Birkaç yıl öncesine kadar Rıfat Ilgaz’ı hiç okumamıştım.
Sadece Hababam Sınıfı’nı, o da filminden biliyordum. Televizyonlar her eğitim
döneminin başına, ortasındaki tatile, sonuna bu filmi koyuyorlardı. Birkaç kere
seyretmiş, bazılarının gülünç bulduğu bu filmden hoşlanmamıştım. Babam
öğretmendi. Öğretmen okullu olmam dolayısıyla eğitimden az çok anlarım; filmi
eğitim yönünden çok sakıncalı bir film olarak görmüştüm. Bana göre kuşakların
bomboş yetişmesine zemin hazırlayan bir filmdi. Günahı boynuna; Rıfat Ilgaz’ın
dediğine göre “Hababam Sınıfı” sinemaya
uyarlanırken değiştirilmişti. Filmi eserden fazla uzaklaşmış bir uyarlama
olarak görmediğimi ifade etmek isterim.
Cide’ye yerleşince Rıfat Ilgaz’ı okumak farz oldu. Çünkü
babasının Bartınlı olmasına karşın kendisini Cideli olarak tanıtmıştı.
Cideliler de vefa gösterip her yıl bir temmuz ayında yaptıkları bir şenlikle
anısını yaşatmaya çalışıyordu. Merak ettiğim eserlerini okumaya başladım. Kırk
Yıl Önce Kırk Yıl Sonra, Sarı Yazma… Epeyce bir kitabını okudum. Yazdığı türler
içinde en başarılı olduğu tür şiirdi. Hikâyelerini de beğendim ama romanları
için aynı şeyi söyleyemem. Günlük konuşmaları da olağanüstü bir şekilde
aktarabilme yeteneğine sahip bir yazar. Sinemacıların eserine ilgi göstermiş
olması da bu yüzden.
“Karadeniz’in Kıyıcığında” son okuduğum romanı. Oldukça
hacimli, kolay okunan, dili sade, akıcı bir roman; Türkçesiyle kendisini
okutuyor. Ilgaz’ın diyalogları müthiştir. Konu bakımından toplumsal
gerçekçilerin yolundan gitmeye kalkışmış ama becerememiş. Romanda sosyolojik
kurallara, dine, ahlaka, töreye hukuka uymayan malzemeler kullandığı için
inandırıcı olamamış. Tanrısal bakış, yazarın bakış açısı olunca, yazar da çok
iyi bildiği meyhaneden topluma bakınca gördüğü olaylar, kahramanlar,
davranışlar da gerçekçi olmuyor.
Eserin tamamı bir kasabayı eline almış Hacı Dursun’un oğlu
Şevki’nin fabrikalarında çalışan on altı yaşındaki Güllü’ye sahip olması
üzerinde dönüp duruyor. En sonunda olan oluyor; fırtınada batan motordan denize
düşen, Değirmenci Ahmet’le Arabacı Hamit tarafından kurtarılan ve Hacı’nın
fabrikasının temeli olan makineyi kol gücüyle çalıştıran ve Güllü ile evlenmek
üzere olan denizci Recep, bir Kaptan’ın motoruna atlayıp gidiyor. Arada Hacı
Dursun’un insanların emeğini nasıl sömürdüğü, karın tokluğuna nasıl
çalıştırdığı, fakir fukaranın bin bir zahmetle fundalık ve kestanelikleri
yakarak, işleyerek elde ettiği fındıklık arazisinin geçmiş tarihli tapusunu
çıkarttırması ve kasabanın yöneticilerini avucunun içinde oynatması işleniyor.
Genellikle bu tür romanların ustaları okuyucuya bir çıkış
yolu gösterir ve eğer Maksim Gorki gibi usta bir romancıysa o yolda kahramanlarını
yürütür. Hoş Görki’nin sonu kendi açtığı yoldan yürüyenlerin eliyle, kafası
ezilerek olmuştur ya neyse bu konumuz dışı. Bizim toplumsal gerçekçilerimiz genellikle
tanımadıkları köyü, kasabayı romanlaştırırken zorlanmışlar, başarılı
olamamışlardır. Keşke Rıfat Ilgaz güçlü bir kalem olarak ideolojik roman
yazacağım diye böyle zorlanmasa da şiir yazsaydı:
Son Şiirim
Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım! (18.11.1991)
Şu güzelliğe bakın. Bir de şu romana. Ah Rıfat Hoca, bu
harika kalemini niye meyhane dedikodularıyla öldürdün! Bilmez misin, iki tek
atınca insanlar yapmadıkları şeyleri de yapmış, olmayan şeyleri olmuş gibi anlatır;
bundan sosyal gerçekçilik, ideoloji çıkmaz. Çıkarsa böyle Fakir Baykurt’un
romanları gibi vasatın altında yatan romanlar çıkar. Sonuç olarak, okumaya
vaktiniz varsa, dili Orhan Pamuk’tan kat kat güzel olduğundan kolay
okuyacağınız ama yoksa okumadığınız için pek de bir şey kaybetmeyeceğiniz bir
roman Karadeniz’in Kıyıcığında. Yine de küçük kıyı kasabalarına göreve giden
üst düzey memurlara ve özellikle ormancılara bu eseri okumalarını tavsiye
ediyorum; ormanlarımızın yakılarak, fındıklığa çevrilerek nasıl küçüldüğünü,
birilerinin mülkü haline geldiğini anlamalarına yardımcı olacaktır. Belki de
küçük kıyı kasabalarında çarkın nasıl döndüğünü ve bu çarka nasıl
girebileceklerini öğrenirler!
Unutmadan, yazarlar yerel ağızla değil İstanbul Türkçesiyle
yazmalı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder