenli olarak Almatı’da olsun Moskova’da olsun festivaller
düzenliyorlar. Bu festivallerde klasik işler yanında yeni yapılan işlere de yer
veriliyor. Ama Kırgızistan’da ne yazık yok.” [25]
Özellikle Amerikan sineması konusunda Okeyev’in tespitleri çok önemlidir:
“Amerikan sinemasının yaptığı gibi hiçbir ölçüsü, hiçbir ahlak anlayışı,
kaygısı olmayışı Türkiye ve benzeri toplumlarda çürütücü, yozlaştırıcı etki
yapabilir. Çünkü kendileri hiçbir ölçü tanımıyorlar. Onlar için her şey bitmiş
gibi. Sinemanın bu anlamda büyük bir tehlike olduğunu söyleyebiliriz.”[26]
TÖLEMİŞ OKEYEV’İN TÜRK DÜNYASI SİNEMASI
İÇİN TEKLİFLERİ
Tölömüş Okeyev Türklerin her alanda daima
birlik olmasını, sırt sırta vermesini istiyordu. Düzenlenmesinde büyük emeği
olan 1. Türk Dünyası Sinema Günleri’nde Tölömüş Okeyev kendisiyle yapılan
söyleşide, Türk Dünyası Sinemasının geleceği için yapılan ve yapılması gereken
çalışmalar için “Bir Türk imajı oluşturmalıyız” şeklinde özetlenebilecek şu
görüşleri söylemiştir:
“Şimdi çok farklı bir dönem yaşıyoruz.
Pazar ekonomisine geçtik. O zaman Moskova filmlerinin maliyetini Moskova
karşılıyordu. Goskino Sinema hükümetin sinema organıydı. Bütün memleketlerde
şubesi vardı; Kırgız Goskino, Kazak Goskino gibi. O zaman da dağıtım oldukça
profosyonelce işliyordu. Mesela Kırgızistan'ın nüfusu 4,5 milyondur. Film
nerede çekilirse çekilsin bu teşkilat filmin tüm Sovyetlerde gösterimini
sağlıyordu. Film iyi ya da kötü olsun, kaynak aktarımı kesindi. Artık filmlerin
dağıtım işi filmin çekildiği cumhuriyete ait. Sözgelimi bir milyon dolarlık bir
film çektiniz. Kırgızistan'da topu topu 4,5 milyon nüfus var, bunun 400 bini
seyirci, asla maliyetini karşılayamazsınız. Sadece sinema sanatçıları değil,
diğer sanatçılar da zor durumda. Cumhuriyetler filmlerinin komşu
cumhuriyetlerde gösterimini sağlayamıyorlar. Koordinasyon yok, daha önce merkezden
güdümlü olan tüm bağlantılar fesholdu. Özbekistan nüfusunun çoğunluğu nedeniyle
şanslı. Alman, İtalyan ya da Amerikan şirketlerle birlikte çalışmanın yollarını
arıyor sinemacılar. Milli film çok zor hale geldi. Halk ekonomik bakımdan
sıkıntılı, işsizlik had safhada. Bir sistemden başka bir sisteme geçiş hayli
sancılı oluyor.
İlk
adımı attık. Problemlerin her iki tarafta da olduğunu biliyoruz. Ancak birlikte
olmamız gerektiğini söylemeye çalışıyoruz biz. Türk birliği, Türk dünyası,
Türk'ün inancı bir, dini bir, kültürü bir deyip duruyoruz. Ben onca yıldır
Türkiye'de Kırgızistan büyükelçiliği elçiliği yapıyorum. Görevde olduğum süre
içinde teorik olarak konuşulup tartışılan onlarca projeye şahit oldum ve bu
organizasyon pratiğe geçirilen ilk proje. Bir sinemacı takımı oluşturmalıyız.
Pazar ekonomisinin kuralları gereği oyunu birlikte oynamalıyız.
Bu 1. Türk Dünyası Sinema Günleri için
bir organ oluşturduk. Her Türk cumhuriyetinden bir temsilci seçtik. Bu organ
inşallah koordinasyon eksiğimizi giderme yolunda çalışmalar yapacak. Türk
cumhuriyetlerinin tümünde 80-100 milyon seyirci var. Türkiye, Azerbaycan,
Kırgızistan, Kazakistan, Tataristan, Özbekistan yani hepimiz bir araya gelip
bir kurum oluştursak ve sözgelimi Manas, Dede Korkut gibi kendi kültürümüzün
mihenk taşı olan ortak konularımız üzerinde çalışsak harikulade bir şey olur.
Bunun için filmlerimizi KDV'siz ucuz bir fiyata gösterebileceğimiz salonlar
bulmamız lazım. Böylelikle geniş bir sinema coğrafyası oluşturabiliriz.
Benzer tarafları kadar farklı yönleri de
olan bu iki izleyici ortak bir temada buluşabilir. Avrupa'da bir Euromage var.
Bizim de bir Turkomage oluşturmamız gerek. Bizim sinemamızda dil ve tarih var;
hepimizde bunu koruma kaygısı var. Amerikan zihniyeti tüm dünya sinemasını etkiledi.
Biz şimdi bir bildirge hazırladık ve tüm Türk dünyası cumhurbaşkanlıklarına
sunacağız. Türk cumhuriyetlerinde bir kuruluş var: TÜRKSOY. Kültür bakanlarının
oluşturduğu, kanunen tüm sanat dallarını koruma altına alan ve destek vermeyi
taahhüt eden bir kuruluş bu. 1993'e Almatı'da kuruldu. Teoride dansa, baleye ve
tiyatroya kadar tüm sanat dallarına yönelik olsa da pratikte ilk olarak
sinemacılar bu mekanizmayı işletecekler. Çünkü sinema en kapsamlı sanat ve bir araya
gelinmede, bu geniş coğrafyayı, kültürü tanıtmada, bir Türk imajı oluşturmada
en önemli vasıta olacak. Bu festival de her yıl 21 Kasım'da tekrarlanmalı. Bu
yıl belediye kapsamında, gelecek yıl başka bir platformda belki. Ama mutlaka
devam etmeli. Kaynak neresi olursa, hangi parti, hangi vakıf olursa olsun fark
etmez. Burada Türk olmak gibi siyaset ve politika üstü bir zihniyet var çünkü.
Amerikan sinemasının her halükârda kendi
ürününü pazarlamak isteyeceği ve bu nedenle mevcut ya da muhtemel kültür
ittifaklarını engellemek istediği malum. Bizim cumhurbaşkanlarına sunacağımız
mektupta da bu husus var. Buna karşı bir tedbir alınmalı. Amerika sırf üçüncü
dünya için film üretiyor. Kendi sinemalarında göstermediği, sırf diğer
ülkelerin TV’lerinde ve sinemalarında gösterilmek için yapılan, kalitesiz ama
Amerikan kültürünü enjekte eden filmler bunlar.”[27]
SONUÇ
Tölömüş
Okeyev büyük bir yönetmen olmasının yanında iyi bir diplomattı. İnsan
ilişkilerinde mükemmel bir insandı. Çok geniş bir dost halkası vardı. Çünkü
dost canlısı, sıcakkanlı, duygularını açıkça ifade eden, alçakgönüllü bir
insandı.[28]
Yönetmen Tevfik İsmailov onun için: “Daima benimle şakalaşan, güler yüzlü,
geniş yürekli Tölömüş” diyor.SONUÇ
Onun ailesine, eşine ve çocuklarına
çok önem verdiğini biliyoruz. En verimli zamanında eşinin tedavisi için
yönetmenliği bir yana bırakıp büyükelçilik yapması takdire şayandır. Türkiye’de
bulunduğu süre içinde biz televizyoncuları ve sinemacıları Türk Dünyasının
sinema alanında yapılmasını bizden beklediği konulara, projelere yönlendirmeye
çalıştığına bizzat şahidim. Meslektaşlarına önem verirdi. Ne zaman kendisinden
bir görüşme talebim olsa en sıkışık zamanlarında bile kabul etmişti. Türkiye’de
Manas Destanı’nın daha çok tanınması ve Türkiye’deki çok eski Kırgız
hatıralarının ortaya çıkarılması için yaptığı çalışmalar ortadadır. Türk
Dünyası ile ilgili her toplantıda çok önemli bir manisi olmazsa Tölömüş Abiyi
görebilirdiniz. Onu daima Türk Dünyası Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği
Kurultaylarındaki ümitli, mütebessim ve heyecanlı haliyle hatırlayacağım.
Böylesine önemli bir
kıymet ne yazık ki Türkiye’de yeterince tanınmadı. 17-18 Kasım 2005 tarihlerinde Ankara’da “Türk
Dünyası Yıldızları”nı anma törenlerin çerçevesinde ünlü Kırgız sinema
yönetmeni, Kırgızistan’ın ilk Ankara Büyükelçisi rahmetli Tölömüş Okeyev,
doğumunun 70. yılında anıldı. Bilkent Üniversitesi ve Milli Kütüphanede
düzenlenen T. Okeyev’i anma törenlerine Kırgızistan Kültür Bakanı Sayın Sultan
Rayev, Türk dünyasının tanınmış sinema yönetmenleri: Azerbaycan’dan Tevfik
İsmayilov, Kırgızistan’dan Genadi Bazarov, Özbekistan’dan Kamara Kamalova
ve Ali Hamrayev, Tacikistan’dan Devletnazar Hudaynazarov ve Türkiye’den Alev
İdrisoğlu iştirak ettiler. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) tarafından
da yayınlanan etkinlik süresince, merhum yönetmenin hayatı ve sanatsal
yaratıcılığını yansıtan fotoğraf sergisi, slâyt ve film gösterisi yapıldı ve
bir panel düzenlendi. Tölömüş Okeyev'in 1984 yapımı "Ak İlbarsın
Tohumu" adlı filmi 18-19.11.2005 tarihlerinde TRT
INT ve TRT TÜRK kanallarında yayınlandı. Yine aynı film Tölömüş Okeyev’i anma
amacıyla yapılan törende Sinemasalı’da[29]
gösterildi.
Türkiye Türkçesine henüz
aktarılmış kapsamlı bir filmografisi bulunmadığı için bu çalışmanın sonuna kısa
bir Tölömüş Okeyev Filmografisi ekledik. (Bu makalenin hacmi yüzünden aldığı
bütün ödüller belirtilmemiştir.) Kanaatimce Okeyev için yapılacak ilk çalışma,
eserlerinin asıllarının elde edilerek arşivlenmesidir. En azından kopyalarının
alınıp çoğaltılması, sayısal ortama aktarılması faydalı olacaktır. Böylece bu
filmler ABD veya Batı kökenli filmlerin istilasındaki sinema salonlarımızda
gösterilemese bile bilgisayarlarda seyredilebilecektir. Zaman zaman yapılan
anmalar daha sistemli yapılabilir.
Senaryoları, makaleleri
kitap olarak yayınlanabilir; çekilmemiş senaryoları, gerçekleşememiş projeleri
hayata geçirilebilir. Okeyev’in Bolat Mansurov’la birlikte yazdığı, Muhtar
Avezov’un Abay Yolu romanından uyarlanan dizi senaryosu bulunmaktadır. Henüz
filme çekilmemiştir. Yine Mansurov’la birlikte Cengiz Han’ın senaryosunu yazmıştır.
Nihal Bengisu Karaca Okeyev’le yaptığı bir söyleşide “Kaşgarlı Mahmut'tan
Atatürk'e kadar tüm Türk büyüklerini kapsayan bir belgesel projesi var
Okeyev'in.” diye haber veriyor. Okeyev: “Yesevi, Koca Bektaşi, Yunus Emre...
bunları tanıtmak görevimiz. Çünkü tarih bunların eseri. Bu insanlar olmasa bir
Türk ulusu olmazdı.” diye düşünüyordu. [30] Yine
kızı Alima Okeyeva “Türkiye ve Rusya’nın beş yüz yıla yayılan ilişkileri
hakkında bir senaryo çalışması vardı babamın, bu Rusça olarak bir dergi
biçiminde yayımlandı. Şimdi bir kitap ve bir belgesel üzerinde çalışıyoruz.
Bunun dışında babamın farklı makaleleri var, onları bir kitap ve bir dergi
halinde çıkartmak gibi düşüncelerimiz var.” diyor. Mirasını saklamanın sadece
ailesinin değil bütün Türklerin meselesi olduğunu düşünmeliyiz.
Onun mirasını korumanın
yanında Türk Dünyası sinemasına emek ve gönül verenlerin bir olması, birlikler
kurması, ortak yapımlar gerçekleştirmesi, ortak film destek kurumları kurması
ve ortak bir gösterim ağı oluşturması gibi çalışmaları Tölömüş Okeyev’in ruhunu
şad edecektir. Allah onun mekânını cennet etsin.
TÖLEMİŞ
OKEYEV[31]
1963 “ZNOY” Sesçi:
1965
“BU ATLAR” (Belgesel film), Yönetmen:
1966
“ÇOCUKLUĞUMUZUN GÖKYÜZÜ”, Yönetmen, Senarist:
1969
“DERİNLİĞİN SESİ” (Belgesel film), Yönetmen;
1970
“MİRAS” (Belgesel film), Yönetmen:
1971
“KUŞ AVCILIĞI” (Belgesel film), Yönetmen;
1972
“ATEŞE TAPANLAR”, Yönetmen, Senarist:
1973
“KÖTÜ ADAM (ATEŞLİ BİRİ)”, Yönetmen:
1975
“KIZILELMA”, Yönetmen, Senarist:
1977
“ULAN RÜZGÂRI”, Yönetmen, Senarist:
1980
“ALTIN SONBAHAR”, Yönetmen:
1982
“OLGA MANUILOVA HEYKELİ” (Belgesel), Yönetmen;
1984
“AK İLBARSIN TOHUMU/BEYAZ LEOPARIN NESLİ” Yönetmen, Senarist:[32]
1986
“AŞKIN SERABI”, Yönetmen, Senarist:
1986-1987. T. Okeyev, Muhtar Avezov’un yazdığı Abay Yolu romanından
uyarlanan “ABAY” adlı dizinin senaryosunu Bolat Mansurov’la birlikte
yazdı. Film çekilmedi.
1987-1988 İsay Kalaşnikov’un “Zalim Asır” romanından uyarlanan “Cengiz
Han” dizi senaryosunu Bolat Mansurov ile birlikte yazdı.
1990 “DENİZ KIYISINDA KOŞAN ALA KÖPEK” (Senaryo)
1990-1992 “Gelecek” adlı yapım şirketi olarak I.C.C
(İtalya) ile çekilecek olan “Cengiz Han” filmi yapım, senaryo ve sanat
çalışmalarını yürüttü.
1993-1998 Kırgızistan Cumhurbaşkanı Aksar Akayev’in Türkiye
Cumhuriyeti nezdinde ilk büyükelçisi.
1995
“MANAS’IN 1000.YILI” dolayısıyla “MANAS” Belgesel Film, Yapımcı,
Yönetmen;
1995
Okeyev’in girişimleriyle “MANAS” albümünün Kırgızca Türkçe, İngilizce yayını.
1998-2001 TÜRKSOY Kırgızistan Temsilcisi
Ayrıca “İlk Öğretmen”, “Toprak Ana”,
“Beyaz Gemi”, “Erken Gelen Turnalar” gibi filmlerin ortaya
çıkmasında da teşebbüsü ve gayreti olmuştur.[33]
Aldığı büyük ödüller:
Sovyetler Birliği Büyük Sanatçısı, 1985
Ateşli Biri:
Locarno Festivali ödülü, 1974
Bakü Festivali ödülü, 1974
Çocukluğumuzun
Gökyüzü:
Sovyetler Birliğinin en iyi yönetmeni, 1968
Derinliğin Sesi:
Kırgızistan Cumhuriyetinin en iyi yönetmeni
Ak İlbarsın
Tohumu:
Berlin Film Festivali Altın Ayı, 1985
Sovyetler Birliğinin en iyi yönetmeni, 1985
[1]
Bu tebliğ 11 Aralık 2012 ‘de İstanbul’da yapılan Uluslararası Türk
Dünyasını Aydınlatanlar Sempozyumu’nda sunulmuştur.
[2] TRT, Yapımcı-Yönetmen
[3]
Kaynaklarda, ünlü yönetmenin adı
yanlış olarak Tolomuş, Tolamış Tolomiş, Tolomush veya Tölemiş, soyadı ise Okayev
veya Okeev olarak da geçebilir. Doğrusu Tölömüş’tür.
[4] Beşir Ayvazoğlu, Aksiyon Dergisi, S. 26,
03.06. 1995
[6] http://arsiv.zaman.com.tr/2002/01/24/yorumlar/yorum2.htm
[7] http://ourwebnet.blogspot.com/2012/01/asyann-orta-yeri-sinema.html
[7] http://ourwebnet.blogspot.com/2012/01/asyann-orta-yeri-sinema.html
[10] Bugün 137 Kırgız Aydınının gömülü
bulunduğu bu eski tuğla fabrikasının yerinde “Atabeyit” (Çon Taş) adlı anıt
mezar bulunmaktadır. Cengiz Aytmatov da buraya, babasının yanında gömülmüştür.
Atabeyit için ayrıca bkz: B. D. Abdırrahmanov, Çon Taş, Aktaranlar: Nurgül
Moldaliyeva, Tuğba Ekici, Arslan Küçükyıldız, Bilig Dergisi, Ahmet Yesevi
Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara, 1997, Sayı: 4, Sf. 13-16
[16] http://savascagman.blogspot.com/2008/03/ocuk-gzleriyle-ge-bakmak-tolomu-okeyev.html
[17] Nihal Bengisu Karaca, “Bir Türk imajı oluşturmalıyız” (T.Okeyev’le söyleşi) 5 Aralık 1998
[17] Nihal Bengisu Karaca, “Bir Türk imajı oluşturmalıyız” (T.Okeyev’le söyleşi) 5 Aralık 1998
[22] Ayvazoğlu, agm.
[26] Tölemiş
Okeyev:"Özgürlük Var, Ama Yokluk İçindeyiz", Özgür Ülke Gazetesi,
11.05.1994, S.10.
[33] Tevfik
İsmailov http://arsiv.zaman.com.tr/2002/01/24/yorumlar/yorum2.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder