Arslan Küçükyıldız
Hatasız kişi, kul olmaz, derler. Yanılmak, yanıltılmak
insana mahsustur. Tek tek insanlar, zaman zaman yanıltılabileceği gibi, bir
toplum uzun sürelerle de yanıltılabilir. Eninde sonunda gerçeğin ışığı karanlıkları
aydınlatır ve yanılgılar, yanlış anlaşılmalar sona erer, toplum daldığı derin
uykudan uyanır.. mı? Belki. Konu Türkiye olunca bu bir hayli zor. Karanlığa o
kadar alıştık ki ışık gözlerimizi kör ediyor ve gözlerimizi yumuyoruz. Gözümüzün
önündeki çok açık belge ve bilgilere rağmen gerçekleri görmek istemiyor,
alıştığımız yalanlara inanmaya devam ediyoruz.
Bunun ilk sebebi az ve tek yönlü okuyor oluşumuzdur. Az
okumamız biraz da az yazmamızdan, olayların içinde bulunanların arkalarında yazılı
hatırat, belge ve bilgi bırakmamalarından kaynaklanıyor. Peki, aydınlarımızın bu
sınırlı belge ve bilgiden yola çıkarak yaptıkları yayınların azlığına ve yanlı
tutumlarına ne demeli? Hâlbuki arayanlar için biraz çetin olsa da gerçek
bilgiye ulaşmak mümkündür.
İnsanlar, dönemler, kurumlar, devletler, fikirler,
istatistikler… hatta bilinen yerler üzerindeki sahip olduğumuz çelişkili
bilgilerin çokluğu karşısında hayrete düşüyoruz. Herhangi bir konuda bu kadar
farklı bilgi nasıl ortaya çıkıyor? Burada bir bilgi eksikliği yok mu? Neden
kişi, olay, fikir veya kavramlarda bir türlü anlaşamıyoruz? Neden
tartışmalarımız bir türlü bitmiyor? Neden uygarlık binamızı yükseltemiyoruz;
yaptıklarımız yıkılıyor, debelenip duruyoruz. Bu eksikliği aydınlar, üniversiteler,
basın… tamamlamalı iken bizde tersi oluyor; daha da karıştırıyorlar.
Bu karıştırma işi bağnazlıktan ileri geliyor. İdeolojik
bağnazlık sonucu, hap gibi oluşturulan temel metinler, kulaktan dolma
bilgilerle hüküm veren ve hayatını buna göre düzenleyen insanlara
yutturulabiliyor. Bu yüzden kimse kimseyi anlamıyor, herkes birbirini suçluyor.
Bu arada olayların temeline inilemiyor. Her şey havada kalıyor. Buradan da ne
bir fikir, ne de bir gelecek inşa edilebiliyor. Olayları kendi lehine
yönlendirmek isteyen yerli ve yabancı siyasi güçlerin, istihbarat
kuruluşlarının tam da istedikleri bir ortam. Aradan bin yıl geçse de kanayacak
bir yara. Kaşı dur.
Gerçeğe ulaşmak için gerçeğin yazılıp söylenmesini teşvik edilmesi,
yazılmış metinler üzerinde ciddi tenkitler, eleştiriler yapılarak gerçeğe uygun
olup olmadığının belirlenmesi gerekiyor. Çok ciddi eleştiri süzgecinden
geçirilmiş biyografilerin, otobiyografilerin, ansiklopedilerin, sözlüklerin,
kim kimdir gibi eserlerin süratle çoğaltılması için de aydın yazarlara ihtiyaç
var.
Türkiye’nin ve Türk milletinin hızla kendisini toparlaması ve
yaşamak için güçlü olması gerektiği bir dönemde bu kadar kafa karışıklığı
fazla. Demokrasi içinde gelişmek istiyorsak aydınlarımızın, siyasilerimizin,
partilerimizin, kurumlarımızın daha sorumlu davranmaları gerekir. Kendi adıma
Türkiye’nin parçalanıp tarihe gömülmesini seyrediyormuşuz gibi hissediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder