Arslan
Küçükyıldız
ÖZET
Satranç oyun tahtası üzerinde,
adım adım giden satranç taşları olduğu gibi uçarak giden oyun taşları da
bulunmaktadır. Bu taşlar neden uçarak oynanmakta, uçmakta veya belli bir konuma
gelen piyon, şekil veya kılık değiştirerek niçin vezir veya başka bir oyuncu
olabilmektedir? Türk kültüründeki don değiştirme ve uçma konusu ile satrançtaki
bu don değiştirmenin ve uçmanın bir ilgisi olabilir mi? Çalışmamızda bu
sorulara cevap aranmaktadır. Konuyla ilgili kavramları ele aldıktan sonra
kültürümüzdeki karşılıklarına ve yaygınlığına bakarak Uçma ve Don Değiştirme(Kabulgan)
ile Satranç taşlarının uçarak oynanması ve piyonun istenen taşa dönüşmesi ilişkisini
ortaya koymaya çalışacağız.
METAMORFOZ
Maddenin fiziki ve kimyasal
değişimi, biyolojide metamorfoz olarak bilinen şekil değiştirme ve tasavvuftaki
Don Değiştirme konumuz açısından açıklanmaya muhtaç kavramlardır. Canlıların
içinde, özlerinde, daha sonra başka bir dönüşüme uğrayacağı bilgisi saklıdır.
Her tohumun kendi içinde özünde, bir gün karanlık toprak altından gün ışığına
çıkarak büyüyeceği, dallanıp budaklanacağı ve yüzlerce meyve verecek olgun bir
ağaca dönüşeceği bilgisi saklıdır. Çok küçük bir tane tohum bunu bilmektedir.
Özünde bu bilgiyi taşımaktadır. Su içinde bir larva iken içinde “daha sonra
karada yaşayan bir kurbağaya dönüşeceği” bilgisinin saklı olması metamorfozdur.
Fiziksel değişim, şekil ve dış
görünümün değişmesi anlamına gelir. Fiziksel değişimde, değişime uğrayanın
sadece şekli, rengi, görüntüsü değişmekte “kimliği” değişmemektedir, geri
dönüşüm sağlanır. Örneğin suyun buz olması, buhar olması sadece şeklinin değişmesidir
oysa “su” kimliğini korumaktadır. Suyun okyanusta olması, derede akması, bir
bardakta olması şeklinin değişmesine neden olur oysa kimliği yine su olarak
kalmaktadır. Suyun içine atılan şekerin erimesi de şeklinin ve görüntüsünün
değişmesine neden olur ancak şeker kimliği değişmez. Değişseydi suyun içinde
tadı bozulur başka bir tad olurdu. Şeker moleküllerinin suyun içinde çözünmesi
ve su moleküllerinin arasında rahatça ve özgürce dolaşması ile bir şekil
değiştirme olmaktadır. Şeker kimliği ve su kimliği değişmez. İnsanın oluşumu,
doğarak bebeklikten yaşlanmaya kadar olan fiziksel değişimleri de onun insan
kimliğini değiştirmez.
Kimyasal değişimde bozulma
oluşur ve molekül yapısındaki değişim kimyasal değişimdir. Geriş dönüşümü
yoktur. Örneğin kâğıdın yanması, demirin paslanması, mayalanma olayları eski
haline dönüşemeyeceği anlamına gelen kimyasal değişim olduğunu ortaya koyar.
İnsanın ölmesi ve çürüyerek toprağa karışması kimyasal değişimdir.
Türk masallarında,
efsanelerinde sıkça anlatılan “donuna girme”, “don değiştirme” kulağımıza hiç
de yabancı değildir. Kurbağa prens, ceylan ya da geyik şeklinde insanlar, deniz
kızları, kuş şeklindeki insanlar örnektir. Geyik, kuş, ya da herhangi bir
hayvanın şekline/donuna girme, Şamanizm ve Budizm inançlarında oldukça
yaygındır.
KABULGAN
- DON DEĞİŞTİRME (METAMORFOZ) / HAVADA UÇMA (LEVİTASYON)
Kabulgan Türk, Altay ve Moğol
mitolojisinde “Şekil Değiştirme” kavramına verilen addır. Metamorfoz,
transformasyon anlamındadır. Kubulgan veya Kabulgak da denir. Moğollar Hubılgan
olarak söylerler. Don Bürünme (Ton Bürgünme) veya Donuna Girme (Tonuna Girme)
şeklinde de ifade bulur. Başka bir varlığa dönüşmek, kılık değiştirmektir.
Genelde silkinilerek gerçekleşir. Donuna girmek şeklinde de ifade bulur. En çok
kuş ve geyik donuna girme yaygındır. Erenler güvercin ve geyik tonuna
bürünürler. Kabulmak (Kabulgamak, Kubulmak) fiili ile de kullanılır. Örneğin
bir masalda, mağarada yaşayan 13 kız birdenbire Kurda kabulgar (dönüşür). Ahmet
Yesevi zaman zaman Turna kuşu kılığına girer. Güvercin tonuna bürünen Hacı
Bektaş'ı, Toğrul Baba bir doğan kılığına girerek takip eder.
Türk söylence ve masallarında
"don bürünme" (şekil değiştirme) genelde üstün bir güç (Tanrı,
sihirbaz, cadı, evliya vb.) tarafından, ya yapılan bir iyiliğe karşılık ödül
olarak ya da yapılmış bir kötülüğe karşı ceza şeklinde gerçekleştirilir. Bu
efsane ve masallarda çoğunlukla, “geyik donuna girmek” ve “turna donuna girmek”
şeklindeki bir "kabulgan"dan söz edilir. Bu konuyla ilgili olarak,
Kaygusuz Abdal’ın, şeyhi Abdal Musa’ya nasıl mürit olduğunu anlatan yaygın bir
hikâye güzel bir örnektir. Rivayete göre, Gaybi Beğ adamlarıyla avlanmaya
çıkar. Bir ara güzel bir maral (geyik) görerek adamlarından ayrılır. Bir süre
kovaladıktan sonra geyiği bacağından okla yaralar. Fakat maral koşarak Abdal
Musa’nın tekkesinden içeri girer. Gaybi Beğ de onun arkasından tekkeye girer ve
Abdal Musa’ya postunda otururken durumu anlatır. Abdal Musa cüppesini yukarı
kaldırır ve koltuğunun altına saplanmış oku gösterir. Şaşkına dönen Gaybi Bey,
affını ister. Geyik, kuş ya da herhangi bir hayvanın şekline girme öykülerinin
bir kısmı şamanist gelenekten, bir kısmı da Budizm’den kaynaklanmaktadır.
Buryatlara göre Kubılgan
(Hubilgan) bir ruhtur. Genellikle bir kuş olarak görünür.
Kabulgan: (Kap/Kab) kökünden
türemiştir. Kabuk kelimesiyle aynı köktendir. Kabuk değişmek, biçim değiştirmek
anlamlarına gelir. Kap sözü ile de bağlantılıdır. Ton: (Don/Ton/Tong) kökünden
türemiştir. Giysi, teçhizat demektir. Donanım kelimesi bu kökten gelir.[1]
DESTANLARIMIZDA
DON DEĞİŞTİRME
Altay Destanları pek çok
mitolojik ayrıntıyı bünyesinde taşıdığı ve don değiştirme kavramı da sık sık
işlendiği için bu konuya giriş yapmak üzere birkaç Altay Destanına bakmak
faydalı olacaktır. Bu destanlardan Oçı-Bala Destanı’nda(Dilek, 2007), Oçı-Bala,
Kan-Taacı üzerine yürürken karşısına çıkan kara boğayı yenmek için kartala, atı
ise kızıl bir boğaya dönüşür. Boğayı yendikten sonra bir vadiyi tilki ve tavşan
donuna girerek geçer. Kağan’ın sarayına ulaştığında ise çok güzel bir kız
kılığına girerek etraftakilerin onu tanımasına engel olur. Kağan onu
Oçı-Bala’yı yakalamak ile görevlendirir. Bunun üzerine Oçı-Bala tuttuğu bir
aygırı kendi atına, bir dağı ise kendisine çevirerek kağanın huzuruna
getirir.(Dilek, 2007).
Don değiştirme ile ilgili bir
diğer örnek Maaday-Kara Destanında karşımıza çıkar. Kara-Kula Kağan,
Maaday-Kara’nın memleketini ele geçirir. Sürülerini zapt eder. Bir kısrak
sürüden kaçmayı başarır, Maaday-Kara’nın ülkesine kaçan kısrak burada boz bir
ineğe dönüşür. Bu ineğin böğürmesiyle Altay’ın ruhu bir kadın şeklini alarak
dağa bırakılan çocuğu aramaya başlar.(Beki, 2007). Bu çocuk büyür ve inek
tekrar bir ata dönüşür. Çocuğun adı Kögüdey- Mergen’dir. Kögüdey-Mergen anne ve
babasını aramak üzere Kara-Kula Kağan’ın yurduna gelir. Burada Kögüdey- Mergen
ve atı don değiştirip dolaşmaya başlar.(Beki, 2007).
Kögüdey Kökşin ile Boodoy-Koo
Destanında da don değiştirme kendisine yer bulmuştur. Boodoy-Koo önce ölen
ağabeyinin kılığına girer, Karatı Kağan’ın yurduna gidip kızıyla evlenmek
isteyenlerin katıldığı yarışmaya dâhil olur. Yani yer altı olarak
düşünebileceğimiz dünyaya kılık değiştirerek girebilir.(Dilek, 2007).
Destanın devamında Boodoy-Koo
tavşan kılığına da girmektedir.
Altın Ergek Destanı’nda ise,
Altın Ergek, Agay Taacı ve Kögöy Taacı’ya yardım etmek üzere yola çıktığı zaman
karşısına engeller çıkar. Bunlardan birisini aşmak için atı bir doğan kendisi
ise ot kılığına bürünür. Daha sonra ise, önlerine sarı nehir ve o nehirde nöbet
tutan iki adam çıkar. Burayı da balık kılığına girip geçen Altın Ergek, iki
kardeşin yurduna ulaşır. Burada kendisi yaşlı bir erkek, atı da onun karısı
olan yaşlı bir kadın kılığına girerler.(Dilek, 2007).
Bu dört destan İslamiyet
öncesi döneme aittir ve doğrudan doğruya Şamanizm’in etkisi ile
şekillenmişlerdir. Şamanizm, milattan önceki devirlerden bu yana Türklerin ve
çevrelerindeki toplulukların, İç Asya ve Orta Asya’da yaşadıkları bölgede uyguladıkları
ve Şaman adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve
uygulamalar bütünüdür ve totemist inançlar, ata kültleri, hayvan kültleri, doğa
kültleriyle birlikte görülmektedir.(Çoruhlu, 2011). Yukarıdaki destanlarda
kahramanlarımız zorlu yolculukları ve engelleri don değiştirerek aşmayı
başarırlar. Bu tıpkı Şamanın esrik yolculuğu esnasında gökyüzüne çıkabilmek
için kuş vs şekline girmesine ya da ruhların onu tanımaması için maskeler kullanmasına
benzemektedir. Yukarıda ki destanlardan başka Manas Destanında
da Ay Çörek’ın kuş kılığına girmesi veya bu şekilde kendini ve evladını korumaya
çalışması ayrı bir öneme haizdir. Bu konuyu Çiğdem AKYÜZ şu şekilde ele
almıştır;
“Ay Çörek de Kanıkey gibi
eşinin ölümünden sonra onu öldüren düşmanlardan intikamını almıştır. Oğlu
Seytek’i de bir kahraman gibi yetiştirmiştir. Semetey’in ölümünden sonra Ay
Çörekle nikâhlanan Er Kıyaz, Ay Çörek’in dünyaya getirdiği Seytek’i öldürmek
istemiştir. Ay Çörek, “Bu yavruyu öldürürsen kuğu giyimimi giyip uçar babama
giderim. Öcümü senden alırım.” (İnan, 1992, s. 178) diyerek onu tehdit
etmiştir. Bu tehditten korkan Er Kıyaz, çocuğu evladı olarak kabul etmek
zorunda kalmıştır.”(Akyüz 2010:176).
Ural-Batur, Ak Boz At ve daha
pek çok destanda don değiştirme motifi karşımıza çıkar. [2] Ural Batır’un kardeşi
Şülgen devler diyarında ejderha donuna; Ural Batır’un karısı Huma ile Şülgen’in
eşi Ayhılıv kuş donuna; devler padişahı Ezreke’nin oğlu Zerkum da yılan ve
balık donuna girmişlerdir.
İslami dönem destanlarımızda
da don değiştirme kendisine yer bulabilmiştir. Satuk Buğra Han Destanı bu
konudaki en önemli destanlarımızdan birisidir. Destan şu şekilde gelişir;
Hz. Muhammed miraç esnasında
peygamberlerin yanında tanımadığı birini görür. Bu kişinin kim olduğunu
Cebrail’e sorar ve "Bu Peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır
sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan`da sizin dininizi yayacak olan
bu ruh ‘Abdülkerim Satuk Buğra Han’ adını alacaktır." yanıtını alır.
Hz. Muhammed yeryüzüne
döndükten sonra her gün İslâmiyet’i Türk ülkesine yayacak bu insan için dua eder.
Muhammed bin Abdullah’ın arkadaşları da bu ruhu görmek isterler. Bunun neticesinde
başlarında Türk başlıkları bulunan, kırk silahlı atlı görünür. Abdülkerim Satuk
Buğra Han ve arkadaşları selam verip uzaklaşırlar. Bu olaydan üç asır sonra
Satuk Buğra, Kaşgar hanının oğlu olarak dünyaya gelir.
Satuk Buğra, 12 yaşına
geldiğinde arkadaşlarıyla beraber ava çıkar. Kendini ava o kadar kaptırır ki
arkadaşlarından uzaklaştığının farkına varmaz. Kaçan bir tavşanın arkasından
hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve yaşlı bir insan
şekline girer. Satuk Buğra'nın daha sonra Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi
Satuk Buğra'ya Müslüman olmasını öğütler ve İslâmiyeti anlatır.
Destanın devamında Satuk Buğra
Müslümanlığı çeşitli mücadelelerden sonra Türkler arasında yaymayı başarır. (Sepetçioğlu,
2001).[3]
Görüldüğü üzere İslamiyet ile
beraber artık Şaman miraslar İslami bir kimliğe bürünmeye başlamıştır. “Burada
aracı kişi tavşan donuna girmiştir. Kimliğin gizlenmesi, avcıyı peşinden
sürüklemesi, gösterdiği olağanüstü dönüşümle ikna etmesi için
gerçekleştirilmiştir”.(Banarlı 1987: 268-269). İslâm öncesi düşünce yapısı,
böylece İslâm sonrasına taşınmış ve uyarlanmış olur. Bu, halk hikâyelerimizde daha
da belirginleşecektir.
DON
DEĞİŞTİRME VE UÇMA
Kültürümüzde Don
Değiştirme(metamorfoz) ile Uçma
(Levitasyon) olayı, genellikle yan yana görülmektedir. Anadolu Erenlerinin
“kuş” donuna girmeleri çok yaygındır. Kuş inancı, ruh ile bağdaştırılmıştır.
Türk inanışlarında, gelenek ve göreneklerinde, bir evde bir kişi öldüğünde onun
odasında ışık açık tutulur ve tüm gece boyunca odanın ortasına bir bardak su
konur. Ölenin ruhunun bir kuş olarak geleceği, bardakdaki su ile temizlenip
uçacağı ve aslına kavuşacağı inancı yaygındır. Bu da ayetlerde herkesin gönül
kuşunun büyük gönül kuşuna bağlı olduğu inancı ile aynıdır. Ten bir kafestir ve
ruh içinde haps olmuş bir kuştur. Kuş ancak ten öldüğünde özgürlüğüne kavuşur
ve büyük kuşa tekrar kavuşur. Yani yaradılışta özden ayrılan parçanın tekrar
kendi özüne kavuşması manasıdır. Bu yüzden rivayetlerde sıkça, güvercin
kuşundan bahsedilir. Özellikle Hacı Bektaş Veli güvercin sembolü bulunmaktadır.
Güvercinin eski Türklerde Gök Tanrısını sembolize ettiği inanışı vardır.
Farsçada kebut gök rengi anlamına gelir ve kebut kelimesinden türeyen kebuter,
güvercin anlamındadır. [4]
Havada Uçma motifine ilişkin
yalnızca iki menkıbe bulunmaktadır. Bunların ikisi de Vilayetname-i Sultan
Şucauddin’dedir. Bu menkıbelerden ilkine göre, sultan bir gün müritleriyle
otururken aniden vecde gelip herkesin gözü önünde yerden yükselmiş ve
bulutların üstünde bir süre uçtuktan sonra tekrar yere inmiştir. İkinci
menkıbede ise, Sultan Şucauddin kendisine bir koyun vermeyi reddeden sürü
sahibine kızarak havalanıp uçmuş ve bulutlara yükselmiştir.[5]
Ruhun farklı bir bedende
dolaşması halk anlatılarına da girmiştir. İslamiyet öncesi inanç motiflerinden
sayılan “don değiştirme” veya “hayvan donuna girme”, menkıbelerde sıkça
rastlanılan bir motiftir (Ocak 2000: 283, Ocak 1984: 71, 81). En bilinenleri
Hacı Bektaşi Velinin kuş donuna girmesi veya Abdal Musa’nın geyik donunda
dolaşması ile ilgili anlatılardır (Ocak 2000: 31‑37, Millî Folklor, 2011, Yıl 23, Sayı 91 76 http://www.millifolklor.com
Ögel 2003:20-31). Bu motifle ilgili üç menkıbeden ilki, "Vilayetname-i
Hacım Sultan"'da geçer, Hacım Sultan'ın, Seyyid Battal Gazi'nin mezarını
ziyareti sırasında gerçekleşir. İkincisi, "Vilayetname-i Abdal
Musa"'da geçer, Kaygusuz Abdal'ın, şeyhi Abdal Musa'ya nasıl mürid
olduğunun anlatıldığı olayları içinde gerçekleşir. Üçüncüsü ise, "Vilayetname-i
Sultan Şucauddin"'de geçer, Sultan Şucauddin'e aittir.[6] Şekil veya don değiştirme,
menkıbelerin dışında efsanelerin (Ergun 1997:165-199, Ögel 2002:133- 143), halk
hikâyelerinin (Alptekin 2009: 302-305) ve halk masallarının (Türkan 2008:
140-151) da konusunu oluşturmaktadır.[7]
Don ya da şekil değiştirme
hadisesi, ermiş bir kişinin turna, güvercin, doğan, geyik, yılan, balık veya
ejderha gibi hayvanların şekline girmesi şeklinde tezahür eder. Ahmet Yesevi'nin, turna, Hacı Bektaş
Veli’nin, güvercin, Doğrul Baba ve Abdülkadir Geylanî'nin doğan, Abdal Musa’nın
da geyik donuna girdiğini bilmekteyiz. Bu tarz bir örneğe Divriği’de yatmakta
olan Koca Saçlı kıssasında da rastlamaktayız. Koca Saçlı, sırayla geyik, kuş ve
aksakallı derviş donuna girmiştir. Erikli köyündeki Fıdıl Baba Dağı’nda, geyik
donunda yaşayan Koca Saçlı, kendisini vurmak isteyen bir avcıyı uzun müddet
arkasında dolaştırmış ve birden geyik donundan kuş donuna girmiştir. Uçup bir
kilisenin çatısına konmuş, burada da silkinip aksakallı bir derviş olmuştur.
Keşişlere, kendisini Hacı Bektaş Veli’nin gönderdiğini söylemiş bilahare onları
Müslüman etmiştir. [8]
Halk anlatıları, ihtiva
ettikleri bir kısım motifler ve hatta bazı tipler itibariyle evrensellik arz
ederler. Anlatılar bu yönleriyle, "Dünya halk kültürlerinin ortak düş
ırmakları" gibidir. Ancak, bu ortak düş ırmaklarının oluşumunda
milletlerin katkıları aynı oranda değildir. Köklü bir tarihe ve kültüre sahip
olan milletler, bu düş ırmaklarına kendi renklerini vururlar. Bu hal adeta bir
tabiat yasasıdır. Büyük medeniyetler kurmuş olan milletler, büyük gezegenlere
benzerler. Etraflarında hayat verdikleri, feyiz verdikleri peykler bulunur.
Dünya üzerinde yaşayan kavimlerin dahil oldukları medeniyet daireleri de
böyledir. Bu medeniyet dairesine damgasını vuran kültürler, yani etkin
kültürler olduğu gibi; değer ve normlarını, çekim alanına girdiği etkin
kültürün değer ve normlarına göre şekillendiren kültürler de vardır. Aynı
medeniyet dairesinde yer alan kültürlerin benzer değer ve normlara sahip
olmalarının temel sebebi de budur. Folklor incelemeleri, tarihin ve
geleneklerin izleri sürülerek yapılır, motiflerin kültürlerle münasebeti ortaya
konulabilirse, ortak düş ırmaklarına kültürlerin ne oranda katkıda bulundukları
gözlenebilir Halk anlatılarının yapı taşları, motifler ve tiplerdir. Bu
unsurlar, kültürlerin edinimleri için bir tür muhafaza vazifesi görürler.
Kültürlerin binlerce yıllık tecrübeleri ve kabulleri, motifler ve tipler
vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Bütün kültürler, yazının toplum
düzenine hâkim olmadığı dönemlerden başlayarak, varlıklarını muhafaza etme
uğrunda, motifler ve tipler üzerine bina ettikleri anlatılardan istifade
etmişlerdir. Motifler ve tipler, aslında birer simgedir, semboldür. Simge
olmaları itibariyle evrensel olmakla birlikte aslında her kültürde aynı şeyi de
simgelemezler. Yani, bu simgelerin, bu kalıpların evrensel olmaktan öte bir de
kültürel boyutları vardır. Mesela: Kuş şekline girme motifini ele alalım.
Motif, bu manada her hangi bir kültüre özgü değildir. Uçma arzusu bütün
insanlığın hayalidir. Kuşlar gibi hür olmak, kuş olmayı dilemek ve bunlarla
ilgili tevatürler yaratmak her düzeyden kültürde görülebilecek bir
fevkalâdeliktir. Ancak, uçmak arzusuyla da olsa, hangi kuşun şekline girildiği
ve niçin o şeklin seçildiği kültürün tercihidir. İşte bu noktada motifin
kültürel boyutu ortaya çıkar. Bundan sonraki aşama, motifin veya tipin başka
kültürlerdeki benzerleriyle mukayesesidir ki, bu benzerlikler o kültürün etki
alanının belirlenmesinde önemli ipuçları verecektir. Kültürlerin başka
kültürler üzerindeki etkinliği, yarattığı veya sahiplendiği motiflerle doğru
orantılıdır. Etkin kültürler, motifleri ya kendileri yaratırlar ya da kendi
değer ve normlarıyla ilgili bir olguya bağlayıp sahiplenirler. Motifle kültür
arasındaki bu bağlantı (motifin anlatılarında yer aldığı kültürün değer ve
normlarıyla ilgili bir olguya bağlanıp bağlanamadığı, bu olguya bağlı olarak
etrafında tali unsurlar oluşturup oluşturamadığı ve kültürün estetik
yaratılarının hemen tamamında yaygın bir şekilde işlenip işlenmediği sorularına
verilecek cevaplarla) büyük ölçüde tespit edilebilir. Bu incelemeden maksadımız,
"şekil değiştirme" motifinin anlatılarımızdaki izini sürerek
yukarıdaki soruların cevaplarını bulmağa çalışmak olacaktır. Bu motifin
tezahüründe, kültürümüzün tercihlerini sebep-sonuç ilişkisi içerisinde bir
olguya bağlamaya çalışacağız.
Türk halk anlatılarının her
türünde (masal, hikâye, efsâne, destan, türkü, ...) sıkça işlenen[9], "şekil
değiştirme" veya "suret değiştirme" denilen bu motif, iki farklı
şekilde görülmektedir. Şekil değiştirme; ya kahramanın iradesine bağlı bir
meziyettir, ya da kahramanın iradesi dışında bir kısım sihirli objeler
vasıtasıyla gerçekleşen fevkalâdeliklerdir. Türk halk anlatılarında kahramanın
iradesi dâhilinde ortaya çıkan şekil değiştirmeler, umumiyetle "don
değiştirme" diye adlandırılmaktadır. Masallarda da görülmekle birlikte
genellikle evliya menkıbelerinde rastladığımız ve "don değiştirme"
tabir olunan bu motifin, kahraman açısından dinî-mistik bir güç, bir meziyet
olduğu söylenebilir. Evliya menkıbelerindeki görünüşü değerlendirildiğinde, bu
fevkalâde hâlin bir keramet olarak takdim edildiği anlaşılmaktadır. Evliya
menkıbelerinde İslâmî bir renge bürünmüş olan, fakat Bahaeddin ÖGEL
(Ögel1993:29), Abdulkadir İNAN (İnan 1987:462), Ahmet Yaşar OCAK
(Ocak1983:154-172) gibi Türk kültürü uzmanlarınca İslam öncesi Türk inanç sisteminin
bir uzantısı olarak yorumlanan bu motifin; menkıbelerimizde, masallarımızda ve
destanlarımızdaki görünüşünü ana hatlarıyla ele almak istiyoruz.
Şekil değiştirmeyle ilgili
bilinen en yaygın örnek Hacı Bektaş-ı Veli'ye aittir. Bektaşi şairlerinin şiirlerinde
bir mazmun olarak kullanılan ve Velâyetname'de de yer alan bu husus kısaca
şöyledir: Rum erenleri Hacı Bektaş'ı Anadolu'ya sokmak istemezler. 57.000 Rum
eri velayet kanatlarını açıp, ta arşa değin yolu bağlarlar. Hacı Bektaş, ma'na
âleminden velâyetle sıçrayıp arşın tavanına erişir ve bir gökçe güvercin
şeklinde kanat vurup Sulucakarahöyük'te bir taş üzerine konar. Velâyetnâmenin
bir başka yerinde, Ahmed-i Yesevi'nin manevi evladı olarak gösterilen Kudbüddin
Haydar'ı zindandan kurtarmak için Hacı Bektaş'ın şahin donuna girdiği, Ahmed-i
Yesevi ve baş halifelerinin turna donuna girip uçtukları, Hacı Bektaş-ı
Veli'nin ıbrıktarı ve baş halifelerinden Sarı İsmail'in şahin donuna büründüğü,
Beyazıd-ı Bistâmi'nin Anadolu'daki ulu halifelerinden biri olarak gösterilen
Hacı Togrul'un doğan donuna girdiği, yine Hacı Bektaş-ı Veli'nin baş
halifelerinden biri olarak gösterilen Baba Resul'ün bir yerde geyik bir yerde
de güvercin donuna girdiği ve Ahi Evran'ın da yılan donuna girdiği
anlatılmakta-dır.(Aslan1999:13-26) Şekil değiştirme, don değiştirme veya suret
değiştirme dediğimiz bu fevkalade halin, Dede Korkut'un Deli Dumrul Boyu'nda da
benzer şekilde işlendiğini hatırlatmak isteriz.(Ergin 1989:179)
Deli Dumrul Boyu'nda
Azrail'in, menkıbelerde ise evliyadan kimselerin "suret değiştirme"
durumlarında kuş donunu tercih etmelerinin sebepsiz olmadığını düşünüyoruz.
Bundan da önemlisi, tercihin güvercinden yana kullanılmasıdır ki, güvercinin
tercih ediliş sebebinin ise "Gök Tanrı İnancıyla" alakalı olabileceği
kanaatindeyiz.
Ruhun kuş tasavvur edilişi
birçok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de görülen bir husustur. Bu
tasavvurla ilgili yöremizde (Yozgat- Boğazlıyan) uygulanan bir inanışı örnek
olarak vermek istiyorum. "Cenaze çıkan evlerde, cenazenin çıktığı odanın
ışıkları en az bir gün açık bırakılır ve odanın ortasına su dolu bir kap
konulur. Ölen kişinin ruhunun kuş şeklinde evine geleceğine ve o kaptan su içip
yıkanacağına inanılır". Suda ıslanmak, ıslanıp günahlardan arınmak çok
eski bir inancın izleri olsa gerektir. Ölmek kelimesinin Eski Türkçedeki
karşılığının "ıslamak" (Toparlı1993:159-225) olduğu düşünülürse bu
âdetin ne kadar eski ve köklü olduğu anlaşılabilir. Ruhun kuş tasavvur
edilişinin kültürümüzdeki eski delillerinden biri de Orhun Abidelerinde kutsal
sayılan ve yaratılış itibariyle üstün görülen kişiler için öldü yerine,
"kergek boldı" veya "uçtı" denilmesidir.(Orkun1994:811)
Tanrı'nın ve iyi ruhların gökte, Erlik ve kötü ruhların yer altında
karanlıkılar âleminde olduğu inancından dolayıdır ki, Tanrı katına
va¬rabilmenin uçarak mümkün olabileceği düşünülmüş, İslâm'ın Cennet dediği ve
uçarak ulaşılan bu yere de uçmak denilmiştir. Gerçi uçmak kelimesinin Sogdca
"uçtmak" kelimesinden geldiği iddia ediliyorsa da, ruhun yükseldiği,
uçtuğu yer anlamında Türkçe uç kökünden yapılmış olabileceği göz ardı
edilmemelidir.[10]
MASALLARIMIZDA
DON DEĞİŞTİRME
Belirtildiği üzere Türk
masallarında don değiştirme anlatımlarına sık sık rastlanır. Don değiştirme
motifi bilindik Ali Cengiz masalında da karşımıza çıkar. Ustasından bu oyunu
öğrenen delikanlı sırasıyla at, koç, kuş, elma, darı ve sansar olur. Onu
ortadan kaldırmak isteyen ustası da şahin ve horoz olursa da çırağını mağlup
etmeyi başaramaz. Bu masalda kılıktan kılığa girme süreci çok hızlı bir şekilde
yapılmaktadır. Kahraman, zekâsı ile kılıktan kılığa girerek kötü kalpli
kahramanı yener ve onun esir tuttuğu genç kızı kurtarır.
Ali
Cengiz Oyunu[11]
Bir varmış, bir yokmuş evvel
zamanda, güngörmüş, bir kadının gayet yakışıklı, boylu poslu, bir delikanlı
evlâdı varmış. Onu kadıncağız saraya hükümdar maiyetine vermiş.
Günün birinde hükümdar,
maiyetinin arasında dolaşırken hepsine sordu:
“İçinizde Ali Cengiz oyununu
bilen var mı?”
Hepsi sustular, cevap
vermediler. Yalnız içlerinden o delikanlı karşılık verdi:
“Emirimiz, eğer müsaade
verirseniz, ben gidip Ali Cengiz’i bulayım ondan ders alayım, geleyim.”
Hükümdar, delikanlının bu
cesaret ve atılganlığını takdir ederek, o saat ona müsaade verdi.
Delikanlı, oradan kalktı,
doğru Ali Cengiz’ in evine yollandı.
Yolda giderken bir seyyaha
rast geldi. Seyyah ona sordu:
“Nereye gidiyorsun evlâdım?”
Delikanlı şu cevabı verdi:
“Ali Cengiz’den oyununu
öğrenmeye gidiyorum.”
Seyyah delikanlının koluna
girerek dedi ki:
“Gel evlâdım! Ben sana onu
öğreteyim.”
Biraz sonra seyyahla delikanlı dağlara
düştüler. Gide gide seyyahın oturduğu esrarengiz bir mağaraya geldiler. İçeri
girip oturdular. Bir aralık seyyah dışarı çıktı. Yalnız kalan delikanlı, gayet
geniş olan mağarada dolaşmaya başladı. Orada bir oda buldu. Kapıdan bakınca
ayın on dördü gibi güzel bir kızın gözü iki çeşme ağlayarak nakış işlediğini
gördü. Selâm vererek odaya girdi. Kıza sordu:
“İn misin, cin misin?”
Kız cevap verdi:
“Ne inim, ne de cinim, sizin
gibi bir insanım.”
Delikanlının hayretini mucip
oldu, kıza sordu:
“Peki, siz buraya nasıl
geldiniz?”
“Efendim, beni vaktiyle annem
mektebe yollamıştı. Yolda bu seyyaha rast geldim. Beni alıp buraya getirdi.
Okutmaya başladı. Fakat ben onun, okurken söylediklerini ve bütün marifetlerini
öğrendiğim için beni bu odada hapsetti.”
Kız bunu dedikten sonra
delikanlıya korkunç bir kuyu gösterdi. Bunun içi hep insan ölüleri ile dolu
idi. Oğlan bunu görünce aklı başından gitti. Bayılmak derecesine geldi.
Sonra, oğlanı teskin ederek
nasihat etmeye başladı:
“Yiğidim, bu seyyah seni doğru
olarak okutacak; fakat sen sakın öyle okuma, hep tersine oku, bu sözlerimi
hatırından çıkarma.”
“Bu adam Ali Cengiz’dir.”
Oğlan, bu nasihati dinledikten
sona kıza teşekkür ederek, eski yerine gelip oturdu. Biraz sonra seyyah geldi.
Delikanlıya dedi ki:
“Haydi, gel oğlum! Seni
okutmaya başlayayım.”
Delikanlı “Peki efendim,
hazırım” diyerek seyyahın önüne oturdu, seyyah, kitabı açarak delikanlıyı
okutmaya başladı. Fakat oğlan kızın dediği gibi yapmaya, yani seyyah, tekne
dediği zaman direk, direk dediğinde o tekne deyip, her şeyi ters söylüyordu.
Seyyah, delikanlıya (Ali
Cengiz) kitabını okuttu. Delikanlı (Ali Cengiz) oyununu en ince noktasına kadar
öğrendi. Fakat delikanlı her bellediğini yalan yanlış okumaya başladı, öyle ki,
seyyah ona kızarak:
“Sen ne akılsız adamsın! Hiç
okuduğun şeyin ezberleyemiyorsun!” diyerek, ona mükemmel bir dayak atıktan
sonra dağ başına alıp götürdü, orda bıraktı.
Oradan seyyah savuşunca,
delikanlı hemen başını alıp yürüye yürüye annesinin evine geldi. Onu çoktan
beri görmeyen kadın öyle sevindi ki, hemen çocuğuna sarılarak ağlamaya başladı.
Ertesi gün delikanlı annesine:
“Valideciğim! Yarın ben at
olacağım. Hemen beni saraya götür sat, fakat sakın yolda giderken dizginimi
kimseye verme.” dedi.
Ertesi gün kadın baktı ki,
hakikaten oğlu güzel bir at olmuş, hemen onu aldığı gibi doğru saraya götürüp
iyi bir fiyatla sattı.
Gece olunca, kadının kapısı
çalındı. Açınca karşısına oğlu çıkmasın mı, hayretler içinde kaldı, onu eve
aldı. Beraber yemek yedikten sonra, delikanlı annesine dedi ki:
“Anneciğim! Yarın ben bir koç
olacağım. Beni saraya götür, hükümdara satıver.”
Sabah olunca, delikanlı
seyyahtan öğrendiği hüneri sayesinde kendisini birkaç dakika içinde koç yaptı.
Annesi de onu saraya götürdü, yolda giderken seyyaha rastladı. Koçu görünce
tanıdı, kendi kendine;
“Vay kâfir enciği çocuk vay,
dedi, demek Ali Cengiz oyununu öğrendi.”
Sonra kendisini ateş yaparak
kadının yolunu kesti, Fakat kurnaz ve hünerli delikanlı, derhal kuş olup uçtu.
Bunu gören seyyah bir güvercin olarak onu arkasından kovalamaya başladı.
Bu esnada bu manzaraya alık
alık hayretle bakan kadın buna şaşıp kaldı.
Kuş olan delikanlı, güvercini
görünce hemen saraya giderek, elma olup hükümdarın kucağına düştü…
Seyyah hemen eski haline dönüp
hükümdarın karşısına çıkarak, kucağındaki elmayı gösterip dedi ki:
“Bu elma benimdir.”
Hükümdar şaşkınlıkla cevap
verdi:
“Nasıl olur… Fakat istersen
senin olsun.”
Seyyah tam elmayı almaya
hazırlanırken elma darı tanesi olup yere saçıldı. Bunu gören seyyah hemen tavuk
olup, darıyı yemek için gagasını uzattı. O sırada, darı sansar olup, süratle
tavuğun üstüne sıçrayarak tavuğu boğdu, kanını emdi.
Sonra silkinip eskisi gibi
delikanlı oldu.
Bunu gören hükümdar, hayretler
içinde kalarak:
“Vay sen misin evlâdım?”,
dedi.
Delikanlı:
“Evet Emirim!” dedi. “İşte
buna Ali Cengiz oyunu derler. O seyyah benim ustam idi. Beni kıskandı,
öldürmeye kalkıştı. Ben ondan üstün çıkarak gördüğünüz gibi onu helâk ettim.”
Hükümdar bundan fevkalâde
memnun olarak onu azat etti. Eline yüz bin akçe verdi. Delikanlı da bunları
alınca hemen mağarada bıraktığı kızı kurtardı. Büyük bir konak satın alarak
mükellef bir düğün yaptı. Yiyip içerek muratlarına nail oldular.
Onlar ermiş muradına biz
çıkalım kerevetine…
ÇOCUK
OYUNLARINDA DON DEĞİŞTİRME
CAN
OYUNU
Bazı çocuk oyunlarımızda,
Mangala’da ve Satranç oyunlarında görülen, bir oyuncuya diğer oyunculara göre
farklı bir üstünlük kazandırılması, terfi ettirilmesi durumu söz konusudur. Bu
özellik, Mangala’daki Tuzdık taşının şekil ve işlev değiştirmeyle diğer taşlara
göre daha üstün olmasına, Satranç’taki ilerlemiş Piyon’un Vezir veya bir başka
oyuncu haline gelmesine benzer. Oyuncuya bir nevi kılık değiştirme veya don
değiştirme işlemi uygulanmıştır. Buna örnek olarak Van’da oynanan Can adlı bir
oyunumuzu aktarmak istiyorum:
Can Oyunu, kız-erkek
karışık oynanır. Oyuncu sayısı fark etmez. Açık alanda oynanır. Tekerlemesiz
oyunlardandır. Müziksizdir. Oyuna başlayacak oyuncu oyuncuların kendi
aralarında sayışarak belirlenir. Oyunda Top kullanılır. Oyunu kaybeden çıkar,
kazananlar tekrar oynarlar. Büyüklerle oynanabilir. Çocuğun oyun oynaması
karsısında büyüklerin tepkisi olumludur. Oyun şöyle oynanır:
Önce oyuncular gelir.
Oyuncular arasından iki kişi öne çıkar. Bu iki kişi farklı iki grubun temsilcisi
olurlar. Diğer oyuncular arasından kendi gruplarına oyuncu seçerler. Oyuncuları
seçen bu kişiler “attım, battım, attım...”seklinde birbirlerine doğru
ilerlerler. Kimin ayağı diğerinin ayağının üzerine gelirse, o kişinin grubu
ortaya geçer. Oyun için geniş bir alan seçilmeli, oyun süresince bu alan dışına
çıkılmamalıdır. Diğer grup topu alır ve ortada olan grubun oyuncularına atmaya
çalışır. Kendisine top isabet eden oyuncu oyundan çıkar. Fakat ortadaki
oyunculardan biri karsıdan atılan topu tutarsa 1 Can hak kazanır.[12] 1 Can’a sahip olan
oyuncuya oyunun ileriki aşamalarında top isabet ederse Can hakkını kaybeder.
Yani Can’ı bitmiş olur. Herkes yandıktan sonra en sonda bir kişi kalır. En
sonda kalan ‘Altıları’ oynar. Yani Sayı altı olana kadar top oyuncuya değmezse
‘bir kama’ olur. Oyuncuların hepsi oyuna girer. Eğer Altılarda sonda kalan
kişiye top değerse o kişi yanar. Bu sefer de diğer grup ortaya girer, diğer
grup ise dışta kalarak atış yapar. Oyun böyle devam eder. (Ebru Tunçadam’dan
derlenmiştir.) [13]
ZEKÂ
OYUNLARIMIZDA DON DEĞİŞTİRME
DOKUZTAŞ
/ ONİKİ TAŞ OYUNLARINDA DON DEĞİŞTİRME
Geleneksel oyunlarımızın belki
de en yaygın olanlarından biri Üç Taş oyunudur. Bu oyunda yere veya bir kâğıda
çizilen kare şekli ortalarından artı işareti şeklinde birleştirilir. Oyuncular
farklı renklerdeki taşlarını sırayla karenin köşelerine veya ortasına koyarlar.
Konma işlemi sırasında birbirlerinin taşlarının aynı hizaya konmasının önüne
geçerler. Konduktan sonra da oyun sırasında üç taşın bir hizada yan yana
gelmesini engellemeye çalışırken kendi taşlarını bir hizaya getirmeye
çalışırlar. Kim önce üç taşını önce hizaya getirebilirse oyunu kazanır. Üç Taş
oyununun biraz daha zorlaştırılmış hali Dokuz Taş oyunudur. Üç Taş oyununu
küçükler oynarken Dokuz Taş oyununu büyükler oynar. Oyunda içi içe geçmiş
kareler fazlalaşmış, taş sayısı dokuz olmuştur. Oyunun biraz daha
zorlaştırılmış hali ise Oniki Taş oyunudur. Bu oyun da esas itibarıyla Üç Taş
ve Dokuz Taş oyununa benzer. Taş sayıları on ikiye çıkmış, karelerin köşeleri
birleştirilmiştir. Konumuz olan don değiştirme veya kılık değiştirme açısından
Dokuz Taş oyunu önemli bir oyundur. Dokuz Taş oyununda oyunculardan biri üç
taşa kalmışsa, yani üç taşına kadar taşları ütülmüşse, sona kalan üç taş uçma
özelliği kazanır. Taşları uçma ve istediği yere konma özelliği kazanmış
olduğundan iyi bir oyuncu ise rakibini yenebilir. Oyunu oynayanlar, dikkatini
tek bir konu üzerinde yoğunlaştırabilme alışkanlığı kazandırır. Süratli, doğru
ve çabuk düşünebilmeye yeteneği kazanır. Strateji oyunlarının kurallarını ve bu
oyunları geliştirmenin önemini kavrar. Soyut sembolleri kullanarak hareket
stratejileri oluşturmayı kavrar. Oyunun oynanışı şöyledir:
Dokuztaş oyuncuların taşlarıyla bir üçlü
sıra oluşturmaya çalıştığı bir oyundur. Bir yere iç içe üç kare çizilir ve
kenarları orta noktalarından birleştirilir. Böylece 12 köşede ve 12 kenar
üzerinde olmak üzere 24 nokta ortaya çıkar. İki taşı kalan oyuncu, oyunu
kaybeder.
9 Taş oyunu 2 kişi ile oynan bir oyundur. Elde
taş tutularak (Hakem veya oyunculardan biri eline bir taş
alır. Elini arkaya götürerek iki eli arasında yer değişiklikleri yapar sonra
iki elini birden uzatır. Oyunculardan biri bir elini, biri diğer elini seçer.
Doluyu bulan kimin başlayacağına karar verir. Yani kendi başlamak istiyorsa
kendi başlar, rakibin başlamasını istiyorsa rakip başlar. ) kimin oyuna başlayacağı belirlenir veya “Sen başla” denilerek rakibe yol
verilir. Oyuna başlayan oyuncu ilk taşı bir noktaya bırakarak oyuna başlar. Sonra
rakibi bir taşını bırakır. Her iki oyuncunun elindeki 9 taş bitinceye kadar
sırası ile taşları oyun alanı üzerine bırakır. Bu sırada oyunculardan biri
yatay ya da dikey olarak taşlarını üç taşın yan yana gelecek şekilde aynı
sıraya dizmiş ise rakibinin bir taşını alır. Düz yapılarak rakibin
taşı alınırken “Düz/ Bunu da buradan süz.” denilerek düz yapıldığı ve o taşın
alındığı duyurulmalıdır. Rakibin üçlü bir sırası varsa üçlü sırası
bozulamaz. Düz yapan rakibin düzünden taş alamaz. Düz bozularak taş alınmaz. Üçlü
olmayanlardan birini alır. Ancak üçlü sıraların dışında başka taş yoksa üçlü
sırayı bozarak bir taş alır. Çapraz olarak yapılan üçlü sıralar rakibin taşını
yemek için geçerli değildir. Oyuncular ellerindeki 9 taşı da oyun alanına
bırakmadan oyun alanındaki hiçbir taşı oynatamazlar. Yani hamle yapamazlar. Oyuncular
dokundukları taşı oynamak zorundadırlar. Oyuncular yaptıkları üçlü sıraları
bozup tekrar yaparak rakibin taşını yiyebilirler. Oyunculardan birinin
taşlarının üçe düşmesi durumunda bu oyuncu taşlarını istediği yere (uçarak)
konabilir.[14]
Üçtaşa
inen oyuncu taşlarıyla atlama hakkına kavuşur. Yani şimdiye kadar tek hamle
ilerlettiği taşlarla şimdi istediği yere konabilir. İki
taşa düşen oyunu kaybeder. Yenmenin bir başka şekli de rakibin taşlarının önüne
ve ardına taşlarını yerleştirerek rakibin taşlarını kımıldatamaz, hamle yapamaz
bir hale getirince oyun kazanılır.
Oyundan çekilmek isteyen ve bunu sözlü beyan eden yenilmiş sayılır. Oyun,
oyun öncesinde belirlenen el sayısı üzerinden değerlendirilir. Mesela üç elden İkisini
kazanan galip sayılır. İlk iki eli aynı kişi kazanırsa üçüncü el
oynanmayabilir. [15]
KUYU
/ EMEN / MANGALA … OYUNU
Kuyu / Emen / Mangala oyunu
ülkemizde çok çeşitli adlarla oynanan yaygın bir zekâ oyunudur. Oyunun
geleneksel boyutunda, bazı kuyu / mangala oyunlarında, oyun sırasında oynanan
bazı taşların önem kazanması durumu söz konusudur. Altı kuyu ve her kuyuya
dörder taş konularak oynanan oyunun bir varyantı, kurallı hale dönüştürülerek
Mangala adıyla satışa sunulmuştur. Bu oyundaki kale kuralı, don değiştirmeye
örnek olarak verilebilecek bir kuraldır. Türk Mangalası’nda özel taşlar
görülür. Yine bazı taşlar, sıradan bir taş iken oyundaki durumu ile özel taş
konumuna geçer. Bu durum Dama ve Satranç oyunlarında sıradan taşların önemli
taşlar haline gelişini hatırlatmaktadır. Mesela Mangala(Osmanlı) oyununda
rakibin kuyusundaki 2 taşının yanına 3. taşınızı koyarsanız, bu kuyudaki
taşları aldığınız gibi, bu kuyuya renkli taşınızı, kalenizi de koyarsınız ve
bundan sonra bu kuyuya bırakılan her taş sizin olur. Mangala(Osmanlı)da bu
özel, renkli taşın adı Kale, Ev Göçmeni oyununda Dede, Dokuz Kumalak’ta
Tuzdık(tuzluk)tır. Dede’nin konduğu kuyudaki taşlara (Çocuk’lara) kimse
dokunamaz. Hane oyununda da bu özel taş iki tanedir. Biri Renkli Taş, diğeri
Pıç Taş veya kemiktir. Pıç Taş olumsuz, Renkli Taş makbul taş olarak
görülmektedir. Bu da Aşık, Aksüyek ve benzeri oyunlardaki kemik hatırasının
Mangala’da yaşatıldığının işaretidir. Bazı oyunlarda özel taşların sayısı
sınırsızdır (Çoc).[16] Mangala oyunundaki Kale
kuralında görülen bu don değiştirme, bir taşın farklı bir güç veya özellik
kazanması durumu, Dokuz Kumalak adlı oyunda da görülür: Dokuz Kumalak, Mangala
gibi taşlarla oynanan bir taş/kuyu zekâ oyunudur. Kazakistan’da Dokuz Kumalak,
Kırgızistan’da Dokuz Korgol adıyla bilinen oyunda uygulanan Tuzdık kuralı,
Mangala oyunundaki Kale kuralına benzer. Mangala oyunu şöyle oynanır: [17]
Mangala Türk Zekâ ve Strateji
Oyunu iki kişi ile oynanır. Oyun tahtası üzerinde karşılıklı 6'şar adet olmak
üzere 12 küçük kuyu ve her oyuncunun taşlarını toplayacağı birer büyük hazine
bulunmaktadır. Mangala Oyunu 48 taş ile oynanır.
Oyuncular 48 taşı her bir kuyuya 4'er adet olmak üzere dağıtırlar. Oyunda her oyuncunun önünde bulunan yan yana 6 küçük kuyu, o oyuncunun bölgesidir. Karşısında bulunan 6 küçük kuyu rakibinin bölgesidir. Oyuncular hazinelerinde en fazla taşı biriktirmeye çalışırlar. Oyun sonunda en çok taşı toplayan oyuncu oyun setini kazanmış olur. Oyuna kura ile başlanır. Oyunda 4 ana temel kural vardır.
1. TEMEL KURAL: Kura neticesinde başlama hakkı kazanan oyuncu kendi bölgesinde bulunan istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer adet taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer. Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.
2. TEMEL KURAL: Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift sayı yaparsa (2, 4, 6, 8 gibi) oyuncu bu kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
3. TEMEL KURAL: Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve eğer boş kuyusunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa, hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
4. TEMEL KURAL: Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşları ilk biten oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır. Dolayısıyla, oyunun dinamiği son ana kadar hiç düşmez.
Mangala Oyunu 5 set olarak oynanır.
Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere bitiren oyuncular yarım (0,5) puan alır.
Oyuncular 48 taşı her bir kuyuya 4'er adet olmak üzere dağıtırlar. Oyunda her oyuncunun önünde bulunan yan yana 6 küçük kuyu, o oyuncunun bölgesidir. Karşısında bulunan 6 küçük kuyu rakibinin bölgesidir. Oyuncular hazinelerinde en fazla taşı biriktirmeye çalışırlar. Oyun sonunda en çok taşı toplayan oyuncu oyun setini kazanmış olur. Oyuna kura ile başlanır. Oyunda 4 ana temel kural vardır.
1. TEMEL KURAL: Kura neticesinde başlama hakkı kazanan oyuncu kendi bölgesinde bulunan istediği kuyudan 4 adet taşı alır. Bir adet taşı aldığı kuyuya bırakıp saatin tersi yönünde, yani sağa doğru her bir kuyuya birer adet taş bırakarak elindeki taşlar bitene kadar dağıtır. Elindeki son taş hazinesine denk gelirse, oyuncu tekrar oynama hakkına sahip olur. Oyuncunun kuyusunda tek taş varsa, sırası geldiğinde bu taşı sağındaki kuyuya taşıyabilir. Hamle sırası rakibine geçer. Her seferinde oyuncunun elinde kalan son taş oyunun kaderini belirler.
2. TEMEL KURAL: Hamle sırası gelen oyuncu kendi kuyusundan aldığı taşları dağıtırken elinde taş kaldıysa, rakibinin bölgesindeki kuyulara da taş bırakmaya devam eder. Oyuncunun elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını çift sayı yaparsa (2, 4, 6, 8 gibi) oyuncu bu kuyuda yer alan tüm taşların sahibi olur ve onları kendi hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
3. TEMEL KURAL: Oyuncu taşları dağıtırken elinde kalan son taş, yine kendi bölgesinde yer alan boş bir kuyuya denk gelirse ve eğer boş kuyusunun karşısındaki kuyuda da rakibine ait taş varsa, hem rakibinin kuyusundaki taşları alır, hem de kendi boş kuyusuna bıraktığı taşı alıp hazinesine koyar. Hamle sırası rakibine geçer.
4. TEMEL KURAL: Oyunculardan herhangi birinin bölgesinde yer alan taşlar bittiğinde oyun seti biter. Oyunda kendi bölgesinde taşları ilk biten oyuncu, rakibinin bölgesinde bulunan tüm taşları da kazanır. Dolayısıyla, oyunun dinamiği son ana kadar hiç düşmez.
Mangala Oyunu 5 set olarak oynanır.
Oyunu kazanan oyuncu (1) puan, kaybeden (0) puan ve berabere bitiren oyuncular yarım (0,5) puan alır.
SEÇENEKLİ OYUN ŞEKLİ (KALE KURALI)
• "Mangala Oyunu nasıl oynanır?" Başlığında belirtilen 1 ve 2. Temel kural "kale kurallı" oyunda aynen geçerlidir. (Taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı hariç)
• "Mangala Oyunu nasıl Oynanır?" başlığında belirtilen 3. ve 4. Temel kural "kale kurallı" oyunda uygulanmaz. Onun yerine;
• Oyuncu elinde bulunan taşları dağıtırken elindeki son taş, rakibinin bölgesinde denk geldiği kuyudaki taşların sayısını 3 yaparsa o kuyu oyuncu tarafından ele geçirilmiş olur. Oyuncu ileride rakibi ve kendisi tarafından bu kuyuya koyulacak tüm taşların sahibi olur. Sahibi olduğu taşlar oyuncunun kendi hazinesine koyulur. Kale kuralının uygulandığı oyunlarda taşları dağıtırken hazinelere taş bırakma kuralı ortadan kalkar. Kaleyi belirlemek için farklı renkte taşlar kullanılır. Oyuncular 6 nolu kuyuya kale kuramaz. Bir sette her oyuncu sadece bir kez kale kurabilir. Oyunculardan herhangi birinin önünde bulunan kuyularda taş kalmadığı zaman oyun sona erer. Önünde ki kuyularda taş kalan oyuncu bu taşları kendi hazinesine koyar. Son olarak hazinelerde bulunan taşlar sayılır. Hazinesinde en fazla taş olan oyuncu oyunu kazanır.
DOKUZ
KUMALAK / DOKUZ KORGOL OYUNU
Dokuz Kumalak oyunu için bir oyun
tahtası ve 162 taş gereklidir. Oyun tahtasında iki sıra halinde dizilmiş 9'dan
18 çukur (göz veya oyuk da diyebiliriz) ve oyuncuların yuttukları taşları
koymaları için iki hazine bulunmaktadır. Oyunun başlangıcında her çukurda dokuz
kumalak / taş bulunur. Oyunun Dokuz Kumalak veya dokuz taş ismi buradan
gelmektedir. Oyunun kuralları basittir. Kura çekildikten sonra, ilk oynayan
kendi tarafındaki herhangi bir oyuktaki dokuz taşı alır ve birini aldığı oyuğa
bıraktıktan sonra, saat yönünün ters istikametinde her bir oyuğa birer taş
bırakarak ilerler ve elindeki taşları bitirir. Son taş rakibin oyuğundaki
taşların sayısını çift yaparsa, o oyuktaki tüm taşları alarak, yani yutarak kendi
hazinesine koyar. Oyun böyle devam eder ve kim en fazla taşı alırsa oyunu
kazanır. Ancak oyunun birkaç kuralı daha vardır. Oyunda Kazakların “tuzdık”
dedikleri, Türkiye Türkçesine “kale alma” diye çevirebileceğimiz bir kural
vardır. Bu kural, oyunda kazanma ihtimallerini çoğaltmaktadır. Böylece satranca
benzer bir şekilde her türlü ihtimalleri hesap etmeyi gerektiren bir oyun türü
ortaya çıkmaktadır. Dokuz kumalak oyunun kurallarını inceleyen bazı yabancı
mankala uzmanları, bu kale kuralının dâhiyane bir buluş olduğunu ifade etmekte
ve oyunun stratejik seviyesini yükselttiğine işaret etmektedirler.
Rakibin üç taşı olan kuyuya son taş
konursa o kuyu bir şekilde işaretlenmiş tuzdık (veya Kazakça "kutsal
yer" Tuz "tuz" anlamına Kırgızca) konulmuş olur. Tuzdık
kuralında bazı kısıtlamalar vardır:
Bir oyuncu her oyunda sadece bir tuzdık
koyabilir. Rakibin dokuzuncu veya en sağdaki kuyuya tuzdık konamaz. Bir tuzdık
o rakibin birine simetrik ise (rakibin üçüncü bir delik ise örneğin, o kuyu tuzdik
yapılamaz.) Böyle bir hamle yapmak için izin verilir, ama tuzdık koyamaz. Tuzdık’a
giren tek taşlar tuzdık sahibi tarafından ütülür. Her zaman tuzdıka düşen
taşları kazana devredebilir. Oyun bittiğinde, kazan veya tuzdık içinde kalan
taşlar, kimin tarafında ise o oyuncu tarafından kazanılır. İnce hesaplarla
hareket eden, stratejik davranan oyunu kazanır.[18] Oyun sonunda, kazan ve
tuzdık içinde kim daha fazla taşa sahipse oyunu o kazanır. Her iki oyuncuda 81 taş
varsa, oyun berabere biter.[19]
SATRANÇ
TAŞLARINDAN PİYON’UN TERFİSİ / DON DEĞİŞTİRMESİ
Bilindiği
gibi satranç taşları farklı özellikleri olan taşlardır. Bir Şah, bir Vezir, iki
Fil, iki At, iki Kale ve sekiz Piyon’dan oluşan satranç taşlarının hareket
kabiliyetleri de değişiktir. İlk çıkışlarında Piyonlar bir adım
yürüyebilecekleri gibi iki kareyi birden yürüyebilirler; yani uçabilirler. At
oyuncusu da L şeklinde uçar! Fil, Kale, Vezir oyuncuları da şartlar uygun
olduğunda uçar. Buna karşılık Şah her zaman yürür, bir adım gider. Satranç
oyununda taşların kâh yürüyerek, kâh uçarak hareket etmesinin yanında ilginç
bir oyuncu değişimi de görülmektedir. Bu değişim, şekil, kılık veya don
değiştirme, Piyon Terfisi olarak bilinen piyonların son kareye çıkartılarak
istedikleri oyuncu’ya dönüşmeleridir.
PİYON TERFİSİ[20]
|
Bu konumda
Beyazın YEDİNCİ YATAYA ulaşmış Piyonu vardır. Tahtanın sonuna bir
piyonu sürdüğünüz zaman, piyonun yerine başka bir taş koymalısınız. Vezir,
Kale, Fil veya Atdan herhangi birisini seçebilirsiniz.
|
|
Beyazın
piyonu TERFİ ETMİŞTİR. Piyonunu Vezire dönüştürmüştür.
Neredeyse her zaman Piyon, en güçlü taş olan Vezire terfi ettirilir. Dikkat
ediniz ki Piyon tahtadan kaldırılır, eski yerine konmaz.
|
|
Bu durumda
eğer Beyaz Vezir ÇIKARSA PAT olur! Bunun yerine KALE
ÇIKMALIDIR.
|
|
Bu durumda
eğer Beyaz Vezir ÇIKARSA, Siyah bir sonraki hamlede MAT olur.
Sarı oku takip ederek nasıl mat olduğunu görünüz. Bu sebeple Beyaz AT
ÇIKMALI! At çıkarak ŞAH çeker. Aynı zamanda Siyah Veziri
TEHDİT EDER. Bir sonraki hamlede alır. Aynı taşla
iki TEHDİT birden yapmaya ÇATAL denir.
|
Bir Vezire
sahip olsanız bile başka Vezir çıkabilirsiniz. Burada Beyaz Piyonuyla Vezir
çıkabilir. O zaman iki tane Vezire sahip olacaktır. Eğer bütün Piyonlarınızı
son sıraya ulaştırırsanız tahtada aynı anda DOKUZ Vezire sahip
olabilirsiniz! Eğer başka Vezir bulamazsınız onun yerine Vezir anlamına gelen
ters konmuş Kale kullanın.
|
SONUÇ
Türk Kültürü’nde Don Değiştirme, Uçarak Don Değiştirme
kavramının yansımaları çok yaygındır. Bu kavramın dayandığı inançlar ise çok
eskilere dayanmaktadır. Don Değiştirme kavramı ile Uçma kavramı genellikle
birlikte görülmektedir. Temeli eski Türk inançlarına ve dünya görüşüne dayanan
Uçma ile şekil veya kılık değiştirme anlamındaki Don Değiştirme olgularına
destanlarda, efsanelerde, tasavvufta, masallarda, halk hikâyelerinde, çocuk oyunlarımızda,
çocukların taşla oynadıkları oyunlarda, zekâ oyunlarımızda ve nihayet satrançta
karşımıza çıkmaktadır. Bazı satranç taşlarının uçurularak oynanması, uçması
veya belli bir konuma gelen Piyon’un, şekil, kılık veya don değiştirerek vezir
veya başka bir oyuncuya dönüşmesi Türk kültüründeki don değiştirme ve uçma
konusu ile doğrudan ilgilidir. Türk kültüründeki don değiştirme olgusunun yine
bir Türk Zekâ Oyunu olan Satranç[21]
oyunundaki tezahürüdür.
Satrancın Türkistan’dan Kuşhanlar yolu ile Hindistan’a
gittiği tezini doğrulayan bulgulardan birisi de bu Don Değiştirme ve Uçma
hadisesidir. Türk düşüncesinin çeşitli alanlardaki yansıması veya başta zekâ
oyunları olmak üzere oyunlara bu düşüncenin uygulanması şeklinde
değerlendirilebilir.
Kaynakça
Artun, Erman. Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/erman_artun_inanc_sistemleri.pdf
Bekki, Salahaddin. Türk Halk Anlatılarında Ölüm Ruhu
Motifi,
Kalafat, Yaşar. YAŞAYAN ESK TÜRK İNANÇLARI İTİBARIYLE “TÜRK
MTOLOJİSİ” VE PROF. DR. BAHAEDDN ÖGEL
Karakurt, Deniz. Türk Söylence Sözlüğü, Türkiye, 2011,
(OTRS: CC BY-SA 3.0) http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/0/00/TurkSoylenceSozlugu.pdf
Ocak, Ahmet Yaşar. Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam
Öncesi Temelleri, http://m.friendfeed-media.com/ae90ffd7ccea84bdffa89e153ef778969df40511
Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2006 (Cilt-2, Sayfa
133-134, 139)
Tunç, Zekiye. TÜRK HALK İNANÇLARINDA “ÖLÜM” ANLAYIŞINDA
YAŞAYAN ŞAMANİST UYGULAMALAR http://sempozyum.nigde.edu.tr/tarih/ozet/dosyalar/315-10_04_2012-22_37_24.docx
Karadavut, Zekeriya. Kırgız Masallarında Mitolojik
Unsurlar,
Dipnotlar
[1] Kabulgan
Maddesi / Vikipedi, özgür ansiklopedi
[2] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[3] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[4]
Yeşiltaş, Kevser. http://indigodergisi.com/2012/01/metamorfoz-tasavvufta-don-degistirme/
[5] Prof.
Dr. Erman Artun Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri Öğretiler - Dinler
3 İslamiyet Öncesi Âdet, İnanç ve Pratikler
http://www.msxlabs.org/forum/satirlarla-turkiye/26093-turklerde-islamiyet-oncesi-inanc-sistemleri-3-a.html#ixzz3KHBZjwO1
[6] https://eksisozluk.com/don-degistirmek--1267221
[7] Yeşiltaş,
Kevser. http://indigodergisi.com/2012/01/metamorfoz-tasavvufta-don-degistirme/
[8] http://www.sakaryayenihaber.com/kose-yazisi/6101/don-ya-da-sekil-degistirme.html
[9] http://www.bilimvekultur.com/04_05_MURAT_DEMIR.pdf
[10] Aslan, Namık, Yrd. Doç. Dr. Şekil Değiştirme
Motifinin Anlatılarımızdan Bazı Yansımaları Üzerine
Niğde Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi.
[11] Yurdatap,
Selâmi Münir. Derleyen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1953, sayı: 46
[12] Bu can
kazanma işlemi günümüzdeki bilgisayar oyunlarının çoğunda kullanılmaktadır.
[13] Kayarvan,
Pınar, Van Çocuk Oyunları ve Bu Oyunların Eğitsel Yönden İncelenmesi, T.C. Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı, 2008
[14] http://www.akiloyun.com/9-tas.html
[15] http://www.dokuztasoyunu.com/?pnum=9&pt=Dokuzta%C5%9F+Oyunun+Kurallar%C4%B1
[16] http://arslanevi.blogspot.com.tr/2011/01/satrancin-atasi-olan-turk-zeka-oyunu.html
[17] http://www.mangala.com.tr/oyun_kurallari.html
[18] http://abdulvahapkara.com/arastirma-konulari/dokuz-kumalak/70-doert-bin-yllk-tuerk-zeka-ve-strateji-oyunu-dokuz-kumalak-dokuz-ta.html
[19] http://mancala.wikia.com/wiki/Toguz_Kumalak
[20] http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/satranc/sat/ders12.shtml
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder