Arslan Küçükyıldız
Yakup Ömeroğlu’nu çalkantılı 1980’li yıllarda üniversite
öğrenciyken, Ahmet Doğan Abi’nin Mithatpaşa Caddesi’ndeki Elif Kitabevi’nde
tanıdım. O zamanlar soyadı Deliömeroğlu idi. Onun bu soyadını çok severdim.
Kendisine hemen niçin bu soyadını aldıklarını sormuştum. Üniversite
öğrencilerine kol kanat geren Ahmet Hoca, aynı zamanda çalıştığım Avukat Bürosu’nun
zahmetli işlerine de koşturuyordu. Ankara Türk Ocağı çatısı altında bir araya
gelen bu gençler boş vakitlerinde Elif Kitabevi’nde buluşuyorlardı. Okuyan,
araştıran, birbirleriyle dost olan bu gençleri ileriki yıllarda Türk dünyasına
önemli hizmetlerde görmek nasip oldu. Başarılarını takdirle takip ettim.
1990’da Sovyetler dağılmış, kaderin cilvesi olarak Bağımsız
Türk Cumhuriyetleri ve özerk Türk toplulukları doğmuştu. Ama ne bağımsızlık! Soydaşlarımız
“Yetmiş yıldır Rus zulmü altındayız.” diyorlardı ama bazıları yüzlerce yıldır
Rus’un pençesindeydi ve halen de pençeyi bırakmamıştı. Bu Türk devlet ve
topluluklarının ekonomileri çok zayıftı, geniş caddelerinden başka neredeyse hiçbir
şeyleri yoktu. Öyle ki ulusal yayın yapmaya çalışan Kırgızistan Televizyonuna
1970’li yıllarda Rusların çalışamaz raporu verildiği söylenmişti. Televizyon
tekniğini bilen adamların hepsi Rus’tu. Türkiye’yi idare edenler Sovyetlerin
dağılacağını hesap ederek buna göre bir çalışma yapmamıştı ama Türk
Milliyetçileri, Ülkücüler öteden beri “Esir Türk İlleri”ndeki kardeşlerini
tanıyor, biliyor, hesapsız kitapsız seviyor ve bu alanda gönüllü olarak
çalışıyordu.
1990’da başlayan Türk Milletinin yeniden dirilişi döneminde
ihtiyaçlar dağ gibi idi. Siyasi, medeni, ekonomik, diplomatik, haberleşme,
iletişim, sanat, edebiyat… her alanda Türk Cumhuriyet ve topluluklarıyla çok
süratli bir şekilde ilişkiler kurulmalı ve seviyeli bir şekilde yürütülmeliydi.
Karşılıklı elçilikler açıldı. Rahmetli Alparslan Türkeş’in önderliğinde Türk
Dünyası Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayları başlatıldı. TRT Avrasya TV
yayınları devreye girdi. Devletimizin çok önemli bir adımı da Türk
Cumhuriyetlerinden Türkiye’ye öğrenci getirmek oldu.
Sovyetlerin dağılması ile birlikte esen bağımsızlık
esintisinde, Türk Ocakları’nın Türk dünyası gençlerini bir araya getirme
çalışması sırasında Ömeroğlu ve arkadaşlarını daha yakından tanıdım. TRT’de TRT
İNT-Avrasya TV kanalında müzik ve sanat programları hazırlıyor; Türk dünyasıyla
ilgili her gelişmeyi yakından takip etmeye çalışıyor, bunları televizyonda
yayınlamaya çalışıyordum. Hem çalıştığım alanla ilgisi, hem de bir Türk Ocaklı
olmam dolayısıyla Yakup ve arkadaşlarıyla yollarımız sık sık kesişti. Programlarımıza
katıldılar.
O kuşak, ocağın yetiştirdiği ender bir kuşaktı. Türk dünyasından
Türkiye’ye gelen gençlerle doğal olarak kurdukları dostluk bağı, Türk
Devletleri ve özerk bölgelerdeki aynı duyguyla yetişmiş gençleri de kapsadı. Kurultaylarda
buluştular, yayın yaptılar; dostlukları bir teşkilata dönüştü. Sovyetlerin
soktukları bütün ikiliklerin yavaş yavaş üstesinden gelindi. Yakup Ömeroğlu bu
süreçte ilgisi, bilgisi, samimiyeti, güler yüzü, inceliği ile öne çıktı. Siyaset
bilimine vakıf olmayanların kolay kolay yürütemeyeceği bu teşkilatın bir dönem idarecisi
oldu. Kıbrıs’ta yapılan Türk Dünyası Gençlik Kurultayı’nı takip etme fırsatım
oldu. Verilen emeğin şahidi oldum.
Televizyon çekimleri için gittiğim Türk Cumhuriyetlerinde
sanatçıların çok büyük bir ekonomik sıkıntı içinde bulunduklarını görmüştüm. Yazarlar
kitaplarını bastıracak yayınevi bulamıyor, yönetmenler film çekemiyordu. Eser
üretememe noktasına gelmişlerdi. Tarihî Balasagun şehri kalıntısı olan Burana
Minaresi yanındaki küçük müzede rastladığım bir sanatçı, müze duvarındaki
resimden çok hoşlandığımı görünce kolumdan tutup duvarları çepeçevre resimle
dolu küçük bir odaya götürmüş; “Bu resimleri ben yaptım, o gördüğünüz resimden
çok daha güzellerini yapabilirim ama resim yapacak boyam ve malzemem yok!” demişti.
Bu olaylar zihnimde bir Türk Dünyası Sanatçılar Vakfı kurma düşüncesini
doğurdu. Tanıdığım arkadaşlarımdan, yazar ve bilim adamlarından ve bu arada
Yakup Ömeroğlu’ndan vakfın kurucusu olmalarını istemiştim. Yakup sağ olsun beni
kırmamış ve kabul etmişti. Teşebbüsümüz sonuçsuz kalmasaydı Avrasya Yazarlar
Birliği kurulmadan önce bu sivil toplum kuruluşu içinde birlikte çalışma
fırsatı bulacaktık. Nasip olmadı. Daha sonra beni Avrasya Yazarlar Birliği
Derneği kurucu üyesi olmaya davet edince memnuniyetle kabul ettim. Kendisine
Türk milletine hizmet edenlerin hizmetçisi olmaya hazır olduğumu söyledim.
Türkistan coğrafyasına defalarca gidip, aylarca, yıllarca
kalıp eli boş dönen birçok insan tanımıştım. Yakup Ömeroğlu Hoca Ahmet Yesevi
Üniversitesindeki görevinden dönüşünde Yesi ile ilgili “Türkistan, Yesevi’nin
şehri Yesi’ye Dair” adlı bir kitap yazmıştı. Kitabı okuduğumda hakkında bir
yazı yazma ihtiyacı hissetmiş, Türk Yurdu Dergisi’nde de yayınlamıştım.[1]
Türkistan Prodüktör Muharrem Sevil benden hazırlayacağı Asya’nın Kandilleri
belgeselinin metni için Türkistan’ı tanıyan bir kalem sorduğunda tereddütsüz
Yakup Ömeroğlu’nu tavsiye etmiştim.
Kuruluş toplantımızı hatırlıyorum. Avrasya Yazarlar Birliği,
Turan yolunda Türk dünyasının edebi birliği için çalışacaktı. Türk dünyası
yazarları, edebi dergileri, yayıncıları, çevirmenler, eleştirmenler
dikkatimizde olacaktı. Yayınlar yapacak, toplantılar düzenleyecektik. Bir dergi
çıkarılması kararlaştırıldı. Kardeş Edebiyatlar adı daha önce kullanılmıştı.
Adı Kardeş Kalemler oldu. Türk dünyası yazarlarının kitaplarını yayınlamaya
karar verdik. Türk dünyasına yönelik bir roman veya hikâye yarışması açılması
teklifim kabul gördü. Adı Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması oldu. Kuruluşundan
bu güne Yakup Ömeroğlu’na büyük destek veren Şair Ali Akbaş ağabey kuruluş
duasını yaptığını hatırlıyorum. Kıt imkânlarla yola çıkmıştık. Kendimize ait
bir mekânımız olmadığı için bir süre başka kuruluşların mekânlarını kullandık. Yakup
AYB kahvaltılarında insanları buluşturdu. AYB çatısı altında güzel insanlarla,
gençlerle tanıştık. Bu gençlerden daha sonra dergi ve yayınevleri kuranlar
oldu. Türk dünyasının edebi dergileri ile ilgili çalışmalarımız başlamıştı. Dergimiz
ve kitaplarımız yayınlandıkça mutluluk duyduk.
Yakup, hedefine giderken kimseyi incitmek istemeyen,
dikkatli biriydi. İdarecisi bulunduğum TRT İNT ve TRT AVRASYA TV kanallarında
bir Türkçe öğrenme programına ihtiyaç vardı. Bu program için AYB ile
işbirliğine gitmiştik. Bu amaçla Cihan Özdemir Hoca ile bir hazırlık yaptık. Ben
televizyondaki görevimden alındım. Projenin geleceği belirsizleşti. Yerime
gelen arkadaşımızı tanıyordu. “Programı onunla gerçekleştirirsek nasıl olur?”
diye nezaketen sormak için beni İskitler’de bir aşhaneye götürmüştü. Önemli
olan projenin gerçekleşmesiydi elbette.
AYB’nin çatısı altında yürüttüğümüz işlerden biri de Bengü
Kitabevi idi. Altındağ Belediyesinden kiraladığımız Hamamönü’ndeki bir dükkânı
kitapçı dükkânı yapma işini üstlendim. Yayınlarımızı ve başka yayınları burada
satabilirdik. Benim de vaktim vardı, yaklaşık iki yıl adı “Bengü” olan kitapçı
dükkânımızla ilgilendim. Bengü Kitabevi’ne her geldiğinde yayınlarımızın
vitrinlerde yer almasından duyduğu memnuniyeti Yakup’un yüzünden okurdum.
Genellikle sivil toplum kuruluşları birkaç fedakâr insanın
omuzunda yürür. Yakup Ömeroğlu’nun başarısı, idareciliğinde, daha çok da siyasetindedir;
ok gibi hedefine yürümüştür. AYB çatısı altında üç beş kişinin değil, birçok
insanın çalışmalara uzun süre omuz vermesini sağlamıştır. Ayrılmalar olsa da bu
hizmetler birikmiştir. Kardeş Kalemler ve dil dergisi düzenli
olarak çıkmaya, Türk dünyası yazarlarından eserler artarak yayınlanmaya devam
etti. Toplantılar, atölyeler birbirini kovaladı. Konak sohbetleri devam etti.
Bu arada ben Türk Ocakları Sanat Edebiyat Kurulu ile ilgilenmeye başlayınca AYB
çalışmalarına biraz uzak kaldım. Hatta Ocak bünyesinde kurduğumuz Kuşlukta
Yazarlar Topluluğu toplantısına davet ettiğim Ali Akbaş ve Yakup Ömeroğlu’nun
tatlı tarizlerine de hedef oldum. “Bu edebi topluluğu Türk Ocakları’nda değil AYB
bünyesinde kurmalıydın!” dediler. Tabii onlar da birer Türk Ocaklı olarak
asırlık Ocağın edebi bir muhite ihtiyacı olduğunu biliyorlardı.
2018 yılında emekli oldum. Ankara’dan ayrılıp Cide’ye
yerleşince de AYB çalışmalarını uzaktan takip eder hale geldim. Yakup Ömeroğlu
ile son yüz yüze görüşmemiz geçen sene yapılan AYB iftarında oldu. Her zamanki
nezaketiyle davet edince iftara katılma ihtiyacı hissettim. Oradaki
konuşmasında Kaşgarlı Mahmut’un kayıp kitabı ile ilgili toplantımızı
hatırlattı. Duygulandım. Yeniden Ankara’ya gittiğimde AYB’ye uğradım, görevli
arkadaştan birkaç kitap aldım. Başkan’a selam söylemesini istedim. Ayrıldıktan
biraz sonra beni telefonla aradı. Görüşürüz dedik ama görüşemedik. Yakup
Ömeroğlu gencecik ömrüne çok şey sığdırdı. Allah rahmetiyle kuşatsın.
Dileğim Türk dünyası yazarlarının AYB Bengü Yayınları’nca
basılan eserlerinin çok daha geniş kitlelere ulaştırılması, Kardeş Kalemler’in
okurlarının arttırılmasıdır. Türk dünyası edebiyatı için yapılan ve yapılacak
işlerin nitelikli olmasının yanında geniş kitlelere ulaştırılmasının önemli
olduğunu düşünüyorum. Türk milleti için yapılacak çok iş var!